16 Mart 2009 Pazartesi

Hayatımdakilere Reset Gerek

Bu, belki de sabahtan beridir yazdığım ve yayınlamadığım kaçıncı yazı. Bu bloğu açmamdaki esas amaç hiçbir duyguma, hissettiklerime, dedikoduma makas koymadan Evin Kedisi olarak yazı yazmaktı. Bir nevi canım istediğinde zehrimi akıtmaktı. Yazdıkça rahatlayan bir insan olarak buna çok ihtiyacım vardı.

Ancak, zamanla gördüğüm şu oldu ki artık ben Evin Kedisi olmuştum, aralarda bir sürü insanla tanışmış, kendimi çok yakın hissetmiş, eski dostlarıma, akrabalarıma benim hayatımı izlesinler, aman ne oluyor ne bitiyor bu kız zaten yaban ellerde diye takip etsinler diye bu adresi vermek gafletinde bulunmuştum.

Birinci fark ettiğim akrabalarımdan ( ki bakın şu bu bile diyemiyorum çünkü sonuçta deşifre etmişim kendimi onlara karşı ) " Aman ne güzel, artık hepimizde bilgisayar var, kamera da alırsın bol bol görüşürüz!" diyip mail bile yazma gafletinde bulunmamaları oldu. Bunun dışında kalanlar vardır tabi, onları ayrı değerlendiriyor, zaten yazışmaya devam ediyorum. İlk önce güleceksiniz kamerayı bir yere fırlattım sinirden, şimdi nerede olduğunu bile bilmiyorum. Bende bu tip olaylar içe kapanmaya değil aşırı derecede agresifleşip kendime ve içimdekine ( dolaylı yoldan ) zarar vermeme sebep oluyor. MSN'de kim devam ediyorsa onlar kaldılar listemde, öyle boş boş bekleyenler a açmış aman kapatmış, ben yazdım yanıt gelmedi dediklerimin hepsi mefta :)

Sonra mesela birisi geliyor bir olay oluyor, bir söz canımı acıtıyor, küfür etmek, herşeyi yazmak geliyor değil mi? Yoooo! Onu da yapamadığımı fark ettim. Bir kere Evin Kedisi'ne yakışmıyor gibi düşünür oldum, ne o öyle mahalle ağzı gibi dır dır dır dedim kendi kendime ve öfkemi alamaz hale geldim. Neden? Yazıp akıtamıyordum çünkü. Sonuçta o konular basit bir kaynana, anne ya da şu bu çekiştirmesi gibi algılanacak diye çekinir oldum.

Bütün bunlar dışında aslında bazı zamanlar içimde gerçek anlamda fırtınalar koparken saçma sapan günlük olayları yazdığımı bir yerde kendi kendimin çok fazla tekrarını yaptığımı, eskiden beğenmediğim " İşte bugün de böyle böyle oldu, benim bebeğim, benim kızım zartım zurtuma" girdiğimi fark ettim.

Bu bebek birincisinde anladığım bazı dersleri tekrar kafama dank ettirdi bu bir. Benim için yeni bir başlangıç oluyorsa her konuda nokta koymam veya devam etmem gerekenleri de anlamama sebep oluyor bu da iki. Zaman zaman hapırdım köpürdüm ama o hapırtı ve köpürtüler baktım ki farklı şekillerde tekrar ediyor ve ben bunları yazmalıyım. Nereye istersem oraya ama Evin Kedisi olarak değil artık.

Miso'ya kızmıştım, Fatma'ya ve diğer takip edip severek okuduklarıma...Ama şimdi daha iyi anlıyorum. İnsanın bir kere mutlu olabilmesi için hayatında O'na sıkıntı yaratacak düşüncelerden, arkadaşlıklardan hatta ve hatta akrabalıklardan bile kaçınması gerekiyor. Bir şey yazdığında mail olsun, blog şu bu, beklentin artıyor. Okudun mu? Niye okumadın ki? Niye yahu öldün mü kaldın mı diye bir satır bir şey yazmıyorsun ki?...

Bütün bu sorular ve beklentiler değen şeyler için. Benim kendi hayatımda deneyimlediğim yegane şey de değmeyen şeyi çizmek ve atmak, kendinden de haberdar etmemek bu arada. Tam anlamıyla mahrum etmek. Can acıtandan, bunu bilerek ve isteyerek yapandan uzaklaşmak. O zaman sizleri temin ederim ki herşey huzur dolu. Kocam, kızım ve yeni doğacak olan kızım hayatımdaki en değerli varlıklar, bana huzur ve mutluluk veriyorlar.

Ve nasıl yaşamak bana huzur veriyorsa öyle yaşayacağım. Bu son mu bilmiyorum ama artık bambaşka biri olarak belki yalnızca zehrimi akıtmak adına bir blog açarım. Ya da hiç açmam kendi günlüklerime yazarım. Bilmiyorum ne yaparım ama artık burası benim özgürlüğümü dile getirdiğim bir yer değil. Bir gazete köşesi de olmadığına göre amacını yitirdi. Bol bol hamilelik ve bebek bakımı blogları var, film eleştirileri ve yemek blogları da. Yazılmayanı kimse yazmayı başaramamış daha. Yani tekrar yapmanın bir anlamı yok. Böylece kalsın, okuduklarıma devam edeceğim tabi ki.

Hayatımdaki resetlere ve yeni başlangıçlara kadeh kaldırıyorum. Şerefe!

15 Mart 2009 Pazar

34.hafta

Hamilelik ve doğumla ilgili videolarda Dr. Kağan Kocatepe'nin farklı bir şekilde baskınlığı var. 32 ve 36 hafta aralığı 9. ayı gösteriyor. Demek ki ben 9. ayın içindeyim ki inanılmaz! Geri kalan 36 ve 40 aralığı ise 9 artı 10 güne gelen kısım.

Dün gece ciddi bir reflü sıkıntısı vardı. Hiçbir konu tam kurallara bağlı kalmıyor, mesela sol tarafa yatmak önerilse de benim sol kaburgama bir baskı var, sırt üstü yattığımda nefes alamıyorum ve uykuya geçiş sürekli sağ tarafa yatarak başlıyor.

Bebeğin hareketleri ayrı bir muamma. Bir saat içinde on hareket...Bu benim için ikinci imkansız konu. Tekmelemeler yer darlığından dolayı ciddi derecede azaldı, hareketten kasıt dönme duygusu. Sıvının içinde kayarak hareket ettirilen popo, belki kol ve bacaklar. Bir anda değişen göbek şekli...Ancak kesinlikle matematiksel bir hareket tespitine gitmek istemiyorum, belki de korkuyorum, ondandır. Aslında ben artık doğumu yapıp bu bebeği gözlerimle izleme niyetindeyim. Görmeden yalnızca hissetmekle bir şeylere karar vermek çok zor. Ve ayrıca benim için stresli.

Sürekli bir çizgide gidilmese de dün akşam uyku durumu çok zorladı. Dolayısıyla sabah kalkışlar artık iyice geçlere kaymaya, hareketler kısıtlanma aşamasına girmeye başladı. Ağırlığa alışkın olmayan bir vücut kesinlikle mutluluk hormonu salgılamıyor, terleme çok daha yoğun seyrediyor.

Saçlarım neredeyse hiç dökülmüyor ama kısa kestirilmeli mi? Bu hafta sonu kızımın arkadaşının doğumgünü için aldığım hediye yetersiz geldi gözüme, kardeşine de bir şey almam lazım ve yarını planlıyordum çıkmak için...Oysaki bugün, ancak o da canım istediği için karnıyarık yaptım, kızartma tavası şusu busu derken kendime bakmam gereken kısmı es geçmek zorunda kaldım. Yani, güne ancak bir iş yapabilir durumdayım. Mutfağın yerleri, fırın, banyolar günlük bakım bekleyen yerler olsa da görmemezlikten gelmeye çalışıyorum. Battıkça da sinirim tepeme çıkıyor.

Dışarıya çıkma işini bile gözümde bu kadar büyüttüğüme inanamıyorum. Laila'ya şampuan gerekiyor, yıkanması lazım, iğrenç kokuyor, dişlerinin kontrolü, eve çağırılması gereken tamirciler, klimaların temizlenmesi, kapıların tamiri...

Köpeğe tahammül edemiyorum. Yanımda olmasını, temizlik yapılan odaların ıslak kokmuş çorap gibi kokmasını istemiyorum. Bizim odada yerde yatıyor, uykuya dalmadan önce en nefret ettiğim ağız şapırdatması sesini belki on kere çıkartıyor.

Offf!Kötü müyüm? Bilmiyorum, işin iyiliğine kötülüğüne değil ne hissettiğime bakıyorum. Ve yine anlıyorum ki evde köpek bakımı ancak çocuk olmadığında, temizlikçin olduğunda, zamanın ve enerjin bol olduğunda makbul. Yine toparlanmam için sanırım zamana ihtiyacım var.

14 Mart 2009 Cumartesi

Sünger Beyinli Yığınlar Topluluğu

Bir memlekette eğer işini haketmeyen insanlar o koltuklarda yer işgal ediyorlar, esas işi yapması gerekenler bir şekilde diğer öküzlerin arkası, bilmemnesi, tanıdığı, dostu, kontrolsüz çoğalmaları sayesinde pırstırılıyor, tırstırılıyor, yol açılmıyor, önüne hep engeller çıkarılıyorsa o memleketten insana hayır gelmezzzzz!

Geçmişte lisedeyken politik bir grubun toplantılarına katılmıştım da neydi o yahu?! Kahvehanede oturan boş beyinli insan sürüsünün ziyareti, oyunu bana verecen de mi? li çaylı sigara dumanlı haller...Nasıl pılımı pırtımı topladıysam arkama bakmadan kaçmıştım. Demek Türkiye böyle yönetiliyor demiştim kendimce. O küçük örnek hala devam ediyor bundan eminim.

Sonra başka bir konu mesela bakarsın memuriyette yıllarca tekstil sektöründe çalışmış, o konuda eğitim almış bir işgören hooop! elektrik ve su idaresinin boşalan müdür kadrosuna atanıvermiş!!! Ana! Böyle çoook olay var. Kendi aile efradında devlet memuru olarak çalışan çok iyi bilir, aynı şekilde politik alana bakın orada da bulunduğu yeri tersyüz eden, sırıtan bir sürü memleket insanı oturduğu yerden kelle kelle sırıtır. Bakınız TV ekranı, şekil bir A.

Burada da yapılan en büyük yanlışlıklardan biri milliyetçilik mantığı, kendi adamımı kaytarırım, aman çoğalsın Müslüman kardeşlerimiz şeklinde işini bilmeyen insanların gayet güzel maaşlara ( kendi milletinden olan )işlerde çalışmaları.

Bankacılık sektörü, banka işini anlamayan bir sürü insanla dolu. Devlet memuriyetini gerektirecek her türlü işte bu öncelik yalnızca millet bazına indirgenmiş. İşi biliyor musun, tecrüben var mı falan gibi dertleri yok. Kendilerini bir anlamda koruma mekanizması olarak görülebilir belki ama gün gelip de işin düştüğünde vay haline!

Gerçi ben Türkiye'den çok alışkınım böyle herşeyi kavga dövüş, ite kaka yaptırma anlayışına ama burada da aynı durumlarla karşılaşmak beni deli ediyor çünkü sonuçta kendi malım gibi gidip çata çat pata pat yapamıyorsun.

Bu konuya gelmemin sebebi hala Emirates'e ait olan adresin geri gelmemiş olması. Hala kendi yaptıkları hatanın ne olduğunu anlayamadılar ki çözüme ulaşamıyorlar. Hayatın matematiği vardır denilir ya, öyledir. En ufak veya küçümsenen şeylerin bile kendine göre işleyen bir mantığı bakidir. Kafasız, evinin işini bile idare edemezsin, bu böyledir. Organize olamayan, problem çözemeyen bir insan her konuda kaybetmeye mahkumdur.

Bizimkinden şifre değişecek diye bir 50 dirhem almışlar, adam iptal ettireceğim demiş yok iptal ettirme biz bunu halledeceğiz diyip 20 dirhemi de her ay kesmeye devam edecekler. Ohhh! ne güzel verilmeyen bir hizmet için ayda 70 dirhem kazıklama politikası işleyecek. Thunderbird'ümü her açıp da " Şifrenizi giriniz!" sonra da " Üzgünüz şifreniz doğru değil!" ibaresini gördükçe oraya gidip hepsinin burnunun üzerine bir yumruk indirmek geliyor içimden.

Bu neden oluyor biliyor musunuz? Sebebi çok basit. Daha dün akşam Pakistan'ı gösterdiler televizyonda. Bakıyorsun adamların beyni kurumuş sanki, genel, parasız, yoksul ve devletin bakın bakalım hangi yatırımı sıfır? Eğitimmmmmm! Hadi şimdi bu gelişmemiş sünger beyinli topluluklar arasındaki sekiz farkı bulun.

Eğitimden kastım ezberlet, ezberlet, harla cırla değil. Araştırmayı, öğrenmeyi seven bireyler yetiştirmek. Bunları yetiştirmekten korkmamak. Çünkü dini baz almış memleketler bu beyinlerden korkar. Aman Allah konusunda sorgulayacak, devleti, hayatı, açılmayı, kapanmayı, köle olmamayı düşünen bireyden koyun olmaz. Höt dedi mi onu geri itemez, evelallah o zaman devlete, otoriteye, devlet başında çalan çırpana falan kafa tutan insan yetişir. Olur mu?!!!!

Bu arada, Persepolis'i seyrettik dün gece. Tavsiye ederim.

12 Mart 2009 Perşembe

Benim Cici Silahım ve Son Doktor Kontrolünden Özetler

Şu anda bir yandan bunları yazarken diğer yandan Almanya'da ve aynı anda Amerika'daki silahlı toplu katliamları izliyorum. Amerika'daki olay " Benim Cici Silahım" da zaten avaz avaz Michael Moore tarafından gözler önüne serilmişti.

Bir toplumun %80 lerden fazlası dışarı çıkıp süpermarket mahiyetinde yerlerden " kendini ve ailesini koruma içgdüsü ve mantığı ile ", çünkü onlar açıklamalarını böyle yapıyorlar ve kanunlar hay maşallah şeklinde, işte sonuç böyle gelir diyor insan ama Türkiye'de dahil tüm dünyada bir şiddet vurdumduymazlığı baki. Filmler, bilgisayar oyunları, hatta çizgi karakterler bile...

Televizyonda Almanya'daki durumu gösteriyor. Fotoğrafta katil çocuğun kırmızı yanaklı, gözlüklü, gülümseyen görüntüsü hiç böyle bir duruma mahal vermiyor ama kimden ne geleceği belli olmuyor ki bu dünyada! Hele de çocuklu insanların gözlerini beşbin kez daha açık ve bilinçli, heryerden herşey gelir mantığı ile yaklaşmalarına sebep oluyor bu tip olaylar.

Diğer yandan, ölü olarak bulunan ve öğrenci ve öğretmen toplamıyla 16 kişinin vurulmasına sebep olan insanın ana babasının evinde 18 ruhsatlı tabancanın varlığı size ne anlatıyor? Şimdi bunun cevabını kim verecek? Hiç şüphesiz ki devlet!!!!

Silaha olan erişim bu kadar rahat olmayacak bu bir, okullardaki güvenlik mekanizması bir şekilde ölümleri beklemeyecek. Gerekirse kapıya bu tip insanları durduracak bir mekanizma konulacak. Zavallı bekleyenler de bir anlık şekilde vurulup içeri girilme ihtimalinin yaratılabileceği ortamlardan kurtulunması gerekiyor.

Hamilelik nasıl hormonal iniş çıkışlarla dolu olup depresyon, beraberinde gelen öfke, içe kapanma, insanlardan ilgi alaka bekleme, göremeyince sinirle karışık " Keserim leynnn!" duyguları yaratıyorsa ergenlik dönemi de aynen böyle hormon ataklarının yaşandığı bir dönem.

Vücut büyük değişimler geçiriyor, hayat yarı çocuk yarı gelişik beden arasında kendi doğrularını eğrilerini bulmaya çalışırken ergenlerden gelen baskılar ve hayatım benim ellerimde değil duygusu büyük patlamalara sebep oluyor.

Böyle geçişler yaşanırken ve hatta içindeyken kimbilir anası ve babası tarafından görülmezlikten gelinen ama dibine kadar belki de paralı bir hayata mahkum edilmiş, oyuncak niyetine gerçek silahların el altında dolaştığı, purolu, içkili tamamen dışlanılmışlığın yaşatıldığı partilerin verildiği evin istenmeyen çocuğu en son nokta olarak okuldan da atılıyor. O hale gelene kadar kaç yıl geçiyor siz tahmin edin.

Ve bunun için inanın zengin falan olmak gerekmiyor, çocuğu gerçekten isteyip beraberlikten zevk almak, ölür derecesinde kendi dertlerine, hayatına, işine odaklanmamak gerekiyor. Üzgünüm ama bu böyle, bu kadar zamansızlık içinde çocuklara yer olmuyor. Bencillikle köpek, kedi ve en önemlisi insan bakımı, evlilik biraraya gelemiyor.

Bu bir seçim, her zaman söyleyip yazıyorum, çok başarılı bir kariyer ile çocuk olur ama varlığı ile, ruhu ile değil. Halamın bir lafı vardır, eskiden bana hep söylerdi " Malı almak değil, bakmak önemlidir kızım." Chloe şu okula başladığından beridir inanın yapılacak işler hiç bitmiyor. Bugün Kırmızı Burun günüydü mesela ona göre giyinildi, bir gün erkenden çıkılıp " Uluslararası Piknik" ve aynı anda Flea Market denilen şey yapılıyor. Çocukların tatil zamanları, okuldan çıkış saatleri, eve varışları ile öğretmenlik dışında olan kaç iş paralellik gösterir?

Bütün bu projelere ve yapılacaklar listesine zaman ve stressizlik hakim olmalı. Ev bu şekilde bakıldığında gerçekten benim için iç işler ve dış işler olarak ikiye ayrılıyor. Ve iç işlerden bu şartlarda sorumlu olabilen benim.

Son yapılan araştırmalar çalışan ve kariyer hırsında olan kadınların aynı şartlardaki erkeklerden 1,5 sene daha az yaşadıklarını ortaya koymuş. Neden? Erkek eğer karısına bu konularda güveniyorsa bütün enerjisini bir konuda odaklayabilmiş oluyor, oysaki benim için benden başka kızıma bu kalitede bakabilecek, O'nun ödevlerinde, ruh sağlığında, gelişiminde, olay olduğu an anında doğru müdahalede edebilecek başka biri yok. Anneanneler, babaanneler, dedeler, teyzeler, nineler...Evet belki sevgiyle bakar yedirir ama gerisi boş kalıyor maalesef. Bu noktada erkeğin kadının yaptığı işe saygı duyması, görmesi, desteklemesi ve " Sen ne yapıyorsun ki?!" havalarına girmemesi de evliliğin yürümesinde bana göre en büyük etken. Neyse...

Tabi bütün bu son olaylar bir de uzun zamandır okulun güvenlik durumunu aklıma getiriyor.Daha iki gün önce Rinata elinde birkaç sayfa durum vehametini açıklayıcı bir yazıyla biz velilerden imza toplamaya geldi. Çıkışta, canhıraş bir psikoloji, o gün güneş tepede sıcaklık 35 lerde tabi ki kimse okumadan şöyle böyle bir anlatımla imzaladı ( -ık ) Çünkü gerçekten çöl kısmından iki açık okul kapısından araba bile girebilir kontrol yapılmadan. Geçen sene bir veli çocuğunu bir tek bu sebepten okuldan alıp götürdü. Adamcağız kaç kere insanlarla konuştu, her hafta Çarşamba velilerin bir araya gelip sorunları tartıştığı ve daha iyi ne yapılabilirin konuşulduğu toplantılara katılınabilirdi elbet ama bir şekilde çalışanlar, zamanı olmayanlar derken o iş de güme gitti. Rinata'ya o kapıları göremediğim için tekrar sordum, geçen sene kapatılacağı söylenilmiş ama o da yapılmamış anladığım kadarıyla. Neyse, umarım bundan bir yanıt almamız imkan dahilinde olacak. Çünkü alan devasa, bu da konrolü çok zorlaştırıyor tabi ki.

Gelelim bugün olanlara...Sabah dokuz buçukta gittim dr.umu görmeye. Aslında randevumuz daha önce de yazdığım gibi geçtiğimiz Pazartesi idi. Ama Perşembeye transfer oldu. Elimde bir sürü sorularla gittim bu sefer. E boru değil, artık neredeyse 33. hafta bitmiş oluyor yarın. 23 numara 1800 gr. olmuş. Ben dört haftada 1 kg 200 gr almışım, iyi fena değil, yavaşlama başladı demek :) Zaten eskisi gibi yemiyorum artık, eski hallerime dönmeye başladım sanırım. Öyle hani ölüm açlığı ve arkasından agopun kazı tıkıştırması yaşanmıyor. Göbeğimde maşallah maşallah hiçbir çatlama yok hala. Doktorun verdiği çok güzel bir kremi kullanmaya devam...Hem yumuşacık yapıyor hem de elastiki bir hale dönüştürüyor deriyi.

Küçük turta pek bir hareketliydi doktora gittiğimizde. Beklerken 9:30 oldu 10:40, baktım benden önce girenler var " Leyn ilk randevu saati zaten 9:30 değil mi, bu hatunlar da nereden çıkıp çağırılıyorlar tek tek?" diyerekten kendimi de göstermek adına doktorun koridor kısmına geçtim ve orada oturarak " Benimmm buradayımmm!" demek durumunda kaldım. E günlerden Perşembe ve sonuçta 12:20 falan çıkıp ufaklıın okuluna gitmek zorundayım.

Eğer doğum bir şekilde küt diye başlarsa Ambulansı sormuştum Çarş. günü hastaneye. Bir kafaları karıştı, elleri ayakları da karıştı gibi geldi ama üstüste " Yahu bir şey yok, hani olursa acil hangi numarayı arayayım, siz geliyor musunuz?" dedim ve en sonunda 999'u aramam söylendi. Haydaaaa! Bu işte bir anlaşılmazlık var. Benim sigortam herşeyi karşılıyordu hanim?

Doktoruma danışınca " Önce beni arayacaksın, zaten bunları konuşmak için erken daha bir ayın var." dedi. Heeee! Bir ayım var tabi ama ya gelmeye karar verirse o zaman son derece soğukkanlı bir şekilde davranmam lazım. Evde Chloe olabilir çünkü eli kulağında gibiyken kızım tatilde olacak mesela. 19'unda O'nun tatili bitiyor 23 veya 24 işte herneyse ben epidural sezeryana giriyorum. ( Yani şimdilik plan bu doğrultuda ) Dolayısıyla çocuğunu da panikleten salak karılar kategorisine giremem. Herşey kontrol altında olmalı.

Dr.uma bu detayları da anlattım. Beni gülümseyerek dinledi. Herşey yolunda giderse kendim arabayı bile sürebilirmişim. Yolum beş dakikalık çünkü. Bu, bana pek mantıklı gelmiyor, arabayı parka sokmak, daha doğrusu hastaneye girmek için bir U dönüşü gerekiyor ki bazen o dönüş adamı kanser eder. Neyse, en azından anlaşıldı, ambulanstan önce doktorumu arayacağım, o gerekirse herşeyi yönlendirecek. Ambulans olursa kendi imkanlarınla gelişinden daha uzun sürer dedi ama bu tabi ki gelen sancıların durumuna falan bağlı.

Kan uyuşmazlığı için üç iğne verildi. İkisi bugün vuruldu. Verdiği isimler herhalde en pahalıdan olduğundan sigorta orada da zırtladı ama önemli değil, bu kadar olacak, yarın yine 11:30 da bu sefer Cuma olduğu için hastanenin acilinden girip iğnemi yaptırmalıyım. Öyle tamamlanıyormuş.

2 numara bayağı büyümüş göründü gözüme, yüzü sanki heryeri kaplıyor gibi ve ablasına çok benziyor bana göre. Bir de parmağını emip biraz sonra esnemesin mi :)) Benim ilkinde de pek emzik alışkanlığı yoktu. Hah! dedim içimden O'na çekmiş, tabi buna ana karnında karar vermek zor ama olsun :)

Bundan sonra normalde iki haftada bir, ancak benim erken doğum geçmişim yüzünden ( onun sebebi ikizlerdi ama neyse )her hafta Perşembe görüşeceğiz ki beni hiç kasmadı bu durum. Varsın olsun, hem kendimi ve bebeği daha güvende hissederim ne güzel!

Yaz ayı geldiğinde implant yapıp üzerine koyamadıkları dişimi, ufaklığın diş ve göz kontrollerini yaptıracağız. Ondan önce " One thing at a time" demiş onların ataları :)

Yahu bu bebeği ne kadar çok hıçkırık tutuyor. Yine hıçkırıyor bak! Hıck! Gittim...

10 Mart 2009 Salı

Doğmamış Çocukla Beraber İki Evlatlı Kadın Olma Psikolojisi Üzerine

O ha di mi? Acayip uzun bir başlık oldu :)

Şimdi kendi kendime kıçım beş metre arkadan, göbeğim on metre önümden giderken ve son kalan Nutella'nın kaşık kaşık dibini boylarken şişmiş ayaklarıma, kısalmış bacaklarıma baktım.

Ayaklarım dün inikti halbuki, demek ki sürekli donuts gibi dolaşmıyor insan bu durumda. Diyorum ya, hamileliğin bu aşamalarını ikinci bebek olmasına rağmen ilk defa yaşıyorum, ben şişince hiç inmiyor sanıyordum, öyle olmadı benimki, iki gün şişik, üç gün inik falan yaşayabiliyorum.

Benim adam yatak odasına doğru seyirtince arkadan hala çene çaldığımız için bebeğin parmağı mı, burnumu artık herneyiyse bacak arama bir yerlere girip kanırtınca ayyy! dedim kaldım. Gerçekten de kendi günlük hayatımı başka bir kadının yaşamı şeklinde algılıyorum desem yalan olmaz. Yemin ediyorum ben ben değilim, aynı ruhla başka bir bedenin içindeyim şu an.

Mesela, bugün babası, yatmadan önce ben okurken hatta konuşurken bile soluk soluğa kalabildiğim için, kızına Spy Dog Lara kitabını okurken göbeğimi kaldırdım da baba kız ağızlarını yerden zor toparladım. " Amanıııınnnn! Ne olmuş yahu o göbek?!" dedi kocam, kızım " Kasaba dönmüşsün anne." diye ekledi. Kasaba dönmek de ne demek oluyor anlayamadım ama...Neyse, battı balık yan gider zaten.

Öğleden sonra ise benim apartmanda beraber büyüdüğüm çocukluk arkadaşım vardır O'nunla telefonda konuştuk. Geçen sene ikinciyi doğurdu, O'nunki erkek oldu ama biz konuşurken arka fondan Berk'in sesleri geldikçe zamanın nasıl da akıp gittiğini düşündüm. İnanılmaz gerçekten, hamileliğini yazıyordu daha geçen sene, ben de " Sabret bugünler de geçecek, bak ben hala yapayım mı yapmayayım mı polemiklerindeyim sen bu dönemleri atlatmış olacaksın ben hamile kalırsam." diyordum, a ha aynen öyle oldu işte. Bu, benim gibi duş alırken bile kusan arkadaşım oluyor :)) Orta okul sona kadar beraber gidip geldik okula. Ne günlerimiz geçmişti beraber, şimdi bakıyorum da konuştuğumuz konular çocukların alacağı eğitim, bebek halleri, hamilelik, doğum, geleceğimizde nasıl planlar yapıyoruz gibi gayetten kadınsı şeyler...Hey gidi günler hey!!!!

Bu hafta çıktığımda, bir tane emzirme kalkanı aldım. Burada ne hikmetse tek tek satıyor salaklar ama olsun zaten bir kullanmada iki göğüse uygulanabilir sanıyorum, bir ihtimal kullanılır diye öyle yedeklemedim, eğer ki gerek kalırsa o zaman. Biberonların kuruduğu plastikten bir aksamat vardır. Geçen seferkinde onu çok gerekli bulmuştum, mutfakta orada burada kurutayım derken çok dağınık bir görüntü çıkıyordu. Baby Shop'da bir sürü alternatifini görmüştüm de almamıştım, hadi ona da bakayım dedim, ara tara yok! Oradaki kıza sordum " Artık satmıyoruz, bitti, elimizde kalmadı." dedi salak salak. Artık satmıyoruz da nesi? "Elinizdeki stoklar bitince satmaktan vaz mı geçiyorsunuz?" dedim içimden ama bakmayı da sürdürdüm. İyi ki de yapmışım. Köşede kalmış iki tane aparatı keşfedip tepesine atladım. Suda eriyen strelize tabletlerinden seyahat olur, şu bu diye aldım.

Bebeğin odasında yeni olan hiçbir şey yok garibim. Bunun en büyük sebebi artık bundan sonra gelecek bir diğer bireyin olmayışı. Duvarlar bembeyaz. Perdeler güzel ama bebek odası perdesi değil normal bildiğimiz Chloe'nin odasında da kullanılan beyazın üzerinde çiçekler olan bir şeyler işte. Micky Mouse dolabı Kusum'dan bize yadigar kaldı. Mavi yatak ve ilk aşamada kullanılacak olan moses basket Chloe'den kalma. Çarşaflar, kitaplar, hasır kitaplık da öyle. Ufaklığın odasına yeni bir kitaplık alınca bu yaşa kadar kullandığı kız kardeşine devroluyor. İnternetten duvara konulacak çok güzel stickerlar keşfettim ama önce odanın içindeki eşyaların yerli yerine oturup, kendilerini bize sindirmeleri ve ardından boş kalan veya en yakışacak noktaların belirlenmesi gerekiyor.

Dolayısıyla, daha bebeğin odası haydi kalk gidelim şeklinde.

Doğum olduğunda bir iki ay kadar yatış pozisyonları zorlar diyorum. Bebek bir uyku düzenine girene kadar en azından. Yanımda yatırmak değil kastım, onu hiç yapmadım, yapmam da...Moses basket yanımda olmak kaydıyla ilk zamanlar zart zurt uyanma durumlarında aynı odada yatmak. Misafir odasındaki iki kişilik yatağın hazırlanması lazım şimdiden. Emziririm ( yani inşallah ) ardından da moses basket'a koyarım böcürüğü. Düzene girer girmez fırt odaya, telsiz başucuna :)

Bebeklerin gelirken en büyük masrafları yatak, ana kucağı, bebek arabası, çantası, seyahat yatağı ( oyun parkı ), mama iskemlesi. Hepsini iyi markalardan seçmenin faydasıyla sekiz yıla meydan okunmuş olması arasındaki korelasyonu gözönünde bulundurmak lazım diyorum. Bence çok iyi kararlar vermişiz. Geçen hafta bazıyla hepsinin kapları çıkarıldı, yıkandı, içleri dışları temzilendi ve takıldı.

Bizim bu bebekte aldıklarımız gerçekten minimumla kaldı. Avent'in yeni başlangıç biberon takımı seti, Chicco'nun telsizi, Chicco'nun buharlı strelize makinası, alt açma aparatım vardı içi dışına çıkmıştı, onun mantığının aynısı ( içi sünger, yumuşak, yerden soğuğu çekmeyen, yanları kalkık ve üzeri de temizlenebilir tür ), yeni tırnak makası, saç fırçası ve tarağı, biberon ısıtıcısı, manüel Avent süt sağma makinası. A ha budur!

Yeni doğan kıyafetlerinin ve bu aletlerin neredeyse hepsini herşey yarı yarıya indirimlere girdiğinde aldık. N. la da aynen alışveriş yaptığımız oldu. Kıyafetlerde de ilk altı ay bir toparlanıp kendine gelip topikleşinceye kadar canım içim gitse de elbise falan almadım. Chloe'den kalanların kokmuşlarını yıkamama rağmen adam edemeyince torbalara doldurup kapıya bıraktım, anında gitti hepsi!

Ufaklığa yeni doğduğunda dahi eldiven kullanmadım. Karşısındayım o fikrin. Daha ömrüm hayatımda parmaklarıyla gözünü çıkartan bir bebek görmedim, tırnakları kesildiğinde de çırmıklama riski sıfır. O eller öyle işe yarıyor ki anlatamam. Kendilerini oyalıyorlar bir kere, ilk objeleri onlar çünkü. Chloe'nin daha doğum aşamasına bile gelmeden elleriyle yaptığı geyşa danslarını ablam da, aile de unutamayız. Çıkışta ve buraları gibi AC yi Antartika şeklinde kullanan ortamlar için penye şapkalarını ve battaniyelerini hazır ettim tabi ki.

Bavulumu da hazırladım artık. N. la da konuşup kendimize kokulu kokulu şampuanlar, minik kremler, sabunlar kısacası kendimizi şımartacağımız hertürlü zerzevatı aldık çantanın içine. Bebek için ise kendi çantasını...İçine alt değiştirdiğimizde koyacağımız antibakteriyel torbalarına kadar koydum. Hastanede gerekirse giyeceklerini, pişik kremi ve daha ufak alt silme mendillerini, iki tane emzik ( belki kullanılır diye ) seyahat için gereken çantanın kendisinde olanın içi geçtiği için alt açma aparatı...falandı filandı.

Birinci kızımın Mayıs ikinci haftasına gelen doğumgünü için Cafe Seramik denilen, tam O'na uygun olan bir yerde doğumgünü yapalım dedik. Yeri telefonda ayırttık. 15 kişiyi kararlaştırdık ammaaa gel gör bir hafta içinde bir davetiye sınıf arkadaşı aynı yerde doğumgünü partisi yapıyor. Hem de Anna'nın doğumgünü ile aynı gün. O gün kızlar ( üç kişi toplam ) sirke götürülüyorlar. Bizim 15 kişilik ilk erkekli kızlı kalabalık, dışarda parti verme fikri direkt suya düştü. Diğer yerleri araştırdım da bugün, felaket fiyatlarla karşılaşınca, yine dedik alalım iki kızı daha, öyle gidelim Cafe Seramik'e. Tamam, öyle olacak sanırım.

Kısacası daha doğmayan ufaklığın aramızda olacağı bir Mayıs geçireceğiz bu yıl. Çok ilginç dört kişiye çıkmak, benim uğurlu sayım. Ve daha doğmadan çıtırık nasıl da hayatımızı etkilemeye başladı, şaşırtıcı. Bunun Chloe için bir engelliyici gibi algılanmasını istemiyorum. O yüzden elimden geldiği kadar O'nun normal sosyal hayatının devamına çalışıyorum. Yapabildiğimce...Doğru olan da bu, aramıza sevgiyle ve seçerek aldığımız bu ikinci insanın birinci gelene ayak bağı olması çok itici büyük kardeş için.

Beceremeyeceksen, başa çıkamayacaksan, bir kenara atacaksan yapmayacaksın değil mi? İşin kısa ve özü bu :) Evet, biliyorum foto eklemem lazım, yarın küçültüp yapacağım. Söz!

7 Mart 2009 Cumartesi

Creek Park ve Gözlemler...

Hava iki gündür gayet serin ve güzel. Dün Creek Park'a gittik ailecek. Bence dünyanın en büyük mutluluğu, çocukların sen ve kocan, hepberaber dışarda bir şeyler yaparak eğlenebilmek, uçurtma uçurmak, tatlı tatlı esen bir rüzgarla kitabını okuyabilmek...

Kocaman bir park yapmışlar, Dubai bu yönden son derece gelişmiş. Birincisi doğası ile oynayarak, kısacası çölü bir doğa harikasına çevirerek yapıyor bunu. İstanbul ki eski kitaplarda bir sincabın ağaçtan ağaca atlayarak bir uçtan bir uca dolaşabildiği mekanmış, şu getirilen hale bakınca insanın yüreği acıyor. Burada ise hiç beklemediğim ve ummadığım bir şekilde yoktan güzellikler var edilip, minnacık ücretlere halka açılıyor.

Türkiye'de bu dışa kapalılık, bu eğitimsizlik, bu " Herşeyde bizden iyisi yok" mantığı ile yaklaşıldıkça, dünya örnekleri hep yokmuş gibi davranıldıkça, insanımız gezip görüp kafasına dank etmedikçe hep böyle olacak. Arap Emirlikleri diye Suudi Arabistan'la karıştıracağız, aklımızdaki öcülükler ve doldurulmuşluklarla gittiğimiz bu memlekette ağzımız beş karış açık öylecene bakakalacağız. Bu arada, Suudi Arabistan'a da gitmeden konuşmayayım şimdi.

En önemli farklarımızdan bir diğeri heryerdeki fiyatların ( çok lüks lokantalar dışında ) birbirine eşit olması. Mesela parkın orta yerinde tek olarak açılmış bir fast food mekanı diyelim. İsmi cismi heryerdeki standartalara uymuyor ama olsun, aldığın herşeyin birincisi koskocaman fiyat listesi gözüne sokula sokula ortada ( İngilterede de öyledir, kapıdan içeri girmeden liste orada bekler, müşteri ilk oraya bakarak hem yemeklere hem de ödebileceği miktara karar verir ) ve ne tek diye su iki üç kat fiyatına satılıyor, ne de yemek...

Çok iyi bir denetim var demek ki diyor insan kendi kendine. Biz kıçı kırık Sabiha Gökçen Havalimanına geldiğimizde sıkı durun şimdi, bir tane küçük Türk çayı bardağı ile çay, bir minik belki dışarda 250 kuruşa satılan süt ve kahveye 16 milyon lira ödedik!!!! Yani, benden başka satan yok, kazığın Allah'ını koyayım diye bir bakış açısı yok buralarda. Petrol istasyonları Türkiye'de çok kazıktır mesela, burada herşey köşe market fiyatına, belki birazcık fazla, karları o kadarla sınırlı tutulmuş.

Sabah on gibi harika bir trafikte çıktık ( Cuma olduğu için ) belki 20 dakikada parka gelip devasa park alanında park edip ( bu arada hep İstanbul'daki Fenerbahçe Parkını düşünüp, insan insan üstünde, araba araba üstünde hallerine iç geçirerek...) içeri girdik.

Barbekü yapılacak sayısız alan, bir sürü ağaçlar, bakımlı mı bakımlı çimler, Tele Tubbies'i hatırlatacak küçük yükseltiler, martılar ve minnacık sahiller, yine sayısız şekilde ve kalitede oyun parkları, bir sürü aktivite, uçurtma uçuranlar, piknik yapanlar, teleferik...Daha ne diyeyim bilmem ki?! Rengarenk insan kalabalıkları...Filipinlisi, Arabı, Sri Lankalısı, Hintlisi, Avrupalısı...

Saatlerce kalıp oksijen depoladık, yine normal fiyatlardan fazla olmayan küçük bir mekanda martılara karşı yemek yedik. Eşime gelen tavuk şiş rezaletti bu arada. Kızım hopladı, zıpladı, ip atladı, yeni arkadaşlar edinip oyun parkında oynadı, eve gelirken hepimiz amele yanığı şeklinde güneşe maruz kaldığımızı bilmedik de, akşam olup da yanmaya başlayınca anladık :) Bir dahaki sefere bu dönemlerde gittiğimizde yanımıza kendi piknikliklerimizi almayı da kafaya koyduk.

İki numara acayip mutlu bir şekilde tekmeler savurdu durdu. Kesinlikle dış dünyaya karşı tepkiler gösteriyor artık. Özellikle ben mutlu ve huzurlu isem hareketli, tersi ters maalesef :( 32.hafta da geride kaldı. Şimdilerde dışardan gelen ısılara karşı da duyarlı olduğu için, elini koyduğun yeri hissedip oradan vurabiliyor mesela. Çok ilginç...

Benim iki gün mesela inanılmaz kötü bir reflüm var ise, sonradan kendinden geçiyor daha doğrusu bir ara veriyor, ardından tutulmalar yaşanıyor, hadi ona da ara veriliyor. Yani, burnumdan getirecek pek bir şey yok ağırlık dışında şu an. Tabi ki diyorum ya pat güm kalp tıkıtdatması ve diğer balgam durumları falan kanıksandı artık.

Pazartesi olan doktor kontrolüm Perşembe sabahına kayıdırıldı. Acil bir hasta sabahın iptal edilmesine sebep olmuş. Bakalım...

6 Mart 2009 Cuma

İçine Ettiğimin Problemleri

Hayat problemleri çözme yeteneğinden ibaret, durmadan bir şey çıkar. Bilirsiniz işte, ya sifon bozulur, ya kapı düşer, ya çamaşır, bulaşık, vesaire makinası bir anda çalışmaz hale gelir...

Ayın 23'ünden beridir Emirates adresime mail gelemiyor. Thunderbird'e bağlı olan bu adres çok fazla dağılmaktan hoşlanmadığım için yalnızca eşimde dostumda olan, sade görüntüsüyle kafa karıştırmayan bir şeydi. Al sana şimdi dedirtti ama!!!

Yaklaşık 12 gündür falan açıyorum adresi, şifre sorgulaması açılıyor, ulan nerede şifre? Akşamında bulduk girdik, yok yok yok!!! Adam sabahtan akşama çalışıyor, benim karnım burnumda öyle oraya buraya koş, onunla bununla kavga halinde ol, iş peşinde saatlerce bekle hallerim yok. Aslında böyle zamanlarda Türkiye'de nasıl da her işi hallettiğimi düşünecek olursam bu çok can sıkıcı bir durum. Neyse...

İlk önce, müşteri hizmetleri ile görüşme, problemin bir türlü anlaşılamaması, hafta sonunu bekleme, zaten müşteri temsilcisi anlamadığı konularda hemen ofise gelmeniz gerekli diyor çıkıyor işin içinden.

Gidildiğinde bir şifre verilmiş benim adam eve geldi, bir girdi ki O'nun şifresi bu sefer de!!! Bir de bu iş için para tahsil edilmiş, ulan senin hatan değil mi?! Nasıl bir de üzerine para istersin?! diyemezsin işte buralarda, sonuçta kadını öyle car car carlatmazlar, carlatsalar da anlamamazlıktan gelirler.

Tekrar gidildiğinde olayın daha karman çorman olduğu anlaşıldı. Benim hiçbir kaydım olmadığı gibi ( dört senedir kayıt dışı servis alıyormuşum (!) ama hem kartım var, hem de ekstra para tahsil ediliyor o ayrı mesele ) şifremin başka birine verildiği anlaşıldı. Kartımın arkasında şöyle bir ibare varmış aslında " Şifrenizi kartı alır almaz güvenliğiniz açısından değiştiriniz." Bu olayla gördüm onu da.

Benim herşeyi kontrol etme, kendi himayemde tutma hastalığım vardır. Ama burada Türkiye'den o kadar bezmişim ki herşeyi koca halletsin anlasın bakalım hanyayı konyayı halleri peydah olmuştu. Al sana!!!! Eğer ben o kartı okuyup da hemen şifreyi kendime göre değiştirseydim, ellerindekini başkasına verip olayı karman çorman edemeyeceklerdi çünkü demek ki sistemdeki şifreyi belli bir zaman sonra başkasına veriyor bu adiler. Beni ilgilendirmeyecekti o zaman.

Neyse, bugün son kez gidildi. Artık olayı kaç kere gidildi, kaç salaklık yapıldı, anlatılamadı, anlaşılamadılarla cikletleştirmeyeyim ama en az beş kere falan diyeyim. Koca telefonda, kum fırtınasından dolayı boğaz ağrısı, ses kısıklığı ile sanki başka bir adam konuşuyor " Senin adresi tekrar açmak için bizden aylık bu kadar para kesecekler, ne diyorsun?"

Heyyyytttt! Ay deli olacam!!!! 12 gündür bana ait olan mailler alınamamış, bir düzine insana haber verilmesi gerekmiş, belki iş kadınıyım ve bütün iş görüşmeleri o adrese bağlı falanda filanda...Bir kızdım, bir sistem hem bu kadar suçlu bir de o kadar güçlü olur, aman alsınlkar adreslerini kafalarına çalsınlar. Benim başka google'larım, hotmaillerim ne güne duruyor ki?! dedimmmm ve iptal ettirdim, Ayılar!!!! Daha haftalık ya da periyodik olarak gelen adreslere de haber verip değişime gitmem lazım. Off yaaa!

Hayatta diyorum ya öküzlük, beyinsizlik, olayı kavramama, işi bilmeme...Bunların hepsi insana özgü. Al işte çalışan insan bunlar. Türkiye'de de öyledir, problem olduğunda orada 100 kişi çalışır da bir ya da iki kişi ancak çözer problemi ve size yanıt verir. Bin kişi diğer bin kişiye açıklama yapmadan yönlendirir, telefonlarda kendini yersin. Iyyy ıy!

2 Mart 2009 Pazartesi

Kum fırtınası ve Bla Bla...

Dışarda korkunç bir kum fırtınası var. Sebebi de mevsim değişikliği...Yaz ayının gelişi ile kış ayının gidişi arasındaki kararsızlık da denilebilir buna. Bahçedeki salak ağacın kocaman dalları yumuşak bir yapıda olduğu için takır tukur kırılıp beynimizi yarma potansiyeli oluşturuyor. Geçtiğimiz hafta sonu birkaç tane büyük dal kırılıp düşmüş de onu benimki çıkartmıştı. Şimdi, şu an rüzgarla oradan oraya savrulan kocaman bir dal daha ağaca tutunmuş vaizyette idare ediyor ama bu akşam düşüşü kesin.

Son iki gündür Kanal Sekizde verilen filmlere takıldığım için buranın saatiyle birlerde yatıyor, bizimkilerin evden altı buçuk gibi çıkmasıyla yatağa dönüş yapıyorum. Genelde herkes geç kalktığımı biliyor ama sabah bir arkadaşım yarın buluşmak için erkenden arayınca hadi zamanımız var, N.'la buluşup Sahara Center'a gidelim dedim.

İkimizin ortak noktası orası ve koca karınlarımızla birbirimizin evlerine gidip dönmek ve o trafik çok büyük bir yorgunluk. Zaten dakikamız dakikamıza uymuyor, mesela çok keyifli bir şekilde sohbet ederken küt diye bir bulantı ya da paslı tad gelip olaya hakim olabiliyor ya da iki adım atacak, birkaç laf daha konuşacak nefesimiz kalmayabiliyor. Allengilliyiz biraz ama birbirimizi de bu şartlar altında en iyi kaldıracak ve anlayacak olanlar yine bizleriz sanırım.

Sabah, çıktığımda farkına vardım hem iğrenç trafiğin bir noktaya kadar devam ettiğini, hem de kum fırtınası alarmını. Ama neyse ki Sahara Center yoluna yakın heryer açıldı da, konuştuğumuz zamandan 15 dakika attırmış oldum.

Yine çok güzel geçti, zamanımızın çoğunu yeni denediğimiz bir cafede oturup çay içerek ve sohbetleyerek değerlendirdik. Ayrılmaya az kala dolaşmaya çıktığımız mağazalarda fiyat karşılaştırmaları yapıp bizim aldığımız herşeyin en azından üç kat arttığını teyit ettik. Ne güzel akıllı alışveriş yapabilmek valla, hayatta en sinir olduğum şeydir aldığım bir malın başka bir yerde yarı fiyatına satıldığını görmek, içime oturur. Biz tam zamanında hareket etmişiz işte. Ve şimdi hiç alışveriş yapan yok, inanılır gibi değil piyasanın durgunluğu.

Sahara Center dönüşünde gördüğüm koca yön levhasının fırtınadan lime lime bir şekilde açılması beni bayağı şaşırttı. Ben onları bir tabaka halinde sanırdım, yanılmışım.

Bu tip havalarda, hele de buralarda dışarda olmak çok sakıncalı. Büyük bir yapılaşma var. Her yerde koca koca binalar, gökdelenler... Benim dört çeker kendi kendine ana yolda sallanabiliyorsa ve görüş mesafesi birkaç metreye düşmüşse tahmin edin artık durumu. Koca araba, iki tonluk ve rüzgar içerden hissediliyor.

Kızımın okulunun orada ise tabi ki doğal ortam aslında çöl olduğu ve insan elinin değmediği her yer haliyle kum yığınları ile dolu olduğundan inanılmaz bir koku vardı. Ne zaman kum fırtınası olsa ardından insanlar hastalanmaya başlıyor çünkü ağza burna dolan kumla beraber kimbilir neler de giriyor vücudumuzdan içeri. Düşünün ki o koku bana göre bir hayvan ölüsüne ait ve küçücük partiküller halinde o leş içimize giriyor!! Gözler bir bakılıyor ki konjiktivit olmuş!! Buraya gelene kadar hiç karşılaşmadığımız bir konuydu gözlerin mikrop kapması ama burada her sene çocuklar veya yetişkinler muhakkak bu illetle haşır neşir oluyorlar maalesef. İki sene önce benim gözlerim öyle bir hal alıp kapandı ki doktora gitmek zorunda kaldım.

İşte bu şartlar altında insan çölde doğmuş bir kültürün ve dinin nasıl ağzı, burnu, kulakları, kısacası her uzvu kapatma düşüncesiyle dolu olduğunu anlayabiliyor. Bu iklime geldiğimden beridir Arap insanının kapalılığı ya da zaman içinde bu işin nasıl şartları unutturup da işi cinselliğe vurduğunu anlayabiliyorum.

Düşünün, binlerce yıl önce ortaya çıkmış bir kural, kültür zinciri ki kulaktan kulağa beş kişi arasında bir cümle söyleyin ve nasıl beşinci kişide değiştiğini gözleyin derim. Pedagoji dersimizde çok sevdiğim bir profesör bize bunu sınıf önünde göstermişti. Cümlenin başlangıç halini söylediklerinde son çıkandan duyduğumuza inanamamış, çok da gülmüştük. Gerçekten de acayip evrim geçiriyor herşey beş kişi olsa bile!

Konu Arap insanının ya da bizim memlekette kadınının kapalılığına gelmişken, buradaki Arap erkekleri de kendi kültürel beyaz kıyafetlerini giyip başlarını örtüyor ve denize falan mayoyla girmiyorlar. Yani, yalnızca kadına kapalılık yok, erkekler de bir Batı erkeğine göre gayetten kapalı. Sebebi de atının üzerinde kuma karşı yaşam savaşı vermek, kum fırtınası yoksa da güneşe karşı korunmak... Heryerini kapatmak zorunda, çölün ortasında kavurma olur yoksa.

Bir Arabın, Hintlinin, Pakistanlı'nın kendi iklimsel şartlarına göre giyimlerinin zaman içinde kimliğe dönüşmüş olması çok normal. Bazı toplumlar için kendini kültürü, kimliği ve dini ile farklı kılmak ön planda olmayabilir ( şimdiki tartışmalar, kültür çeşitliliğinin, renkliliğinin vesairenin azalması ) ama burada benim gözlemlediğim bir avuç olup da toprağa sahip olan Arap insanının bunu " Ben buranın insanıyım, Arabım " şekline dönüştürmüş olması da çok normal. Çünkü inanılmaz bir karışım var Arap Emirlikleri'nde. Ve her millet için kendi toprağı kutsal. Kendi kimliği ve varlığı diğerinin önüne geçebiliyor ( Türkiye gibi milliyetçiliğin çok pohpohlandığı ve öne çıkarıldığı yerlerde )

Bir kum fırtınasından yine nerelere geldim. Benimki üst katta bebeğin odasına çıkmış da orada benim de epeydir farkettiğim sirkülasyona bakmış. Ben baktım, camlar kapalıydı ama nedir sebep? Hayatta tahmin edilmez, adam temizledikten sonra sağı sola, solu da sağa çekmiş, iyi mi?! Sürgülü ya! Her zaman duam odur, Allah insanı cahilden korusun. Ve hayatta hani şu küçümsenen bir sürü iş var ya, yanlış yapıldığında insanı hayatından eder bu cahillikler. Beynin yerinde insanda sünger varmış hissi yaratır. Elinde avucunda ne varsa parçalanır dağılır. Neyse, gideyim...

1 Mart 2009 Pazar

Eğitim Sistemi, Veli Toplantısı, Doğum Haftası Falan Filan...

32. haftaya girmemle beraber dün akşam fark ettiğim ilk şey ayak bileklerimde ve üstlerde pufurdama şeklinde şişme başlaması oldu. Demek ki " Bende olmuyor şişme falan." dememin sebebi ilk hamileliğimde bu haftaları deneyimlemememmiş. Hatta eşimin bana aldığı ve çok da severek taktığım ince saatim kolumda dönerdi, şimdi çıkartmak zorunda kaldım, iyi mi?! Ayakların terliklere girmekte zorlanması gerçekten ilginç bir deneyim. Diyorum ya aynaya baktığımda gördüğüm de ben değilim diye. İşin kötü yanı terlik giymeden dolaşamama durumları, kendimi çok rahatsız hissediyorum öyle.

Hastane için terlik bakıyordum kendime, çıktığımda da giyerim diyordum, hani dışarda falan. Crock'ları da yazmıştım hani. Geçtiğimiz hafta sonu yine, bu sefer Shoe Mart'a baktım, ufaklığın açık ayakkabıları harabeye dönmüştü, artık sıcaklar da kendini göstermeye başladı. Chloe'ye indirimden son derece kaliteli, çok şık ve kalitesine göre acayip düşük fiyatlı bir çift ayakkabı bulduk.

Gece kullandığımız yorganlar üç dört gündür kaldırıldı, hatta dün sabaha karşı fanı bile açtım. Yine hafta sonu iki üç tanesini bizimki yıkadı pakladı, tekrar taktı. Neyse, çok güzel deri terlikler var şimdi allah için, ben dolgu topuk istiyordum, öyle hem kilolu hem bidibidi görünmeyeyim diyordum ama baktım ayaklarımın üstü falan çok şiş, aldığım terlik haliyle bir numara büyük olacak ve o kadar güzel ve kaliteli bir şey Allah aşkına kaç ay giyilecek? Vazgeçtim, elimdeki neyse idare ederim, ne zaman ki normal ölçülerime dönerim o zaman yine güzel bir şeyler alırım kendime dedim. İhtiyaçları şimdi görme zamanı değil. Ayrıca hastanede tek kullanımlık hani otel terliklerinden de veriyorlar. Tamam!

Bebeğimin hareketlerine dikkat ediyorum...Ben stresli ve çok yorgun olduğumda kesinlikle oynamıyor velet. Ne zaman ki kendi içimde huzurluyum, işler hallolmuş, kendi kendime kavga halinde değilim o zaman fikir fikir şekilde. Yine dediğim gibi geçen seferkinde bu merhaleleri yaşamadığım için bilmiyormuşum ama bir tekme attığında sallandığım oluyor koltukta :) Hatta geçenlerde sanırım ters döndüyse ki idealde artık kafanın aşağıda olması gerekiyor sağ kaburga altıma resmen ayağı kaçtı :) Topuk hizzasından neredeyse yakalıyor gibi oldum ama mümkün olamadı tabi ki.


Veli toplantısına gitmiştim hani, geçen hafta, Çarşamba günü, herşey sıkış tıkış üstüste binmişti. Chloe'nin okulu ile ilgili yazmak istedim, bu sefer sınıflarına girdiğimde fark ettiğim şeylerden biri...Öğretmenimiz bu sene erkek. Aman ne iyi olmuş. Bizim ufaklık O'na bambaşka bir şekilde bağlı. Mr. Mac aşağı, Mr. Mac. yukarı...Gittiğimde tam, saat olması gereken zamandaydı, içeri girdim ve masadaki çukulatalardan ikram etti Mr. Macdonald ilk olarak. Nasıl ince bir zihniyettir, nasıl yapılan işten haz alınarak, zevkle orada bulunmaktır...Sonra, son derece iyi hazırlanmış bir şekilde Chloe'nin karnesini de baz alarak konuşmaya başladı.

Çocuğumu kendim yetiştirme hakkımı kullandığım için çok mutlu hissediyorum kendimi. Matematiği oyuna dönüştürdük, eve gelen ödevlerden anlamadığı noktaları tekrar tekrar sorulara dönüştürerek pekiştiriyorum. Anladıkları ile ilgili konuşurken orada burada kelalaka yerlerde bile sorular sorabiliyorum. İngiliz okullarında verilen karneler bizim eskiden aldığımız gibi yalnız başlık ve yanında pekiyi ile bitmiyor. Herbir başlığın altında o konuyla ilgili olan yapılmış, yapılamayan ya da yapılması gereken noktalar da işaretleniyor. Bu, öğretmenin öğrencisini bir başlık altında çok daha iyi gözlemlemesi gerekliliğini doğuruyor. El yazısı ve matematik başta olmak üzere okulda okuma, bilim, tarih konuları son derece önemle devam ettiriliyor. Spor da günler, etkinliklerle sürekli ayakta tutuluyor.

Ufaklığın sonuçları çok parlak. Tam bir kitap kurdu oldu, sürekli kitap deviriyor çünkü en önemli şey okulun devasa kitaplığından kesintiye uğramadan okudukça yeni kitaplarla gelmesi. Sekiz yaşında bir bireyin elindeki kitapla salonun bir köşesine çekilmesi ve okuması beni mest ediyor.

Sınıflarında bu sefer en dikkat ettiğim şey eğitim araçları oldu. Düşünün ki bu bir yatırımdır yani, bazen değil Türkiye'de çoğunlukla askeri giderlere inanılmaz paralar yatırılır ama eğitim sektörüne bir gıdım değer verilmez. Bu okullar velilerle el ele vererek yaptıkları her türlü düzenlemenin sonunda hep benim yırtındığım şeyi yapıp ne kadar para toplandığını kuruşu kuruşuna bizlere gönderip bunun kütüphaneye mi yoksa okulda başka bir ihtiyaca mı dönüştürüleceğini bildiriyorlar. Ve sürekli gelişiyor ve büyüyorlar.

Mr. Macdonald Chloe hakkında konuşurken arka duvarda sabitlenmiş Smart Board'a gitti gözüm. Devasa ve dokunmatik olarak herşeyi algılayan bir araç. İnanılır gibi değil, her sınıfta smart board'a ek olarak, bir bilgisayar ( bilgisayar odaları ayrı, orada her çocuğa bir bilgisayar düşüyor ) ve projektör yeralıyor. Bizim dönemimizde yalnızca kara tahta vardı, sonradan beyaz tahtaya geçildi, şimdi onun yerini bu inanılmaz araç aldı.

Fakat, önemli olan teknolojinin gelişimi bir yana, bunu okulda toplanan paraları cebe indirmek yerine yatırıma dönüştüren zihniyette. Gidin, Türkiye'de bir sürü zebil ve ÖZEL (!) ana okuluna bakın bakalım, sahibesi üstüne başına alıp, süs püs yapmaktan okula böyle araçları getiriyor mu? Yoksa öğretmenlerin bile sigortasını yaptırmadan nereden kesecem diye mi bakıyor? Hepsi daha hayattan bir haber, kendileri neyin ne olduğunu bilmeyen çocuk eğitimi mezunu toy gençler mi?

Bu merhaleden sonra her hafta bebeğin 250 gr. yakın kilo alması gerekiyor. Artık pofurdama aşamasında. 37 haftadan sonra doğum olursa ne küveze ne de başka bir şeye gerek olacak inşallah. Yani, önümde bu haftayı da saymazsak kritik beş hafta daha kalmış olacak. Gerisi yeme de yanında yat! Sigorta en iyi odayı ve hizmeti karşılayacakmış, bebeği kontrol etmek ve ilk defa memeden beslemeyi denemek adına odaya aldırtmayı konuşacağım. Hastanelerde ilk aşamada verilen toz mamanın verilmemesi üzerine anlaşmak lazım. Tabi ki tıbbi sebeplerle anne bebeğine ilk üç gün içinde anne sütü veremezse tamam, bu benim için de geçerli olabilir. Henüz bilmiyorum ama umarım yaşanmaz.

Nisan'ın 2'si ile 19'u zaten ablamıza tatil, bana da ilaç niyetine gelecek, ondan sonra doğum...Bir tek Mayıs ve Haziran'ın ortasına kadarki bölüm kalıyor geri. Eminim ki o dönem de olumlu ve stressiz geçer, sonrası ailecek evdeyiz :)