22 Mayıs 2008 Perşembe

Layla'ya Ne Olmuş Anlatayım...

Yaklaşık üç hafta kadar önce Layla'nın tüylerinin kesilmesi gerektiği için Dubai'deki her zaman gittiğimiz yere gittik. Kediler bile ne olacağını bilip öyle bekliyorlar, iyi mi?

Diğer, satın alınması beklenen, bir Chuawawa'nın 5milyar olduğu (!!!!) yerin içinde camekanla ayrılmış bir mekan burası. Tüyleri kesme işlemi de nedense ( belki de bir iş bulduklarında ailelerini arkadaşlarını topladıkları için ) Filipinliler tarafından yapılıyor. İçerde ağzıları tüy kaçmasın diye kapalı belki dört kişi, kedi ve köpeklerin yıkandığı, tırnaklarının kesildiği bir banyo, ardından metal, çıkarılıp tüylere geçilen masalar. Bir de bekleyenlerin ayrı ayrı konulduğu hapishane gibi bölümler. Gözünüze çok kötü gelmesin, işlerini yapanların hepsi hayvanları sevip okşayarak yapıyor bunu, yani öyle çekme itme falan durumları yok, olsa zaten bizim işimiz ne?!

Bundan önceki işlemlerde eşim her zaman onlarla beraber içerde kalırdı, biz de oradaki köpek yavrularıyla haşır neşir olurduk, herkes camlı paravandan birbirini gördüğü için sorun da olmazdı. Bu sefer yerin de tanınmasından, Layla'nın orada ne olacağını bilmesinden dolayı adamların " İki saat içinde dönüp köpeğinizi alabilirsiniz." lafına tav olduk ve hemen yakınlardaki bir cafeye gittik.

Geldiğimizde Layla'yı tüyleri kesilmiş ve temizlenmiş bir şekilde bizi bekliyor bulduk ama ne olursa olsun gittiğimiz yerde pek de rahat edemedik. Yine o " Gitmeyin ve beni burada bırakmayın! "ifadesindeki gözler yok mu!!!

İşte, geçen hafta yazdığım gibi derisinin üzerinde hayatta hiç görmediğimiz bir kabartıyla beraber tüy dökülmesi de başlayınca Pazar günü ben soluğu veterinerde buldum. En korktuğum şey ufaklığın da dahil olmak üzere bizim evde yerlere oturulması, bazen yatılması, ne bileyim ya, geçici bir şeyse hepimizi sarması, saçlarımızın dökülmesi, derilerimizin kabarması...Aklımda korku filmlerinden fırlamış tiplemelerle gittim yani.

Tüyler bir yuvarlak şeklinde dökülme yapıyor, altında sanki kepek olmuş ve kapkatı bir deri. Veteriner hemen o bölümü yolmaya başlayınca benim içim hafiften kalktı. Ne hafifteni canım, imdat! lezzetinde kalktı ama şimdi köpeğim zaten stres olmuş, başına ne gelecek bilmiyor, geçen sefer gittiğinde anestezi alıp dişlerinden bir kaçını çektirtmiş, velhasıl, kaldım içerde. Benden ne doktor ne de veteriner olur!

Aklıma başka şeyler de gelmedi değil, elimdeki kitaplara bakmıştım, önce uyuza. Sonra kanser mi yoksa derdi sarmıştı. Bunları telaşla veterinere sıralayınca " Yok, ben gülüyorum, öyle bir durum olsa suratımdan belli olur, bakalım bir" dedi. Yolduğu ve kanamaya başlayan hafif saçlı deriden bir seloteybe aldığı örneği mikroskopta inceledi. Sonra kapkaranlık bir odaya daldı, benimkini çağırdı, Layla haliyle boğazlanacak mı korkusundan gitmeyince ben de girdim odaya da benimle birlikte girdi. Mavi ışık veren bir aletle bakıldı ve sonuçta bunun mantar türlerinden biri olduğuna karar verildi. " Labaratuara göndersem sonuç on günde falan gelir ama bakteri görmedim, dolayısıyla bu büyük olasılıkla bir mantar türüdür." dedi veteriner. Nereden geçer? Ay deli olacam, bize de bulaşır mı? Bu köpeğe yapışık yaşayan, onu ablası sanan, köpekten saymayan bir çocuğum var benim!

Bize de geçebilir, evet. Ama bu küçük bir ihtimal. "Geçerse de gerekenler yapılır, hayatın sonu değildir." dedi veteriner kısaca, sonra " Bakın bana bir şey oluyor mu?!" diye bir tutam daha tüy yoldu köpeğimden :(

Görüntü bana göre korkunç, kafasının üzerinde yolunmuş bir krater. O sırada bulduğumuz bir tane de kulağın üzerindeki, vücudunda kenar tarafta nokta gibi üçüncü.

Bizde pskolojik kaşıntı had safhada zaten ama yapılacak bir şey yok. Eve gelip yaptığım araştırmada öğrendiğim şüphelerime denk, ortak kullanılan köpek fırçalarından İngilizce'de "grooming" yapılan her ne varsa!!! Kafeslerden...Bu tip semptomların görüldüğü hayvanlar hemen diğerlerinden ( birden fazla hayvanınız varsa tabi ) ayrılmalı. Ve gereken tedavi zaman geçirmeden başlanmalı. Çünkü en kısa tedavi bile bir aylık!!!!

Verilen krem günde iki kere yaralara sürülecek. Haftada üç gün özel bir şampuanla yıkanılacak. Layla ilk gün çok mutsuzdu, kremi sürdüğümde direkt halıya sürtmek için seyirtti de hayır! komutuyla yapmaktan vazgeçti, şimdi yapmıyor Allah'tan. İç parazitler için hap zamanı gelmiş, onlar verildi, kuduz aşısı gidilmişken vuruldu. Toplam ücret konsültasyon dahil 450 dirhem! Ben bunu Türk lirası olarak algılıyorum burada. Yani benim için 450 milyon sanki :(

Olsun, şöyle ki, en azından kanser de diyebilirdi. Dolayısıyla hızla bir iyileşme var, kellikler bir ayın sonunda kapanmaya başlarmış. Biz hep eldivenliyiz, yakın temas yok, sarılmak falan kesinlikle yasak! Kaşıntı devam, hatta bunları yazarken bile kaşınıyorum :(

Dişler için bir altı ay daha bekleyebilir dedi çünkü diş etlerinin durumu iyiymiş. Velhasıl, bundan sonra tüy kesimi ile de biz başa çıkmaya çalışacağız sanırım. Bu iş de başa kaldı. Neden? Çünkü gelen giden bir sürü hayvana kullanılan aletlerin demek ki ortak olmaması gerekiyormuş. Diyelim ki keski kullanılmadı, olsun, yıkandıkları mekan aynı, sürülen ellerde kullanılan eldivenler de öyle. Yani, dezenfekte anlamında ciddi bir şey yapıldığına dair hiçbir ipucu olmamakla beraber tersi mevcut!

Diyorum ya, hayatta her işini kendin yapacaksınnnnn!

16 Mayıs 2008 Cuma

Köpek Alırken...

Ben küçücük bir çocukken bütün hayalim bir köpeğimin olmasıydı. Abartmıyorum, bu uğurda mahallemizde peşinden dolaşmadığım, ısırma tehlikesi atlatmama karşın yemek götürme yarışına girmediğim köpek kalmadı.

Sokak köpeği olmasına rağmen unutamadığım "Kuyruksuz"'um, yine bu şekilde mahalle aralarında oynarken bahçeye getirip bağladığım ve uyumadan gidip gelip yemeğini suyunu verdiğim, sabah kalktığımda yerinde olmadığı için büyük bir öfke ve boşluk hissettiğim bir sürü köpek geldi geçti hayatımdan.

Ama o zamanlar bizde mahalle kavramı vardı, sabahtan akşama kadar dışarda bahçede oynama alışkanlığı, mahalle arkadaşlığı, geceleri kukalı saklambaç...Yani, hayatlarımız çocuk olarak, en azından evlere kapalı geçmezdi. Bunu yazmamın sebebi belki de şimdiki hayatımla ve yaşımla karşılaştırdığımda çok daha aktif olmam, o zamanın bir köpeğe daha yetebilecek özelliklere sahip olabilmesi.

Bendeki köpek saplantısı öyle boyutlardaydı ki hayalimdeki köpeğimle çıkıp beraber yürüyüş yapsak düşüncesi geceleri rüyalarıma bile girerdi. Ne zaman köpeği olan birini görsem üzerine atlama halleri, annem ve babamın " Evde köpek bakılmaz!" kuralına karşı direnme çabalarım...Hayatımın 10 yılda nasıl değiştiği, çocuğum olduktan ve mahalle aralarında oynayan kız çocuğu hallerimden kurtulduktan sonraki bakış açımın ne yönde farklılaştığı...

Köpek almama sebepleri anlatılmazdı, kural vardır ama nedenini açıklama gereği olmaz. Zaten esas sebepler de bilinmez, kulaktan dolma yalan yanlış nedenler sıralanır. " İlerde bir bahçemiz olsun, köpek öyle bakılır." Ya da pek tabi ki "Tüyleri ağzına girer, kist yapar!" Öyle değil işte! Geçerli sebepler çok daha detaylı ve inandırıcı. Şimdi kızım köpekle büyümesine rağmen, günün birinde kendine ait bir köpek isteyecek ama benim cevaplarım o kadar farklı ki! Ve bu yanıtlar eminim ki benim geçmişteki sorularıma aldığım yanıttan çok daha aydınlatıcı ve bilinçli olacak O'nun için.

Geçmişe dönelim, zaman aktı, devran döndü. Kendi yaşadığım eve geçince yılların hayalini gerçekleştirmek için fırsat çıktı! Telefonda kendi ülkesine ziyarete gitmiş olan eşime çıtlattığımda " Alma Evinkedisi, ev uygun değil. Belki bir gün başka bir ülkeye gideriz." leri ve huysuzlanmaları da duymamazlıktan gelindi. Emrivaki ile ilk köpeğim benim olmuştu bile. Bir de para bir kerede yetişmediği için, beni tanıyan ev hayvanları mağazasından taksitle, iki aya bölünmüş ödemelerle!

O zamanki düşüncem; " Ulan hayatım boyunca beklemişim, şimdi bir de bir yere gideriz diye mi geçiştireceğiz? Nereye kadar, doksan yaşına gelince mi köpeğim olacak benim?" Kayınvalidemler bu habere ifrit olduklarında da; " Herkesin isteğine göre yaşarsak bitki de almayalım!" larla geldi Layla eve.

O'nunla köpekler hakkında çoook şey öğrendim. Diğer şeyler hayalle, teorinin karışımıydı ama bu gerçekti işte! Tıpkı hamilelik gibi, herkesin yaşadığı kendine göre bir deneyim değil midir? Dolayısıyla, alınacak dersler de fark eder.

Doğruya doğru, çevremde kim köpek bakarsa baksın ya vadesinden önce öldü, ya bir hastalığa yakalandı. Bir köpeğin ev bakımında dahi 10 yaşına geldiğini pek göremedim ben. Oysaki dört ayaklı kızımız dokuz yaşında olacak bu Ağustos.

Mesela, babamların arkadaşının Boxer cinsi köpekleri vardı, bize geldikleri bir gün koskoca köpeği bizim salon koltuğuna bağlamışlardı. Çocuk kafamla gidip köpekle konuşmuştum, ben ilgi gösterdikçe zavallı hayvan bana gelmek için koca üçlü koltuğu oynatıyordu yerinden. Bir gün bırakıldığı bir yerde aç ve susuzluğa mahkum edildiği ve öldüğü haberi geldi :( Kocaman bir köpek ve gidilen evde O'nu koltuğa bağlamak. Seyahate çıkarken güvenilmeyecek ortamlara emanet etmek...

Gördüğüm komşu köpeklerinin çoğu da zincirli olan hayvana getirip yemek su vermenin köpek bakmakla eşdeğer olduğunu düşünen insanlardı. Hele, bir tanesi Antalya'da bütün gün hiç çıkarmamacasınac ufacık balkonunda Doberman bakıyordu da İngiltere'de falan olsa ihbar edebilirsin böyle bir durumu...

Diyelim, bakanların bahçesi var, değil mi? Ha, o zaman o bahçeden çıkamaz, zincirinden kurtulamazdı o hayvancağız. Bu, köpek bakmak olurdu. Bakılma anlamı düzenli olarak önüne atılan yemek artıkları ve şanslıysa su. ( Şu anda da böyle köpek bakıyorum diyen çoookkk! ) Şimdi burada da atıyor iki aylığına köpek bakım yerlerine, gelince kalan sağlar bizimdir! O köpek ne yiyor ne içiyor, hadi orasını geçtim ama arkadan neler düşünüyor, terkedildi diye ne ızdıraplar çekiyor o bölüme dayanamıyorum.

Köpek alacaksanız;

1- Köpeğiniz bir buçuk yaşına kadar zaman zaman çiş kaka hataları yapabilir. Bu evdeki halınızın üzerinde görmek istemediğiniz, temizliğini kendiniz yaptığınız bir durumdur.

2- İlk aldığınızda tuvalet eğitimini verebilmek için hayvanınızla aynı mekanda durmanız çok ama çok önemlidir, tuvaleti gelir gelmez dışarı çıkartabilmek, hatta bahçe katında olmak büyük avantajdır. Aksi taktirde, zaten apartmanda oturuyorsanız merdivenlerden inerken ya da asansörde olan olacak anlamına gelir.

3- Köpeğinizi kedi ya da başka bir köpek gördüğünde eğlenmek için " Tut! Tut!" dememek, havlama eğitimini vermenizin, parka bahçeye çıkarttığınızda bir anda kedinin arkasından kaçıp araba altında kalmasının önlenmesinde hayati bir önem taşır.

4- Köpeğiniz komutlarınızı almaya başlamadan önce sokaklarda heryere çişini ve kakasını yapar. İlk aşamada hep aynı noktalara götürmek, bunun insanlardan uzak yerler olması ve " Kakanı yap" komutunun hep aynı yerlerde verilmesi yürüyüşlerinizin daha rahat geçmesini sağlar.

5- Köpekler bizim sevmediğimiz, hatta iğrendiğimiz leş kokusunun içinde dahi yuvarlanabilir, yolda başka bir köpeğin bıraktığı dışkıyı yiyebilir ( bu, bende ilk aşamada şok etkisi yapmıştı mesela ) Bütün bunlar, köpek belki dört beş yaşına gelene kadar devam edebilir. Üstelik benimki çok iyi komut alan ve bir günde "Getir!"i falan öğrenen bir hayvan olmasına rağmen hala bu içgüdülerini devam ettirdi. Bırakalı üç dört sene vardır belki.

6- Köpekleri ne kadar " Canım ev hayvanım!" diye sevsek de sonuçta genlerinde kodlanmış olan köpekliklerini de (!) yapacaklardır. Bu, bizlerin sonuçta farklı olduğunu gösterir. İlk başta rüya aleminden kopup gelmiş bu sevimli köpeğin evdeki her saksıyı eşelemesine, devirmesine, bitkileri bu yolla mefta etmesine de hazırlıklı olmak gerekir.

7- Dişi köpekler daha kolay eğitilir ama ilk yaşına girip de adet olduğunda evinizin köpeğin gezdiği heryerde kanla karşılaşma durumuna hazırlıklı olmalısınız. Aynı şekilde agresiflikten çıldırmış diğer erkek sokak köpeklerinin bir anda sizin köpeğe, aynı anda rakiplerine saldırmasına hazırlıklı olmalısınız. Tek yapılacak iş kısırlaştırmak.

8- Unutmayın, belki onbeş yıl büyümeyecek bir bebeğe sahip oluyorsunuz. Bir yere giderken arkanızdan ağlayan, yüzde yüz size bağımlı bir bebek. Bunun bunaltısına katlanabileceğinizden emin misiniz?

9- Bütün gün evde yoksanız kesinlikle köpek edinmeyiniz. Dört duvarın arasında geride bıraktığınız canlının durumunu düşünün.

10- Tembelseniz, dışarı çıkmak ve yürüyüş yapma konusunda eksikseniz eve yürüyüş makinası alıyorsunuz gibi köpek almayın. Onlar sizlerin spor yapmak için sebepleriniz değildir, kendiniz bu hayat tarzına uygunsanız, evde zamanınız varsa alın.

11- Köpeğiniz yaşlandıkça aynı insanlar nasıl bakım istiyorsa, dişlerine tüylerine eklemlerine daha detaylı yaklaşmak zorundasınız. Bunun anlamı dökülen tüylerle, kokan ağızla, bazen kalça çıkığıyla karşılaşacaksınız demektir. Bu detayları kaldıracak, zaman, sabır ve para var mı?

12- Tatile gitmeyi eğer güvenebileceğiniz birisi yoksa unutmak zorundasınız. O'nu çocuğunuzu bir kenara atmak gibi bir bakım yuvasına bırakıp çekip gitmek vicdan ister.

13- Evinizde yardımcınız yoksa, ev temizliği sizi sinirlendiriyorsa, her yapılan temizliğin halılar açısından yaşam süresinin en fazla bir gün olduğunu unutmayın. Bu tüy dökme mevsimidir ve senede iki kere yaşanır. Buraları gibi sıcak ülkelerde ise daha sık tekrarlanır.

14- Köpekler bizim yediğimiz acılı, baharatlı ve yağlı yiyecekleri sindirecek mekanizmaya sahip değildir. Kuru mamanın kalitesizi köpeğinizin kokmasına, dişlerinin çürümesine ve tüylerinin, gözlerinin matlaşmasına sebep olur. Verdiğiniz ev yemeği ise sindirim bozukluklarına yol açar ki, bu da eve geldiğinizde halının üzerinde yayılmış, her yeri kokutmuş bir bok kitlesi ile karşılaşacaksınız anlamına gelir. Kaliteli kuru mama alabilecek imkanınız var mı?

15- Kısa ve öz, sokaklarda bırakılmış o cins köpekler işte bütün bu detayları bilmeyen, önceden düşünememiş ak yapacam diye bokunu çıkaran insanların ev hayvanlarıdır. Ben de şikayet ediyorum, bir daha asla bir köpek almam diyorum ama köpeğimi asla ne bakılması için bir yere bırakırım , ne de başımdan atarım.

16- Köpek bakmakla sorumluluk duygusu arasında büyük bir bağ vardır. Köpek aleyhinize dava açamaz, tekmeyi sizden yediğinde hakkını savunamaz. Bunu yapanları buradan lanetliyorum ancak lanetlediğim bir diğer şey, ev hayvanları bakımı hakkındaki bilgisizlik. Detayların aktarılmaması.

Tamam, bunlar hele de yavruyken içinize sokulası güzellikte şeyler ama unutmayın onlar zamanında evcilleştirilmiş vahşi köpeklerin torunları.

Köpek mi bakacaksınız?

Önce cebinize bakın!

Zamanınızı kontrol edin!

Seyahate çıkamamayı göze alın!

Her gün iki sefer çıkıp yürüyüş yapmak ile yüzleşin!

Yaşlandıkça gelen deri problemlerine, eklem ameliyatlarına, ağız kokusuna, çürük dişlere hazırlıklı olun!

Herşey toz pembe değil, gerçek hayata dönün!

Layla şu yaşa gelene kadar birkaç kere diş operasyonları geçirdi, en son üç dişi çekilmek zorunda kaldı, elimizden geldiğince dişleri orada tutmaya çalışsak da ağız kokusu dayanılmaz noktalara ulaşınca, O'nun ağrısını da düşünerek müdahale ettirtiyoruz.

Şimdi de kafasının üzerindeki deride bu zamana kadar hiç karşılaşmadığımız bir deri enfeksiyonu gördük. Aklım çıktı, Pazar günü yine veterinere!

Geçen sene ise, evi resmen keneler bastı, yeni bir iklim, yeni bilinmedik oluşumlar. Hayatımızda ilk defa evin duvarlarından yukarı tırmanan, içleri kandan şişmiş keneler gördük. Korkunçtu! Bu sene hiç olmadı çünkü bilinçli yaklaştık ve ilaçlama yaptık ama ne olursa olsun o yürüyen yaratıklarla aynı mekanı paylaştık, her yerimizi kaşıntı bastı ya, yetti de arttı bile!

Bunların dışında bir de rutinler var, yılda iki kere tüyleri kesiliyor, buraya getirilişi ise tam bir macera olmakla beraber bize 2500 dolara patladı. Her yıl yapılması gereken aşıları alması gereken asalaklara karşı ilaçları var. Tüm bunlar insanı maddi, manevi yıpratıyor.

Ha, "Bunları yapmak şart mı canım, ben alırım bakabildiğim kadarını yaparım, gerisi Allah kerim!" diyorsanız o zaman vicdanınıza hesap verin. Zira, o varlık 15 yıl sizinle yaşayacak bunu unutmayın! Aynı mekanı paylaştığınıza göre siz O'nu nasıl etkiliyorsanız, O'da aynı şekilde sağlığıyla, sağlıksızlığıyla sizi etkileyecek.

Layla, bu dokuz yılın sonunda artık O'nunla dışarı çıkmadan tuvaletini bile yapmaz oldu. Bahçeye bıraktığımızda orada kalış dönemi alt tarafı on dakika, hemen bizimle beraber olmak için içeriye! Biz neredeysek o odada. Böyle bir bağlılık.

En sona, alt tarafı bir tane büyük antre halısından çıkan pisliği ekliyorum. İğrenç olduğunu bile bile bunu yapacağım çünkü bazı şeyler anlatılsa da bir fotoğrafın verdiği etkiyi yakalayamayabiliyor. Belki temizlik diyince ne anlatmak istediğimi tankın içinde biriken rengi değişmiş suya bakarak, bunun yalnızca BİR halıdan çıktığını anlayarak ve en fazla BİRKAÇ GÜNLÜK bir devrenin ardından yapılan işlemin sonucu olduğunu düşünerek idrak edebilirsiniz.

11 Mayıs 2008 Pazar

Bileşkenin Böylesi :)))

Öylesine ki, bir önceki yazıda da belirttiğim gibi, kızımın, geçen sene aynı günün akşamı ilk satırlarını yazdığım bloğumun ve anneler gününün hepsi, tekmili birden atlatıldı :) Kısacası, bir taşla üç kuş pozisyonu yaşandı ve yaşatıldı :)

Dün akşam, bloğuma hem yazacağım, hem de fotoğrafları gireceğim değil mi? Kesile kesile bu yazıyı yazıp göderebilmeyi başardım, gerisi?... Ne fotoğrafları yükleyebildim, ne de başka bir şey yapabildim. Sabahleyin kimse bilgisayarını açmadan, şu işi de halledeyim dedim.

Evet, üçü bir aradaydı demiştik, önce en detaylı olan kutlama, kızımınkinden başlayayım... Perşembe günü eve geldiğinde gayet lakayit malzemelerle mozaik pasta hazırlamaya karar vermiş, bunu da bizim ufaklığa iletmiştim. Kalp şeklinde kalıplar gördüğüm için öyle olsun demiştik bir de. Pembe :)))

Pembe renk konusunda çocuğum olduğundan beridir radikal bir değişim içindeyim. Bu, cırtlak renklerin, kendim için yanına dahi yaklaşmayacaklarım adına büyük bir farklılık. Nasıl olsa, bu renk bir yaştan sonra dokunulmayan, denenmeyen listesine girecek ya, kullanılabilirken kullanılsın. Zaten öyle ürünler dizayn ediliyor ki insan; " Pembe!" diyip de görmezden gelemiyor.Hatta tam tersi, o eski tiksinti ve küçümseme halleri, yerini toz helva yenirkenki tatmin ve huşu haline teslim ediyor :)) Kendinizi, ipnotize vaziyetlerde elde pembe, binbir renkli ve desenli etekler, ayakkabılar kasaya seyirtinken bulabiliyorsunuz. Böyle de bir parantez :)

Perşembe sabahı, gereken birkaç şey için alışverişe çıktım ( kakao, bisküvi gibi basit ihtiyaçlar ) ve pek tabi ki aradığımı, o zaman bulamamak gibi bir durum yaşandı. Zaten, tersi olsa şaşarım! Kalp şeklinde pasta kalıbı için taa Sahara Center, Spinneys yapmışım ve artık o noktadan sonra dönüp de, hani olabilecek başka bir yere gidiş de imkansız, birbirlerinden çok farklı yerlerdeki mekanlar. Vee, esas alınması gereken şey yok :(

Sonra düşündüm, mozaik pastaya zaten istediğimiz şekli verebiliriz, o yüzden " Nasıl olsa yapabileceğim bir şeye gidip de o kadar para vermeye ne gerek var?!" düşüncesiyle eve geldim.

Okuldan eve gelince aynı söz verdiğim gibi malzemeleri mufağa çıkarttım, Ufaklık kendine düşen pötibör bisküvi kırma, pastanın iç malzemesini karıştırma taraflarını yapadursun, ben gerisini de anlatıp göstererek ( tv programı yapıyor kıvamında da eğlenerek ) gerisini tamamladım. Bu işler belki 20 dakikayı bulmuştur, daha fazla değil. Sonrasında, Chloe'nin geçen sene buraya da yazdığım pasta kremasını ( Butter Cream Icing )i hallettik, parmaklarımızı bandırıp kremayı bile sıyırdık :) Gayet kolay mozaik olan iç kısmına düşündüğüm gibi elle gayet kolay şekil verdim, iyi ki bulmamışım kalıp malıp!
Cuma sabahı, kızları evlerinden alıp Dubai'ye yola çıktık. Amaç, dönüşte eve gelip pastayı kesmek.

Ski Dubai, Mall of Emirates denilen koskoca bir alışveriş merkezinin ucunda yeralan bir mekan. Kapalı alanda üst kat kayak yapanlara, alt kat ise ufaklıklara göre organize edilmiş. Ben, hayatımda kayak falan yapmadım ama en azından karın yağdığı, dizimize kadar geldiği mekanlarda yaşadım ve okudum, dolayısıyla böylesine kapalı bir alanda kuş cıvıltısı olmadan, güneş yüzünüzü yakmadan, tertemiz hava ciğerlerinize dolmadan ne anlamı olabilir ki denilebilir haliyle.Ama çocuk bunlar! O kar müsvettesi ellerinde kum gibi dağıla dağıla kar topu oynadılar, iki yanında tutacakları olan araba tekerleklerinin içine oturup meyillerden aşağı kaydılar, kızaklara binip birbirlerini çektiler.Onlar için orası rüya alemiydi bir nevi.
Bizim ise, ilk aşamada soğuğu algılama anlamında bir geri zekalılık durumu peydah oldu. Kapıdan içeri girmeden herkese kendi bedenine uygun ayakkabı ve kar kıyafeti veriliyor ama yeterli mi? İçine kesin kalın kazaklar giyilmeli bence. İşte ilk olarak anlaşılamayan nokta o. Nedense demeyeceğim çünkü dışardaki en az 35 derecelik çöl sıcağının ve neminin ardından eksili derecelere girip, çıkan nefesinizi görmek haliyle insanı salaklaştıran bir faktör.

Tuvalet ihtiyaçları o tulumları giymeden önce kesinlikle giderilmeli. İçlere fanila, onun üzerine kaşındırmasın diye sweat shirt ve kazak, ayaklara kalın çorap, eldiven ve şapka ( eldiven ve şapkayı bildiğimiz için yanımıza almıştık zaten )

Bir saat kadar kaldık ama burunlar yere düşmeye başlayıp da, Natasha'nın tuvalete gitmesi gerekince " Hadi!" dedik. Üç kızla beraber yemeğe...
Mc Donalds hayranı değilim, hatta normal rutinlerde karşısındayım ama birden fazla çocuğun bir araya geldiği, ellerine ekstradan oyuncakların tutuşturulduğu bu anlayış işe yarıyor, yalan değil. Hep beraber, kendi başımıza olsak camlardan Ski Dubai'nin göründüğü, içerde yapay şöminenin falan yandığı otantik restoranlardan birine gitmek varken, bugünün kızların günü olduğunu düşünerek yemek işini de o şekilde halledip üçe doğru eve vardık.

İnsanın üç çocuğu olsa ne olur? Bakımı, para yetiştirmesi bizim açımızdan imkansız ama başka yönlerden, birbirleriyle ilişkilerini seyrederken de çok keyifli. Sanki ne yalan söyleyeyim güle oynaya merkezin içinde yavru ördeklerimizle dolaşırken, üç tane kızım varmış gibi gururlandım, bazen kendimizi kocamla ablaları veya abileri gibi bile hissettim. Öyle çok ana baba tipinde takılmıyoruz sevimsiz bir şekilde :)Ufaklık çoook mutluydu, gerçekten, eve gelip de pastamızı kestikten sonra hediyeleri de bir köşeye koydum. Eğer hediyeler olmasa bu sefer arkadaşlarının gidişleri koyacak biliyorum. Onu da öyle atlatıp, hediyelerimize kavuştukkkk!

Nintendo DS bizden, Nintendogs babaanne ve dededen, İpucu Junior ( pastayı kim yedi? :) )babamla annemden, Nintendo DS'in saklama çantası halamızdan, pastel boyalar ve mikroskop Natasha'dan ( daha sivrisinek ve saçımıza bakacaz ) ejderha Anna, ipek boyama seti ve kutular Eva'dan :))

Küçülesim var, yemin ediyorum :) Günün akşamında üstüste söylenen en güzel kompliman " Hayatımda geçirdiğim en güzel doğumgünüydü, hiç unutmayacağım!" Yüzümüzde gülümsemeyle gittik yatmaya.

Bugüne gelince...Kızım okuldan eve geldi, elinde koocamannn bir kart, bana yolda göstermedi, kapağında; " Anne seni çok seviyorum " Boyanmış ve süslenmiş bir kalp, içinde de şöyle bir şiir;

Hundreds of stars in the pretty sky,

Hundreds of shells on the shore together,

Hundreds of birds that go singing by,

Hundreds of lambs in the sunny weather,

Hundreds of dewdrops to greet the dawn,

Hundreds of the bees in th purple clover,

Hundreds of butterflies on the lawn,

But only one mother the world wide over.

Huysuz bir insanım ben, şiir de sevmem, pembeden de hazetmem, değil mi? Hayır, bunu bilmek lazım ki hayatta hiçbir şey için büyük konuşmamak gerekirmiş. Kartımı aldım, gözlerim doldu, en güzel armağanıma baktım ve şiir içime işledi.

Bloğuma gelince...Bir yaşımız hayırlı uğurlu olsunnnnn! Bu yılın geçişi yine ışık hızındaydı, en önemli yaşlanma belirtisi, herkesin söylediği bu, yaşlar ilerledikçe zaman çok daha hızlı akıyor sanki.

Bu, bir sene içinde tanıdığım tüm bloggerları buradan selamlıyorum. İyi ki var bu dünya! Yazan, okuyan insanlar da var işte! dedirten bir oluşum, paylaşımın en güzel noktalarından biri bence :)

Tüm anne olan bloggerların da Anneler Günü Kutlu Olsunnnn! Onlar, biraz da olumsuz olan bakış açılarımı değiştirdiler, içime umut serpiştirdiler. Deli dolu olabileceklerini, minicik bebekleriyle hala kendilerine vakit ayırabilecklerini kanıtladılar.

Kısacası, hayatın içindeki güzelliklerle, gülümseyerek yaşayabilmek, bir aile olup bu olumlu duyguları paylaşabilmek çok güzel hayat detaylarıymış ve bunları deneyimleyebildiğim için gerçekten de kendimi çok şanslı hissediyorum. Burada yazmak da aynı duyguyu veriyor, o yüzden bloğuma da; "İyi ki doğdunnnn!" diyorum.

Ne tuhaf, galiba getirdiği bu duygular yüzünden ben yaşlanmayı da seviyorum :)

6 Mayıs 2008 Salı

Doğum Günü Yaklaşırken...

Bu sene kızımın ve bloğumun yaş günü Türkiye'deki anneler gününe denk geliyor :) Belki daha önceden yazmışımdır, burada ve İngiltere'deki anneler günü farklı zamanda kutlanıyor. Niye öyle? Bir fikrim yok şahsen.

Okula başladığımızdan beridir üç sene geçti, yapılabilecek ne kadar salaklık olabilir sorusu ile yüzleşilip, hepsi birer birer tatbik edildi.

Mesela, dün değil evvelsi günü annemle telefonda konuştuk, hemen beni bir telaş aldı, işlerimi halledip yarımda dışarı fırladım, okula vardığımda saat birdi ve o anda " Aaa! araba sayısı ne kadar az!" dememle okul çıkışının saat ikide olduğunu anlamam bir oldu!!! Aman ne kadar erken intikal! Biliyorum ama bu aralar yediklerime dikkat ediyorum , kanda şeker mi düştü nedir? :PPP

Salaklık demişken hadi onları da listeliyeyim;

1- Tatil günü ( burada Pazar işgünü, orası da kafayı karıştıran bir şey ) okullar başladı diye çocuğu okula yollamak.

2- Yaş aralığını benim kocanın kafa karıştırması sebebiyle yanlış algılayıp spor gününe bir saat geç gitmeye yeltenmek.

3- Okul Paskalya tatiline girdiğinde gazetede basır basır bağrılmasına rağmen iki saat erken çıkıldığını unutup, Perşembe günü bir saat erken çıkarlar onu uygulamak. ( Okulda bir tek öğretmen kalmıştı ufaklıkla beraber gittiğimde :( )

4- Bu anlattığım olaydaki gibi bu sefer aman çocuklar çıkıyor diye bu sefer bir saat erken gitmek.

5-Spelling test günü defterini, Anna'ya giderken normal ayakkabıyı, flüt dersinde flüt dosyasını, kütüphane gününde de kitabı göndermeyi unutmak.

Yani, bu kadar kazmalık tabi üç seneye yayılarak yapıldı, öyle bir anda olmadı ama sinir oluyorum kendime, yapılmaması gerekiyordu.
Okula bir saat erken gidince, bu sefer koridorlarda dolaşmaya başladım. Bizim ikinci sınıfların yaptığı projeyi görme fırsatım oldu. Hepsini duvara asmışlar, o kadar ilginç seçimler ve sunumlar vardı ki hepsine baktım diyebilirim. Spor günüyle ilgili yaptıkları resimler, yüzme galasında çekilen fotoğraflar...Bu sene bir de büyük sınıflar kayak gezisine çıkmışlardı ki o fotoğraflarda içim kaldı, tekrar küçülmek ve onların arasına karışmak istedim. Lisede yaptığımız "Ameleler Uludağ'da" gezimiz geldi aklıma, karşılaştırıp kına yakmak geldi içimden.
Neyse, konumuz bu seneki doğumgünü ve neler yapılıyor? Hiç bir şekilde geçen seneki gibi ev bazlı olmuyor bir kere. Her sene aynı mekan sıkar ve ben de hazırlık yapmaktan kafadan bacaklı bir şekle girdiğim için doğumgünümüzde iki arkadaşımızı alıyoruz ve Ski Dubai denen yapmacık kar mekanına gidiyoruz.

Beni hiççç açmaz, gerçek karı gören kimi açar bilmiyorum ama çocuklar için büyük bir değişiklik. Havaya salınan karbondioksidi saymıyoruz, zira işin o kısmını düşününce içim çıkıyor. Düşünsenize, bugün 38 hatta 39 derece artı inanılmaz bir rüzgar vardı fonda. Kar yapan bir ortamın eksilerde dolaştığı düşünülecek olursa ne kadar buranın doğasına ters düşüldüğü ve bunun için de ortama ne kadar zarar verildiği anlaşılır.

Paranın gözü kör olsun, Allah'ın çölünün ortasına kar ve kayak takımı da getittirir insana böyle işte!!!!

Diğer düşünce, Perşembe günü eve gelip ufaklıkla kendi pastası üzerinde çalışmak. Bu, O'na diğer hediye sanki çünkü duyunca havalara uçtu. Yarın gidip yapılacak pasta için gerekli olan malzemeler alınacak. Bende çocukların yapması için tariflerin olduğu bir kitap var, orada kalp biçiminde kalıba farklı dondurmalar koyuyor, daha sonra kalp şekli almış dondurmaların üzerine renkli krema hazırlayıp kaplıyor ve mumlarla süslüyor. Hem kolay, hem zahmetsiz. Düşünüyorum acaba o dondurmanın arasına bir kat da pandispanya koysam? Onun karıştırmasını falan da bizimki yapar.

Ufaklığa benim hayalimdeki Nintendo DS'i aldık, babaanne ve dede Nintendogs'u. Denedim, acayip bir buluş! Gerçekten! Nintendogs'da bir köpeği seçip eve getiriyorsunuz, ondan sonra sesli komut alabiliyor, eğitip yarışmalara falan sokuyorsunuz. Hatta, kullanım kılavuzunda köpeğinizin bazen sizle saklambaç oynamak için yokolduğunu bile söylüyor :)))) Aynı aletten olanla köpeğinizi tanıştırıp birlikte oynamalarını sağlıyorsunuz falan... Browser'ı edinip aleti küçük bir bilgisayara çevirmek de cabası...

Bir de, geçen hafta bayağı bir filmler seyrettik. Onlara kısa kısa değinmeden geçemeyeceğim. Bir tanesini yıllardır duyup, farkında olup bir türlü seyredememiştim " Tibet'de yedi yıl." Filmin gerçek bir hikayeye dayandırılmasından öylesine etkilendim ve inanamadım ki eşimle konuştum, meğerse gerçekten bir dağcıymış kahraman ve O'nun hayatı...İki tane Tom Cruise filmi, bilim kurgu, Spielberg yapımı ve bir de eşimin okuldan mutlaka izleyin diye getirdiği tamamıyla çizgiye dayalı " A man who planted trees " İnanılmazdı! Filmin sonunda yaşlara boğulduk ama bu, bütün çevreyle ilgili olan filmlerde başımıza gelen bir şey Happy Feet'de de aynı yoğunluğu hissetmiştik mesela. Verilmeye çalışılan mesajlar o kadar kuvvetli ki, etkilenmemek elde değil.

Biraz spor mu yapsam ne?!