29 Mart 2008 Cumartesi

Yaşanana Dair...

İnsanın her yeni tecrübeyle hayatına yeni duygular ve empatiler geliyor. Ve sanki yaşlar ilerledikçe yaşanmışlık da arttığı için; " Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?" türü soruların yanıtları daha bir birbirini tamamlıyor.

Hani, nasıl nefes almak, ağrısız, sektesiz kalbin atması yaşam kalitemizi doğrudan etkiler ama bu otomatik, hayatın bir parçası olarak gördüğümüz, zaman zaman üzerinde bir dakika bile kafa yormadığımız, hatta bencil olduğumuz şeylerin üzerine, elimizden kayıp gittiğinde kafa yormaya, çevremizde bunu yaşamış başkalarını daha iyi bir anlamaya çalışırız ya, öyle...

Mesela, dün değil evvelsi akşam ameliyata girdiğimde, anestezi için ağzıma filmlerde olan gaz maskesi konulduğunda çok rahatsız oldum, o kokudan nefesim kesildi, burnumdan nefes alamayınca refleks olarak ağzımı açtım ama o an, nefes alabilmenin ne demek olduğunu düşündüm. Gerisini hatırlamıyor olsam da aklıma gelen şu derin nefesi alıyoruz, ona şükretmek oldu.

Dün akşam yine huzursuz bir uyku...Sabah mutsuz ve boşluk duygusu ile uyanış...

Şimdiye kadar erken doğumla ilgili çok kafa patlattım, koca kitap ortaya çıktı, teknik bilgiler değil kuşkusuz, hissedilen ve deneyimlenenleri yazdım ama düşüğün ne olduğunu, bebek kaybetmenin, hele de güzel bir hamilelik yaşanıyorsa ne olduğunu hiç düşünmemiş, başkalarının başına geldiğinde de çok duygusuz ve mekanik yaklaşmış, " Gereği vardı ki doğa bunu eledi." demişim, bunu fark ettim.

Neredeyse, yedi yıl önce ikiz kızlarımızdan birini yitirdiğimizde, ( Psikolojide " Sebep Bulma" denir de parapsikolojik yönden işin ruhsal sebeplerini düşünmeye, altında yatanın ne olabileceğine bakmaya çalışırsın.) bir sebebe tutunamaz, bir şeye inanmazsan bu gibi durumlarda kuyu gibi olur, onun içine çekilir, kaybolursun.

Burada kastettiğim maneviyat, din olgusunda olduğu gibi kurallar kaideler zinciri değil. Beni, işin o tarafı ticari, dogmatik ve kitleleri yönetme mantığı ile hep itti, bundan sonra da itecektir. Ama bu tamamıyla kişisel bir nokta, tartışılamayan, herşeyin üzerinde olan, kanıtlanması bile kişisel anlamda gereksiz.

Alt tarafı on haftalık suratını bile görmediğim bir bebeğin hayatımızdan çıkması olayında ise hissedilen buruk bir boşluk...Bu duyguyu üzüntünün hırsa dönüştüğü, " Neden olmuyorrrrr?! Olacakkkk!!" çığlıklarının atıldığı bir ortama dönüştürmek istemiyorum ama gariptir ki bunu yapanı da anlıyorum. " Neden bu inat var insanlarda?" diye sorulabilir olsa da anlatmak istediğim şu; HEPİMİZ FARKLIYIZ. Hem de bu öyle bir fark ki, yaşam devam ettikçe belki eski sen bile değişiyorsun. Yani, olaylara eski yaklaşımın ile tecrübeler biriktikçe ortaya çıkarttığın kişilik aynı olmayabiliyor.

Ha, bunların üzerinde hiç felsefe yapmayarak da hayatını sürdürebilir insan. Aslında, dünya üzerine getirilen din olgusu da başta eminim ki bu tür kafa yormalarla ortaya çıkanın, toplumlarla paylaşılmasıydı ama herkesin kendi yolu ve gelişimi var. Yani, yaşanmadan, deneyimlenmeden, hissedilmeden dışardan enjekte edemezsin. Bu böyle...

Akşam Catherine ile konuştuk, babası kızımı alıp okula götürdü. Ben, dün öğleden sonra yorgunluktan huzursuz bir uykuya daldığımda ve bizimkiler ev tamtakır kurubakır olduğundan alışverişe gittiler, gözlerimi ağır halden, açmakla açmamak arasında, yatağın yanına gelen bir parfüm şişesi ile kendime geldim. Bebeğimizi kaybetmenin tesellisi :( (( Eşim bana istediğim ve sürekli kullandığım parfümü almış.

Çok duygulandım yine, geldiğimde antrenin koca halısı temizlenmiş, kabak çorbası yapılmıştı. Akşama doğru ise bahçe süpürüldü ( ki bu gerçekten sıkıcı, çok büyük bir iş ) arabalar yıkandı, bitkilere ilaç hazırlandı ve kene için sıkıldı. Benim için ellerinden geleni yapan bu iki insan, uzaklardan duyguları paylaşmaya çalışan dostlarım, buraya yorumlar yazan sizler...İyi ki varsınız hayatımda :)

Günde üç defa, ikisinde ikişerden antibiyotik alıyorum. Bu, böyle ilaçlar bitene kadar devam edecek. Ameliyattan çıktığımdan beridir lenf bezlerimde şişme var, tam çene altı ortası gibi. Normal tabi ki. Ara sıra minik spazmlar oluyor karınımın içinde, çok hafif sancılı.

Ailemden herkesle konuştum, böyle zor tecrübelerin aileyi biraraya getirmesi açısından olumlu tarafına tanık olmak da güzel ve değişik bir karışım aslında. Dün akşam, internetten araştırdım, sebepler ne olabilir? Görülen bir şey mi? şudur budur...

Bu kayıp, 27 haftalık doğan kızımın ne kadar değerli olduğunu, tek parça halinde elimizde oluşuna her an şükretmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Ufaklık, dün akşam yatmaya hazırlanırken; " Babamla geçen gün çok güzeldi ama seni de çok özledim, kız / erkek kardeşimin gelemeyeceğini düşününce çok üzüldüm." dedi :( Onlar kadar pür, katıksız sevgi veren şeyler olamaz hayatta. Senin verdiğini en güzel şekilde geri ileten bakır telleri :)

Hamile kalmak ( kalabilmek ), o süreci hem bebek hem de kendi bedenin açından sıkıntısız atlatabilmek, sağlıklı bir insana sahip olmak...Bunlar " Elde Var Bir." şeklinde ise çok önemli hayat taşlarından birilerini geride bıraktığımızı anlayıp, rahat nefes almak gerekiyor ( muş ) Ne kadar yaşanmışlık, o kadar öğrenmişlik diyorum artık.

Hoşçakal 2 Numara :(

Üç gün önce gaga.com'dan 2 numara için chart bulup koymuştum. Magissa'nın günlüğüne bakıp da bebişin yolculuğu diye attığım başlığı değiştirme telaşındaydım. İlk jinekoloğa gidince, kadın bana hamile kalmam için yan etkileri tavan yapan salak sulak ilaçlar verince, üstüne üstlük görülüyor ki doğal yollardan üç ay içinde hamile kalmama rağmen bu dolaylı dayatma yapılınca " Hamile kalmadan doktora gitmeyeceğim!!! " noktasına gelmiştim. Bu durum, dolaylı olarak hamile kalmadan önce gereken testlerin yapılıp, sorgulanmadan o doktorda kalmasına sebep olmuştu. Hala hata yapıyorum, hala bu konuda böyle tecrübeler yaşamama rağmen salaklıklarımın kurbanı oluyorum.

Ayın 26'sı gibi, akşama doğru adet ağrısı ve yapısı daha değişik bir akıntı geldiğinde bunları düşünmüyordum bile. Ayın 27'sinde hamilelik sonrasında edindiğim doktorumu aramaya başladım. Salak gibi cep telefonunu almamışım, hastaneden verdiler. Aradım, aradım, aradım...Bir yandan da kendimi çok mu fazla yordum yine diye düşünmekten yorgun düştüm. Ne dönen, ne eden...

O ince ince kasık ağrısını hatırlamamam mümkün mü? Bağırsakları etkiler bir de, sık sık dışkı yapma isteği olaya eşlik eder. En son dün, sabah tatili ya buranın dışarı çıktık, baktım ki akıntı yok gibi, " Hah!" dedim "Vücut demek ki adet dönemini yineliyor", bir de kulaktan dolma vardır ya bilgiler hani, adet görmüş de hamileliğin üzerine iki ay anlamamış falan...

Kafadan geçen binbir alternatif, budur, yok belki şudur ama akşama doğru yine gelince hastanenin acilini aradım ve asistan nöbetçi jinekolog ile görüştüm. " Gelin! Acilden ismimi verip girebilirsiniz." diyince saat altıbuçuk gibi arabaya atladım ve gittim. Giderken bizimkilere; " Beni beklemeyin." dedim.

En yoğun trafik, hava kararıyor ve hastanenin olduğu yerde zırnık park alanı yok! Araba büyük olduğu için park etmek gerçekten de zorluk yaratıyor, bir yandan başka dertler kafada. Kapalı park alanına dualar ederek girdim ama tam yukarı kata çıkışın karşısı boş. " Oh!"

Herşey, kendince hızlı gerçekleşti. Ped'im örnek olarak çantamda saklanmıştı, var mı diye görmek istediler, suratlar bir bulutlandı ama bunun hamileliğin ilk aylarında görülebildiğini söyleyerek beni ultrasona yönlendirdiler. Girişte yapılan yalnızca özel sağlık sigortamı göstermek oldu, herşeyde bir sakinlik ve görmediğim bir özen. Ultrasona girdiğimde bebeğimin kalp atışlarının olmadığını gördük beraber :( Düşük!

"Yahu, yine bana ne oluyor?" "Ben bu noktada mıyım?" "Zaten hamile miydim?" "Ne yapmalıyım?"... Ultrasoncu kız bana zaten söylemişti, bunu anlatması gereken doktor olduğu için ve kızı tehlikeye sokmamak adına ben onlardan gerçeği beklemek zorunda kaldım. Ağladım tabi ki, kabul edemedim ilk başta.

" İki seçeneğiniz var" dedi doktor " Eve gidebilirsiniz ama akşama ağır bir kanama ile karşılaşabilirsiniz, bu da acil çıkmanıza gerektirebilir." Evde çocuk var, çoktan yatmıştır..." Ben kendim kalırım." dedim. " Yarım, bir saate kadar siz çıkın hazırlasınlar jinekolğumuz gelip sizi görecek." dediler. Asistan doktor bana sarıldı, hemşire kendi üç düşüğünü anlattı, ben Catherine'i aradım, dertlendim. Kocamla konuştum. Adamın içi çıktı, sesi kesildi telefonun öbür tarafında.

Hemşire yatış işlemlerini yapıp, benimle birlikte odama geldi. 405 :( Herşey, bebeğimi kaybetmek dışında insanlık üzeri bir şevkatle gerçekleşti. Hepsi birer birer beni rhatlatmaya çalıştılar. Anestezi uzmanı konuşmaya geldiğinde orjinalinde Türk olduğunu öğrendim, doktorlardan biri Suriyeli olduğunu Türkiye ile komşuluk ilişkilerinin mükemmeliyetinden bahsetti.

Gitmeden yıkanmış, temiz iç çamaşırları giymiştim, traş edildim :( Bu aşamadan nefret etsem de yapılacak başka bir şey olmadığı ve benim hala " Ne oluyor yahu?" havam devam ettiği içindir ki yarı orada, yarı başka bir yerde sorulan sorulara yanıt verdim, gülümsedim çünkü onlar elinden gelen herşeyi yapıp beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Üzerimeki kıyafetleri, takıları ( evlilik yüzüğü, küpeler ve saat ) çıkarttılar, arkadan bağlamalı o deli gömleği tarzı şeyi giydirdiler. Hani acil müdahale için olan.

Dokuz buçuk gibi ameliyata alındım. Aklıma ilk erken doğumum geldi. Üşüdüm, hep böyle oluyor ve stresten insanı eli ayağı çekiliyor, aslında ayaklara soket çorap çok akıllıca ama onu düşünememişim. Ben zaten bebeğimin kalp atışlarının durmasını hiç beklemiyordum ki!!!!

Uyandığımda ( uyanırken ) bağırmamışım, sakindim, ilkindeki gibi bacaklarım zangır zangır titremiyordu bu sefer. Yine gülen yüzlerle uyandım, herşeyin iyi gittiğini, üzülmemem gerektiğini, daha genç olduğumu, çook bebeklerimin olacağını söyleyip durdular.

Odaya getirildiğimde bu sefer hastanenin amblemi ve üzerinde çiçekler olan bir gecelik verdiler , sargı bezinden yapılmış bir giyimlik, şaşırtıcı derecede rahat kilot ( lar ) ve devasa haminnemden kalma eski tarz upuzun ped ( paketi )

Bu arada, beş günlüğüne ülke dışına çıkan ve burada olmadığı için telefonlarıma cevap veremeyen doktoruma da küstüm. Tabi, aslında akıl karı değil belki ama bana o anda yetişen doktorla çalışacağım bundan sonra.

Arkasından gelen bölüklü pörçüklü uyku çalışmaları, hala inanamamak, gerçekliğin silinmesi gibi duygular, sanki kendime başka bir düşünce boyutundan bakma...Sabah kalkıldığında ise doktorun dokuzdan sonra geleceğini söylediler. Tuvalete kalkarken iki sefer hep hemşireler tarafından kontrol edildim.

Hep saatlere bakmaya fırsat bulmasam da ameliyatın 30 dakikadan fazla sürdüğünü düşünmüyorum. Sabah, sekizde gazeteler geldi, ben şaşkınlıkla baksam da belli etmedim, zaten uyuşukluk hakim insana, tuhaf rüyalı, üzgün bir uyku deneyimi. Kahvaltı için listeyi işaretlememi istedi hastabakıcı.

Kabakulak aşısı yapılmalıymış, direncim sıfır çıkmış, en azından 15 olmalıymış. " Düşüğün sebebini araştıracağız." dedi doktor " Ama bazen herşey araştırılsa dahi sebep anlaşılamayabilir." " 15 gün seks yok, aşı yapıldığında üç ay hamile kalmak yok, havuz ve banyoyu doldurup içine girmek yok, bunların hepsi sigorta tarafından ödense de neden bunun olduğuna dair yapılan kan testi için ödeme yok, çıkarken verilecek."

İlk trimestir'de olan düşüklerin sebepleri arasında anormali'nin doğa tarafından elenmesi veya bir enfeksiyon olabilse de araştırılacak işte :( Ben buruğum, korkuyorum çünkü başıma bir daha böyle bir şey gelir mi diye düşünmeden edemiyorum. Kayınvalidem aradı, beni çok rahatlattı kendi başından geçenlri anlattı, Catherine de iki düşük olayı yaşamış. Bir hormonun üretimi adına troid bezlerine de bakılıyormuş .

Olumlu düşün olumluyu çek, değil mi? Hayır, hayat bazen biyolojik olarak kendi mekanizmasını uyguluyor. Bizler, psikolojik varlıklarız ama hayatlarımızı sürdürdüğümüz bu, elle tutulan, tamir edilen, kendini tamir eden, kendine has kuralları ve işleyiş mekanizması olan bedenlere de sahibiz aynı zamanda. Ne kadar iyi bakım, en iyiyi bekleme hakkı ama olmayan bazı şeyleri de hırsla ittirmemek...

Bundan sonraki hamileliği ( olursa ) ilan etmeyeceğim. Artık, ilk üç ayında sessiz kalan insanların başkalarıyla bir alıp veremedikleri olduğuna değil, o sevinçli ve olumlu havadan bu psikolojiye geçiş halinde aynı nakaratı bin türlü şekilde anlatmama hakkına saygıyı ön plana aldıklarını anlıyorum. Yani insanın acısını sessiz, kendi halinde yaşama, bir şeyleri anlatmaya çabalamama hali...

En alttaki chartı'da baktıkça iyice olayı arabeskleştireceği için kaldırıyorum. Hayat işte, bir dakika ya da bir gün önce ne, bir sonraki adımda nedir. İnsan gerçekten bilemiyor. İçim kazınıyor gibi hala :(

27 Mart 2008 Perşembe

Sesli Düşününce Ortaya Çıkan Hayat Alternatifleri

Ayın üçünde Paskalya Tatili giriyor. Bu durum, burada bulunan ve eğitim sistemi dışardan gelen farklı kültürler için yapılan bir uygulama. Zaten ufaklığın okulu da dahil bir sürü eğitim camiası ( Uluslararası Amerikan, Avustralya, Rusya, İngiltere, Pakistan v.b...) birbirinden çok farklı yollar izliyor.

Arap okulları, dini bazlı eğitim vermeleri ve kendine özgü sistemleri açısından buradaki Avrupalı ya da diğer farklı kültürlerin tercih ettiği okullar değil. Öğretmenlerin hepsi kendi ülkelerinden gelen sertifikalı insanlar. Yani, Chloe'nin gittiği okul ile İngiltere'deki okullar aynı paralellikte programlar izlemesi yanında, aldığı her sertifika İngiltere'deki okullarla eşit düzeyde gitmesini sağlıyor. Gelen sınavlardan, müfettişlere kadar herşey kendi memleketlerinden.

Bu, benim hayatımdaki en büyük hayallerden biriydi. Anlatmak istediğim, alınan okul diplomasının Avrupa Birliği Ülkeleri'nde tuvalet kağıdı yerine kullanılmaması. Herkesin anladığı bir dilde konuşup, yazı dilini aktif gerektiği kurallarla uygulayabilmek. Çünkü ülke sınırları dışına gidip de iş bulma durumuna gelenler, ellerindeki sertifika ya da diplomalarla kem küm edenler ne dediğimi çok iyi anlayabilir. Ayrıca rengarenk okullar ve öğretmenlerin de gülümseyerek iş yaptığı mekanlar...

Dün değil evvelsi akşam, karı koca zaman zaman açılan bir konuya geldik yine. İnsanın herşeyde bir planı olduğu gibi kariyerinde de bir plan yapması gerekiyor. Benimkinin masterı yeni bitti, bu hareketin ne yönde yapılacağı sorusunu da getiriyor beraberinde.

Yolumuz İngiltere'ye mi göstermeli, yoksa emekli olana kadar bu ülkelerde mi kalmalı? Bu önemli ve bizim için üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir konu. Götürüyü getiriyi çok iyi hesaplayarak, artık bir ülkeler arası taşınmadan sonra " Yanlış yaptık, olmadı!" demeden davranmak...

Burada, maaşımızla ödediğimiz emeklilik sigortamız ve iki yıl daha sürecek olan araba kredimiz bizi sıkıyor. Emeklilik 20 yıllık bir vadeyi kapsıyor ama araba taksidi bittiğinde eğer hiçbir şeye dağılmadan biriktirmeye yönelirsek, belki İngiltere gibi bir ülke için bir şey ifade etmez olsa da bir işe yarar. Hiç yoktan iyidir en azından.

Bazen BBC Prime'da İngiltere'deki ev fiyatlarına, ne var ne yok'a bakıyoruz da...Buranın parasına ve Euro'ya göre bile çok kuvvetli olan bir para birimi. Buradakinin yedi buçuk katı, yani diyelim bin biriktirdim diyorsun İngiltere için biriken daha ancak biri geçebilmiş :( Bu en büyük dezavantajlardan biri ve belki de en önemlisi.

Yaşam standartlar açısından karşılaştırıldığında yazayım, paket şu; Üç çocuğa kadar kendi memleketinin özel okullarında çocuklarını okutma imkanı, kira yok, üstelik verilen daireler ya da mekanlar uyduruk değil, ya o Arap Emirliği'nin en güzel yerlerinden bir daire ya da villa, özel sağlık sigortası doğum sezeryan dahil 10.000 dirheme kadar, devletten sağlık sigortan için 500 dirhem ödüyorsun ve her konuda sigorta kapsamına giriyorsun. Bazı dişçiler, mesela Üniversite öğrencilerine göstermek için öğretmenler tarafından çalışıyor ve sen normalde hayatta ödeyemeyeceğin işleri belki beşte bire halledebiliyorsun.

Dezavantaj, dediğim gibi biriken para İngiltere ve şimdiki Türkiye koşulları için peanut. Daha fazlası olmaz, ayda 1milyar biriktirsen, senede 12 milyarın var, komik!!!! Maaş burası için iyi, hayat devam eder, biriktirecek miktarın dağılmaz isen olur ama başka yerler ki buraları kendi memleketimiz, ikamesi yok :(

İngiltere'ye gittik diyelim. O zaman iş konusunda kariyer planlaması başlayacak benimki için. Sürekli öğretmen olarak kalmak zorunda değil, farklı iş alanlarında yaşanabilir miktarlara çalışabilecek, belki ailesinden peşin bir miktar yardım alınarak mortgage'a girilecek.

Ama bunlar olduğunda neler bekleyecek bizi? Birincisi, çocukları buradaki gibi hem Avrupa standartlarında, hem de özel okula yollama şansımız olmayacak, eve her ay elde avuçta ne varsa verilecek, dışarda yaşamadığımız için içerdeki kiracıya krediyi ödettirme lüksümüz olmayacak, ekstralardan kesinlikle vazgeçilecek, buradaki gibi " Bu ay bu makinaya veya masaya gardroba ihtiyacımız var, çocuk odasına da bunu alalım." tarzı tamamıyla bitecek. Ama belki benim için kursa gitme, İngilizceyi gerçek anlamda akademik düzeyde geliştirme imkanı ortaya çıkacak, her gün trafikte öleceğiz tehlikesi ciddi derecede azalacak, genel yaşam atmosferinin, sinir bozulma durumlarındaki katsayısı düşecek.

Türkiye? Hiçççç! Bir kere benimkinin kendi eğitimini göstereceği tek yer üniversite, verilen imkanlar burayla kıyas götürmez. Çocukların okul standartları? İstemem! Sosyal sigortalar? Diğer bir şaka. İstanbul? Su ve deprem sorunu...Kısacası aklımda ( mızda ) Türkiye seçeneği şimdilik kapalı. Ha çok çok iyi para olur da çok küçük bir yazlık yerde belki o da yatırım yapılır ama onda da senenin on ayı boş bırakılan, kendi kendini çürüten, vergisi ödenen bir ev. İşimize gelmez, içine kiracı koysan yazlık almanın anlamı ne? Yazın gelemedikten sonra, değil mi? On yılımızı yedik zaten, bir daha aynı hatayı yapmak istemem.

Paskalya tatilinden girdim yine nerelere geldim? Ayın üçünden yirmisine bir tatilimiz var. Cuma ikinci el eşyalar satılacak, bugün " Cake Sale" vardı. Dün akşamdan herkes elinden gelen kekleri yaptı ve bugün rengarenk standlar açıldı. Çocuklar satış konusunda görevliydiler, benimki de dahil şekilde bizlerden biri gelene kadar satıştaydılar. Ellerinde rengarenk kutular, bir sürü çeşit çaylıklar ve herbiri 1 ve 2 dirhem olan pastalar, tuzlular...Ben Cake Sale'e cup cake yaptım, bana kalsa hiç yapmayacaktım ama Chloe " Anne, bir de kendini benim yerime koy öyle bir düşün!" dedi. Mecbur hissettim.

Saat yarımda ise okula gittim, kızları almaya, aslında Catherine alacaktı ama yine başka bir sorun çıktı bu sefer, çocuklara bakan Gloria ayağı kayıp kuyruk sokumunun üzerine düşmüş :( Onun ne olduğunu bilirim, eskiden birinin şakasına kurban gitmiştim, bir süre yürüyemediğimi bile hatırlıyorum. Ben güya hamile kıyafetlerine bakacaktım ama kaldı. Sabah da sürünerek kalktım zaten, saat on olmasına rağmen. Bugün keyfim yerinde ama enerjim de düşük. Belki böyle olması daha iyi bir karardı. Haftaya inşallah :)

Bu arada, iki gün önce iki numaranın durumunu belirten chart buldum bir yerden, bloğun en altına yerleştirdim. Çok özeniyordum onlara, benim de oldu :)

Dün sabah okula ufaklıkların yüzme galasına gittik. İlk defa okulun havuzunda olan bir faaliyetti. Bazıları vardı ki Chloe ile yaşıt, gözlerime inanamadım. Nasıl bir profesyonel yüzmedir diye. Çocuklarla ve öğretmenleriyle gerçekten de gurur duydum. İnsan bedeninin neler yapabileceğine şaşırdım. Sanırım yüzme havuzu 25 mtreye 10 metre ve ben bile 25 metreyi o kadar yarış yaparak ve o teknikle katedemem. Darısı gelecek yıllarda bizim başımıza :)

Okula giderken Dubai Seyh Zayed Road'un oradan patlama haberi geldi. Bu, buraya geldiğimizden beridir karşılaştığımız kaçıncı korkunç olay. Yangınlar, büyük bir araba kazası ( 150 arabanın birbirine zincirleme girmesi sisten ) patlamalar, sürekli hızdan uçan birbirine çarpan araçlar...

İnsanların el göz koordinasyonları mı bozuktur, yoksa adrenalin salgılarında mı bir sorun vardır bilmiyorum ama patlamadan sonra o bölgedeki okulların kapatılması, gidenlerin içeriye girip o havayı kesinlikle solumamaları üzerine uyarılar yağmaya başladı. Yüzme yarışmasını seyrederken uzaklardan gelen siyah bulutlar iyice içimi sıktı. Sonra akşama fotoğraflar eşliğinde patlamanın havai fişek fabrikasında olduğunu öğrendik. Sanki nükleer bir patlama gibiydi.

Akşama kıymayı çıkardım, kıymalı börek yapacağım. Şimdilik aklıma gelen bunlar. Yetti de arttı bile! Şimdi börek yapımı :)

21 Mart 2008 Cuma

Özgürlüğün Dayanılmaz Hafifliği

Öğlen...Dün ve bugün yemek işini eşim üstlendi, ben de sabah dağ gibi ütüyü kaldırdım. Yemek yedik, iki sabahtır saat dokuz'a kuruyoruz ekmek makinamızı ve kalkınca sıcacık bir ekmek kokusuna ve de çok kaliteli bir ekmeğe uyanıyoruz.

Hep onu düşünürüm, yaşlar ilerledikçe daha bir kanıksandı sanki benim bu huylarım ama kendi başıma, evimde yaşamayı, kendi kurallarımla, istediğimce özgürlüğümün tadını çıkarmayı öylesine seviyorum ki! Herhalde anneanne, babaanne dönemlerime geldiğimde beni evimden vinçle falan ayırabilir olacaklar.

Şimdi mesela, akşama çok güzel bir lazanya yapıldığı için öğleni daha hafif bir öğünle geçiştirelim dedik, değil mi? Kızım ve babası kendilerine ton balıklı sandviçler hazırlarken benim canım menemen istediiii :) Hemen, kendi işimin başına koyuldum. Ondan önce de baktım ki terlemişim hemen duşumu aldım. Menemenimi, yine kendi yaptığımız sarartılmamış, ayçiçek yağı içermeyen onun yerine zeytinyağı, iyi su ve organik unla yapılmış ekmeğimle (!) yerken şükrettim. Bunu hep yaparım. Çünkü her iki tarafın ülkesinden uzak yaşayıp da yine her iki tarafın da evlerinde biraz daha uzun vadeli kalınca kaşıntılara gark oluyorum da ondan. Neyse, bu sene zaten gidilemeyecek olsa da onların o sizin üzerinize koydukları duygusal baskı var ya. Hani ya önümüzdeki sene görüşemezsek? Bunlar sayılı günler mantığı...O da aklın bir köşesine sinyal olarak gönderilmiş ne yazık ki.

Bir kere, gittiğim ve kaldığım her yerde kendimi eğreti hissediyorum ben. Bu bir. Yıkanırken harcadığım şampuandan, hergün çıkan çamaşırları elde yıkarken çektiğim sıkıntıdan, tuvaleti bir yığın insanla paylaşmaktan, istediğim an dolabı açıp istediğim yapamamaktan ( annemin evi hariç ), herkesin kalkma ve yatma saatlerinin farklı olmasından, istediğim kanalı açıp programı seyretme hakkımın olmamasından, gittiğim yere tabi olma duygusundan, gittiğim insanlar yaşlı oldukları için yardım anlamında bulaşık, toplama, yemek yapımı, ortalığın temizlenmesi gibi her türlü işi yapıp onlar geldiklerinde bir tabağın bile kaldırılmamasından, çocuğumun düzeni üzerine fikir sormadan verilen akıllardan, yemek konusundaki değişimlerden, çok yiyormuşuz, çok harcıyormuşuz duygusunun oluşturulmasından fenalıklar geçiriyorum.

Üstelik bunu hisseden yalnızca ben değilim, burada olan ve tatil için aile ziyareti dışında bir şey yapamayan yığınla insanın düşünceleri de bu doğrultuda. Evet, gün gelecek tabi ki ziyaret edecek kimse de kalmayacak, onların telefonun bir ucunda olmalarını bilmek bile güzel. Falandı filandı ama bizlerin de bir hayatı var artık, bizlerin de kuralları, kendi çocukları, kendi düzenleri...

Ve yaşlanınca bizlerin çocukları da sayılı tatil günlerinde farklı bir yerlere gitmeyi isteyebilirler. Ne yapmıyoruz? Dır dır etmiyoruz...Doğanın kanunu bu, herkesin ini kendine :) Biz kendi kıçımızı kıpırdatamadığımız zaman gençlik zamanımızda hissettiklerimizi unutup "Her sene gelinecek!!!" triplerine girmiyoruz. Hah! bunu şimdiden kafamıza koyalım da...

14 Mart 2008 Cuma

Son Gelişmeler

Aklımda yazmam gereken o kadar çok şey var ki burada toparlamak zor geliyor bazen. Dışardan ezan sesleri geliyor, Cuma...Biz Anna'nın doğumgününe gideceğiz, benim yıkanmam lazım. Sabahtan beridir Anna'nın doğumgünü kartını hazırladı ufaklık, ben yarım saatlik rötuşlarını yaptım ( kartı ters yazmış, kurşun kalemle yazıp bırakmış, sticker ve renkler yok )

Kalkışımız zar zor 10:00'u buldu. Zar zor diyorum çünkü dün akşam yine mide bulantısı ilacını aldım da yattım. Korkunç uyku yapıyor. Zaten adet öncesi olsun, bu hamilelik dönemi olsun hemen yemek yiyip yatmak isteyen bir yapım var, daha da zorluyor.

Şimdi kocam elinde unlarla geldi, ekmek unu olarak aldığım kendinden kabaran unmuş. Allah kahretsin bu rölanti halini, gerçekten korkunç bir dalgınlık ve unutkanlık hakim :( Aslında yapılacak edilecek olmasa hiç, kıçıma takmayacağım ama...

Dün sabah ise hediye alma zorunluluğu ile söylenerek dışarı çıktım. Gidilen mağazalar okul yolu üzerinde, geri dönmek gereksiz olacağı için iki saatlik bir kalma ve bakınma süresi verdim kendime. Alacağım hediyeyi zaten artık ürünleri bildiğimden kafamda ayarlamıştım, dolayısıyla bebek malzemelerine kaydım.

Fiyat araştırması herşey için o kadar önemli ki! Aynı malı ya da belki tamam, farklı isimdeki aynı işi gören ürünü çok farklı fiyatlara bulmak mümkün. Bir huyum var, bir şeyi araştırmadan alıp da aynısını ya da ikamesini yarı fiyatına görürsem kudururum. Bunu önlemek için dolaşmaya hacet varken bakınmalı aslına.

Sabah kahvaltısına ekmek kalmadığı için krep yaparak başladım. Sabahları acayip bir açlıkla uyanıyorum artık. Kendi kendime bile olsam şımarık şımarık kahvaltılar hazırlıyorum. Sonra, ödevlere geçtik beraber, saatleri vermişler ekstra, çeyrek var, çeyrek geçiyor. Geçen sene Chloe'nin doğumgününe ahşap bir saat gelmişti, onu önüne koyarak hallettik, ardından mutlu, hüzünlü kelimesinin eşdeğeri olan kelimeleri bulup yazma ödevi yapıldı. Yarına proje bitirilecek, üç tane 25 er sayfalık okuma kitabı yapılacak ve şanslıysak eğer bir de on iki kelimeyi üçerden yazılması halledilecek.

Öğlene kıymam vardı, kavurdum, akşama aldığım karnıbaharı haşladım. Ufaklık deli gibi yaşasın diyip karnıbaharlardan bazılarını haşlanmış şekilde, tuzsuz yuttu. Ben sekiz oldum, normalde olsa asla yiyemem ama böyle sağlıklı bir seçimde hiç çaktırmadan harika nidalarıyla onay verdik :) Aman bizden geçmiş O böyle şeylere alışsın, yesin.

Saat 17:30...Anna'nın partisinden şimdi geldik . Catherine ve Tomik yine herzamanki gibi herşeyi çok iyi hazırlamışlar . Havuzu ilk açışlarıymış, su ısıtma sistemleri yok, o yüzden çocuklar, özellikle bizimki bayağı üşüdü, yalnız atlamaları çok sakata geldi. Havuzun merdiven kısmına kafasını çarpmasına iki kere ramak kaldı, eşimle uyarmalarımıza rağmen anlamayınca atlama yasaklandı. Zaten çok çocuk, her durumda birinin kafasına da atlanabilir, tehlikeli.

Dışarıya büyüklerin yiyeceği dipler ve bir sürü bisküvi, peynir çeşitleri konulmuştu. İçeriye ise nefis sandviçlikler, bir sürü kaşar, salam ve çeşit çeşit hardallar falan. Çocuklara hazırlanan oyunlar bittikten sonra kids meal ve ardından pasta. Şu an gözümden uyku akıyor desem yalan olmaz. Çok yorgunum...Sabahtan başlayan koşuşturmaca trafiği bir de partiyle tamamlandı. Hava sıcaklığı ise harika!

Mart'ın altısında doktorumla tanışmaya gittim. Geçen hafta Çarşamba günü tekrar randevu verdi bebeğin kalp atışlarını görmek için. Kan testi, idrar tahlili. Bence, umarım bu tecrübemiz çok ama çok farklı olacak. Herkes son derece güler yüzlü ve minimum stres var ortamda. Jinekolojik hiç bir muayene yapılmamasıyla beraber 14. hafta serviks kontrol edilecek. Geçmişteki dikiş durumlarını hatırlattım, içim hiiçç istemese de böyle bir salakça utanma duygusu yüzünden hiçbir şeyi riske atamam.

Ufaklığın kalp atışlarını gördüm, ne kadar büyümüş altı günde inanamadım. 8 ve 9.hafta arası bebeğin dil ve ağzı, organları oluşuyor durumda, şekli şemali mikroskobik bir bebek :) Birincisine göre ikincisinde zaman çok daha hızlı akıyor burası kesin. Chloe sebebiyle bir veli trafiğimiz var bir kere, öyle kendi kabuğumuzda yaşayıp gitmiyoruz. Benimki de ben de olaylara daha olgun ve olumlu yaklaşıyoruz. En sinir olan şey hormonal değişimler sebebiyle bir giydiğimi bir daha giyememek sorunu. Terleme...Sürekli çamaşır değiştirmek ve günde belki üç kere falan duş almak gerekiyor.

Şimdi sırada olan, ilk doğanın neye ihtiyacı olduğunun saptanması. Bakalım...Hemen burada olan ucuzcu dükkanlardan bir tanesinde hem acayip zevkli hem de son derece uygun olan ürünler var. Harika! Anne sütyenleri bile bir yerde 100 dirhem, bir yerde 14 dirhem! Senelerce kullanılacak şeyler olsa hemilelikle ilgili olan şeylere iyi para harca ve parçalanana kadar da giy ama öyle değil, eskimeden işlevi bitiyor, önemli olan %100 pamuklu ürün olması. Hepsine baktım, öyleler.

Geçen hafta Cumartesi yeni bir elektrik süpürgesi aldık, onun detaylarını yazarım. Bu Cumartesi kopan bir tarafını yenilemeye çalışacağız. Bu sefer de onun koşuşturmacası yani.

Herkese iyi hafta sonları :)

3 Mart 2008 Pazartesi

Fıttırtırlar İnsanı!

Sponge Bob Square Pents yazıma altı tane yorum gelmiş de hiçbiri gözükmüyor, o yüzden yanıt da yazamadım ona mı yanayım, Google'dan alınmış olması gereken mail adreslerim iki adet olduğundan, hot mail adresim üç taneyi bulduğundan dolayıdır ki, bir adres açıldığında o adrese bağlı olan bloğum " Adresinizen kaybolduuuu!" yazısından mı gınalar geçireyim. Ha? hangisini yapayım?!!!!

Blog sahibi olabilmek için google'dan adres alınması gerekiyor ya hani. Ayrıca, bu adres de kabak gibi isim soyad içermemeli ya, bunlar önemli ve kaş yapayım derken göz çıkartılarak öğrenilen detaylar. Mesela, eskiden benim blog adresden kaybolurdu, sivri zeka ben hemen başka bir yol bularak ve Evin Kedisi olarak kendi bloğumu kendime kaydetmişim, değil mi? Giriyordum, başka blogları da güya blogger ismimle okuyorum ya kelkenez şekilde, hemen heyecana kapılıp yorumlar döktürüyordum. Anaaaaa! Sonra bir baktım, benim yorumun benim olduğu belli altındaki isim ortada! Hemen dönülür, yorum silinir, silinince sahibi tarafından görünür mü krizine girilir. Sahipleri zaten tanıdım ettim de orada öyle bir isim olarak çıkmak...

Şimdi, bunu önlemek için kedi diye bir google adresim var, tabi o adres ismimin gizli olduğu adres ama bir şekilde kendim olarak da çalışıyorum bu bs da haliyle ve diğer google adresi de o. Her o tarafı açtığımda bu sefer blog gidiyor. Sonra hadi adresleri değiştiriyorum, bekle bekle hala gelmemiş, bir seferinde " Hadi anasını satayım!" diye giriyorum, hah gelmiş! Tam sinir haplık durumlar.

Neyse...Kısa kısa geçeyim neler oldu neler bitti, Playstation 3 diye kurdeşen döktüm, değil mi? Elimi sürmüyorum çünkü oyunların içeriği bile düşününce midemi kaldırıyor. Bunda mantık falan yok, aranmaz. Hamilelik hallerinde insan çoook sevdiği bir şeyden bile uzak durabilir. " Bu aleti senin ve bizim kız için alıyorum yoksa benim hiççç işim olmaz, ben oyun insanı değilim." diye elini gözüme sallayan kocam, oyunu her gece oynayarak bitirmiş bulunuyor. Ben bazı yerlerini film gibi seyrettim ama baktım çözecek problemim, öğrenecek trick'im kalmayacak ondan da vazgeçtim. İşte, bulunsun da ne zaman yine ben, eski ben olurum o zaman bakarım diyorum. Acaba grup halinde oynanan oyunlardan mı alsak ne yapsak? Eye Of The Judgement var mesela, kartları masaya koyup kamerayı ayarlıyorsun ve üç boyutluya dönüşüyorlar da, onlar da canavar falan...Yok, içim kaldırmıyor.

Ta, lise yıllarında aldığım ve konularını kendime sakladığım kitaplarımı okuyorum. Herşeyi deşifre etmek yanlış aslında, insanlar bir gün olacak bu beyin okuma ve düşüncelere hükmetme saplantısından dolayı herbirimize chip yerleştirmeye kalkacaklar ama Allah'tan bizler o zamanlarda hayatta olmayacağız.

İnsanın, kendi kendine kalabilmesi ve istediğini okuyup öğrenebilmesi, kimseye hesap vermek zorunluluğunda olmayışı...Özgürlüğün hele de düşünce özgürlüğünün zevkine varıldı mı afyon gibi yapışıyor insanın yakasına. Dünya üzerinde bireysel olarak herşey ama herşey üzerinde düşünülmeli, kafa yormaya ve kökünden işini bilenlerin yazdıklarını okumaya çalışmalı. Bence bu insanın kendine kazandıracağı, boyalı basının damardan girdiğinin aksine işleyen en büyük hazinesi. Bilimsellik toplumların gelişimi için gerekli olan, ruhsallık ise bireye özgü kalması gereken. Hele, bazı kitaplar almışım ki kendimi alkışlıyorum bu konuda, onlar benim çocuklarımın çocuklarına aktaracağım bilgilerle dolu.

Neyse, değiştireyim, geçen hafta barbekü partisine gittik. Yine ben gerim gerim gerildim, gitmemek için binbir şey uydurdum, davula döndüm. Gitmeden önceki düşüncem ufaklığın bizimle beraber gelecek olmasıyla bir kişinin O'na bakıcılık etme, diğerinin de sefa sürmesine karşı oluşumdu. Bir diğer sebep, canım çakırlık istememekteydi ama herkes öyle olunca da ıyyyy dikenlikleri başlayabilirdi. Bir de " E sen de ne yapıyorsun canım evde?!" sorusuna aşırı tiltlik geliştirmişliğim var. Şimdi bu ucu kapalı bir soru, yani sorunun cevabı kendi içinde seni ahmaklık ve boş zaman kraliçesi ünvanıyla onurlandırır (!) O soruyla hiç muhattap olasım yoktu. Bizimki, bunun bir aile partisi olduğunu söyledi, surat astı, birlikte gitmemiz gerektiğinde diretti, ben hayır gelmeyeceğim diyince Chloe ağlamaya başladı vee gittik.

Her zamanki Evin Kedisi uyuzluğunu yapmışım. Bu, bende kanıksanmış bir huya dönüştü artık, sürüklenerek sosyalleşme tripleri. İlk tanıştığın bir Türk'le bile " Ne konuşacağım şimdi ben?!" olursun da binbir ülkeden gelmiş, üstüne üstlük hadi politika, Orhan Pamuk, laiklik durumlarıyla zırnık ilgilenmeyen kalabalıkla ne yapılır? Ama öyle olmadı işte. Gelenlerin hepsi ya yeni çoğalmışlar, ikinciye tabi :) ya da hamile, kocası Türk olan bir çift. Ortalık çocuk yığını halinde. Büyükçe yeşillik bir bahçe, hiçbir ev bizimki gibi birbirinin bahçesine bakmıyor. Harika! Bir koca kum havuzu, salıncaklar, içerde tam girişte zıplama zımbırtısı ama çevresinde örgü olduğu için insanın aklı da kalmıyor. Daha önceden tanışıp Reiki ustası annesine hayran olduğum bir bayan da geldi, ohhhh!

Barbekü partisi denmişti ama Taiwan'lı olan eş döktürmüş. Tavuk butları fırınlanmış, binbir tane çeşit yemek, pirzolalar, soslar, meyve suları vesaire...Yemek bitirilince ortaya hazırlanmış olan ateş de yakıldı ve tam bir keyif yapıldı. Biz bayanlar hamilelik, doktor, ikinci çocuk, kardeşler arasındaki iletişimden girdik, Türk kocayla politikadan, ne olacak bu Türkiye'nin halinden bahsettik. Eve dönerken herkes mutluydu.

O kadar çocuk vardı, değil mi? İzlenimimde herkes shift değiştirerek çocuklarıyla ilgilendi. Bebekler elden ele dolaştılar ve hiçbir uyuzluk sergilemediler. Erkek çocuklar tamam, hareketliydiler ama kimse kimsenin kafasını falan kırmaya kalkmadı. Kızlar kum havuzunda bayağı bir oyalandılar. Ha, bizimki yine her zamanki gibi parti havasına girerekten yemek yemeğe nanik yaptı, ben de yiyemedim fazla zaten. Aman bir gece de yenmesin, duygular niyeeee?! ben gelmek istemiyorummmm! dan tatlı bir sırıtışa döndü :) Klasik...

Bu Perşembe, kendime en yakın hastaneden cv sini okuyup da hayran kaldığımız bir jinekoloğa gideceğim. Bakalım, gerçekten hamile miyim? Gelişmeleri yazarım.

Bu arada, mide bulantılarım gerçekten de birinciye göre hiç! Tamam, tabi ki kendini zaman zaman hissettiriyor ama ben ilkinde cehennemi yaşamışım, bundan eminim şimdi. Kokular hiç öyle delicesine etkilemiyor. Köpeğim dışında, o da pas pas gibi koktuğu ve normal zamanda da bana ağır geldiği için. Yemek yapmaya devam, işler yavaşlamış durumda yani bir başlayıp heryeri dışarı içeri süper şekilde bitirmiyorum. Olsun, zaten kimseyi de çağırmıyorum, öyle kendi halimizde kendi pisliğimiz varsa da satmışım anasını diyebiliyorum. Bu da önemli bir gelişme. Eşim de ben de birinciye göre hamilelik konusunda çok daha bilinçliyiz, benimki acayip destek. Yemek, ütü, akşam masajları herşey hizmete dahil :) Şımarıklık diz boyu.

Bir tek canımı sıkan esas sıcaklar başladığında yaşanacak olanlar. Bu sene hiçbir yere gidilemeyecek olunması. Ufaklık açısından bir düzene konulması gerekiyor.

Buradan yorumlarına cevap veremediğim tüm blogger'lardan tekrar özürler diliyorum, yorumlar kısmında sıfır yerine gelen altı tane yorumu görür görmez yanıt vereceğim. Yazanları mailime geldiği için biliyorum ama oradan yanıt yazsam ortaya olmayacak, format bozilecek. Cık! Kalsın şimdilik, gelirler eminim ( yani öyle ümit etmekteyim ) Eski blog okuma hızım da beşte bire indi, lütfen anlayışla karşılayınız :)))