23 Mart 2010 Salı

Uzaktan Maval Haberler...

Hani gazete ya da dergi sahibi genç, hayattan bir haber, çiçeği burnunda ve tecrübesiz gazeteci adayına bir konu verir de adam veya kadın hayatı boyunca hiç düşünmediği ya da tecrübe etmediği bir başlığın içine düşer ya bir anda...

İşte bana geçenlerde aynen bunu hatırlatan bir fotoğrafın altında istatistikimsi bir şeylerle şu haber vardı. " Ev ofisten işini yürüten kadınlar / adamlar çok daha verimli ve mutlu çalışıyor." Fotoğrafta sırıtkan bir anne, kucağında ööle malak gibi bilgisayara bakan bebeği, mutlu mesut profilden bir görüntü...

Valla beni bu araştırma hiççç bağlamadı diyebilirim çünkü bilgiyi oraya aktaranın gerçekten de ne evli, ne de çocuklu olduğunu düşünüyorum. Bir bilgi aktarılırken nasıl deney yapıldığında etkenler vardır ve sen onlardan birini atlarsan sonuç değişir, o şekilde atlanan konular var.

Ofis mesela yıllardır tu kaka yapılmış bir yer olarak düşünülür değil mi? Bana göre ise evi,çoluğu, çombalağı, bir sürü günlük dır dır işi arkada bırakarak işine odaklanman için yaratılmış bir mekan. Yararları çok fazla. İşini yaparken aralarda sigara çay molası, hüp, kaç arkadaşınla lak lak dedikodu, ardından masana getirdiğin çayınla yazacağın rapora odaklan, telefonlarının ardı arkası kesilmiyorsa da yine stresinle turnaklarını ye ama bir başına ol kardeşim! Evdeki gibi bacağında bir çocuk, arka fondan başka biri, ay yemek yandı, ay soğan doğrandı mı gibi fani konulara takılma değil mi ama? (Eve gittikten sonra bir de onlarla bayıntı geçir ama o ayrı bir mesele) Bir de evdeki psikolojide eğer bilgisayar başına oturursan çocuklu bir şekilde inanılmaz bir kötülük yapıyorsun duygusu gelip yapışır yakana.

Evde kalıp da yardımcısız çocuk bakan bir insanın bu gerek baba, gerekse anne olsun bilgisayarla idare edilebilecek bir işe konsantre olabilmesi için çocuklarının daim uyuması gerek! Ver gazı uyut!!! Abartı yok. Çok uslu diyelim, harika ama sen oturdun bilgisayar başına tapata tupada yazıyorsun, çiziyorsun, saatlerce...Olacak iş mi?! Hadi dedin bebeğini aldın kucağına oturttun, hahaha! O zaman tam sekiz şekline girdin. Yazmak imkansız. O küçücük eller parmaklar her yerde, yazdıklarını anında kaybetme riski, bilgisayarının patlama, kilitlenme olasılığı oldukça yüksek.

Belli bir süre sonra zaten bebeğin varsa bir bakmışsın Pavlov'un köpeğine dönüşmüş, sen daha kıçını koyyyaaarrrkkeeeennnn, ciyakkkkkkk! Aynı durum bırakın bilgisayarı, köpekler ve çocuklar için telefonda konuşurken de geçerli. Neden? Çünkü bu tip işlerin hepsinde ilgi çocuklardan hop öbür tarafa kayıyor da ondan. Bazen bir yemek koymanın, bulaşık yıkamanın, hatta çalan bir telefona ya da kapıya bakmanın bile bir kabir azabı olabileceğini deneyimleyen bilir.

Bırakalım bütün bunları ortalamalarda dolaşan bir ev kadını olarak pek tabi ki ortalığın toplanmasını, günlük tuvaletlerin temizliğini, ütü, çamaşır asılması, toplanması, temizlik, yemek işini çeşitli hizmetçiler giderdiği için geriye yalnızca çocuklarınla geçirdiğiniz nitelikli (!) zaman kalmakta...

Çalışan kadınlara da söylenilen bu ya, sanki bakılması gereken bir ev yok ortada, kadın direkt geliyor Aşk-ı Memnu'dan fırlamış bir evde 32 çeşit yemek O'nu bekliyor...O da haliyle hemencecik çocuğuna koşuyor, ödevi varsa anında görüntü veriyor, sinirleri çok sağlam, trafikte kalmamış, üstünü başını deiştirip şöyle bir oh da denmesi icap etmiyor falan filan....

Bana göre bu çizilen resimler evvel zaman içinde diye başlamalı, gerçeklikle yakından uzaktan alakası yok çünkü. Ve sinir bozucu derecede yalan ve ahlaksızca...

Aslında en güzeli, böyle haberi yapanı alacaksın kardeşim, kıracakasın kıçını evde oturtacaksın ama öyle böyle değil, yalnız, herşeyle kendisi başa çıkacak, öteye gitmeye lüzum yok, analarımızın yaşam biçimi. Uzaktan maval okumak nasılmış anlayacak o zaman.

Muhtemelen reality show'un sonunda yaptığı haberi de çiğ çiğ yiyerek programı kapatacak :) Nasıl ama senaryo?! Daha gerçek olduğu kesin de, gerisini bilemem.

20 Mart 2010 Cumartesi

Spunch Bob'dan Einstein Çıkar mı?

Ben kendimi bildim bileli yazarım, ta ufaklığımdan beridir hep günlüklerim oldu, ilk okulda başladım evdeki şenlikleri, kendi duygularımı yazmaya...Ama bir o kadar da çevremden haberdar oldum. İlgilendiğim, araştırdığım, üzerine kitaplar devirdiğim bir sürü konu oldu.

Babamın solcu olmasından dolayı hep Uğur Mumcu'lar, Cumhuriyet gazetesi, ülkenin gidişatı, annemin medyumluk yanından dolayı ölüm, ölümden sonra hayat, parapsikoloji...

Bağdat Caddesi'nde doğup büyüdüm, orta okul sona kadar ama kendimi hiç o lükse ait hissedemedim, hep eğreti oldum, bir yerde bir şeylerin yanlış ve adaletsiz olduğunu düşündüm. Hala da aynı hissediyorum, paramı harcarken gidip şımarıklığın dibine asla vurmam, evrene karşı sorumluluktur bu. Çocuklarımın geleceğidir, kendi yaşlılığımdır...

Şimdi de sosyal yanım hep baki, çevrecilik, gücümüzün yettiği ama bizlere dava açamayacak olan çocuklarımızın, ev hayvanlarımızın, doğanın, vahşi hayvanların haklarını hep savundum. Yalnızca bir konuya kapılıp diğerlerini görmezden gelemedim ve gelmem. Bunun bir bütün olduğunu düşünüyorum. Yani yalnızca kadınların, hayvanların (ona da dikkat edin birisi köpek takmıştır kafasına, diğeri kedi ama aynı bok şartları paylaşan iguanalar, şempanzeler falan da var onların hakkını kimse savunmaz ) çocukların haklarıııı diye bağırıp da mesela çocuk sevmeyen kadınların savaşta ölen, tecavüze uğrayan çocukları görmezden gelmesi...Rezalet bana göre. Bir insan ki ne zaman savunmasız olanın hakkını savunmak ister, ne zamanki olana üzülür onun üzerinde kafa yorar, vicdanı sızlar benim için o zaman insanlık bakidir.

Profesyonel anlamda yazmaya başlayalı bir sekiz sene olmuştur, yazdıklarımın yayınlanması kastım, gazeteci değilim ama bu konuda da bir sürü gözlem edindim.

İnsanlar çeşit çeşit, tamam derde kavgaya karışmamak, kendi içinde yaşayıp gitmek bir hayat tercihi olabilir ama bir de gözlemlediğim başka bir şey var ki ben ona "Bebeklik sendromu" demek isterim, dünyayı hep kendi çevresinde dönenle sınırlı olarak algılamak...Bu bir insana yakışmayacak bir davranış bana göre. Son derece bencil ve boş...Öyle insanlar beni kesinlikle çekmiyor, ağzını açtığında bahsedeceği hiç bir konunun olmaması, kendini geliştirecek hiçbir şeyinin bulunmaması o kadar itici ki!

İş geldi mi dışarıya hava atmaya " Televizyonda çok magazin var!" deniliyor ama tüketilen o, ha bir de futbolla sınırlı spor...Çoğunluğu kastediyorum, işine gidip gelen, eve geldiğinde pijama terlik televizyon olan, okuduğu hiçbir şeyi süzgeçten geçiremeyen ve hatta duygusuzluğundan geçirmeyen, dom dom bir sürü insan...

Şimdi küçücük Facebook ve blog dünyasında bile fark ettiğim o. Seks, şiddet, kim kimi düzmüş türü yazılar ve haberler çok ilgi çekiyor, ha bir de din, milliyetçilik ve bayrak...ama onun dışında biraz beyin fırtınası, biraz değişik konular geldi mi ortaya arıza sinyali veren beyinler topluluğu...

Hep yazıyorum her zaman da yazacağım, kocamla tanıştığımdan beridir yabancılarla paylaştığım tecrübeler 15 yılı buldu. Bir araştırma yapmaya gelindiğinde maalesef gelen objektif İngilizce sonuçlar Türkçeyi sekize katlayacak derecede fazla. Bir konu üzerinde, özellikle bu çevrecilik, insan ve hayvan hakları olduğunda insanların ses vermesi olasılığı çok yüksek. Herkes yazıyor, farkındalık, yorum yapmak çok olağan. Bizler ise sanki bir uçurumdan aşağı bir şey yollar gibi yazıyoruz, cevap boşluk...

Neden mi? Kitap okumak kültürün bir parçası haline getirilmemiş bizde. Herşey ailede başlıyor ve örnek olacak anne baba ne yapıyor? Ağzılarında bir ciklet gibi çiğnedikleri " Bizim kız/oğlan hiç kitap okumuyor, nefret ediyor kitap okumaktan." E sen okuyor musun? Yooooo! " Bizimki meğerse fosur fosur sigara içiyormuş, bizden gizli halbuki hiç istemiyorum." E sen çiyor musun? " İçiyoruz tabi ama olsun o içmesin, kötü bir alışkanlık."

Olmaz kardeşim olmazzzz, sen yapmadıkça çocuğun da senin belki bir gömlek ilerine gidebilir, o da içinde varsa, yoksa unut! Sen Spunch Bob'san senden Einstein çıkmaz. Sanki bir zincirin halkaları misali, eğitimli olmak da eğitimsizlik de bir hastalık gibi bulaşıcıdır. Sen varlığınla O'na örnek olacaksın, örnek bir çocuk yetiştirmek için kendini baştan sona değiştireceksin.

E peki sizce bu mümkün mü?

18 Mart 2010 Perşembe

Yunus Parkları Rezaleti

Kedilicadı'nın Facebook'a gönderdiği linkten bu gerizekalı, bencil, duyarsız, bokluk ötesi uygulamanın Ölüdeniz Hisarönüne'de intikal edeceği haberini aldım. Kendi yazı yazdığım derginin forum kısmından ise çok şükür ki imza kampanyası başlatıldığını öğrendim.

Yeter artık ya! Yıllarca ayı oynattılar, köpekleri (ve tabi ki açlıktan onları yiyen diğer canlıları) ellerinde tüfeklerle, zehirli etler atarak öldürdüler, bıktık usandık bu medeniyetten uzak işlerden.

Yunuslar insan zekasına en yakın, aralarında iletişim ve kendi dilleri olan canlılardan biridir. Farzı mahal ki bunların hiçbirine sahip değiller ama kendi doğal ortamlarında yaşamaya hakları vardır yahu! Hatta bundan sonra pet shoplarda canlı, egzotik kuş ve sonrasının satılması ile ilgili de kampanya başlatılmalı. Neyse...

Verdiğim linke gidin ve imzanızı verin, hemen şimdi!!! Turkish Daily News'da yemin ediyorum onlarca yorum bırakmış orada yaşayan İngilizler ve diğer milletler. Aynı duyarlılığı gösterin, imza vermek yalnızca Atatürk dünyanın en iyi lideri mi? En iyi din veya bayrak bizde mi gibi saçma salak anketlerle sınırlı değil arkadaşlar. Kaldırın kıçınızı!

Link burada.

16 Mart 2010 Salı

Facebook'da Gafil Avlanmalar

Beni Facebook'da aşırı rahatsız eden iki büyük olaya acilen dikkat çekmek istedim. Bu iki kalem hakkında kendilerine de yazdım yolladım ama pek tabi ki ilgilenilir mi, işlerine gelir mi bunlar ayrı meseleler...

Şimdi...Birinci dikkatimi çeken şey kişisel olarak seçip davetiye yollamadan küttedenek "Ahanda! Evinkedisi Facebook'da (tabi ismi soyadı da al sana şu) seni de davet ediyor!" diyerekten uyarılan insanlarla ilgili... Bu durum, bir kere kişisel gizlilik ihlalinin Allah'ı dır bana göre. Çünkü olayın içinde ciddi bir gafil avlanma, apışıp kalma, ağzını yerden toplama durumları var.

Efendim, nasıl oluyor da oluyor? diyenler için hemen açıklayayım, olay şöyle gerçekleşiyor; Facebook hesabı açarken size sorulan sorulardan bir tanesi facebook hesabının bağlanacağı diğer bir adres...

Hatta o adresinizin profilde görünüp görünmemesi, olması gerektiği gibi, size soruluyor, siz de gizli kalmasını istiyorsanız gönül rahatlığı ile pek aktif kullanmadığınız, belki kişisel bilgilerinizin saklı olduğu, blog adresini veya gizli bir adresinizi verebilirsiniz. Ya da atıyorum, her gün kullandığınız ama gayetten formal ilişkilerde bulunduğunuz iş arkadaşlarınız var listede. Boku yediniz!

Bir kere davetiye gidince " Ay kardeş yanlışlık olmuş, aslında sana yollamak hayatımda aklıma gelecek en son şey, geri aldım sen bunu hiç gönderilmemiş say!" falan da diyemiyorsunuz.

Ya düşünsenize, bloğunuzun falan bağlı olduğu isim soyad olmayan bambaşka bir adrese bağlı kelalaka kim varsa onlara da gidebiliyor tüm detaylar, kelaynak gibi fotoğrafınız, aile efrat sülale halleriniz falan...

Eveeeeet! İnanılası gibi değil ama bana gelen bazı davetiyelerden bazılarının aslında o kişinin rızası olmadan gafil avlanmış olduğu o kadar barizleşmeye başladı ki gerçekten bu durumun yazılması benim için kaçınılmaz bir hal aldı.

Sonra bilmeden kendi kendime benim facebook account'unu bloğun bağlı olduğu kelalaka kişiler için kullanılan hesaba bağladığımı düşündüm, beni bir kaşıntı tuttu, anlatılmaz hissedilir türden :( (Gerçi bu konuya değinilmiş ama Facebook hesabı açarken kalem kalem avukat gibi her yazılan okunmuyor ki!)

İkinci çok önemli fark ettiğim nokta fotoğraflar konusunda yaşandı. Anasayfaya gittiniz, orada sizlerin arkadaşlarınız olduğu kişiler kendi arkadaşlarının bir fotoğrafına yorum yapmış. Şimdi gidin fotonun üzerine ve tıklayın. Voilaaaaaa!

Göreceğiniz şudur ki, o kişinin profilindeki bilgiler saklı olsa bile her bir fotoğraf albümüne " Yalnızca arkadaşlarım" ibaresi konulmadığından dolayı yedi sülalesini görebiliyorsunuz!!!!! Bu korkunç bir şey!!!! " Gizlilik Ayarları"ndan genelde seçilen " Yalnızca Arkadaşlarım" yetmiyor. Bu haklı olarak %90 kişinin gözden kaçırıp anormal bir şekilde deşifre olması için bir ikinci yol :(((

Unutmayın ki, Facebook bazı kişiler tarafından tamamıyla bir sosyal internet ağı olarak algılanıyor ve yine yalnızca internetten tanıdığı yüzbilmemnekadar kişi listede, dolayısıyla o kişi arkadaşlarınızdan biri ise ve sizin çok özenle koruduğunuz fotoğraflarınızdan birine yorum bıraktıysa, O'nun kendi arkadaşlarıyla paylaşılan Ana Sayfasına bu bilgi gidiyor ve ayıkla pirincin taşını! O ne üdüğü gerçekte belirsiz şahıs sizin çoluk, çocuk, bebek, koca, gelmiş, geçmiş... herşeyinize ulaştı. Boku yedik etti mi number two?!

Al sana Facebook!

Kıssadan hisse...

Foto albümlerinizin her birine tek tek ayar yapın, o zaman sizin fotoğraflarınıza yorum yapan arkadaşınızın arkadaşları kendi anasayfalarında durumu göremiyor bu bir.

Facebook accountunuzu kişilik bilgilerinizin gizli olduğu, kelalaka insanların bulunduğu bir adrese bağlamayın bu da iki.

Ayrıca, msn ya da başka hesaplardaki kullanmadığınız adresleri bu tür tatsız olayların yaşanmaması için iptal edin ahanda bu da üç.

Bizim gibi ya Allah bismillah işin içine dalanlar da...Facebook'da sırıtarak gelen kelalaka tiplerin üzerine bir bardak su için :)))

4 Mart 2010 Perşembe

Hüttürdüklerimizden misiniz?

Yahu bir Allah'ın kulu yok mudur Hüthüt kuşuna link veren?! Buradan direkt girildiğinde blokajlı! Hay Allah'ım Yarabbim ya! Nefret ediyorum bu blokajlama ve "Senin yerine ben düşündürüm, okurum ve karar veriririm ki o bilgi veya yazı, görüntü senin için kötüdür." mantığından.

İnternet herşeyin özgürce yazıldığı ortam olmalıdır, yok Atatürk'e hakaretmiş, yok dine küfürmüş bilmemne, sana ne kardeşim, sen keyfimin kahyası mısın?! İstediğimi okurum, beğendiğimi beğenirim, beğenmediğimi bırakırım, tövbe tövbeeeee!