27 Haziran 2010 Pazar

Ben Normal miyim Dr. Öz?????

Dr. Öz'ün sağlık show'unu izleyen herkes bilir ki programı canlı olarak seyretmeye gelenler stüdyoya çıkıp sorusunu sorma potansiyeline sahiptir. Benim gördüğüm bu soruların pek de duyulması olağan, her gün karşılaştığımız cinsten konular olmadığı. Bir kısmı sorulamayacak kadar utanç verici veya bir diğer bölümü hakikaten "Dr Öz ben gözümü mıncıklayıp mıncıklayıp içinden sümüksü bir madde çıkarıyorum, normal mi?" gibi akla gelmeyecek türden...

Ben orada olsam ve bir şekilde soru sorabilsem; "Çocuklarla sosyalleşmenin aşırı stresli, karı koca görüşmelerinin sıkıcı olduğunu düşündüğüm için bana kalsa çoluk çombalak ve çiftli olarak zamanımı hiç bu konulara harcamam, normal miyim doktor?" derdim.

Bir kısım insana göre "AAaaaa ne ayıpppp, olur mu canım öyle şey?! E o zaman hiç görüşülmesin!" tepkisine gark olacağımın bilincinde olsam da çocuklu sosyalleşme, başkasının evinde kalma, yaşama, tatil yapma mantığı bana göre değil. Bu normal veya değil bilmiyorum ama normallik neye ve kime göre orası da tartışılır.

Mesela bazısının aklında çocukların çığlıklar atarak çevrede koşturduğu, ağaçlardan perende attığı, koskocaman İtalyan tarzı kurulmuş masalarda kimin ne söylediğini bir diğerinin dinlemediği, şen kahkahaların ve aynı anda bebek ağlamalarının birbirine karıştığı bir senaryo olabilir. Ben ise o senaryonun bir parçası olmak istemediğimi buradan rahatlıkla haykırabilirim.

Bunun altında yatan başlıca sebeplerden biri insanların kalabalık ailelerden gelmesi ve alternatifin aslında ne derece ruha sakinlik verdiğinin ayırdına varmamaları da olabilir. Hatta kuvvetli bir ihtimaldir bu, insan nasıl ortamda büyüyorsa o ortamı kurmaya meyillidir.

Aslında biz de üç kardeşiz ama ben büyük farklarla en küçükleri olduğu için sanırım "Tek Çocuk Sendromu" yaşıyorum. Heryerde ve her an sessizliği, kendime ayıracağım zamanın kalitesindeki bilinci ve onu bırakmama direncini şiddetle hissetmekteyim. Kardeşlerimle o benim, bu senin! ama onları benden daha fazla seviyorsunuzzzzz! kavgası hiç yaşamadım. Onların bir yerde genç yaşta edindikleri çocukları gibiydim.

Ablam zaten kendimi bildim bileli evli ve çocuklu oldu, abim ise en sevdiği filmlere, çizim yaptığı odaya beni ortak etti, öyle büyüttü. O yüzden de bir yerde çok genç bir baba modeli de vardı karşımda büyürken.

Yaşamım boyunca kendime yakın kardeşler ve onların bitmek bilmeyen çekişmeleri, enerjileri, titreşimleri olmadığı için belki şimdiki yaşımda aynı ortamlardan hep kaçtım. Kendi çocuklarımı da elden geldiğince o enerjiden uzak kendi hallerinde yetiştirmeye çalıştım ve çalışıyorum, hala heyecandan, hop hop hop zıplama, bağırış, evin içinde deli gibi koşuşturan çocuklar fotoğrafını kendime uygun bulmuyorum.

Çocuklu arkadaşlarla bir araya geldiğimizde durmadan kesinti yaratan ve bambaşka bir konudan bahsederken "Ayyyy bugün kaçıncı bezini değiştirdim, meyve yiyince kaka bombardımanı oluyor" ya da "Yaaaa görüyor musun işte yapamıyor kakasını, kabız oldu, hadi gidelim mi tuvalete, orada deneyelim?" tipi kesintilere uğramak çok normal mesela. Ya da anne ve babalar oturup çocuklarının yaptıkları haylazlıkları anlatıyorlar birbirlerine ki bu nokta gerçekten hiççç ilgimi çekmiyor. Bir de gerçekten insanların bebekleri olunca bir kaka muhabbetidir gidiyor, önceden ağza hiç alınmayan hatta tiksinilip burun bükülen bu kelime neredeyse her cümlenin içinde birer ikişer kullanımda.

Peki bu durum beni kötü bir ebeveyn mi yapıyor? Sanırım başkalarıyla beraberken olaylarla yüzleştirmemi, problem çözüm yeteneğimi ve soğukkanlı olmamı engelliyor. Kendi çocuklarım bir kenara, belli bir saatten sonra ortalığa saçılan error sinyalleri, çocukların maksimum oynama saatleri olan iki saatin erişkinlerin bitmeyen konuşmalardan ötürü uzadıkça uzamasını, bu yüzden yenilemeyen yemekleri, içilemeyen içkileri veya çayı kahveyi, o sırada oynanacak oyun kalmadığından deli danalar gibi saklambaç, bağrış çığrışın beni deli ettiğini görmezden gelemiyorum.

Sonuç ise yorgunluktan bitap düşüp dengesi bozulan kendi çocuklarımdan çıkıyor onu da gözlemliyorum. Bu sırada izlenmekten "Evin kedisi de pek bir agresif canım!" denmesi potansiyelinden de hoşlanmıyorum.

Çünkü aslında bu tahammülsüzlüğün altında yatan neden, görmezden gelinen, suçlusunnnn! diye kaldırılan parmağın esas sebebi bambaşka. Ve onun adı da uyku bölünmesi, kargalar bokunu yemeden yaz kış okul iş zamanı ayırdedilmeden kalkılması, sürekli bir hareket hali ve bölünme histerisi olarak özetlenebilir.

Herşeyden önce çocuk ve bebek bakımı denilen süreç belli bir yaşa gelene kadar ciddi derecede engebelerle dolu. Bir çocuk en ideal şartlar altında yatsa uyusa ki bu genelde görüyoruz ana babalar tarafından sağlanamıyor, gece bir kez ya açlık ya da susuzluk adına kalkmak demek...

Bu durum ise kolay değil en bilinen işkence yöntemlerinden biri olan uykusuzluk problemini yatırıyor masaya. Kaldı ki memlekette genelleme çocukların ayakta sallanarak, yanlarında yatarak, aynı yatak odasında ya da yatakta uyumasına izin verilerek uykuya gönderme teknikleri ya da bana göre tekniksizliklerinden ibaret.

Ben ve eşim düşünemiyoruz ki gece maksimum sekiz buçuktan sonra, o da pek tabi ki uyku ihtiyacı yoksa ve koltukta falan uyuyakalınmıyor ya da dokuzda kös kös yatak odasına gidilmiyorsa, maksimum kalan üç buçuk saatlik zaman dilimi sakince bizlere ait olmasın...

Bu bahsettiğim stres, çocuklarımızı koyuyoruz yatağının içine hadi bay diyip odadan çıkıyoruz versiyonu olduğu halde böyle aksi şartlarda karı koca bizim sinir stres yığınından ağzımızda çiçek kafamızda huni dolaşma olasılığımız, birbirimizi parçalama, çocuklarla intihara teşebbüs yüzdemiz hayli yüksek olurdu.

Bir anne ve baba olarak belki garipsenecek çünkü işin doğası ona göre oturtuluyor ama çocuklarımın uyku ve diğer hiçbir konuda bana/bize bağımlı olmasını istemiyorum.

Süt verirken de aynı duygu altında ezildim unufak oldum. Bunlar dediğim gibi yazılınca bazılarına ayıp gelebilse de bizim gibi kadınların ve adamların olduğunu da bilmenizde fayda var diyorum. İnsanların dinlenmesi yemek yemesi veya kendilerine gelmesi gereken zamanlarının hepsini çocuklarına harcayarak geçirmeleri durumunda bırakın sağlıklı bir evliliği, normal bir hayat yürütebileceklerini bile düşünmüyorum. Yatılan ve paylaşılan yatakta bebeğin veya çocuğun yanında yapılan seks...Söyleyecek bir şey bulamıyorum desem daha mı doğru acaba?

Bana göre...

Çocuk kendi kendine uyumayı öğrenmeli, odasında yatmalı mıdır?

Evettttt!

Çocuğun uyuma saati belli olmalı ve bu büyüklerin saati ile karıştırılmamalı mıdır?

Eveeettttt!

Sonra, insan neden sosyalleşir? Kafa dinlemek, keyif almak, sohbetlemek, espri ve yemek yapmak, yemeği servis etmek ve adam gibi yiyip içmek için, değil mi? Peki, her çocuklu arkadaşlık festivalinde içtiğim çay bile piç oluyorsa, yediğim yemek boğazıma diziliyorsa, karı koca insanların arasında gidip gelen enerji (o da haliyle sen bak da ben bir nefes alayım ya kardeş, bak görüyor musun işte hiç yardım alabiliyor muyum? dır dır dar dar) ikilemi üzerine oturuyorsa bana ne kardeşim demez miyim?

Derriiiiimmmm!

Ya da yıllarca kanka olduğum arkadaşım çocuk doğurmuş ama o çocuğu eğitme metodu, çocuğun hareketleri benimkine çok ters düşmüş, al sana başka bir dağılma konusu olur mu?

Oluuuurrr!

Dışarı çıkmışım alışveriş yapacağım ama ufaklık yeni yürüme ardından da koşma moduna geçmiş, elde torbalar, hiçbir şeye bakamadan bebeğin peşinden, o alışverişin içine edilmiş midir?

Edilmişşşşş!

Aile ziyaretine tatile gidilmiş, herkes gülüp eğleniyor, yemekler yeniliyor ama ben kendi çocuklarımın yemeğini düşünmek, kendimden önce onları doyurmak, kaka yapılmış bezi değiştirmek, üst baş değişimi yapıp bin kere konuşulan konuyu kaçırmak, çok önemli bir noktada; "Pardon kaka yapmış bir bez değiştireyim..." ya da "uyku zamanı geldi bir yatırıp geleyim..." "Aaaaa cısssss bom bom olursunnnn çıkma oraya bak....görüyor musun bir dakika oturmaya gelmiyor!!" gibi bok bok diyaloglara girmek zorunda mıyım?

Zorundayımmmm!

Bunlar beni fena halde sıkıyor mu?

Sıkıyorrrrrr!

Bu şartlar altında "Kardeşim sen de neden çocuk yapmışsın ki hiç yapmayaydın da bunları da yaşamamış olurdun." denilebilir ancak illa ki çocuklarımla sosyalleşmem gerekmekte mi o da bir soru işareti tabi. Başkalarının doğrularıyla yaşamak zorunluluğum yok, ben nasıl ki çocuğu duvara tırmanan birine müdahale etmiyorsam benimkine de karışılmasını istemem, anlayış beklerim.

Son söz olarak insan hayatını ikiye ayırıyorum, çocuktan önce ve çocuktan sonra...Ve ardından kapımın üstüne şu yazıyı asıyorum;

"ÇOCUKLARIM VAR, BÜYÜTENE KADAR MEŞGULÜM, RAHATSIZ ETMEYİNİZ!"

22 Haziran 2010 Salı

Alerji veya Kızamık

Akşam babayla 1 numara eve girdiklerinde saat 22:00 ye geliyordu, alerji teşhisi konmuş olması beni şüphede bıraktı.

Benim bildiğim alerji oluşması için gerçekten de çok ilginç bir şey yenmesi ya da olağanüstü bir durumla karşılaşılması lazım. Bir de hiç alerji boğaz ağrısı, ciddi bir ağız kokusu ve kuru öksürükle başlar mı?

Aklıma ilk gelen çocuk hastalıklarından oldu ki kitaptan listeye girenler kızıl ( iki sene önce İngiltere'ye tam gitmeden başımıza gelmişti ve çok yüksek ateş yapmıştı, hadi geçirdiği için belki minimum böyledir etkisi dedim ) kızamık...

Ayrıca Fenistil alerjide hemen etkisini gösteren bir şurup olmasına rağmen bu hastalık bir şekilde akşam yediye doğru tekrar ediyor, bütün vücudun ön kısmı zımpara gibi kabarıyor ve kaşıntı...Yani şurup da etkisiz...I ıh! İçime sinmedi, hatta;" Leyn sen de o doktora gidip kötü haber alamayınca tatmin olmayan manyaklara mı döndün?!" dedim kendi kendime.

Dün ise okuldan yazı geldi. " Çocuklarda kızamık vakaları görülmekte olup belirtiler şu şu ve şunlar olabilir. Döküntüler görüldükten bir hafta sonra bile bulaşıcı olup, evde takibi gereklidir."

Al sana alerji! Doktor üzerine basa basa astım atakları oldu mu onu sormuş. Tamam olmadı ama kuru öksürükle başladı olay ben biliyorum. Chloe de bunu hatırlayamamış ve öksürüğe " Olmadı" karşılığını vermiş.

İşte kim çocuklarla iş dolayısıyla daha uzun vakit geçiriyorsa o gözlemlediği için, ortamda ben olsaydım belki de teşhis bile daha farklı olacaktı diye düşünüyorum. En azından doktora alerji ile kuru öksürük ve boğaz ağrısının bağlantısı ne olabilir diye sorardım.

Bunların hepsi çocuk hastalıkları ve hayati tehlikeleri olan şeyler değil biliyorum ama bebeğe geçme riski uyku ve yemek düzeninin tam giderayak alt üst olması demek ki bu bizim için herşeyin belki beş kat daha zor olması demektir. Bunu düşünmek bile istemiyorum, zaten herşey dört dörtlük giderken bile o kadar enerji harcanıyor ki...

Şu yazıyı yazarken bile içtiği sütü inek memesi kıvamında sıkıp süt çıkarttığını gördüm, zar iki gündür yatak o yüzden sırılsıklam ıslanıyormuş demek ki. Ya nasıl bir durumdur anlamak mümkün değil. Bazen işte olta atıp gözlemlemek lazım...

Bu arada, iyi ki ailede herkes aşılı (geçen sene doktor demişti ya aşılı olmamama rağmen aaa neden hemen hamile kalmıyorsun), ne diyim, geciktirmemek lazım, hele de evde okula giden birileri ve küçük kardeşler varsa...

20 Haziran 2010 Pazar

Atışa Tepişe Yaşamak...

Hayatımda ilk defa online da üç kişi gördüm içim bir hoş oldu :) Aynı anda sayfa sayımı okuyan ve online sayısını gösteren widget'ıma da baktım, ahanda onda hala bir kişiiiiii!!! Demek ki ben yıllarca ona kanmışım vay ahlaksız kahpe felek dedim kendi kendime, ne kadar üzüldüğümü hatırladım ve bugün için yazılacaklara geçtim.

Efendim, önce haberler... Yarın itibarıyla resmi anlamda evlenmemizin üzerinden 13 yıl geçmiş oluyor ve nerdeeee benim o eski hamarat, pasta üzerine kadın erkek yaptığım günler? Yapıp yapacağımız ancak gece bir saatliğine, yakında bir pub'a kaçmak olabilir, ötesi imkansız.

Olsun! Hiç yoktan iyidir. Bana part time gelen yardımcımı çok seviyorum, O da Zo'yu :)) Büyük gayetten cool, artık büyüdü, ikisi de pek birbirlerine yaklaşmıyorlar, sebep de dil sorunu. Soraj'la beraber bir çocuk bakıyoruz bir ev temizliyoruz, O Zo'yu oynatırken ben yemek yapıyorum, tuvaletleri falan temizliyorum, ben alıyorum kızı o halıları siliyor falan. Böyle bir iş tanımından azami derecede mutluyum, bence O'da öyle. Hiçbir insanın götünü devirdiği yerden emirler yağdırmasından hoşlandığını düşünmüyorum. Yukardan alta bir emir komuta zincirindense bir işbirliği havası hepimize iyi geldi ne diyeyim :)

Dün gece Zozo hanım her saat başı kalkarak kafalarımızı tavana vurdurdu, onun da hemen nedenini açıklayayım. Ablanın okuldan sonsuz sayıda eve taşıdığı, ilk baharın o çorba havasını ortama getirmesiyle birlikte başlayan klimalı hava soluma çalışmaları...Bunun sonucunda neredeyse bir şekilde her hafta sonuna denk gelen boğaz ağrısı, bitmeyen bir burun akıntısı üçgeni...Ha! Bu geçtiğimiz hafta sonu kuru bir öksürük olaya eşlik etmekteydi. Bir de şimdi İngiltere'ye gidilecek ya oraya gitmeden önce illa bir olunur kızıl, kızamık, ishal, kabızlık...artık akla ne gelirse! Aldı mı beni yine bir sinir...

Zar gittiğim yerde tam bir otorite çatışması yaşanıyor. Kimseyi dinlemeyi sevmeyen aslan burcu kadınına; " Bir de ben bakayım, hımmmm bu doğallll herkesde olurrr" gibi yorumlar yapılmaktan ziyade alınan kararlara sürekli müdahale edilip koca arada pin pon topu kıvamında bırakılıyor. Allah'ım sen beni koru!!! Bu bende korkunç öfke patlamaları yaratıyor doğruya doğru. Bir de o organize olurken yapılması gerekenleri sayan ban'a " Don't worry Evin Kedissiiii, be happpyyyy!" denilmiyor mu?! Al at kafasına bir şey.

Neyse, devam edeyim sabahda kalmıştık...En son kalkıldığında saat sabahın dört buçuğuydu ve ben kendimi artık yataktan doğrulma pozisyonuna çekmeyedurayım koca gitti ve çocukların odasının olduğu derinlikte kayboldu. Haşır huşur sesler, ulan sabahın dört buçuğunda da mıçılır mı e be kardeşim, yapmışşşş, ne yapsın adam?!

Değiştirme falan derken Zozo ile sabah ezanı arası gidilip gelinmiş ve sabah O'nu işe uğurlama çalışmaları yaparken 1 numara çıkageldi. " Annneee ben kaşınıyorum!" Haydaaaa! Bu arada ufaklık zıpkın misali odadaki çekmeceleri açıp içinde ne var ne yoksa çıkartma ve kahkahalar atma modundaydı yani o cephede asayiş berkemal.

Bir baktım ki ciğer olmuş bizim kız! Son ciğerlik halinde yine İngiltere'ye gidilme öncesi bu sefer çok yüksek ateş de vardı ve kızıl hastalığına yakalanıldı. E bebek uyumamış mı bir gece önce doğru düzgün, Chloe der mi ben kaşınıyorummmm dedim yedik ayvayı, yine bir tatil seyahat planı yine yeni ve yeniden...Yani anlaşılıyor mu bilmiyorum ama iki çocuk arasında yaşanan dakikalık ebeveyn psikolojisi bu; hadi yırttık, aaa mıçtık arasında sarkaç misali gelip gidiyor insan.

Bir numarayı evde tuttum, gözlemleyeceğim ama yarı baygın bir haldeyim, iki numara sabah kahvaltısını yapmasının ardından nakavt oldu zaten, hadi ben de O'nunla bir uykuya...Kalkış...Allah'tan evde yemek vardı, hatta ev ekmeğim bile hazırdı, arkadaş aramış kahvaltıya gelsen...Ben aradım bu sefer O uykuya gitmiş oğluyla yazık...

Chloe iyileşir gibi oldu, Fenistil kremin ve şurubun tarihleri Allah'lık olmuş atıldı, babaya gelirken alması için sipariş verildi, o sırada bir şekilde tuzluk elimden düşüp kırıldı, arkasından Zo hanımın elinden kurtarayım derken bizim karı koca resmimizin olduğu çerçevelik...Aman akşama doğru alınan Fenistil şurupla iyileşilir derken daha bir kötüye gitti, babayla kızı yolladım hastaneye...

Bunu neden mi yaptım? Birincisi evde küçük bir bebek var ve bunun mikrobik mi ne üdüğü belirsiz bir şey mi olduğunu anlamalıydım. Yarına kadar çocukcağız böyle kaşıntılı kaşıntılı yatmamalı dedim. Eğer kızıl bir şekilde tekrarladıysa ki kuru öksürük ve boğaz ağrısı bana onu düşündürdü, o zaman gerekli antibiyotik verilir, yarın da ne yapacağımız anlaşılır.

Babanın yorgunluktan haliyle yüzü düştü, dört buçukta başlamış bir gün...Ama yine de beş dakikalık doğum yaptığımız hastaneye gittiler beraber. Orası evimiz gibi sanki, butik hastane diyorum ben. Allerjik reaksiyon denmiş, yine bir oh! En azından mikrobik değil ve bir de minik bebeğin ve dolayısıyla bizlerin uykusunun içine edilmeyecek...

Kafamda binbir tilki oynuyor yine. Doğum kontrol iğnesi öküzce yan etkilerini sürdürmeye devam ediyor. Daha gazlıyım bir kere ki normalde hayatta olmayan bir şey. Sabah yine gaz sancısı vardı. Saçlar çatal çatal tiftik gibi :( Sinir boğazımdan yukarı tırmanışlarda, eller tutmuyor, kelimeler kaçışlarda, isimler zaten çoktan sırra kadem basmış vaziyette. Gitmeden taze taze saç yaptırayım demiştim, umarım boya tutar bu gidişle çünkü adet dönemi öncesi saça da gidilmez :( Ah kafama sıçim! Nerden çıkarttım tam tatil zamanı bu salak deneme yanılma oyununu ya?!

Her zamanki gibi bu dönemlere gelen ruhi bunalım halleri de yapılan, söylenen her türlü hareketin binbir kere evrilip çevrilmesi ile sonlanıyor. Bu durum çocuklarımı pek tabi ki olumsuz etkiliyor çünkü ruhumu, beynimi onlara vermemi imkansızlaştırıyor. Neymiş efendim? Yaşlı, bokum suratlı, bizleri sürekli kıran osuruktan insanların torunlarını görmeye ihtiyaçları varmış safsatası bende şu soruyu yaratıyor. Neden hep kötüler, iyilerin; " Ya boşver şimdi şu ölümlü dünyada kalp kırmaya değer mi?" leriyle besleniyorlar? (Aman, lütfen haminnemin siz de yaşlanacaksınız gün gelecek ama... tarzı yorumları yapılmasın çünkü burada üzerine basmak istediğim konu tatlı tatlı yaşlanmak, lafını sözünü bilmek, sevgi dolu olmak değil, başka bir şey)

Artık ciddi ciddi sorduğum soru bu. Dikkat edin bakın hep bu böyledir. Karşıdan öküzlükler gelir bir üç beş, aradan zaman geçer o hareket iyi tarafından unutulur, kırmayalım üzmeyelim denir ve aynı nakarat...

İnsanların yaşlılıkları, sorunları vb... her türlü bahaneleri arkasına sığınmalarından ve yontulmamışlıklarını haklı göstermelerinden çok sıkıldım. Cidden öyle...

Peki bunu belli ediyor muyum? Evet, kendimce yollarla... Eskisi gibi içten, mutlu, arkadaş canlısı, durmadan yazan eden halimi değiştirip, buz gibi, konuşmayan, tepki vermeyen halime bürünüyorum. Bunu yapmış olmak ya da zorlamak anlamında değil kendiliğinden o sıcacık duyguların yerine bunlar yerleştiği için yapıyorum. Ha tabi kim takıyor, umursuyor ya da farkına varıyor orası ayrı. Zaten onun da hesabını yapamıyorum, yalnızca ben yaşım ilerledikçe ciddi dönüşümler değişimler geçiriyorum.

Ve işte yeniden böyle duygularla yapılan hazırlıklar, hayatımın bu noktasını yüzde yüz kontrol edememekten doğan isyanlarla geçiriyorum zamanımı. Allah'tan kalınacak iki haftanın bir haftası Stonehange'in olduğu Glustonbury civarlarında bir countryside evde geçirilecek, yine kocam ve kızlarımla birlikte zaman zaman atışarak, zaman zaman sevişerek :) Ama işte aile demek bu demek! Olması gereken neyse sürekli kasmak değil dolu dizgin atışa sevişe tepişe yaşamak...

Kadehimi bu 13 yıla ve getirdiği iki güzel kız yavrusuna kaldırıyorum, hala onların benden çıktığına inanamayarak, şerefe!

16 Haziran 2010 Çarşamba

Freeeeddommmmm!!! Derken...

En zorlandığım konulardan biri diyet yapmak, çocuklar büyürken onlara besleyici ve iştah açıcı ne varsa yapılmalıyken evde kendine davetiye çıkartmayan, hatta sıkıcı olmasından mütevellit ağza atılıp hemen geçiştirilmesi gereken yemeklerden hazırlamak...Ne kadar zormuş...

Aerobik sınıfına katılalı yaklaşık ikinci ayımın içindeyim. Haftada üç günlük ki bu haftadan itibaren o sayı ikiye düştü, bir program. Şu an 40 bedendeyim amaç 38...Dediğim gibi hem lezzetli iştah açıcı, teşvik edici yemek yapmaya çalış hem de yeme!

Geçen hafta da üç aylık hormon (pregesteron) korunma iğnesi yaptırdım. "Yan etkileri neler olabilir?"soruma yine dangalakça bir şekilde " Hiçççç! Süperrrr bir iğne!" cevabını alıp kıçıma acılısından vurulana kadar hanyayı konyayı pek anlamadım, hoplaya zıplaya eve döndüm. Amannnn ne güzel yıllardan sonra free sexxx, freeeddoooommmm naraları ataraktan...

Bir kere yakan bir iğne bu birrrr, ikincisi iğneyi yediğimin ikinci günü baktım yine sinirden saçlarım dimdik ahanda dedim bakalım bu hormonun yan etkileri nelermiş. Dınınınnnnnn!

Sene içinde 1 ila 3 kilo arasında hormonun su tutma ve iştah açıcı özelliğinden gelen yan etki. Bu muhakkak söylenilmeli demez mi internetteki bir doktor röportajında!!!

Bazılarında depresyon sinirlilik hali. (Bu ben tanıştırayım)

Saçlarda dökülme (Tam da bu aralar yaştan ve doğum sonrasından saçlarım inceliyor mu neeyyy? derken)

Bana göre aynı adet öncesi sendromların yansıması, mesela koşturararak gelen tuvalet atakları hani epey bir zaman önce 25 adet semptom bulmuştum ya kendimde, ya kabızlık demiştim ya tersi, işte bu öyle.

Salaklaşma, elinden onu bunu düşürme

Acıyı daha fazla hissetme

Herşeyi daha fazla kurcalama, bunalma ve dert etme (bugün mesela aman evden kaçayım dedim evden çıktım alışveriş merkezine...Arkadaş ve oğluyla. Eve gelirken evim evim güzel evim diye ayaklarım kıçıma vurma modundaydı)

Tatlıya aşırı istek, özellikle çikolatalı şeyler :(((

Yorgunluk, hareket yaparken kesilme, uyku hali

Ulan ben ne diyim artık bilmiyorum ki!

Bundan sonra hele de bu iş üç ay kendini bu şekilde sürdürürse Allah korusun, kıssadan hisse yumurtalıklarıma dokunmayan yılan bin yıl yaşasın! sloganı olacak. Çünkü yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak gibi bir şey bu. Adet görürken her ay bunları yaşıyorsun ama iğneyi yiyince üç ay sürekli böyle dolaşıyorsun :( Sabır taşı olsa ortasından çatlar, ben kendime bir hafta dayanamıyorum, aile tuz buz olur, kendi kendini imha eder yahu!

Bu arada belirtmekte tekrar fayda var Arap Emirlikleri'nde zaten korunmayı destekleyen bir sistem yok. Aman çoğalalım, çoğalasın, çoğalsınlar... bakış açısı hakim. İlacın fiyatı talep görmemekten dolayı neredeyse parasız hale gelmiş denilebilir. Doktorun fiyatı eczaneye soruşu ve hemşirenin bize iletişi, yok canımmm bu kadar da olmaz yanlış anlaşılmıştırrrr! dememiz...

Bir de bak dedim ki jinekoluğuma "Rabab'cım (kendisini gerçekten de çok severim ama beni bu konuda hayal kırıklığına uğrattı, dersine iyi çalışmamışşşş) bir kilo bile aldırırsa ben yokum bu işte."

Bir buçuk aydır kıçımız çıkıyor beş kilo verelim diye atla deve de değil ama yaşlar ilerledikçe ne zor oluyormuş eski kılıfa dönmek, e bir alacaksın iğneyi hadi tekrar şiş olacak iş mi bu?!

"Aaaa hayatta!" dedi Rabab. Al sana hayattaymış!

Benden size tavsiye önce korunma planlamasında araştırın, öyle yapın. Fakat bir yandan da deneme yanılma...Zor bir karar.

Bak yine acıktım şimdi :(((