30 Haziran 2008 Pazartesi

Dört Kala

Bu evde istemesem hiç bir şey yapmam, bizimki geçenlerde " Seyahate hazırlık anlamında fazla yükleme yapmayı sevmediğini " belirtti. Kısaca, zaten kızımın, kendimin ve O'nun ekstraları benim tarafımdan ayarlandığı için olsa gerek böyle bir yoruma gidildi. Neyse, her zamanki gibi seyahatlerden, başkalarının evinde eksiksiz olma stresiyle ne kadar gerildiğimden dert yanmayacağım ama şu son birkaç gündür yine sinirlerim gergin, atlayacak yer arıyorum diyebilirim. Hiçbir şey yapmamak veya yapmak konusu bana ait olsa bile öyle boktan bir sorumluluk duygum var ki, herşey düzgün olacak, atlanmayacak, giderken pis ve dağınık bir şey bırakılmayacak gibi saplantılar içindeyim. Hasta mıyım neyim bilmem ki?!

Buraya gelip de Türkiye'ye yola çıkmam arasındaki bir günüm mesela, İngiltere'den gelen herşeyin yıkanmış olması lazım, söylerim kayınvalideye gitmeden ne yapalım? Türkiye'de kalışım on güne çıkmış olsa bile ikinci hafta sonu yapılacak işler var. İstanbul'a gidip yayın eviyle görüşmek gibi...Bakalım ne olacak o konu?

Onun dışında daha Türkiye'ye sabahın üçünde ruh gibi adım attıktan sonra altıbuçuk arabalı vapurunun kalkışına kadar bekleme, ardından İzmir'e biletlerin ayırtılması durumu var. Dönüş bir günü yer, oradan buraya gelip doğru düzgün uyumadan bir yolculuk daha, ardından bir gün belki uyuyup İzmir'e...Zor olacak, İngiltere'de de on günden az kalınmaz ki!!! O kadar para harcanıp uçak biletleri alınıyor, saatlerce bekleme, itme, kakma...

Ağustos ayı buradayım. Ufaklık yaz okulunun ikinci dönemine girmiş olacak, ayın 15 i İngiltere'den geliyoruz ailecek, ardından hemen bir gün sonra kızın okulu başlamalı çünkü zaten dört gün kaçmış olacak. Bir aya sığdırılmış, tıkıştırılmış ülke ziyaretleri, ne diyeyim bilemiyorum. Bazısına hem seyahate çıkıyorsunuz hem de dır dır dır gibi gelebilir ama bunlar seyahat değil, aile ziyareti dikkat!

10 günlüğüne Catherine'nin yardımcısı bizde, O'na ziyaretçi odasını ayarlamam lazım, yıkanacak edecek kadın. Bu, kocam için gereksiz, dolayısıyla ne demektir?!!! Yapılacak işleri gereksiz bulduğu için orada olmayacak :( Ben tüm eşyaları bir yere gruplayacağım, odayı ve banyoyu ayların pisliğinden arındaracağım. Iyyy ıy!!!! Zaten bizimkine kalsa günlece aylarca evden çıkmasın, evde iş miş yapılmasın, acıkınca yemek sorulsun, ama gerisi önemli değil. Bense kıpır kıpır bir haldeyim şu an çünkü hakikaten İngiltere'den buraya geliş ve Türkiye'ye geçiş arasında zaman yokkkk!!!!

Dolayısıyla, hepinizin tatilinin iyi geçmesini diliyorum şimdiden. İşimin başına! Ağustos ayında görüşmek dileğiyle :)

26 Haziran 2008 Perşembe

Uçukladım!

" Cama yansıyan elektrikli süpürge ucu böceği " sayesinde uçukladım :))) Yemin ediyorum, bugün sabah dudağımda acımayı fark ettiğimde şoka girdim. Demek ki korku ile uçuklamak arasındaki bağlantı doğruymuş yahu! Biyonik kedi gördüğümü zannettiğim şeye (!) bu ismi uygun bulmuş, O'na da çok güldüm ama kendi halime ve salaklığıma daha bir inandım artık :(

Bütün bu olaylar aklıma şu aralar arkadaşlarımdan duyduğum Mr. Bean tarzı durumları getirdi. Mesela, bale dersine gelen ve Brezilya'lı bir veli olan Rinata çok deli dolu, konuşkan bir kadın. Kızları benimkinin yaşında ikiz. Zamanı gelince küfür etmekten çekinmeyen, bunu eminim ki çocuklarının yanında da yapan bir karakter. Biraz iri yarıca, bıcır bıcır konuşup, geçmişte erkek çocuklarının burnuna yumruk atan deli kız çocuğu karakteri olduğunu belli eden bir tip işte!

Dediğim gibi kızları daha ilk zamanlarda baleye başlamışlar, eve gelip uçarak büyük bir nezaketle haraketleri yapıp gösteriyorlar ya anneler babalar çok memnun, gururlu. Çocuklarına ağızlarının suyu akarak bakakalıyorlar tabi.

Bir gün, yine böyle sene sonuna doğru bir gösteri mi ne yapılacak, veliler çağırılmış, herkes süs püs, bir tebessüm huşu içinde kızlarını seyretmeye koyulmuşlar. Rinata'nın kızlarından biri ront oynuyor şekilde elinde sanki bir çiçek var, gözünüzde canlandırın şimdi, hepsinin saç baş yapılı, son derece nazik bir müzik olaya eşlik ediyor ve bu bale işte! Çiçeği alıyor yerden, hepsi aynı anda yapıyorlar tabi hareketi, herşey ağır çekim, burunlarına götürüp kokluyorlar, sonra kelebekler geliyor güya, havaya bakıp pıt pıt pıt kalp atışlarını canlandırıyorlar, derken yerden yine bir çiçek alma sahnesi ama bu sefer Rinata'nın kızlardan biri hem yerdeki çiçeği burnuna götürüyor, hem de aynı anda burnunu karıştırıyor!!!! Rinata bu olayı görsel olarak anlattığı için ben koptum :) Ne olur bir düşünün, gerçekten müziği ve o atmosferiyle balerinler ve aynı anda yine huşu içinde müzikle hipnotize olmuş ve kendisini herkesin seyrettiğini unutmuş, burnunu karıştıran bir çocuk :)

İkinci ve üçüncü olayı bizimkilerin yıl sonu gösterilerinde Catherine anlattı çünkü Eva'nın gelecek sene bizim okulda başlama durumu olduğu ve onun için de tuvalet eğitimin tamamlanmış olması gerektiği konusunda laf açılmıştı. Ben çocukların tuvalet eğitimleri esnasında annelerin nasıl da gıksız temizlik yaptıklarını ama iş köpeğe kediye gelince dırdırlanıldığını anlatmaya koyuldum. Bizim ufaklık tuvalet eğitimi vermeye çalıştığımız sırada ki o zamanları hatırlayan bilir, her saniyesini gözlemlemen gerekiyor, diyelim mutfakta işe daldın ve sinyalleri fark edemedin, çocuk da dal taşak ortalıkta dolaşıyor, neredeysen orayı bok götürtmeye hazır ol babında bir konuşmaydı.

Neyse, Catherine'in Anna'ya tuvalet eğitimi verdiği dönemler... Yine çocuk rahat rahat dolaşıyor, gelirse hemen işe koyulunacak ya! Anna da çok sakin bir çocuk, hala da öyle. Yumuşacık bir huyu var. İçerden Anna annesine bağırıyor " Puppaaaa mamaaaaa!" Hııımmm, anlaşıldı kaka zamanı. Hemen tuvalete koşturuyorlar beraber, Anna tuvalette oturuyor, Catherine beklemede ama o kadar zaman geçiyor ki Catherine sormak zorunda kalıyor " Nerede pupa Anna?" Anna'nın cevabı, sıkı durun... " Salonun ortasında duruyor anne." :))))

Yine bu dönemde, bu sefer üye oldukları bir yere gidiyorlar, Anna'nın tuvaleti orada geliyor ama artık daha bir büyümüş, o yüzden tuvalete kendisi gidiyor. Bir süre geçtikten sonra Catherine'nin içi rahat etmiyor ve neler oluyor diye kontrol etmek için O'da kızının arkasından seyirtiyor. Tuvalete gidip kapısını çalıyor; " Güzelim, rahat yapabildin mi? İyi misin? Yardım edeyim mi?" gibi annemsi laflar ediyor ve bir bakıyor ki tuvaletin kapısı açılıyor ve Anna yerine sırıtan bir yetişkin çıkıyor tuvaletten. Olayı bir de öbür taraftan saralım. Siz içerde tuvaletinizi yapmakla uğraşırken kapı tıklanıyor ve bir kadın bunları söylüyor. Catherine'i tanımak lazım bir de. Çok ağır kanlı, herşeyin kontrol altında olduğunu hissettiren bir kadındır. Bu olanlar o kadar komik ki O'nun kişiliğinden dinleyince. Belki ben bu insanları tanıdığım ve onları olay olurken gözümde canlandırdığım için....

Şimdi herkes tatile gitmiş durumda, buraları neredeyse boşalmış gibi. Bugün bizim ufaklık 2. sınıfı bitirdi. Babasıyla yaz okulu aradıktan sonra saat 12:00 de O'nu almaya gittik. Ağzında bir lolipop, sırıtkan bir şekilde geldi arabaya. Dün, gelecek sene Anna ve Natasha ile aynı sınfta olmamakla birlikte okulun en iyi öğretmenlerinden birine düşeceğini öğrendik. Bu bizde ve Chloe'de biraz şoka sebep oldu.

Amaç, herkesin herkesle kaynaşması. Her iki yönden bakıldığında doğru ve yanlış olan taraflar var tabi ki. Yani anlatmak istediğim, bir münazarada olsam her iki tarafı da savunabilirim gibi geliyor bana. Bütün gece boyunca kocamla bu konunun binbir versiyonu, alternatifi konuşuldu ve sabah da kızımı okula götürdüğümde konuştuğum öğretmeni aynı noktada birleştik " Bakalım seneye nasıl bir durum oluşacak?"

Bugün mesela, Chloe tamamıyla kendini olaya alıştırmış vaziyette; " Ne yazık ki sınıfımda bu kadar yaramaz erkek çocuğu var ama Anna ve Natasha başka sınıfta." deme olgunluğunu gösterdi, halbuki dün okuldan geldiğinde ağlıyordu. Bunun altında Anna'nın okul kapanmadan birkaç gün önce tatile gitme durumu olabilir. Yerine Natasha ikame edildi ama ne tuhaf ki insanoğlu bu, zamana ve ortama uyum sağlanıyor bir şekilde. Özlem olmuyor mu? Muhakkak ama bu hayatı durduracak ya da başka yönde akmasını sağlayacak şekilde değil.

Yaz okulu uygulamasına gelince... Baba kız kalacakları bir hafta ve ardından bir koca Ağustos ayı yalnızca bizler gibi evde pineklememek ve dolaylı olarak tv ye mahkum bırakılmamak adına çok güzel bir karar.

Eskiden benim yaşadığım yerde böyle yeşillik bir yaz okulu vardı. Hemen arka yoldan yürüyerek ulaşılacak mesafede. Birkaç kere gittiğimizde yabancı, güler yüzlü öğretmenlerin selam verdiğini hatırlıyorum. Abim zaman zaman orada arkadaşıyla tenis oynamaya giderdi biz de top toplardık :) Nasıl aklımda kalmış, ben hiç bunu kendi çocukluğumda yapamadım ama hep istedim. Çok da girişken olmadığım için dile getiremedim belki. Bir de, bizim dönemlerimizde mahalle anlayışı, bahçede apartman arkadaşlarıyla oynama durumları olduğu için belki ana babalar için ekstra bir para kapısıydı ama buranın sıcaklığında ve şartlarında elzem.

Dersler yüzme, uçurtma uçurma :P, çeşitli el işleri, klasik dans ( hernedemekse?! ) ve bir sürü daha aklıma gelmeyen aktivitelerden oluşuyor. Tabi ki ciddi bir ders anlayışı yok, amaç eğlenmek, sosyalleşmek ama aynı zamanda oradaki kurallara da riayet etmek. Sabah saat dokuz öğleden sonra bir arası. Üç tane otele gittik, diğer iki tanesindekilerinin güvenliğine, bakan insanların ehliyetine güvenemedik.

İşte bugün de böyle bitti, artık gitmeye de pek fazla bir şey kalmadı. Değişiklik adına sevinçli olmakla beraber endişe ve gelecek değişikliklerin stresi yerinde saymakla meşgul. Bu konularda çok yazdığım için tekrar yapmayayım en iyisi :)

Uçuğum acıyor!!!! :(((

24 Haziran 2008 Salı

İstila

Geçen aylarda, hatırlamıyorum ne zaman, mutfakta floresan lambalarımız var, otururken acayip sineğimsi bir şey önümüzden geçti, kurtçuk gibi, larva desem belki daha doğru bir tanımlama yapmış olurum, İki, oldular dört, derken beş, altı, on, yüz...

Aynen, abartmıyorum korku filmlerindeki gibi şaşkınlığa uğramış bir şekilde tavana bakakaldık. Nereden geliyorlar, nasıl ürüyorlar, yahu hepsini nasıl öldüreceğiz? gibi sorularla uğraşırken; "Hadi!" dedim " Işığa çekiliyorlar, salonda neler oluyor ona bakalım. "

Salona geçtik, bilirsiniz halojen akrobatlar vardır, tepeye doğru aydınlatma yapar, onu açtığımız gibi hepsi yön değiştirip bu sefer hani çizgi filmlerde sivrisinek saldırısı olur da baygon sıkılır ya, o şekilde lambaya gelip orada kızartma olmaya başladılar :) "Eh!" dedik "Kendi kendilerini imha edecekler" ama o da mümkün değil, çünkü bir şekilde bir delikten çıkıyor bunlar. Sanki ana arı ve askerleri gibi, bir dönem döllenme ve milyonlarcasının çıkışı :(((

Bugün aynı şey tekrarlandı. Beni yine bir kaşıntıdır aldı. Üstelik, tam olarak da uçamıyorlar ve ışık neredeyse, benim lap topun ekranı da dahil oraya geliyorlar.

Evde ciddi bir termit sorunu var, o ayrı, hatta geçenlerde benimki " İyi ki Amerika'da yaşamıyoruz, duvarları da ahşap yapar onlar." demişti, yani hatırladığım buydu, Amerika doğru kaldı mı aklımda bilmiyorum ama eski İngiliz malikanelerinde de aynı alışkanlığın kalbur üstülüğün ifadesi olarak kullanıldığını biliyorum. Valla, ev başımıza yıkılırdı hiç şakası yok! İşin kötü tarafı geçenlerde ilaçlanan evinde ölü bulunan birileri vardı haberlerde ki hiç şaşmadım. Evi aylarca terketmek lazım. İlaçlama yap kurtul da değil çözüm. Termitim olsun ama ölmeden devam edelim şu hayata diyor insan. Evde köpek var, çocuk var!

İlk önce termitlerin evrim geçirip kanatlandıkları konusunda ciddi bir düşüncem vardı ama hala çıktıkları deliği bulamadım. Temizliği salon halojenini açtıktan sonra kızartma olmaktan kurtulmuşları suya çeken makinamla halletmeyi uygun gördüm. Kısacası, o konuda Evreka! Suyun içi silme kurtçuk ile doluyor. İğrenç yahu!

Birkaç yıl, evin içinde yaşayan bir kertenkele ailemiz vardı, çocukları büyüttük (!) gittiler, termitler evi basalı iki yıl omuştur, hatta bazı ahşap kapılar kemirilmekten helak halde. Değiştirmek için bundan önceki şirket geldi, ölçüler alındı aradan bir seneye yakın bir süre geçti yanımızdaki villaya kapılar takılırken gördük, benimki " Kesin bu kapıla bize yapılandır!" diye kılçık attı, olay hala muamma. Yeni çalışmaya başlayan şirket ise ölçüleri almaya bile gerek görmeden " Bu çok pahalı." dedi çıktı işin içinden, e o zaman yıllar içinde kemirilmiş kapılara da katlanırsın..

Yeni bir iklim, yeni yeni haşeratlar diyesim var ama ben rahat edemiyorum ki böyle!!! Şimdilik düşüncem klimadan çıkabilirler, bir şekilde klimanın içi nemli ve bol pisliklidir kesin. Bu klimalar bizim bildiğimiz klimalar değil, binaya ait, içerden klimalar :( Adamlara gel temizle diyorsun onun yaptığını ben yapmaya karar verdim, gelip odaya bakan klima güya! telini çıkarıp suya tutup takıyor. Bitttiiiiiii!

Demin uyku sersemi benim lap topa çarpan böceklerden fenalık geçirerek elektrikli süpürgeyi tekrar açtım. Sıkı durun, camın önündekileri de alayım derken devasa bir böcek gördüm ve yüreğim ağzıma şöyle bir geldi bir gitti ki, uçuklayacağımı düşünüyorum. O büyük karaltı neymiş? Nesi olacak, süpürgenin cama yansıyan ucu!!!! Hani, kendi gölgesinden korkmak diye buna denir.

Kısacası, bir kanatlı kurtçuk istilamız eksikti, o da oldu :( Antalya'da balkonda otururken de yok kafana çekirge sıçrar, yok hamaböcekleri uçar...Tuhaf yani, sıcaklaştıkça, nem böyle abuk subuk evrimleşmelere sebep veriyor. Bu konuda sevmiyorum sıcak memleket işte!

21 Haziran 2008 Cumartesi

Tatil, Evlilik Yıldönümü ve Olanların Özeti :)

Bu senenin nasıl geçtiğini bir anlayan varsa bana da anlatsın. Yaşlı neslin hep söylediği gibi yıllar geçtikçe zaman da hızlanıyor mudur nedir bilmiyorum ama bu algıda doğruluk payı var diye düşünüyorum. Zamanın göreceliği kavramı bu olmalı, daha hızlı aktığı yok tabi ki ama hayatın monotonluğu bu şekilde algılamamızı sağlıyor belki. Bu hafta eşim yaz tatiline girdi, bir hafta sonra kızım okulunu bitirip üçüncü sınıfa geçecek!!!! Arap Emirlikleri'ndeki üçüncü yılımızı doldurmuş olduk. Daha gelişimiz dün gibi.

Tam yedi yıl önce, kızımı doğurduğumda atlattığımız olaylar yüzünden monotonluğun bile kendine göre bir akıcılığının olduğunu düşünüp bir daha asla " İşte, hayat, ne yapacan, sıkıcı olaylardan ibaret!" falan gibi felsefeler yapmayacağıma yemin etmiştim. O yüzden, nasıl sessizliği dinlemek veya kendi kendine sağlık sorunları, hergün ölüm kalım olmadan akan stressiz bir hayat, şükretmek gerekli diyorum. Sürekli şikayet edenden de nem kapıyor, uzak durmaya çalışıyorum, bana gerçek bir sorunla karşılaşmamış gibi geliyor. Tecrübeler kişisel, öğrenme düzeyi de hakeza bireysel ama hakikaten insan hayatını zindana çevirecek bir şeyle karşılaştığında anlıyor, bunu anlamak anın tadını çıkarmak lazım.

Şimdi ufaklık yanımda, babaannesine doğumgününde gelen ipek boyama setinden bir kutu boyarken ben de bloğuma yazı yazıp sürekli yaptığı işi kontrol ediyorum :) Kendi içinde huzuru olan bir an daha işte! ( Üstteki fotoda bitmiş hali görülüyor )

Yemeğimiz var, akşama Spring Rolls denilen Çin Böreği yapılacak. Bu sefer hem içini hem de dış sarmasını babamız deneyecek, benim üst katı temizlemem gerekli. Evlilik yıldönümümüz, geride kalan 11 yıllık bir evlilik hayatı...

Ufaklığın okula gitme sürecini gerekenlerin yapılması anlamında listeledik karı koca. Yani, önümüzdeki beş gün boyunca üst katın perdeleri çıkartılıp yıkanacak, iki odaya dağılmış halde bulunan bebek malzemeleri, esi kitaplar, ıvır zıvır temizlenip bir odaya aktarılacak. Aşağı kattaki Chloe'ye ayırdığım dolabı bir sürü zımbırtıdan temizledim bugün.

Layla'yı bu hafta veterinere götüreceğim, amaç verilen tedavinin ne kadar işe yaradığını görebilmek. Jim görmeyi istedi zaten, dün itibarıyla kremi de, haftada üç gün yıkanma ritüelini de arkada bıraktık. Kafasının üzerindeki koca krater yarıya indi, diğer iki tane kellik ise neredeyse yokoldu. Tüyleri de çıkıp hayatında ilk defa haftada üç kere yıkanınca hiç olmadığı kadar temiz bir dört ayaklı kız oldu :) Dışarda akan bahçe suyu kaynama noktasında olduğu için aşağı katta kullanmadığımız banyo küvetine kendisi giriyor artık :) Ayağını da yıkanıp kurulanma aşamasında tek tek kendi kaldırıyor. Banyoda silkelenmiyor, dışarıya çıkarken halıya kendini temizlemiyor. Yakında konuşacak diye korkuyorum :)

Ben de geçen hafta yeni açılan daha doğrusu açılmaya çalışılan kocaman diş hastanesine gittim. Kampüsde...Benden başka hasta, hatta temizlikçiler dışında kimse yoktu neredeyse. Sonra dişlerime bakmaya gelen dişçi güler yüzlü, güzel bir zenci kadın. Bembeyaz dişler :) Genetiklerinde var milletin. Ama kendi dişlerimin renginden şikayetçi değilim, paramız yetmediği ve yapılması gereken bin tane estetik işi vardı.

İlk aşamada temizlik yapılacak, ayın 23'üne randevu. Sonrasında ortodentist bölümü açılınca ki gelecek sene deniyor, alt dişlere belki tel takılır ( Yaş 36! ve diş teli tuhaf tabi...) Yirmilik yaş dişlerim iyi durumdaymış, bizim Türkiye'deki gibi 20'liklere karşı antipatileri yok bunların. İlla çekecez diye tutturmuyorlar. Bir tanesi yarım olarak çıkmış ama " Olsun, çıkış şekli gayet iyi." dedi dişçi, hadi oradan da yırttık ama yıllar önce alt çenede çekilmiş olan dişin yerine yenisinin yapılması, eski dolgulardan gerekenlerin değişimi lazım. Geldikten sonra...
Catherine'in kocası yeni bir işe girdi yazmıştım belki ( fotosunu çektiğim seramikler O'ndan ), kendi ülkesinden getirdiği 400 yıldır bu işi yapan ve stone work denilen kafaya atsan kırılmayacak seramikleri satmaya başladı. Geçen haftalarda evlerinde sergi vardı, biz de kayınvalide, benim bu sene yazın evlenecek yeğenim ve bizimkinin kızkardeşi için aldık birer tane. Kendi evimize de mumluklar, aynı fırın tepsisi, bir tane gravy için sosluk ve yayvan bir tabak, salata falan filan için. Aldıklarımızı salon masasına koydum, ha bir de tuzluk ve karabiberlik...Yıllardır kullanılan ve nefretlik olanları eledik, yuppiiii!Kilo kaybetmeye başladım, her sabah kalkıp 50 şer yarım mekik çekiyorum. Arkadaşlarımdan biri söyledi, ayaklarımı havaya kaldırıyorum, eğer tutamazsam bir yere dayıyorum ve o şekilde yalnızca kafamı yıkarıya bakacak şekilde indirip kaldırarak yapıyorum hareketi. Sonra göbeğimi köpek pozisyonunda içeri çekip bırakma. Her gün makinada 1 ila 1.5 klm yürüyüş...Azimliyim, 50 ye gerilemeyi planlıyorum. Tatil bu bakımdan bir karın ağrısı aslında çünkü yemek yemek sosyal bir şey, içkiler, sohbet ve güzel yemekler diyet anlayışını mahveden unsurlar ama hayatın da zevki ne yapalım?! Çaktırmadan insanları da kırmadan tabağımı kendim ayarlayacağım artık gittiğim yerlerde, yapacak başka bir şey yok. Kilo alıp vermek vücutta bozulmaya sebep oluyor, toparladıktan sonra hamilelikmiş, yok o olmazsa " Aa ne güzel kilo verdim yiyim anasını satim!" lerle olmadığını anladım bir de. Kilo almak çok kolay, vermek felaket zor. Düşünsenize bir dilim reçelli ekmek 100 kalori, ben birbuçuk klm eğimli makinada yürüyorum hala gösterdiği kcal 50 en fazla!

Catherine'in yardımcısı 10 günlüğüne bize gelip Layla kızımıza bakacak, eve de göz kulak olunacak böylelikle. Gidişimiz Temmuz ayının 4'ü, sabah beş gibi, Gloria bir gece önceden gelecek, ufaklığın odasındaki çekyatı O'na hazırlayacağım, kadıncağızı öyle bir sürü eşyanın olduğu odalarda yatıramam.

Tatil hediyelerini hallettik sayılır. Aklımda ufak bir alacak daha var. Gitmeden saçlarımı kestirmek ve boyamak da gerekenler sırasında. İngiltere'de maalesef internet bağlantısı kablosuz olmadığı için benim bilgisayarımı yanımda götürmemin bir anlamı yok. Kayınvalidelerinkini de ayarları farklı, dolayısıyla kullanmak istemiyorum. Haklılar, bilgisayar hakikaten çok kişisel bir alet, ben benimkine kimseyi yaklaştırmıyorum mesela. Herşey bilgisayarında insanın, özeli, kendine ait olanların ayarları, adresleri...Kimsenin kimseyle ilgili milyon fotoğrafla falan da ilgilendiği yok üstelik. Dolayısıyla, Türkiye'deki bir hafta için de taşıyıp taşımamakta kararsızım.

Havalar hala buraya göre çok düşük sıcaklıklarda gidiyor. Birkaç gün 40 dereceye çıktı ki inanılacak gibi değil. Senenin olumlu yöndeki farklılığı bu. Bakalım Temmuz ayı ne olacak? Nerede oturursak oranın klimasını çalıştırıyoruz, hem doğaya hem bütçeye iyi geliyor :) Gözlerim maalesef geçen senelerde olduğu gibi havada sürekli uçuşan kumdan dolayı kırmızımtrak ve rahatsız. Biraz da baş ağrılı...Olsun, alıştım artık.

Şimdi, yemek zamanı...

13 Haziran 2008 Cuma

Başka Bir Şey Demiyorum...

Günlerdir yazmadım, yazamadım...

Ben mi çok kırılgan oldum, çok mu eleyip sık dokuyorum hiç bilmiyorum ama hayatımın bazı kısımları beklentilerimden dolayı gelen hayal kırıklıklarından ibaret. Bunu kuvvetli olarak hissettiğim dönemlerde acayip derecede kabuğuma çekilmek, " Ne anlatmaya çalışıyorum ki?!" demek istiyorum. Belki bu da öyle zaman dilimlerinden biri. Ve bu duyguyu yine tuhaf ama kendi ülkemde, kendi insanımla daha çok yaşıyorum. Evli olduğum adam da, O'nun çevresindeki arkadaşları, aile efradı da bin kez daha olumlu ve destek. İşte o yüzden seçtim ben bu adamı diye bir yüksek tepeye çıkıp bağırmak geliyor içimden. Sebep bu!

Sadede geleyim. Buraya hiçbir zaman yazmayacağım, ortak alanda adını anmayacağım "kitabım" basıldı. Mayıs ayı başında. Basılana kadar hergün yayınevi ile konuşma, ne oldu, ne olacak, fikir tartışmaları, kendi kitabımın adını bir yerde pazarlama yeteneğim, kapağını nasıl istiyorum, yaptığım çizimim...Kendimce bir kargaşa...

Bir kere, yayınevi ile olan diyaloglarda tekrar anladığım herkesin ne kadar farklı tadlara sahip olduğu. Kitabımın kapağına bir kadın çizmiştim, çıplak bir hamile, kolları göğüslerde birleşmiş, bir elinde ağlayan, diğer elinde gülen tiyatro maskeleri, kapağın arkasında kapanmış bir kırmızı perde...ve hikaye bitti...Ne oldu?

Kafamda canlandırdığım tüm bu detaylar, bitmiş çıkmış hali olarak yaratılanlar beğenilmedi, satılmaz dendi ve önce düşündüğüm isim, ardından da kapak bambaşka bir hale büründü. Allah'tan eşim benim çizdiğim kapakla eşleşen başka bir isim buldu da yine içimize sindi. İsim son haliyle kaldı ama kaç yazışmadan kaç anlatmadan geçildi. Yine dua ediyorum o isim kabul olmasaydı da " Basacağım!" deseydi yine elim mahkumdu, " Tamam!" diyecektim, biliyorum. "Yeter ki basılsın!" dı önceki hedef.

Sonradan, yayınevinin kendi düşündüğü kapağın üzerindeki sırıtan kadının yüzü flulaştırıldı. Bana göre bu, sırıtan bir kadının hikayesi değildi çünkü. Ama maalesef "sırıtan kadındı" kitabı sattırtan :( Flulaştırmak için bayağı bir yazışmalar yapıldı.

Hayatımda iki mail grubuna üyelik bir de...Bir tanesi kendim kurup da peşinde dolaşmadığım için hiçbir yere gitmeyen grubun başka bir ikamesi, hadi ben de bir anneyim, onlardan biriyim ( biriydim ) düşüncesi, fikir alışverişi yapılır ümidi...İlki sürekli yazı verdiğim dergilerden birininkiydi, fikir konularında birbirimize geçtik, bitirdim. Bunda ise hani " Oynayabilir miyim?" " Beni de aranıza alın!" gibi bir duygu esti geçti.

Mail gruplarından geriye bende kalan birkaç kişinin desteği dışında dedikodu hissi...Neyi kasmışım, niye ordaymışım veya kendi hüznümden para kazanmaya mı çalışmışım? Daha kitabın basımından kendime olan payı alamadım ki!

Belki, herşey kötü değil ama çeşitlilik oldukça, farklı bakış açılarına, olumsuz yıpratma girişimlerine de göğüs germek gerekiyor ki bu çok iç acıtıyor. Bir de beklentileri kaldırmak, kendi hayatını kendi doğrularınla yaşamak ve çok sorgulamamak... bilmiyorum.

Kendi adıma, savaşmayacağım! Öylece, kabuğumda, kozamda yaşayıp gideceğim işte! Bu en iyi savunma mekanizmasıymış, birisi geçmişte söylese inanmazdım.

Ama hayat ilerliyor ve ister istemez aile de olsa efrat da, eskilerden dost da... Eleniyor kardeşim, eleniyor! Benim de kendimce aldığım öc bu işte! Elemek, bana hüzün mü veriyor, acıtmaya mı çalışıyor, kanırtmaya mı uğraşıyor, destek vermekten uzak, alaycı mı? Tittir et gitsin, götüne de bir tekme patlat hayalinde, kıçına baka baka defolsun, sonsuzlukta kaybolsun, sen arkasından bir de hareket çek!

Zaten belki farkındasınız ama sizin için o noktaya gelmiş olan, sizi daha önceden FARK ETMEYEREK, ARAMAYARAK, UNUTARAK, DEĞER VERMEYEREK önceden elemiş oluyor, o yüzden artık hiççç kıçınızı yırtmayın derim.

Onun yerine şayet çocuğunuz veya anlaştığınız bir hayat arkadaşınız varsa, sıkı sıkı gidin onlara sarılın, gerisi geçici ve boş. Sizin yanınızda kim varsa, kim yüzünüzde gülümseme yaratıyorsa işte ONLAR İÇİN DEĞER!

2 Haziran 2008 Pazartesi

Özgürlüğüm

Bu yaşadığım evde yaşımla birlikte idrak ettiğim en büyük değişiklik kabında kuruyan bir bitkimin olması. Oysaki Türkiye'de öyle miydi? Tarabya'dan buraya gelirken ev içi, tavana dayanan begonvilimi, Antalya'dan İstanbul'a geçerken devasa saksılar içinde yetiştirdiğim kocaman olmuş çiçeklerimi bıraktım ya, ders oldu! Artık bundan sonra biliyorum ki, emekli olana kadar hayat bize yer değiştirme yaşatacağı için geçen hafta Carrefour'a gittiğimde yanyana dizilmiş bir sürü bitkiye bakmaktan alıkoydum kendimi.

Sonra, o kendi başına kalmaya mahkum ettiğim bitki beni düşünmeye itti. Ve yılların getirdiği değişikliklere şaşırdığımı fark ettim.

Geçenlerde ablamdan hani şu herkese gönderilen türlerden bir mail geldi ama çok hoşuma gitti çünkü maildeki karakter önce yemeğe çağıracağı kişilerden, yaptığı hazırlıktan ve konukların birbirlerinden ne kadar farklı olduklarından bahsediyordu, sonradan çağırdıklarının aslında kendisinin farklı yaşları olduğunu, kavgaya tutuştuklarını, genç halinin yaşlı halini tutucu bulduğunu, yeme içme zevklerinin bile farklılığını yazmıştı.

Kendimi düşündüm...Kendim için yapmak istediklerimi ve özgürlüğüme olan düşkünlüğümün kızımda bana korku hissettirdiğini, eskiden annemin kızı, şimdi ise yüzde yüz kızımın annesi olduğumu gördüm.

Yıllar öncesi " Hayatta başkalarına bağlı olarak yaşayacaksak, hiç yaşamayalım o zaman!" diyip evi bitkiler ve köpeğimle donattığımı ama ilk ülke dışı taşınmadan sonra pes ettiğimi fark ettim.

Eskiden yalnızlıktan kaçtığımı, fikir tartışmalarından enerji bulduğumu, kendi başıma asla alışverişe çıkamadığımı hatırladım.

Şimdi ise bütün bu yazdıklarımın tam tersinden zevk alıyorum desem yanlış anlatmamış olurum.
Yalnızlığımı, kendi başımın kural koyucusu olmayı, sabahleyin ister kalkıp yürüyüşe çıkmayı, ister kıçın kıçın yatağa dönme lüksümü, evde yemek yapabilmeye ve alışverişe zaman ayırabilmeyi seviyorum. Bir şeyleri tıkıştırmamayı, kızıma bu yüzden stresle yaklaşmamayı...Akşamları ister playstation oynamayı, ister sessiz bir ortamda yazı yazmayı, ister en sevdiğim filmi seyretmeyi...

"Nerde çokluk orada bokluk." benim için en geçerli hayat felsefesi artık. Son yıllarda girdiğim mail gruplarından ikincisine de bu yüzden veda ettim. Bazen, yazacak veya aktaracak bir hayat dersi bile olmadığını görüyorum ama hayatımın her huzurlu dakikasına şükrediyorum. Yaşam bu olsun benim için, aman hep titreşim olmasın, yazılacak bir şey de olmasın ama kendi çevresinde sessiz sakin dönüp gitsin istiyorum. Dedikodusuz, çekememezliğin yaşanmadığı, zarar vermek için köşede beklenilmediği ortamlarda rahat ediyorum.

Kısacası, kendi başıma, kendi kurduğum düzende, kendi ailemle yaşamayı çoook seviyorum. Gittikçe kendi alışkanlıklarıma kök salıyorum. Değişiklikleri, kendi annemin evi bile olsa deneyimlemeyi sevmiyorum. İlk evlendiğimiz zaman annemin evine gitmek için ne kadar da üzüldüğümü hatırlıyorum bir de.

Demek ki diyorum, insanların hayatının çok büyük bir bölümü alışkanlık. Ama gönüllü ve huzur veren türü.