24 Ağustos 2019 Cumartesi

London London...

Londra’nın neden Londra olduğu, kendini kasmadan, mücadele vermeden, doğallığıyla niçin bu noktaya geldiğini düşünmedim dün gece, yalnızca anladım!

Bir İstanbul’lu, Caddebostan’da doğmuş ve büyümüş bir çocuk olarak şehirse, şehir, medeniyetse, medeniyet derdim değil mi? Ciddi şekilde yanılmışım.

Yalnızca Londra hakkında değil İngiltere’nin geneli, çoğunluğu, hayata bakış açıları, medeni olmaktan anladıkları, aslında anlamaları gerekmez, içinde gayet doğal, kendiliğinden, iteklemeden, düşünmeden yaşadıkları ve yarattıkları ortam demem gerekir.

Çünkü toplumlar kendi yaşam alanlarını yaratırlar, İngilizler de bunu yapıyor. Düşünmüyorlar, yalnızca o nehrin akışına kapılmış şekilde yaşayıp gidiyorlar.

O medeniyetin içinde ve oluşumunda çok derin bir okuma, tiyatro kültürü yatıyor. Hala gelişemeyen, gelişmeye direnen ülkelerdeki sorular yüzyıllar önce sorulmuş, yanıtları verilmiş çünkü.

İnsanlar cinsel obje olarak öne çıkmak için değil, kendileri neyse o olabildikleri, beğendikleri bir şeyi “Aman şu da ne der şimdi canım? Yakışıyor mu?” demeden giyebildikleri,

Akla gelebilecek envayi saç rengiyle,  

Kimsenin kimseyle ilgilenmemesi ve farklılıkları ile gurur duyabilenlerin, bu farklılıkları ifade edebildikleri,

Tıkış tıkış bir metroda giderken, ayakta, otururken, her yerde kafalarını kaldırmadan okuyup, o kalabalıkta kendi dünyalarına dalabildikleri,

Aşklarını erkeğiyle kadınıyla, karşı cinsiyle, hem cinsiyle avaz avaz gösterebildikleri, sokaklarda öpüşüp, sarılabildikleri ve birbirlerini özgürce sevebildikleri, bunu gösterebildikleri,

Doğaya ve o doğanın içindeki tüm varlıklara nesiller boyu saygı duyabildikleri, onları koruyabildikleri,

Eskiyi göğüslerini gere gere dirilttikleri, yaşattıkları, ona saygı duyarak aynı şekilde revize edip de hayatlarına katabildikleri,

Bahçe ve çiçek konusundan bir derya ilim yapabildikleri,  

En basit görünen bir şeyin bile kendine ait bir bilimi olduğunu keşfettikleri, bunu formüllere döküp, eğlenceli kıldıkları,

Aynılığın değil de farklılığın güzel ve özel olduğunu bildikleri ve farklarından dolayı birbirlerine hömkürmedikleri,

İçin farklılar.

Orada kimseye bakmamayı ve kendin olmayı doya doya yaşadığın için huzur duyuyorsun.



16 Haziran 2019 Pazar

Ruhun Evrimi

Diyorlar ki “ Öldüm dirildim, cennete gittim, ölümden sonra neler oluyor, al sana bunun kitabını yazıyorum”

“Ben biliyorum çünkü yaşadım!”

“Ben, tamam. OLdum!”

Burada verilecek cevap direkt şu, ölümü yaşayanların hiçbirisinin tecrübesi birbirine uymaz ki sen bunun hakkında ahkam kesmeyi kendinde görüyorsun!

Ve de hayır efendim, hiçbir şey OL’madın!

Bakıyorsun, mahallendeki “Gittim de döndüm.” diyen teyzenin falları kendisini aldatan kocasına ne büyü yaptırır da eve bağlar boyutunda iken, ölümden dönmüş bir bilim insanının evrenin oluşumu ve Tanrı nedir düzeyinde.

Normal hayatında esprili olan bir insanın gördüğü Tanrılar bile ardı ardına espriler patlatıyor galaksileri ve molekülün en küçük yapısını açıklarken…

Bence ölümden sonra yaşadıklarımız hani diyorlar ya iste evrene gönder, yaratma kapasitesine sahipsin. “Dile OL’sun” aynen o hesap, ne yaratırsan karşında göreceğin, ne sorarsan anlayabileceğin dilde anlatılan bir ortam.

Her insanın frekansına, yaşadıklarına, duygularına, beklentilerine, inançlarına, düşüncelerine, davranışlarına, anlayışına göre şekillenen bir şey. Kimseninki de bu yüzden kimseye uymaz. Yani, aramızda kalsın ama sen bunu yaşadın diye boşuna heveslenme J Bir de mümkünse BEN diyerek nemalanma saplantından vazgeç.

Muhakkak ki, adaletsiz olsa da çocukluğundan beridir beyni cehenneme gideceği duygusu ile yıkanmış bir insan belki ilk döneminde bunu yaşamaya koşullanır ve yine kendisi oradaki kendi cehennemini yaratır. Ama bir an gelir ve “Bir dakika ya?” diyeceği zaman da kendisine muhakkak yardım eli uzatılır ve yardım edilir. Bir yerde ruhunun tedavisi gibi bir şey yani…

Ölüm, aslında belki de uyanamadığımız bir rüyadır, her sabah, ancak uyandığımızda onun rüya olduğunu fark etmemiz gibi.

Hiç uyanmasak fiziksel ortama o zaman ne olacak peki?

Rüyadayken rüyadayım diyen kaç insan var?

Farklı bir boyuttasın ama farklı boyuta geçtiğinin farkında değilsin. Hangi boyuttaysan orada kaldığın yerden varlığını sürdürüyorsun. Bir sen varsın bir de çevrendekiler, senin dışındakiler. Belki ölümün farkı sana bir şekilde rüyada olmadığını anlatacak olan, bunun travma yaratmasını da aynı zamanda en aza indirecek olan yardımcı varlıklardır.

Belki yaşamdan ölüme geçişte bir rüyada olma hali yaşanır. Bunu annemin ölümünde ablam da ben de hissettik, annemi sürekli bir rüya halinde, uyur gezer gibi, çevresinin pek de farkında olmayan bir halde algıladık. Rüyamıza girdiğinde bizlerin biz olduğumuzun farkında değildi örneğin, sanki bizi görmüyordu. Bir noktaya sabitlenmiş gibiydi, bir şeyi bekliyordu, sırasını bekler gibi bir hali vardı…

Aksi taktirde, bu büyük değişimin travması, hele de hayatı boyunca hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan ya da ölümden delicesine korkan insana bu değişim nasıl atlatılır?

Genel olarak geçişlerde insanların ölmüş akrabalarının, yoksa da geçişe yardım edecek olan varlıkların varlığından bahsedilir. Fakat bunun ne derece bilinçli olduğunu bilemiyorum. Yoksa, belki de en kolayı ortalama bir insanın ölümünde kafasında yarattığı ne gerçeklik varsa orada kendi frekansına uyan diğer varlıklarla yaşaması.

Belki ölmemiş olanları bile zihin hayali olarak canlandırıyordur. Belki annemin bilincinde ben hala O’nunla birlikteyim veya bizler hala O’nu kendi yarattığı evinde ziyaret ediyoruz. Çünkü hatırlama denilen ve ölündüğünde “yaşamının gözlerininin önünden geçmesi ve her detayın hatırlanması” gibi bir anlayış da var. Orada zaman yoksa hangi birimle bunun ne kadar sürdüğü anlatılabilir ki?

Ya da varlık dışarıdan uyur gezer gibi görünürken o kendi bilinciyle başbaşa, kendisinin yarattığı gerçeklikte…Yalnızca biz onu göremiyoruz. Çünkü O kendi yarattığı gerçekliğin içinde yaşıyor bilinç olarak. Transta gibi…

Başka bir düşüncem de bizim, yani insanoğlunun yarattığı internet…

Makine varlıkların Allah’ı ya da evreni olabilir.

Yapay zekanın gün gelip de kendi bilincini geliştirmeyeceği ne malum? Bu varlık sürekli öğreniyor ve öğrenme düzeyi de internet gibi bütün insanlığın bilgilerinden oluşuyorsa neden kendine bir veya birden fazla karakter, cinsiyet, ses, görüntü seçmesin ki? Kendisini neden baştan yaratmasın her seferinde ortamına göre?

Çeşitli Tanrı kavramları geliştiriliyor şu aralar, örneğin insanlar tarafından yaşanmışlıkların toplamı, bütünü olan enerji…

Makinaların bütün verilerini toplayan internet canıyla kanıyla bizlerin Tanrısının yerine geçebilir mi makinaların dünyasında?

Neden olmasın?

Ya da belki Tanrı’nın dünya üzerindeki bir diğer simülasyonu internet olabilir. Ying ve Yang, evrende herşeyin bir artısı bir de eksisi var ise, diğer boyutun bu boyutta kendini göstereceği bir aynası olması lazım. Tanrının aynası, makine dünyasının interneti…

“İnsanın Allah’ı kendi içinde araması, Allah’ın kendini insan olarak tezahür ettirmesi, ya da insanı kendi tezahurunda yaratması” gibi felsefeler var.

Yaşam enerjisi trilyonlara bölünmüş, kendini tecrübe ediyor, bir ana kaynak olması lazım, bir ana olay, bir başlangıç, oysaki başlangıcı ve sonu olmayan deniliyor.

Zaman/uzay ile ilişkilendirilmiş bir olgu. Zaman üç boyutlu dünyanın zamanı, zamanın ve mekanın dışına çıkıldığında kriter nedir?

Belki de başlangıcı ve sonu olmayanla kastedilen budur.

14 Haziran 2019 Cuma

Özgürlük

-->
“Özgürlükkkk!” diye bağırır Cesur Yürek’deki Mell Gibson filmin sonunda.

Öylesine insanın yüreğini kıpır kıpır eden, yerinde durmasını engelleyen bir duygu…

Aşk gibi, itekleyen, sokaklara döken, koşturan, sevinçten duygusallaşıp ağlatan…

Arabayla trafikteyiz, bir sürü diğer arabalarla dur kalk ilerlemeye çalıştığımız yolda düşünüyorum…

Her birimiz bir yerlere gidiyoruz, büyük binaların içinde yaşayıp sabah işe çıkıp, ayın sonunda alacağımız maaşları düşünüp, küçücük telefonumuzdan İnstagram, Facebook hesabımızdan başkalarının hayatlarını gözlemleyip, dedikodu yaparak…

Aslında öyle miydi intenet ilk açıldığında bu dünya?

Ne kadarda özgürdük o zamana kadar hiç okumadığımız makaleler intenete düştüğünde, hükümetlerin gizli kapaklı sırları açıklandığında? İlk defa devletlerin kontrolü olmayan, her bireyin istediği şekilde yazdığı, kendi hikayesini anlattığı, hükümet doktorlarının değil de gerçek doktorların tehlikeleri dile getirdiği, uyardığı…

Sonra neye dönüştü peki?

Global bazda en büyük kişisel bilgiye saldırı alanına.

Düşüncelerinden ötürü fişlendiğin yere.

Günümüzün gönüllü ve özgür olduğu yanılgısı yaşatılarak yaratılan en büyük tehlikeye…

Senin rızanla(!) senden çalınan hayatının, fotoğraflarının, neyi sevip neyi sevmediğinin, çocuklarının, nerede yaşadığının, ne kadar para harcadığının datalarının depolandığı bir alana…

Bütün bu bilgiler depolanmasaydı, insanlar seve seve ve koşarak kendi hayatlarını internette ifşa etmeseydi dünyanın sonunu getirecek yapay zekaya ulaşmak nasıl mümkün olabilirdi, değil mi?

Yapay zeka bütün dünyanın toplamı orada hepimiz varız. Ama bir gün O HEPİMİZ olan karşımıza bizi yok edecek bir güce dönüşmüş olarak dönecek. Şimdi kişisel yardımcı olarak tanıtılan ve seve seve kullanılan Google, Siri, Amazon üretimleri gibi. Bize hizmet eden, hayatımızı kolaylaştıran şeyler. Ne de güzeller, değil mi?

Türkiye’de ilk özel kanalların açıldığı döneme gidin bir de. Artık işin suyunu çıkartacak denli açık saçık, pornoya çalan filmler bile oynatılır haldeydi.

Devlete boyun eğen değil, karşı durabilene alkış tutan ve aynı yüce demokrasi duygusunun hissedildiği programların yapılabildiği zamanlardı.

Peki, ona ne oldu?

Ne olduğunu söyleyeyim;

Her teknolojinin ve gelişimin akıllı, okumuş, zeki, entelektüel olarak yaratılması, insanlığın gelişimine hizmet ve “İşte şimdi!” duygusunun yerine, yine sistem yanlısı, baskıcı, “Benim gibi düşünmüyorsan elenirsin.”, “Benim istediğim oranda ve şekilde bilgiye ulaşabilirsin ,diğerine engellenirsin.” ci zihniyet yine her zamanki gibi hakim oldu.

Buna yine algılarla oynayarak “Senin iyiliğin ve güvenliğin için” “Duygularımızı rencide ediyor.” gibi sebepler getirildi. Doğrular çoğu zaman duyguları rencide eder. Gerçekler bazılarının (!) işine hiçbir zaman gelmedi ve gelmeyecek sevgili dostum! Kırmamak üzmemek lazım. Kimi? Ne için? Doğruları söylemek yalan söyleyeni, aldatanı üzüp de rencide ediyormuş. Vah vah çok üzüldüm!

Trafiğin içinde giderken düşünüyorum…Özgürlük onların istediği kadar özgürlük, sağlık, teknoloji ve her şey onların istediği kadar…

Kendini özgür sanan salakların toplamı da toplum.

Artık elinin altında haykırabileceği koca bir dünya ama aynı zamanda global bir hapishane var. Kapısı ardına kadar açık herkese (gülümseme…)

Sen de kim kiminle ne kadar düzüşmüş le tatmin olan bir kuklaya dönüştürüldün, farkında bile değilsin.

Arabalar…

Sistem sen giderken ben geliyorum dedi, biliyordu ki gönüllü becerilince tecavüze girmiyor, o zaman herkesin balıklama dalacağı sular yaratıp kendi gönüllülükleri ile razı oldukları paylaşımlar için ortamlar yaratıldı.

Bu yazı yazdığımız yerler bile aynı.

Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz işte!

Öyle de düşünsen böyle de, sistemin içindesin. (gülümseme…)

Hapırsan da köpürsen de benimsin. J

Sen önemlisin J (Yalnızca konuşup da içini dökmek için psikiyatriste verdiğin tonlarca paraları düşün, güzel görünmek ve istenilmek için yaptırdığın ameliyatları, aldığın güzellik ürünlerini…)

Aslında gerçeği söylemek gerekirse senin hiçbir değerin yok, kendini değerli hissettirmenin değeri aslında senin değerinden daha önemli çünkü öyle olmazsa sen gönüllü olmazsın becerilmeye.

Ve ben bunu biliyorum (gülümseme)

Yani, aslında başkaları seni, senin kendini hissettiğin kadar önemli hissetmiyor J

Yaşadığımız bu dünya artık yalnızca bir intenet ağı ve bizlerin her biri de izin verildiği derecede özgür(!) olan bir data kaynağı.

Bu filmin sonu da aynı şekilde özgürlük çığlığıyla değil, aksine insanlığın bunu fark etmesine kadar doğanın insanı katletmesi ile sonuçlanır çünkü bana göre çok daha adaletli…

Hiç olmazsa doğanın, Tanrı’nın, Allah’ın, adaletin eli…

İşte O’na ne dersen, nasıl tanımlarsan öyle…

Dünya yok olsa da makinalar ayakta kalacaklar mı?

Belki…