2 Kasım 2013 Cumartesi

Tek Çözüm Mahallelere Dönmek

Bakıyorum da biz ne güzel bir çocukluk yaşamışız, benim kendi kızım yaşında olduğum zamanlar (12) İstanbul Caddebostan'da yaşıyordum ve bu sene bile (41) kendi eski mahalleme dönüp, çocukluğumu yine kendi yaşımla yaşıt bir arkadaşımla yad etmek en büyük zevklerden biriydi. Okula yürüyerek gidip gelirdik, tam bir grup şeklinde...

Kendi çocuğumla sürekli kendimi karşılaştırıyorum, elimde değil. Mesela, ben o yaşta ciddi, ciddi aşıktım, öyle böyle değil! O'nunla karşılaşmak için elimden ne gelirse yapardım, aynı mahalle çocuklarıydık, beraber büyüdük, ergenliğe girdik hala hayatımın en güzel günlerindenmiş diyorum. Şimdi bakıyorum hoşlanma var ama herşey olması gerektiği gibi, tutku yok içinde, o insandan yaş gereği tipini beğenerek yaklaşırsın şimdikiler espri yeteneği, centilmenlik, derslerinde başarı gibi kriterler sayıyorlar, fiziksel hiçbir şeye değer vermeden ve hiç göremiyorum kendini kaybetmek, kalp çarpıntısı, iştahsızlık çekmek...

Benim gibi biriktirebildiği, koskoca bir kadın olduğunda bile suratına kocaman bir gülümseme yerleştirecek ne yaşıyor hayatında çok düşünüyorum. Hiçbir şey!!!!!

İngiltere'ye gidiyoruz babaannenin yaşadığı yerde bir çocuk yok! Türkiye'ye gidiyoruz var ama yok! Arada sırada nadir çıkan çocuklar da gelip gidiveriyorlar herkesin herşey kursağında kalıyor, çocuklar oynarken bağıranlar, çıkıp azarlayanlar hiç eksik olmuyor.

İnsanlar eskisi gibi değil, biz sabah çıkardık dışarı öğlen sürükleyerek içeri yemeğe sokarlardı, bazen onu da başaramazlardı. Ailelerimizin durumu iyiydi, yaşadığımız yerler kalbur üstüydü ama kimse kötü bir yola sapmadı, serseri olmadı, içkiye sigaraya yaşından önce başlamaya, birbirini ayartmaya çalışmadı. Kızlı erkekli mahallede merdiven ve duvar üzerine oturup sohbet etmek, arada sırada erkek arkadaşlarımızın oynadığı futbolu seyretmek, hepberaber basketbol oynamaktı hayat. Akşamları çıkardık zaman zaman, yaz aylarında 8.5 Açıkhava sineması'nda açılan diskoya gidişimiz ve o heyecan...

Annelerimiz de babalarımız da hem belki çok kişi olduğumuz için hem de çocuklarını tanıdıkları için herbirimizi diğerimize emanet ederdi ve saatlerce başka bir mahallede oturmamıza ses çıkartılmazdı, cep telefonu yoktu bizlerdeki gibi korku dolu, korku filmlerinden fırlamış senaryoların akılda yaratıldığı ebeveynlerde...

Çocukların yaşıtları olan çocuklarla sağlıklı bir şekilde büyüyeceğine inanıyorum ama gel gör bunu hiçbir şekilde uygulayamıyorum. Bundan dolayı son derece vicdan azabı çekiyorum hiç mutlu değilim, anne olarak çocuğum mutluysa ve bulunduğu ortam da bana güven veriyorsa hiçbir yapışıklığım yok. Hatta hayatım boyunca annesinin paçasından ayrılmayana da ayırmayana da tahammül edemedim ama bakıyorum bizim çocuklar "Kızım al bisikletini çık!" dediğimde bile tepki gösteriyor. Sosyalleşmenin yaşandığı alan online oynanan oyunlar ama vücut hımbıl hımbıl bir bir sandalye üzerinde. Bir saati aştıkça kızaran gözler, gittikçe agresifleşen bir yüz, gerçek hayattan kopuş, ödevleri, evde fiziksel yapılması gerekenleri yapmama...

Nedir bunun çözümü arkadaş gruplarından mahalle arkadaşlığından başka? Yapay yaratılmış alanlar, kurslar. Nereye kadar? Bir kurs aldın diyelim hadi attım on ders resim, e tamam hayatın boyunca mı devam ettireceksin? Üstelik bir dolu para, kapalı bir mekan. Yüzmeye yolladın tam bir kimyasal çorba, en zehirli maddelerden biri klor, neymiş çocuğum yüzüyormuş, kasları gelişiyormuş, e nerede gözler ya da en büyük organ deri?

Bazı anne babalar var bir de ellerinde su tabancaları çocuklarıyla şen şakrak oyunlar oynarken canı gönülden bundan zevk alıyorlar. Oyun oynamayı seven yetişkinler baki. Peki bu herkese uygun mu? Oysaki bakıyoruz neredeyse hepimizin çocukları var.

Alternatif parasız olsun yalnız, ya yemiyor değil mi? Bütün alternatifler artık bir allahın kazığı fanusun içinde. Herkes yolunu bulmuş, yapmışlar magamall ların içinde bir dandik oyun 2 lira o da en az miktar bu, iki çocuğuyla çıkan bir insanın elinden her gün bir on lira çıkacak hale getirilmiş bir sistem.

Nasıl olacak bu iş ben bilemiyorum. Tatillerimde çocuklarımı eğlendirmek istemiyorum o zaman ben eğlenmiyorum ne yapalım ayıplansa da benim gibi insanlar da var bu dünyada. Pek teşvik görmüyorlar hani bebeği çocuğu olup sürekli bebek çocuk demeyince de pek bir pış pış edilmezsin ama...

Eski mahalleleri geri istiyorummmmmm!


Tanıştırayım, Ben Kötü Kedi Şerafettin

Hafta sonlarından nefret ediyorum, tatillerden de aynı şekilde...

Benim tatilim aslında belki çoğu insana göre tatil değildir ama olsun. Kendi başıma, kendi kendime kaldığım zamanlarımı çok seviyorum. Çocuklarım okuldayken, bilgisayar başına her oturduğumda keskin bakışlara gelmediğim, sporumu yapıp, ardından alışverişle birlikte eve dönüp istediğim kadar istediğim şeyi yediğim zamana denk geliyor bu dönemler.

Ailecek yapılan, çocuklara odaklı ama beni eğlendirmeyen, hadi pikniğe, denize gidelim, aileler toplanıp yedi düvel bağıran çocuğa aldırmadan yiyelim içelim de bana göre değil. Denize gidip güneşlenmeyi sevmem örneğin, geçen senelerde hadi buralarda yaşıyorum biraz güneş gören bir tenim olsun diye günlük güneşlenme seansları düzenledim kendi kendime. Deri kanserine yakalanıyordum!!!

Arap Emirlikleri'nde Dubai dışında halk plajlarından denize girmek çok keskin kurallarla sınırlandırılmamış olsa da (kağıt üzerinde öyle ama bunu delen de var) sen bir bayan olarak denize girmeye karar verdiysen hemen yanına kadar gelip sana hiç gözünü başka yere çevirmeden bakacak olan bir sürü mağara adamına hazırlıklı olman gerekmekte, yalnızca sen değil üstelik çoluk çocuğun da bu bakışlara dahildir. Kapkalın bir derin, görmeyen gözlerin olursa belki...

Bu durum eğer deniz ve güneşten yararlanmak istiyorsan otellere üye ol gibi saçma sapan bir yola sokuyor insanı. Hani ekmek bulamıyorsan pasta ye gibi bir şey. Ama yapmak zorunda kalıyorsun çünkü Antalya gibi bir yerden buraya geldiğinde en zorlandığın kısım kilometrelerce uzanan kum sahillerden denize girememe duygusu, önce neden para vereyim ki otele diyip direniyorsun tabi ama birkaç yıl en fazla...

Velhasıl oteller de yıldızlarını havuzlarla almaz mı? Bu sefer, hadi havuz gibi bir kimyasal çorbaya girip ay ne güzel serinledim, yüzdüm sağlıklıyım, ne kadar da şanslıyım yanılsaması başlıyor. Şanslı falan değilsin oysaki! Bir de cebinden onlarca parayı akıtıp uzun vadede seni kanser edecek, kalp krizi geçirme riskini arttıracak bir suyun içine giriyorsun. Artık bilmeden gibi olayları yumuşatan ve aynı zamanda arabeskleştiren bir tarz kullanmak istemiyorum çünkü bilmeden diye bir alternatif yok! Hadi bakalım bunları bil, çocukların serinlesin diye bile bile kimyasalların basıldığı suya girmesini seyret mutlu ol :(

Piknik yapmaya gelince...Oldum olası ayak ayak yerlerde rahatsızca göbeğini hissederek oturmayı sevmedim. Artık yaş ilerledikçe kimseyi doyurmak için yemek hazırlamaktan da öyk getiriyorum. Burada bazı veliler tanıyorum on seneye yaklaştı yalnızca çalışmalarını öne alarak bir kere bile evlerinde kimseyi ağırlamamışlardır. E ben niye yapayım o zaman? zinciri birbirini bu şekilde etkileme başlıyor bu sefer.

Evet! Kabulümdür ben anneliğe uygun bir kadın değilim. Ne yumuşak bir şekilde sorulmuş olan başladığım işi bölen milyonuncu soruyu sakinlikle karşılıyorum, ne çocuğum öyle ot gibi saatlerce bilgisayar karşısında otururken omuzlarımı silkip olsun diyebiliyorum. Ama ben böyleyim! Şimdiye kadar anlatılmıtş veya  topluma kabul ettirilmiş tombik, kendisiyle hiç ilgisi alakası olmayan, benden önce herkesi mutlu etmeye çalıştım, herkes için saçımı süpürge yaptım tarzı kadın ben değilim! Anne olmuş bir kadının seks kelimesine günümüzde dinazor görmüş etkisi yapması, bundan rahatsız olunması da bana göre değil. Spor yaparak kendime bakmak, eskisi gibi güzel fit görünmek benim için anneliğe uygun değil ama önemli ne yapayım? Aklıma bu gelenler geldiğinde yazmak çok önemli.

Bu arada iki kişilik arasında gidip gelerek tombikleyip "Ulan yeter beee nereye kadar?!" dediğim kendi güzelliğine düşkünleri tiksintiyle izleyip ama bir yandan da çok mutsuz olduğum zamanlar da oldu.

Şimdi söyle bakalım ben ne kadar normalim?  

Kaş Yapayım Derken Göz Mü Çıkıyor Dersin?

Yazıma bugün cep telefonları ile ilgili eşimin bana yolladığı bir video ile başlayacaktım fakat bir anda kendimi olayı daha genel anlamda ifade ederken buldum. Her zamanki gibi tweet atma anlamında becerikli değilim çünkü kanımca hayata bakış açısı bir bütün ve aynı şekilde baktım ki bir cep telefonu olarak konuyu sınırlamak çok zor. 

Artık hayat felsefemi şu şekilde tanımalamak istiyorum; Üzerinde yıllanmış tshirt, evinde tüplü televizyon , çocuğunun elinde eski bir cep...onları alamayacak durumda olduğunu değil, hayatta başka şeylere verdiğin değeri gösterir. 

Eskiden o söylenen "görmemiş" ve "doymamış" zihniyetin karşısında harcamalarını mantığa oturtmuş, belki çok varlıklı  olmasına karşın mütevazi hayatlar yaşayabilene inanılmaz saygı duyuyorum. 

Yazımda yola çıktığım nokta bir cep telefonunun insanın üzerinde yarattığı etki ama tabi ki bununla da kalmıyor ve aynı zihniyetin yarattığı bir canavar var. Baştan ayağa kokan bir düzen, bu düzeni sorgulamadan kendi çarpıklıklarını da katarak çoğalan bir sürü insan...

Bu insanların evlerinde yaşanan, sürekli tekrarlanan artık cahillik mi desem, kendi çıkarlarına uygun çocuk yetiştirmek mi, kendisi göremediği yapamadığı ne varsa çocuğuna verebilme zihniyeti derken zehirlemek mi bilemiyorum. Zaten bir sorunun tek bir cevabı ya da sonuca giden tek bir yol gibi bir bakış açım da yok, hepsinden birazcık vardır muhakkak. 

Gözüme gözüme girenler;

1. Evinde sürekli televizyonu, ışıkları açık olanlar (Bu durum çocuğu sürekli stimüle etmektir, o bebeğe ne zaman akşam, ne zaman sabah anlatamamaktır. Düşünebiliyor musunuz? Sürekli uyarı olan bir ortamda uyuyabilme işkencesi!)

2. Gece yatarken bile yatak odasında gece lambasını açık bırakmak (kendisi korkuyor diye el kadar minik bebeğin de korkacağı yanılsamasında olan insanlar, başka bir işkence, gözünü kapayıp ışıkla uyumaya çalış bakalım kolaysa! Yapılan araştırmalar serotonin denilen  hormonunun karanlıkta uyurken salgılandığını kanıtlamıştır)

3. Küçücük bebeklikten itibaren "Aaaa bak baban/annen seni arıyor diye cep telefonunu çocuğun kulağına dayamak, ses dinlettirmek, cebi oyuncak gibi algılamasını sağlamak, el bombasını ver oynasın!

4. Daha tad alma duygusu gelişirken çukulata, şeker gibi tadlarla tanıştırmak, bunu yapmayana da çocuğuna kötülük edermiş muammelesi yapmak.

5. Kocasından kaçma içgüdüsüyle çocuğunu yanında yatırmaya alıştırmak ama yine yalnız uyuyamıyor bu diye söylenmek.

6. Uyku düzeni diye bir şey bilmemek, saat ve rutin denilen bir şeyin olmaması, sürekli farklı saatlerde ve geç yatırmak (sabah geç kalksın uykusu bozulmasın diye)

7. Sürekli kendi prestijini, mal varlığını, ne kadar önemli(!) bir insan olduğunu kanıtlamak için çocuğuna en son ne teknoloji çıkmışsa almak. Alışverişini hiç bir zaman İHTİYACIYLA SINIRLAMAMAK.

8. Çocuğu dünyanın merkezine yerleştirmek, kocasından göremediği sevgiyi ya da ilgiyi çocuğuna yansıtmak ve hayatı boyunca onu esaret altına almak.

Tüm bu tarz davranış şekillerini, özellikle uyku düzeni açısından olanları resmen çocukları farklı anlamda istismar etmek olarak nitelendiriyorum. Kendi ihtiyaçlarını öne alarak yapılan herşey ebeveynliğin doğasına aykırı fakat ne yazık ki toplumlarda ne bunun eğitimi var ne de çocuk edinildikten sonra geri dönüşü...