30 Mayıs 2009 Cumartesi

Ben Nerelerdeyim?


Aslında en son istediğim şey bu bloğun bir bebek günlüğü şekline dönüşmesiydi ancak hayatım şu an kirli bebek bezleri, banyosu, doktor kontrolleri, beslenmesi, kaka yapması, gaz çıkarması, yemesi, yememesi derken bu konuyla örtüldüğü için elimden başka bir şey gelmiyor, üzgünüm...

Pöf!!! Şimdi yerine koydum veleti, bugün Salı ve Chloe arkadaşına gidecek, eskiden olsa hemen ya N. ile buluşma sebebim olurdu ya da kendi kendime öylesine çıkıp dolaşma...Şimdi ise boş zamanlar mutfağın toplanması, yıkananların asılması ya da toplanması, benim fazladan sütüm birikmişse onu sağmam, yemek yoksa yapımı, uyuma debelenmesi, ütülerin kaldırılması, evdeki düzenin sağlanması, Chloe'nin ödevlerine yardım...şeklinde geçiyor.

Oysaki aklımda her gün bir sürü plan, bloglara gireceğim, işte efendim kaçırdıklarımı sevdiklerimi okuyacağım, yeni bloglar keşfedebilirim, ben yazıp anlatacağım, yeni aldığım playstation oyununun tricklerini öğreneceğim, playstation'da hiç tahmin etmediğim ama indirmeyi başardığım "Home"a gidip oraları keşfedeceğim, insanlarla İngilizce yazışacağım, gelen maillerimi okuyup yanıt vereceğim, çektiğim fotoğrafları bilgisayara transfer edip gönderilebilmesi için gerekli küçültmeleri yapacağım...bla bla bla

Peki sonra ne oluyor? Ya bebeciğin uyanık olduğu zamanlar uzuyor ya da O uyur uyumaz ben kafamı kaldıramaz halde isem uyumaya, yok o da değilse yapılması gerekenlere yönleniyorum. Peki, Zoe'nin daha fazla uyanık kalması ne demek? Daha yoğun ilginin ve beslenmenin O'na yönlendirilmesi demek. Bu ise aynı zamanda planlanan herşeyin rafa kalkması anlamına geliyor.

Zoe'de kendi adıma gözlemlediğim yegane duygu daha bir anaç olmam. Ağlayıp zırlasa da acayip şirinime gidiyor mesela ( kolikteki O'nun ızdırap çektiği ağrılar hariç ) Küçük Budha, koala yavrusu, mincir mincuk, ponçik, bezelye, puaça, beyaz leblebi, sulu armut yanaklı...gibi isimler takıyorum kendisine. Benden meme emerken gözlerini yaratık görmüş gibi açıp kendine göre düşüncelere dalıyor ya da şaşırmış bir ifadeyle içmeyi sürdürüyor. Arkadaş, eş dostla çok ciddi bir konuşma esnasında sesli bir şekilde yelleniyor ya da geğiriyor, altını açtığımda havaya doğru işeyip, kakasını yaparken de orayı burayı mahvedebiliyor. Bunlar işin eğlenceli kısmı, ha bir de ağlarken miyir miyir kucağına geldiğinde boynuna burnunu sokup ya da oranı buranı emmeye çalışıp uykuya dalması inanılmaz mıncıklanası bir durum yaratıyor. Kafası da meme aranırken pin pon topu gibi ya da ağaçkakan, bir arkaya bir öne, bir de sert sert vuruyor oraya buraya banamısın demiyor. Burnumu bile emdi velet, önüne ne gelirse artık...

Göğüs uçlarım halen acısa da eskisi kadar beter hissetmiyorum kendimi. Herşeyi deniyorum, meme veriyorum, sütü sağıp biberondan içiriyorum, göğüs uçlarına kalkan yerleştirip emzirmeye çalışıyorum ( bu sabah da onu denedim, sevmedi ) Göğüsler çok dolu olduğunda gerginlik yaşandığı için ucunu almakta çok daha zorlandığını fark ettim. Heryer süt oluyor, kıyafetler, bebeğin yüzü gözü, onun giydikleri...Sütü ilk aşamada sağıp yarısından sonra vermekte fayda var gibi. Evin her noktasında peçete kutuları var.

Tecrübeli anne olmak bazı yerlerde işe yarıyor, bazı yerlerde hala sıfırdan başlanmışlık duygusu hakim olabiliyor. Neden denirse iki insanın birbirinden farkı olarak açıklayabilirim. Birincisinde hiç gaz sancısı yaşamadık mesela. Kendi kendine çok oyalanan bir çocuktu Chloe. Bunda Nisan ilk haftanın sonundan başlayıp kolik ilacı keşfedene kadar geçen bir haftayı bayağı bir zor atlattık. Şu son üç gündür de ilaç almadan ( eczaneden İngiliz malı yan etkisi sıfır aylarca kullanılabilecek rahatlıkta olan bir karışım ) gaz sancısını rafa kaldırdık. Şimdi o yükselerek insanı bayıltacak hale getiren ağlama durumları bitti. Hatta altı açıldığında kendi kendin havaya tekme savurma durumları yerleşmeye başladı ki bu beni ve babayı en fazla mutlu eden taraf.

Bundan sonraki aşama, geceleri daha uzun süreli tok kalabilme çalışmaları. Tabi ki kaç saatte bir besleneceğine Zoe karar veriyor ben de itaat ediyorum ama artık saati beslenme zamanından 30 dakika önce kurup biberonu ağzına vermiyorum, kendisi uyanıyor. Uyanmazsa da o şekilde devam edecek.

Bunu Chloe'nin tuvalet eğitiminde de böyle yaptım, O'nunla konuştum, akşamları kuru kalkana kadar bezledim, her kuru kalkıp tuvalete yapınca alkış kıyamet, hiçbir travma olmadan kendiliğinden halloldu, Zoe'de de yapacağım teknik aynı.

Bazı yerlerde bezsiz bebek tecrübesi anlatılmış, evet günün 24 saati o da kaka yaparken anlaşılabilir, bebek gözden ayrılmaz ise ( uykular da dahil :) )o zaman geldiğinde her yere yaptırtmak mümkün. Açarsın bir bez, bebeği de açık şekilde yatırırsın oldu bitti. Ancak burada dikkate alınması gereken en önemli konu kaka çiş kontrolünün sağlanması, o kasların gelişimi...O gelişim tamamlanmadıktan sonra ne yapılsa boş. Zamanı gelince kendiliğinden kontrol başlıyor zaten.

Tuvalet eğitiminden bahis açılmışken, bizimki hala kaka yapmayı unutuyor bir de...Geçen seferki rekoru beşinci günde, bu seferkinde de bir haftaya doğru gidiyoruz bakalım. Buradaki kriter kabızlık olması yani kakanın kıvamı. Katılaşma yaşanmazsa korku da yok deniyor. Bunu da yaşamamıştık mesela Chloe'de, yalnız O formül sütle besleniyordu fark orada. Ancak çok ileri derecede prematüre doğan Chloe'nin bunların hiçbirini yaşatmaması da ayrı bir konu. İlginç...İnsan doğasının ne kadar kuvvetli olduğunu göstermesi bir kenara hiçbir şeyin formüle edilemeyeceğinin bir kanıtı.

Aşağı kata seyahat yatağını çoktan açtık. Kırmızı bavulumun içinde yedek kıyafetler, havlu, aşağı banyoda Zoe'nin yıkanma ıvır zıvırları, oradan oraya taşınan ve Chloe'den acayip memnun kaldığım ve benim şezlong dediğim ana kucağı ( burada öyle deniyor ) Düz ayak evle ya da yatak odası ve oturma odası aynı olan bir planla bu evin farkı da böyle. Sanki iki ayrı dünya gibi, yukarda yatak odaları, aşağısı ise yaşam mekanı. Bu anlamda zor...

Haziran ayında olduğumuza inanmak çok güç. Son bir haftadır sıcaklık 48 lere kadar dayandı. Zoe'ye aldığımız bir tek o şezlong demirbaş anlamında. Chloe'nin araba koltuğu da bebek arabası da kardeşine transfer, ayrıca normal ve seyahat yatağı, bebek çantası da...Bu yönlerden oldukça tasarruflu oldu bu bebek. Sigorta prematüre masraflarını dahi karşıladı ki, inanması gerçekten güç.

Prematüre bebek davranışları ve zihinsel gelişimi doğması gereken tarih dikkate alınarak yapılıyor, bedensel karşılaşılacak olan sorunlar ise virüs ve bakteriler anlamında doğduğu tarih baz alınarak. Bu şartlar altında geçtiğimiz Pazar günü aşılarımızı olmaya gittik, ağızdan verilenle beraber bir dolu şey olup geldik. Huzursuz bir gün geçti ancak en pahalı olanları tercih edip yararını gördük, yan etki neredeyse hiç olmadı. Sigorta periyodik bakımları ve aşıları karşılamıyor. Bu da siorta mantığına son derece yatkın bir davranış, şikayetim yok.

Şimdi yıkanmaya girmem lazım mesela ama yine uykuya yeniklik söz konusu. Dün akşam Allah'tan ilk defa öğünler arasına dörderimsi saatler koydu ufaklık. Allah razı olsun. Ben de uyandırmadım. Dörder saatte koysa sekiz saatlik kesintisiz bir uyku için nelerimi vermezdim :)

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Ben Pişmiş Tavuk, Tanıştırayım

Bloğum yazılmak için kıvranadursun sabah hala ilk işim bilgisayarımı açmak olmasına rağmen gelin görün ki -eğer o da şanslıysam ve uykusuzluktan kafaları üşütmemişsem- ancak bir iki dakika maillerime bakıp, geçiştiremediklerime yanıt yazarak, kös kös ya süt sağmaya ya bebek beslemeye ya da uyku uyumaya dönüşle geçiyor zaman. Hala dört duvar arasındayım. Arkadaşım çok haklıymış ilk birkaç ay dışarı çıkamamak konusunda.

Geçen yazıdan sonra araya giren döneme bir sürü olayı tıkıştırdım yine, şimdi burası kendime de ve ilerde kızlarıma da arşiv oluşturacağı için olan biteni aklımda kaldığıyla hemen yazayım. Oradan buradan kopuk gibi görünse de artık aklımda oynaşan tilkilere veriniz.

Doğum yaptığımda bebeğin renginin bizim aileye göre çok daha koyu olmasından bahsetmiştim. Hatta Zoe'yi ilk gördüğümde karıştığı bile aklımdan geçmişti, mesela engin hayal gücümle bir Arap Şeyhinin karısıyla aynı anda doğum yaptığımızı, ikimizin bebeğinin yine aynı dakikalarda birbirinin yanındaki kapılardan çıktığını ve bir şekilde karıştıklarını...Küvezde bebekler yatarken hepsine "Acaba hangisi daha çok bana veya babaya benziyor, bir yanlışlık olmalı." diye baktığımı çok iyi hatırlıyorum. Utanç verici belki ama bebeklerimle gerçekten de ilk karşılaşma nedense bende hep böyle bir etki yaratıyor. Yani, anında sahiplenme duygusu oluşturamıyorum. Birkaç gün geçtikten sonra inanılmaz bir koruma içgüdüsü gelişiyor, zaman geçip devran döndükçe ise büyük bir sevgi bağı oluşuyor.

Şimdi, doğumdan bu yana geçen 46. gün ve Zoe'nin rengi pembe beyaz...Eve geldiğinde sarılığın ve yeni doğmuş olmanın verdiği değişik bir kırmızı sarı koyu tenlilik bedenini terk etti. Gözler hala lacivert olsa da sanırım daha bir koyulaştılar, büyük bir ihtimalle ablamızın rengi olacak. Katıksız kahve. Kilomuz dün itibarıyla 3.700 idi, bu her güne 50gr. ın denk düşmesi olduğuna göre bir buçuk hafta içinde dört kiloyu göreceğiz skalada demektir.

Gün içinde iki kere uyanık kalıyor ponçik. Bu, ne yazık ki genelde benim kocanın beslemeyi devraldığı 23-2:00 aralığı olursa biraz zorlu oluyor, daha gece gündüz farkı pek kavranılamadı ufaklık tarafından ki biz geceyi anlatmak adına elimizden geleni yapıyoruz, ışıklar minimumda, ses seda yok ama yenidoğanlar böyle işte, istedikleri zaman uyanıp istediklerinde de uyuyorlar ki değiştirmek sağlıklı değil henüz bu düzeni ( düzen denirse tabi )

Gelelim benim başıma gelenin pişmiş tavuğun başına gelmez meselesine. Artık hastanenin acil servisinden birileri ile akraba çıkmak pahasına ben de oraya gittim, olay geçen hafta Cumartesi gerçekleşti. Bugünden sonraları, Cumartesileri bizim ailenin hastane günü olarak ilan ediyorum. Zira, Zoe'nin doğumu Cumartesi, Chloe'nin ateşinin kırkı geçme serüveni Cumartesi ve benim acile koşuşturmam yine geçen Cumartesi...

Eşim evde diye bana öğleden sonra yatabileceğimi söyledi. Yine tuhaf hissediyordum kendimi. Öksürük başlamıştı bir de yazmış mıydım, hatırlamıyorum. İçten içe bir ateş durumları, zaman zaman gelip giden mide bulantısımsı bir şeyler, bir gece önce ve gün içinde acayip acayip baş dönmesi, dışkılamada tuhaflık ve sabah bir şey gördüm!!!

Hayatım boyunca özellikle de dört sene üniversite kampüsünde sekiz kişi bir odada yaşayıp, bilmemnekadar insan aynı alaturka pislik içindeki tuvaletleri kullanırken aklıma gelen, bazı kızlarla da konuşup olayı iyice korku filmine çevirdiğimiz ki gerçekten filmlik derecede beter bir durum, bağırsak paraziti...

Hemen internete girdim, araştır Allah araştır. İğrenççççç! İnsanın herbir deliğinden çıkan (o delikleri yazmayayım şimdi, kolayca tahmin edilebilir), yok yıllarca içinde konaklayan, kanını iliğini kurutan bir sürü şekilde ve şemalde olan mide bulandırıcı yaratıklar silsilesi. O semptom var mı? Var! E, bu var mı? Maşallah aman eksik kalmasın tabi ki o da var! Hatta kendi kendime gördüğümün ne olduğunu bile buldum. Allah'ım!!!! Hissettiklerimi ve düşündüklerimi anlatmak imkansız. Zaten uykusuzluktan allak bullak olmuş, sezeryandan çıkmış, süt üretmek zorunda olan, lohusa kanamaları yeni biten bir şahsa bir de bu eksikti!

Neyse, dedim ya uyudum. Belki iki saat ve bir kalktım ki aman aman aman benim eller olmuş iki ciğer!!!! Ama nasıl bir kaşınma, nasıl bir iğnelenme ve kızarıklık... Derken, bu iki elin kızarıklıkları parça parça kollarıma falan yayılmaya başladı. Bana ne oluyor diyip aşağı indim, bebeği besleyeceğim ama bu sefer de çocuğu tutamıyorum elimde o derece, hemen babaya teslim ve o deformasyona uğrama duygusu ve yine mide bulantısı ile ( bir de tabi psikolojik olarak durumura uğramışım o stres de midemi kaldırıyor ) eller yüzünden araba da kullanamayarak hastaneye...

Ağlayan bebeler, kanaması olanlar bir de benim gibi ölmeyen ama beter olanlar. Acilin de acili olduğu için girişimi yaptırıp bir saat bekledim ve doktora anlattım. Evet, bu parazit ise benden bir örnek istediler giderken ( bir ertesi gün sonuç verilecek ) spazmlar için iğne yapıldı, sevgili (!) parazitimin cinsiyeti bile anlatmalarımdan belirlendi (erkekmiş Allah'ın belası, milyon yumurta bırakan dişiye göre tercih edilir tabi ki de) ve ilaçlarımı da alıp evin yolunu tuttum.

Sürekli bir tuvalete çıkma isteği ay deli olmamak işten değil, elimde eldiven örnek bırakma macerası...Sakınan göze çöp batar misali, " Dışarda yemek yiyor musunuz?" sorusuna verilen olumlu yanıt, aman bebeğe bir şekilde sütümle, öperek, ellerimden geçer mi, ne yaparız korkusu...

Verilen parazit düşürücü çok kuvvetli ki bir hafta iki tanesinin bir arada olduğu bir çift alıyorsun, diğer hafta da kalan iki taneyi, o kadar. Bin kere dedim ki "Süt veriyorum, bebeğe geçer zarar verir mi?" "Hayır." "Sonucu nasıl alacağım?" "Ben sizi arayacağım Evin Kedisi" dedi acilin doktoru, "E siz unutursunuz, ben sizi arayayım?" "Hayır ben ararım" E, peki tamam. Aramayacak...

Eve geldim, internete...Zaten o dönem nasıl, hem gözüm kapanıyor ama bir yandan da kendimde neler oluyor bunu görmek zorundayım misali bir araştırma humması içindeyim. Stephen King'in hikayesini yazdığı bir film vardı hani, yaratıklar insanların içinde büyüyor ve tuvalete gidip abuk subuk sesler çıkartarak dış vücut yüzeyi parçalanıyor ve hepsinin içinden Alien çıkıyor. Kendimi aynen öyle hissediyordum.

Pazar günü okulumuzun doktoru vardır Shereen, O'nu aradım hangi günler muayenehanesinde diye çünkü bir de bu olaylara paralel olan Zoe'nin kaka yapamama sorunu başladı ya da belki yapamama değil ama bir ayı geride bıraktığımız için huy değiştirme yaşanıyor.

İlk önce her öğünden sonra dağlara taşlara yapan çocuk bir anda araya iki gün koydu, aman ne oluyor neden yok derken küt kendi yaptı, bu arada %90 benim sütümü alıyor bir de. Başka türlü olsa ne olacak acaba? Zaten bunu da benim durumumla öğrenmiş olduk ya neyse. Kendi durumumu, bebeği anlattım O'nu da sakin sakin görmek istediğimizi fikrini almak istediğim konular olduğunu söyledim. Pazartesi sabahına hem beni hem de Zoe'yi görmek üzere anlaştık. Saat 10:30.

Cumartesi eve geldim, elimde ilaçlar... Spazm giderici, yaratık düşürücü ( ödüm bokuma karışıyor bu arada ilacı alıp da bir şeyler göreceğim diye ) Yahu düşünüyorum düşünüyorum bu nasıl oluyor? Aklıma gelen bir tek dışardan aldığımız salatalar. Pizza Hot'ın tavuklu yeşil salatası da onu hepimiz bayılarak yiyoruz da ben mi aldım bir tek? Olabilir, belki bir noktasındaydı orayı ben lüplettim. Allah kahretsin, %1 ile 4 arasında değişen neredeyse sıfır ihtimalli CMV de hamileyken ben almamış mıydım?! Geri zekalı ben!!!

İlacı saat gece sekiz gibi aldım. Sonra benim bey :) öyleyizdir biz ikimiz de, internette, ilacın kendi sitesinden bakmaya karar verdi bir de " Journal of Human Lactation" gibi konusunda kompetan bir siteye baktı. Tahmin ediniz ki ne gördü? Bana verilen ve bin kez soraraktan aldığım ilacın eğer süt veriyorsam üç gün boyunca bebeğe verilmemesi uyarısı, bir sürü ünlemle bir de, iyi mi?! Aynı ilacın İngiltere'de emziren kadınlar için satılan ismi farklı. Ama bu anneler için uygun değil. Yuh!!! İsmini niye vermek istemediği anlaşıldı, e ne de olsa sorumluluk değil mi? Ellerinde bir de ilaçlar için kitapçıkları var doktorların, lactation olan anneler için uygun olanı, diğerlerini bu kitaplardan takip ederek veriyorlar yoksa ezberden milyon ilacın yan etkisi nedir, nerelerde kullanılır, hangi ileç kendi ülkelerinde satılmaktadır, yenilikler nedir bilmek ya da akılda tutmak mümkün mü? İmkansız...Bu, benim yakada gelişenler aynı anda ve aynı mekanda bir de bebek olunca ve O'nun da kaka yapma sorunu bu bendeki problemin patlama noktasına denk gelince bizim makinalar cozuttu tabi.

Bir prematüre annesi Chloe'nin doğumunda formül süt olarak Similac Neosure tavsiye etmişti ve çok memnun kaldık. Fakat bu bebekte yine eskiden de uyuz olduğum bir durum olan sütü karıştırdığımızda oluşan köpükler. Dışarısı güneş altında rahat 45 derece vardır ve gerçekten de çok sıcak. İklimlerden iklimlere herşey o kadar değişiyor ki buraya göre bu mama çok yoğun gelmeye başladı gözüme. Zoe istekli içmiyordu bir de. Her beslemeden sonra kenardan kıyıdan bir akıtma, çıkartma halleri...Bir de anlıyorsun işte anne olarak, ben üç gün ara verince bir anda olan değişim, yalnızca aç olduğu için mecburiyetten içtiğini hissetmek. Derken yine dışkılama sorunu, bu sefer araya konulan üç gün ve çok sıkıntıya girdi bebek.

Hastaneyi arıyorum maalesef hastane doktoru anlayışı hakim, hiçbir doktor tatil veya yoğun günlerde cevap vermiyor. Zaten binlerce hasta arasında hatırlayıp dönmeleri mümkün değil ki. Yanıt alamıyorum kimselerden. Neyse ki " Bebeğinizin ilk yılında sizi neler bekler" kitabım başucumda, diğer yandan internet...

Öncelikle, bir aydan sonra bebeğin dışkılama alışkanlıklarının değişmesi çok doğalmış bunu öğreniyorum bu, bir. İkincisi, burası gibi aşırı sıcak iklimlerde özellikle formül sütler çok yoğun kalıyor anne sütüne göre ve sistemi bloke ediyor. Sindirimi anne sütüne göre çok daha zorlaşıyor, aralarda su önerildi, 10 cc kadar. Belki en fazla dört kere falan. Bunu konuşabildiğim de hastane doktorlarımız değil Pazartesi gününe randevu almış olduğum Shereen. Baktık karı koca bebeğin hali harap çocukçağız ıkınıyor sıkınıyor yok, Chloe'den kalan gliserin fitil buldu koca ve azıcığını uyguladık. Evreka!!! O konuyu o şekilde hallettik. Tabi ki bu bebek gerçekten de sıkıntıya girene kadar uygulanacak ve O'nun kendi kaka yapma düzenini bozacak bir uygulama olmamalı. Bir de anne sütü alan bebeklerde süt tamamıyla kullanıldığı için bu yaşanabiliyormuş. Eh, o da olabilir...Ama üç gün bir anda %100 formüle geçiş can sıkan.

Pazartesi sabahı iki buçuk...Üç beslenmesi için kalktım fakat o da ne?! Yine alerji başlıyor ve kollar, eller felaket durumda. Aşağıya aldığımız Fenistil şuruba atladım, bir anda ishal vurunca tuvalete gittim ve içerden Zoe'nin zırlaması ile neye bölüneceğimi şaşırmış bir şekilde kalakaldım WCde...Binbir küfür bir arada. İşin ilginci reaksiyon bir anda geliyor yerle göğü inletecek derecede ve bir on dakika içinde azalıp ikinci on dakikada yokoluyor.

Gün başlayıp da Zoe'nin dokuz beslenmesinden sonra apar topar yine yola çıktık. Araba koltuğunu artık çok daha rahat bir şekilde hallediyorum Allah'tan. Binanın olduğu yerde çok yoğunluk olduğundan karşı tarafa park ettim. Saçım başım bir tarafta. Binaya gelip ön cephede bebek arabası için yol olmadığını gördüm, bir öküz yan taraftan gir dedi diğer nazik yaşlıca bey yardım etti. Asansör bebek arabasının üstüne kapandı ben kan ter şeklinde yine küfürlerle sekizinci kata çıktım, normal numaranın önünde yazan "801 e gidiniz" ile artık son damlalar şeklinde muayenehaneye...

Ha, bu arada sabaha bir de hastaneyi arayıp acili fırçalama şansını da yakaladım. Doktor arayacak dediler aramaz diyince söz verdi hemşire ve gerçekten de dakika bir gol bir Shereen'in ofisinde arandım.

İlk önce doktorun sorusu " Herşey bir kenara siz ve bebek nasılsınız?" A ha! Kanser falan mı diyecek dedim ilk an. Ve beni yerimden oynatacak ve dans etmemi sağlayacak haber; " Bağırsaklarda bakteriyel enfeksiyon dışında parazit yok."

Hani halk arasında kanlı ishal derler, bir aydır bunun pençesindeymişim de haberim yokmuş. İshalden karnım ağrıyormuş ben onu ameliyat sonrası spazmlara veriyormuşum, yorgunluğumu, mide bulantımı uykusuzluğumdan kaynaklanan savunma mekanizmama, dışkıdaki mukusu yaratığa ( en son Cumartesi ve belki birkaç gün öncesine göre fark edilenler ) ateşlenmemi ve titreme krizlerini süt yapıp sağmamama falan filam...Yani kendimce bağırsak kurdumu (!) görene kadar ben ööölecene yaşayıp gidecektim belki de. Alerjik reaksiyon, öksürük ve hatta diş gıcırdatması ki bende çocukken ve genç kızken vardı, hep parazit belirtileri olarak verilmiş.

Antibiyotik verildi. Şimdi gün ve gün iyiye gidiyorum. Elektrolitim, doğumdan sonra süt veren anneler için olan vitamin ve demir haplarım, öksürük şurubum yaşayıp gidiyoruz işte. Zoe için ise demir ve vitamin D damlası, folik asit hapları ( ezilerek sütüme karıştırılacak ) Kısacası dolabı açtığımda tıkış tıkış tıkılmış olan ve haminnemin ilaç dolabı görüntüsünü çağrıştıran bir durum var ortada. Olsun! Aman yeter ki o parazit hallerinden birisi gelmesin başımıza.

Bu kadar bokluğun altından da kalkabilirse bir beden herşeyin altından kalkar da yazının anafikri :)) Ben kaçtım.

5 Mayıs 2009 Salı

I Ih!

Ben iyi değilim...Sanırım bu süt yapma işi bana yaramadı. Sütü sağdığım için dört beş saat ara koyuyor ve her sağışta iki seferlik süt çıkarıyordum, beden bunu mu kabul etmedi nedir anlayamıyorum.

Cumartesi akşamı Chloe hastalandı, yazmıştım, yarı baygın uyudu evladım, ateş 39 ları geçti ama artık yaş sekiz olduğu için aman havale falan korkusu olmadan ertesi günü ettik. Ne kadar zordur ki evde bir de hasta çocuğun olması ve O'nun sürekli kontrol ve ilgi beklemesi. Bebek istediği kadar uslu olsun, dışardan göze hep uyuyor ondan kolay ne var ki diye gözükse de sürekli bir iş. Ama pek tabi ki bir de bunların üstüne kolikli olsaydı ben ne yapardım orasını hiç bilemiyorum. Korkunç bir kaos yaşanırdı bundan eminim.

Pazar sabahı zar zor Chloe'yi banyo almaya ikna ettim. Daha önceki tecrüblerimden suyun ne sıcak ne de soğuk olmaması gerektiğini biliyordum, vücut ısısına yakın, ılık olmalı. " Midem bulanıyor." dedi banyonun içinde ama bir şey olmadı. Aynı gün bebeğin duyma testi var ve biz zaten yapılması gerekenden bir ay geciktirmişiz, hem kartı bekleyeceğiz hem de gittiğimiz günün kalabalığından gınalar geldiği için sonraya bırakmışız ama bir yandan yarın bir aylık doktor kontrolü var, dosyaya girmesi lazım.

Neyse, banyo yapılıp, perasetamol de alınınca sanki ateşi kontrol altına almışım gibi geldi. Aşağıya yatak yaptım, herkes aynı katta göz önünde olsun diye. Bebeğin altı beslenmesi, bizim kahvaltımız, benim vitamin ve demir ilaçlarım, mutfağın toplanması, Chloe'nin sürekli kontrolü, Zoe'ye bir şey geçmesin diye her harekette gidilip el yıkanması, hadi dokuz beslenmesi derken saat randevuyu gösterdi. Evde araba koltuğunu hazırladım, büyük kızım böyle durumlarda evde kalabiliyor diye O'nun cebini halledip başucuna koydum, saat altıda alınan perasetamol, saat onikide tekrar ve o zamana kadar geleceğimizi söyledim.

Hastanenin kapısında görevliler bekliyor ve eğer bebeğin ya da hastan varsa arabayı senin için kapalı park alanına park ediyorlar. Bu inanılmaz bir lüks tabi ki. Hayatta herşey ama herşey tecrübe meselesi ile oturduğu içindir ki araba koltuğunun bağlanması aşaması beni yine çileden çıkarttı, hadi o bir kenara arkada arabalar hastaneye girmeyi beklerken bu sefer de kilitlenen emniyet kemerinden koltuğu kurtarmak anamı ağlattı. Adamcağızlar ne kadar yardım etmeye çalışsalar da yapılacakları bilmek lazım, bu sefer içinde yatan bebek zarar görecek. Hallettim halletmesine ama dediğim gibi içim çıktı.

Sigortaların hiçbiri nedense bu duyma testini karşılamıyormuş. Bebek 37. haftadan önce doğdu ise bir şekilde verilen bir test, gerçi bizim ilk kız 27 haftalık doğmuştu ki O'na verildi mi hiç hatırlamıyorum. Hatta tam tersi çünkü aynı hastanede kaldığım zaman tanıştığım arkadaşlardan birinin yine ileri derecede prematüre kızının duyma sorunu olduğu konuşma zamanı gelip de çocuk bir türlü konuşmayınca anlaşılmıştı, hiç unutmuyorum.

On dakika falan arabanın emniyet kemeri ile cebelleşip onu hallettikten sonra hastaneye girdik. Bu sefer de kulak burun boğaz bölümüne gidilecek, klasiktir yine yanlış kat verilmiş ve asansörler açılınca haydaaa kapalı otopark!!! Saat onbiri geçiyor ve yine zamanla yarışmak insanı deli ediyor.

Hiç beklemedik gibi bir şey oldu. Hem sabah erken, hem Pazar günü burada hafta başı, hem de sonuçta kulak burun boğaz...Bir makina ile kulağa verilen dalgalardan oluşuyor test, iki dakikada da sonucu veriyor. İkisinden de geçtik :))) Doktor hanımın Zoe'ye dokunmadan ellerini steril etme işlemini de gözden kaçırmadım. Döndük, arabayı beklerken saat onikiyi biraz geçiyordu ki Chloe telefon açtı " Anne galiba benim ateşim yine çok çıktı"

Eve geldim televizyon kapanmış, kızım ateşler içinde yanıyor, kırkı geçmiş vaziyette salonda yaptığım yatakta yarı uyanık, yarı uykulu... hemen yine parasetamol versem de baba gelince hemen onları acile yollamaya karar verdim. Ve beş gibi babasıyla acilden hastaneye girdiler.

Hemen oradaki hemşireler seferber olmuş. Hani bizde vardır ya " Ulan neden geldin, bir de başıma senin işin mi çıktı?!" gibisinden bir öküzlük ve baştan savma durumları...Burada asla ve asla öyle bir davranış tarzıyla karşılaşılmıyor.

Islak havlularla kızımı sarmışlar önce, sonra yüksek ateş için fitil atmışlar, hepsi çok ince ve ilgililermiş Chloe'nin söylediğine göre. Boğazlarında enfeksiyon başlangıcı görünce de antibiyotik vermişler. Eve geldiklerinde en azından gözleri açılmıştı.

Chloe hala okula gitmiyor, belki yarın...Dün hala bir miktar ateşi ve baş ağrısı devam ediyordu ama bugün hepsinden sıyrılmış gibi görünüyor ( Hayır şimdi baktım hala ateş 38.5 da sabit duruyor ). İki çocuk arasında mekik dokumak ise benim zaten bölük pörçük uykulardan darmadağan olmuş savunma mekanizmamı sıfırladı. Pazartesi akşamı tekrar ateşim çıktı, sanırım hernedense hamilelikten öncesinde ağzıma koymadığım ama bu dönemlerde içmeye can attığım buzlu coca cola yüzünden bir öksürük peydah oldu. İnanılmaz bir terleme, ateş ve üstüne alınan parasetamol ile iyice belirgin hale geldi. Mide bulantısı...Ağlama...Eşim bütün geceyi devraldı, beni yatağa yolladı.

Dün itibarıyla kanama durdu fakat hala spazmlar devam...Anlayamadığım, acaba rahmin içinde atılması gereken bir şey mi kaldı? Bu spazmlar benim sistemimi allak bullak ediyor. Dün akşama kadar ciddi derecede enfeksiyon riskinden korkarken bir anda her adet dönemi öncesi allak bullak olan bağırsaklarım geldi aklıma. İlk okulda adet sancılarım ilk başladığı zamanlarda o gelen kramplar yüzünden eve gelirken nasıl ağladığımı ve tuvaletten çıkamadığımı hatırladım. Hah! dedim kendi kendime demek ki bu bağırsak bozukluğu halleri benim bedenimin spazma karşı verdiği bir tepki. Süt de akşamları falan öyle altı saat bedende tutulmayacak anlaşıldı.

Süt üretiminde temizlik şartlarına çok dikkat etmek gerekiyor. İnsan memelerinden bile süt verse aynı durum sözkonusu. Ve hiçbir şey kolay değil. İşin içine girmeden anlaşılmıyor. Bu doluluk hissi, göğüs uçlarındaki sürekli duyarlılık ve batma duygusu, gereğinden fazla terleme, gelen giden spazmlar, her yarım saatte bir tuvalete koşturmak...Bebek için anne sütü bu kadar faydalı olmasa asla katlanılacak dava değiller.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

İlk Gülüş Ve Hasta Abla


İki senedir Chloe hastalanmıyordu. Yaklaşık bir haftadır geldili gittili bir fısırdama durumları oldu, benimkinde hastalanmadan önce yüzde ve kaşının üstünde fısır fısır küçücük sivilceler çıkar hemen anlarım ki vücutta bir virüs var.

Perşembe günü yüzme galası vardı, şimdi inanılmaz bir mevsim değişikliği yaşanıyor ve hep aynı dönüşümlerde hepimiz farklı derecelerde şifayı kaparız. Dün mesela dışarsı hiç abartısız buharlaşmış balık ve deniz kokuyordu. Hava yine nemden ağırlaşmış tepemize tepemize yağmaktaydı. Hoşgeldin yaz!!!!

Evdeki klimaları kendi zevkimize göre ayarlamak olası fakat okullarda ve gidilen yerlerde bir anda dışarsı ile içersi arasındaki fark 30 derecelere varıyor. Vücut, özellikle de bu kapalı mekanları bilmiyorsanız ne yapacağını şaşırıp, üşüme nöbetlerine bile girebiliyor. Burada kapalı mekanlar için muhakkak bir hırka, sweat shirt falan alınmalı. Bu da bir kaç kez şifayı kaptıktan sonra alışkanlık haline geliyor.

Diğer bir sorun bir sürü mikrobun taşındığı ve ne olursa olsun kaçılamayan kum ve toz fırtınaları...Klimalar çalışsa dahi dışardan içeriye bir sirkülasyon var, kaçınılmaz...Ve ne kadar sağlıksız. Her zaman onu söylüyorum, evet belki soğuk havada insan üşütür, dışarıya çıkmak zor gelir falan filan ama güzel giyinince o tür bir havada en azından yürüyüş yapılabilir. Buralarda yaz geldi mi bu imkansızlaşıyor.

Akşama doğru Chloe'nin ateşi bir anda 39 oldu. Şimdi babası başına soğuk kompres yapmakla meşgul. Yoğurt çorbası yaptım, ben de iki gündür falan öksürüp duruyorum. Ödüm patlıyor miniğe bu yüksek ateş geçecek diye.

Bugünün bir diğer büyük olayı ise Zoe'nin bana bakıp bakıp ilk büyük gülücüğünü göstermesi oldu. İnanılmazdı bana göre. Ve kesinlikle verilen bir tepkiydi, öyle gaz maz ya da ne bileyim kas seyirtmesi falan değildi.

Dün akşama doğru birkaç ihtiyacı almaya çıktım. Ama kendimi hiç iyi hissetmedim. Sanki sol tarafın dikişi ya da sol yumurtalık...Bilmiyorum. Ve hala gereğinden fazla bağırsak hareketleri... Bir saat içinde eve döndüm. Ara sıra, özellikle süt sağma zamanlarında gelen bir sıkıntı var bir de. Bugün iki seferlik süt sağıp ardından üç saatlik bir uykuya gitme lüksüm oldu. Şu kocam bir an evvel yaz tatiline girse de ben dinlenebilsem...

Umarım Zoe benim sütümle bu meretten korunur. Amin.

1 Mayıs 2009 Cuma

May Day


Bugün ultrasona göre doğurmam gereken tarihti. Adet hesaplamasına göre ilginç bir şekilde 10 Mayıs ( Chloe'nin doğumgününden bir gün önce ) sonrasında gelişimine bakarak verilen 1 Mayıs...

37. haftada doğan bebeklere prematüre denilmiyor, bir de düşük doğum ağırlıklı bebekler var tabi ki. Ben 35 artı 2 ile 36. haftanın içinde doğum yaptım ama bu hesaplamalar görüldüğü gibi tam sabit ve kesin doğrulukta olamayabiliyor. Bir bakıyorsun ultrasonda doktor 1 Mayıs tarihini görse bile adet dönemini hesaba koyabiliyor ya da yine ultrason kilo olarak gösterdiği rakkamda artı eksi 400 gr oynama payı bırakabiliyor ki bu doğumda ciddi derecede önemli farklar yaratabiliyor.

Melissa doğduğundan beridir çok iyi bakıldı. Hiç alçak gönüllülük falan yapamayacağım bu konuda. İlk geldiğinde benim sütümle günde 50 gr gibi astronomik kilo alışları yaşadı, ikinci dilimde 40gr. Şimdi ise yani doğması gereken tarihte kilosu 3.300 gr'a yani normal bir bebeğe ulaştı.

Bugün özellikle geldiğinden beridir yaşadığı hafif sarılık ve yeni doğan kırmızılığı minimuma indi sanki. Rengi gittikçe açılıyor. Saçlarımız bayağı koyu, içinde kızıllık zar zor seçiliyor fakat kaşlar kirpikler açık renk olduğu için saçın da zamanla açılacağı tahmin dahilinde.

Dün, annem internete geldi gönlümüzce konuşmak için, birkaç fotoğraf yolladım, gözlerine inanamadı. Herhalde, birincisi herkes benden uzak olduğu için bir türlü beyinler ikinci bir bebek resmini oturtamıyor ve hala benim yalnız birinci kızımla olan hayatımı sürdürüyorum sanıyor, ikincisi de birinisinde olan prematürelik bunda görülmediği ve Chloe'ye göre çok daha tombul, ele gelir bir bebek olduğundan inanamamazlık yaşanıyor.

Meme vermeye gelince...Benim bir huyum vardır, herhalde aslan burcu olmamdan kaynaklanıyor, bir iş yaparken kesinlikle sorulmadan edilmeden verilen yönden, bu işi böyle yap, şöyle yap denilmesinden haz etmem. Bir şey alırken ( araba olsun, eşya olsun ) ona buna danışmadan kendi araştırmamı ve kendi ihtiyaçlarımı, para durumumu ön planda tutarak alışveriş yaparım.

Eşimin annesi ve kız kardeşi meme vermenin rahatlığından, iki kişinin de ( aslında her nedense bende bu hep tek kişinin çıkarını çağrıştırıyor o da kardeşleri ya da oğulları, neyse...) strelize etmeden, sütü ısıtmadan yatakta bile yapılabileceğinden dem vuruyorlar. İşin ilginç tarafı bir türlü bu bilgiler ya da fikirler, tecrübeler herneyse benimle direkt yazılan bir maille ya da açılan bir telefonla paylaşılmıyor da aradaki link benim koca :) O da o zaman tabi ki kendince benim iyiliğim ve o iş çok daha kolaymış mantığıyla başlıyor bana akıl vermeye. " En azından denesen..." Yahu, kaç kere denedik, olmuyor işte Allah Allahhhhhh! Kolaysa o acıyla, beyninde şimşekler çakarken sen ver seninkini! Hayır, oldu olacak bir de yara derdi yüzünden şimdi sağabildiğim sütten de olacağım. Belki yaşayan vardır o acı gerçekten de insanı pes ettirtecek türden. Ayrıca daha önce de yazdım, bebek yakalayamıyor meme ucunu. Sanki herkesin memesinin ucu füze gibi, bizler tornadan çıktık ve var da vermiyoruz. Ve bir arkadaşım ki normal doğum yaptı kızcağız onu becerdi memesinden süt veremedi, yani düşünülecek olursa acaba hangisinin acısı O'na daha dayanılmaz geldi? Tuhaf değil mi?

Halbuki her iki yolun da hayattaki herşeyde olduğu gibi artıları ve eksileri var. Birinci eksiklik meme vermede babanın hiç bir paylaşımının olmaması, uykusuz kalınacaksa annenin, beslenecekse yine %100 annenin sorumluluğu. İki kereye yetecek ki, bu altı saatlik bir nefes alma zamanı demektir, sütle kocanızı bırakıp dışarı çıkma lüksünüz bile sıfır meme vermede.

Ben bunu istemiyorum, benim eşim de bu işe dahil olmalı. Ayrıca sütü sağıp yine bebekle gezmek de imkansız çünkü ulu orta heryerde meme çıkarılmaz. Ayrıca, bana kalsa sütümü sağarken bile çevremde insan istemiyorum mesela, o benim özelim ve sakin bir ortamda kendi başıma kalmalıyım.

Bazısı süt sağma makinası ile sütünün gelmediğini söylüyor, doğrudur, bazısı meme uçlarından hiç şikayetçi olmamış, iki sene emziren var yahu! Benimkinin kız kardeşi ise belli ki bir süre acısını çekmiş derken düzelmiş kremle falan. Yok! Benim bir ay geride kaldı, hala inanılmaz acıyor.

Sonra, meme alma daha bir tembel teneke işi geliyor bana. Bebek, memeye geliyor belki 10 ya da 20 cc içip annenin sıcaklığından uykuya dalıyor, haydaaaa, ardından tekrar memeden ayır, altını aç, havalandır bu arada çişe, kakaya bulanma riskini göze al, kapat, tekrar memeye tut derken hem alınması gerekenden az alındığı için belki bir saat sonra yeniden...

Eğer boool boool zamanın varsa, evinde herşeyi yapacak birileri bulunuyorsa ne ala, yay kıçını tv karşısında, yatağın içinde önüne kahvaltın hazırlanırken sen meme ver. Bana uymaz. Lüküs hayat kritelerine uyuyor benim için.

Biberonla, acıkmışsa her türlü pozisyonda ki eğer uykuluysa alt açma yerinde zaten uyanıp kapmaya çalışıyor, hemen alıyor sütü, en fazla iki harekette ve yarım saat maksimumla iş bitiyor. Ve zaten aralar üç saatse bile nefes almaya vakit yokken, sürekli memede dolaşan bir bebek bana çok cazip gelmiyor.

Bütün bu şartalara uyana saygı göstermek, herkesin farklılığını kabul etmek bence en büyük erdem olmalı şu dünyada ama insanlar bir tutturmuşlar robot psikolojisi, bu iyidir, hayır şu daha iyidir i duymaktan benim kendi adıma gınalar geliyor.

Diyorum ya doğurana kadar doğurma şekilleri, ardından da meme verme teknikleri... "Bebeğin Birinci Yılında Sizi Neler Bekler" denilen kitapta hayatta hiç görmediğim bir şekilde yansızlık hakim. İnsan orada yazılanları okuyunca gerçekten de içi rahat ediyor.

Ha, daha önce de yazdım benim için bebeğin anne sütü alması önemli, tensel temas gaz çıkartırken, göğsünüze yatırdığınızda da yaşanan bir şey. Sevilip okşanırken de...Belki bir başkası için anne sütü de o kadar önemli değil, bilmiyorum ama yaşam tarzı açısından ve doğrularım yönünden kesinlikle tartışmaktan hoşlanmıyor o yüzden insanlardan elden geldiğince uzak kalmaya özen gösteriyorum. Bu, annemde bile yaşanan bir şey, yanlış anlaşılmasın ama en azından ona küt diye cevabı yapıştırma hakkım var ama yok kayınvalide, yok görümce işin içine girince ( baskıcı bir şekilde değil ama sorulmadan fikir vermek anlamında ) öyle olmuyor maalesef. Bu gibi durumlar benim canımı acayip sıkıyor. Başına buyrukluk mudur ne denirse denir benim yapım böyle. Elimden bir şey gelmiyor. Bu yüzden aile ziyaretleri bile bazen sıkıntıya dönüşebiliyor, hayatımın şeklini, doğrularımı ve özgürlüğümü bir an bile yitirmek istemiyorum. Neyse...

Şimdi bir de domuz gribi çıktı ortaya, hayatta en korktuğum şey. Evime ne uluslararası seyahat eden birilerinin gelmesini, ne de benim çocuklarımla seyahat ediş ihtimalimi görebiliyorum artık. En son 24 aylık bir bebek ölmüş işte! BBC de de yeni evli bir çiftin Meksika Havalimanında virüsü kaptıkları ile ilgili bir hikaye...Her tv yi açtığmızda ağzı burnu kapalı analar babalar bebeler...

Çocuklar olmasa insan bana ne olursa olsun felsefesinde ama varoluş sebebini değiştiriyor evlat sahibi olmak...