18 Temmuz 2011 Pazartesi

Arap Emirlikleri'nde Yaz Ayları.

Kısaca nefret ediyorum desem?!

Hayatın alışveriş, megamall, geceleri pub, konserler şeklinde algılatılmasından. Gerçeklerin yok sayılmasından, bir türlü mütevazi bir hayat tarzı yaşayamamaktan...

İngiltere'ye gidersiniz kültürel olarak çoook zengin olmadıkça kadınların kuaför bilmediğini, tarz giyinmediğini, ortalama yetecek kadar bir yaşam biçiminin oturduğunu, kimsenin kimseye "Aaa şekerim ama olur mu, bak ben şimdi manikür pedikürcüden geliyorum." dediğini duymazsınız. Hatta çok zenginin bile üstü döküktür, (dökükten kastım kokması pis olması anlamına gelmiyor o maşallah İstanbul'un toplu taşımalarında yaşanan gibisini ben hiçbir yerde görmedim.) Genelde kimseyi kıyafetleriyle değerlendiremezsiniz.

Tamam hava soğuktur, belki sürekli yağmur yağmaktadır ama ona göre giyinir yine de bir dışarı çıkar, en kötüsünden şemsiyenizi açar, ne bileyim en kalın kıyafetlerinizi giyer öyle dolaşırsınız.

Kanada gibi sosyal olarak gelişmiş ülkelerde ise öyle buradakiler gibi her kapı dışarı çıktığınızda çocuklarınıza vereceğiniz her bir aktivite kalemi için ananızın dingili para ödemek zorunda bırakılmazsınız (yazın) çünkü eğitim bu ülkelerde ticaret aracı değildir, o ülkenin gelecek nesilleri için ayrımcılık yapılmadan yapılan bir yatırımdır. Zengin ya da fakir her çocuğun aynı eğitim kalitesini aynı şartlarda alması hakkı tanınmıştır ama gelişmemiş ya da yalnızca gelişmeyi megamall açmak, ralli yapmak, at yarışında fotoğraf çektirmek gibi algılayan ülkelerde paran varsa en güzel eğitim olanakları elinin altına serilir yoksa ve naif bir insansan ızdırap çekersin. Bu ülkenin en büyük dezavantajı iklimsel şartları yoksa çok parası olup yazın serin bir yerlere gidip yaşayacak kışın buraya dönecek insanlardan bahsetmiyorum.

Buralarda yaşayanlar bilir, daha okullar tatil olmadan bir hafta önce aileler ya kendi ülkelerindeki evlerine ya da annaanne/babaanne dedelere kaçarlar.

Muhakkak klüplere üyelik vardır, site içerisinde kırk milletin kırk halkı birarada yaşadığı ve bizim eski zamanlardaki gibi hüraaa mahalleye salınmadıkları için illa ki çocuklar bol bol aktivitelerle oyalanmak zorundadır, aksi taktirde ev ya bilgisayar ya da televizyon karşısında biten günlere gebedir. Burada maalesef okullar dışında sosyalleşme bile paran varsa olabilecek bir lükse dönüşmüş durumda.

Aktiviteler dışında o ballandıra ballandıra anlatılan, fotoğraflara konu olan, yazılan çizilen hayatın her dakikasına bilmemne kadar para ödenir, ele gelen maaşla öyle bir hayat yaşanır ama artık ilerisi ne olacak, ev nasıl alınacak, emeklilikte ne yiyip içilecek ya da çocuklar üniversite zamanı nasıl okutulacak gibi düşünceler belki bir onbeş yıl kadar rafa kaldırılır.

Bunu yapan insanlarda bol, mesela karı koca çalışıyor çocuğuna bir doğumgünü partisi sanırsın çocuk evleniyor, oteller ayarlanıyor, içine binbir aktivite yerleştirilmiş organizasyonlar evlere çağırılıyor ya da.

Bütün bunlar bende bayağı bir birikmiş galiba. Zaman zaman her kadın gibi giyinip kuşanıp kikirik uzun topuklu ayakkabılarımla salınma niyetim gelip gitse de her zaman bunlara özenip yaptığım ve kazığın allahını yiyip eve getirdiğim hiçbir kıyafeti ya da o şekilde ayakkabıyı gündelik hayatımda kullanmadığımı görüyorum.

Kilo alıyorum, veriyorum, yaşlanıyorum ve bu kadar dikkatli olmama rağmen artık belki ilerde kızım giyer ne yapayım diye sakladığım böyle bir sürü parçam oldu onu fark ediyorum.

Kocam hala direnmekte, bir tane iyi kalite kotunun üzerine giydiği belki üçü geçmeyecek ele gelen tshirtü ile yaşayıp gidiyor garibanım. Benim kendimde sinirlendiğim oltaya gelme durumlarım. Bu da işte ne kadar dirensende zaman zaman gelen aman yaşlanıyorum bunlar son üzerimde bir şeylerin durduğu dönemler kaçırmayayım, güzel olayım alımla salımla dolaşayım falan derken yine kot üzerine giy tshirt, terlikler çık dışarıya, sonuç bu.

Evet dedikleri gibi gençlik geçiyor be kardeşim, bir kere dünyaya geldik anasını satim tamam anladık da aldıklarını giyecek sosyal yaşamın olmadıktan sonra neye ve kime para veriyorsun a salak?!

Eşimin babası hastalanıp da İngiltere'ye gitmek durumunda kalmasıyla bu allahın sıcağı elli derecelik yerde her dışarı çıkıldığında alışverişten başka bir şey yapılmayan zihniyetle artık kendimin yaşayacağı, çocuklarımın gönlünce koşup oynayacağı, kendi dillerini rahatça konuşup diyaloğa geçebilecekleri bol arkadaşlarının olacağı yerleri özlemeye başladım. bu da dırdırdan öteye geçmeyecek bir durum biliyorum, ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin çünkü. Mecbursun gelecek için katlanacaksın. ama bunun için çocuklarını altı ay kapalı mekanlara hapsedeceksin, pencere açıp evini havalandırmayı unutacaksın, sürekli içi köfeke tutmuş Ac lerle yaşayıp gideceksin, şöyle pencereden gelen hafif hafif esintinin tülü oynatmasını özleyeceksin be kardeşim!

Denilecek ki belki " E gittin çölün ortasında yaşıyorsun ne bekliyorsun ki daha fazla?" Bende diyorum ki evet doğrudur çölün ortasında yaşıyoruz ama neden? Yaşam ve çocuklarımın okul standartlarını yükseltmek, geleceğim için Türkiye ve İngiltere'de biriktiremediğim parayı biriktirebilmek uğruna...

Yani kısaca demek istediğim buraya gelen ve bizlerin şartlarını paylaşan orta halli, gelecek telaşında, öyle alışveriş giyim kuşam megamall kültürünün bir parçası olmak bir yana, tamamıyla karşısında duran insanlara anlatılan "Ayyy tatlımmmmm bugünkü at yarışı çok fevkaladeydi değil mi?" muhabbeti bir anlam ifade etmiyor.

Çünkü o hayata yetişemiyoruzzzz, kısaca ben yetişemiyorum. Pantalon alıyorsun, bluzu çıkıyor, bluzu alıyorsun, çantası geliyor, arkasından ayakkabı telaşına düşülüyor, e olmadı onu bütünleyen bir de parfüm ve iç çamaşırı olmalı, e o da olmadı böyle giyinen kuşanan birinin evde saç baş bir tarafta yer sildiğini balkon yıkayıp bahçe süpürdüğünü düşünebiliyor musun? Ya da delirmiş şekliyle çocuklara yemek hazırlayıp bir yandan ödevlere yardım edip diğer yandan aktivite bulmak için kıçını yırttığını? Olmaz...Ha bir de al işte en son bir topuklu son derece seksi bir ayakkabı aldım ne oldu, iki giyişimde de yarım saat yürüyüşten sonrasını ayaklarımı nereye koysam diye düşünerek geçirdim. Rahat değil kardeşim! Kikirik kıyafetler güzel belki ama rahat değilllll! Mesela şu aralar askısız elbiseler moda, üst kısım lastikten altı bilek altı etek, askısız sütyen giy aman allah ne rahatsız, sinir olursun, askılı giyiyorsan askısız elbiseyle işine ne o zaman?! Alttan bambaşka renklerde tonlar ama artık ben öyle yapıyorum başka çare yok ne yapalım? Bir şey modaya dönüştü mü mubarek başka klasik bir tarz da bulamıyorsun ki.

Erkek olsaydım bu kadar masrafı sürekli kendine yapan bir kadına karşı ne hissederdim bilmiyorum, kokuşuk bakımsız bir karşı cins istemez hiçkimse elbette ama her işi için birilerine koşturan, parmağını kıpırdatırken bile parasını oynatan insanları kastediyorum, hiççç işim olmazdı onu biliyorum.

Örneğin aklımdaki çelişkilerden biri günümüzün kadınları kilo almaktan şikayetçi ama gel gör hadi cam sil de burun kıvırır, evinin işini yap ıııggghhhh çok sıkıcıııı der. E kardeşim çalışıyorsanda hep oturduğun yer o sandalye, nasıl olacak bu iş? Hadi koşşşş fitness center a bir dolu parayı da orada harca ama eve geldiğinde pelte gibi bir leydi(!) olduğun için yine vitesi geri tak.

Demek kiii bu bütünüyle algılanması gereken bir hayat tarzı ve ben bırak sevmeyi canı gönülden bu mentaliteden nefret etmekteyim. İngilizcedeki bazı kelimeleri çok seviyorum mesela trapped, zorunluluktan ötürü o işe mahkum kılınmak, zincirlenmek, hapsedilmek benzeri bir kelime...

Dünyanın her yerinde olduğu gibi bu memlekete gelirken de gerçeklerin, nasıl bir hayatın, kime neye göre ne olduğunu düşünmek, hesap etmek, beklentileri ona göre hesaplamak ve zaman zaman kendi mantalitene tamamıyla ters gelen yaşamı da idame ettirmek zorunluluğu doğuyor.

Sanırım bize verdikleri karşılığında hayatımızı mantıki doğrularla burada devam ettirirken aklımızdan çıkartmamız gereken de bu :(((

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Lazerle Varis Operasyonu Hop Şina Şinanay Mı?

Lazer denildi mi aklımıza milletçe hemen Star Wars filmindeki sahnede insanları acısız ve anice ortadan ikiye ayıran lazer kılıçları geliyor değil mi?

Varisi lazerle aldırtacağım denildiğinde de " Aaaa ne kadar kolay, yatırmıyorlar bile gir çık çantada keklik! Hadi biz de olalım lay lay lom!" havası yaratılıyor, öyle mi?

Öyle. Küçümsenecek kadar basite alınmış o kadarını söyeleyeyim!

Şimdiye kadarki bütün ameliyatlarımda düşündüğüm şey bugün de başıma geldi, "Gerçekler anlatılsa zaten hayatın boyunca varisinle yaşar gidersin." dedim kendi kendime. Zaten o zaman kimse hiçbir konuda ameliyat olamazdı ki.

Yine her zamanki gibi ameliyat masasında yatarken ve lokal anestezi ile sol bacağıma bir şeyler yapılırken kendimi zaman makinasına koydum, tıbbın ne derece ilerlemiş olduğunu düşündüm, Ortaçağ'da bir ameliyat sahnesi getirdim gözümün önüne, hani o tp kitaplarında anlatılanlardan, çevremde doktorluğu insan bedenini kesip biçerek test etmeye çalışan insanlar (pek tabi ki erkekler) ve çığlık atan bir zavallı hasta...

Sonra seyrettiğim ama kitabını da okumaya kalbimin dayanmayacağı bir fikre takıldı kafam, "Never Let Me Go" Done olmak için kopyalama tekniğiyle fabrikalaştırılmış insanların hayatlarını düşündüm. Oradaki insanların nasıl dört beş ameliyattan sonra artık masada kaldıklarını, gencecik bedenlerin ne derece acı çektiğini...

Kendi kendime saydım da bu benim dörtbuçukuncu ameliyatım. Bunu lokal anestezi ile olup hemen kalkarak eve gitmeyle yarımdan sayıyorum. Bir hafta sonra aynı bacaktaki kısa olan damar için kalan işlem tamamlanmış, bacak iki harekette bitirilmiş olacak ama artık tek umudum bunun sonuncu olması. Neredeyse Never Let Me Go daki bir sayıya ulaşacağım yani bu gidişle.

Bendeki varis sorunu ta 23 yaşında falan başladı, yalnızca sol bacak, azıcık bir çıkıntıydı o zaman ana damarın üzerinde, o kadar. Zaten babama gösterdiğimde; "Ya de git! bu yaşta varis mi olur?!!!" şeklinde ilgilenme durumu bile reddedildi.

Yıllar geçtikçe sevgili minik varisciğimin yerini koruması bir kenara, artık iki doğumdan sonra bayağı bir sıkıntı yaratmaya başlamıştı. Hele de Arap Emrilikleri'nin bu yarı fırın sıcaklığı işi daha da ilerletti ve sol bacaktaki sızlama, daha çok sağ bacağa yüklenme durumu arttı. Bacak bacak üstüne atınca özellikle fark edilir ve hatta o pozisyonda kalınamaz hale getirdi.

Pek tabi ki burada da iş kontratına dahil edilmiş farklı sigorta şirketleri var, ilk geldiğimizdeki 3 sene kadarki zamanda bir kere acaba diye gittim ama reddedildi. Allah'tan üç sene önce çok memnun kaldığımız bu şirkete geçildi.

Şimdi uygulanan prosedürü anlatayım. Öncelikle varisli bacağın kontrolü ultrasonla yapılıyor. Sorunlu damara gelindiğinde bacağın altından baskı uygulayarak ekrandaki atıma bakılıyor. Benim dediğim gibi yalnızca sol bacakta sorun vardı (Allah'tan) Şu an iki bacağın aynı anda operasyon geçirmesi durumunu hele de çocukla kesinlikle düşünemiyorum da...

Neyse, sağlık sigortanız varsa bu ultrasonlar sigorta şirketine gönderiliyor ve cevap bekleniyor, olumlu ise zaten size bildiriliyor. Ameliyat için karşılıklı uygun bir tarih belirleniyor. Ben her zamanki gibi çocukları babalarına bırakıp kendim gittim, iyi ki arabayla gitmemişim, hemen kalkıp eve gidiyorsunuz çook kolayyyyy nedir kiiii! safsatasına da kanmamışım.

Bir odaya alındım, üzerimdekileri iç çamaşırı kalacak şekilde çıkarıp ameliyat kıyafeti ve terliklerini giydim. Yine tecrübelerle sabitlendiği için bol elbise giymiştim.

Operasyon öyle dediğim gibi bir iki kişilik değildi, odada hemşire, doktor, iki kişi daha vardı. Ultrason tekrar yapıldı, damar keçeli kalemle işaretlendi. O sırada tabi hissedilen yine o ameliyat odasındaki ileri derecede soğuk...Ana damar hemen dizin altından kasığa kadar...

Bütün bacak tentürdüyotlandı. Oturma pozisyonunda iğne uygulandı.

İlk hissettiğim, bir karıncalanma ve mide bulantısı atağı oldu. Sonra ben bakmadım, zaten o anda anlıyorsun hani filmlerde vardır kanı görüp bayılma durumları, kendimi aynı o halde hissediyordum, bakmama olanak da yoktu, işaretlenen bölgeden incecik bir hortumu damara soktular. (Onu da ameliyattan önce doktorum demişti olayı anlamanız için internetten araştırın, biz her adımı anlatıyor olsak da bir bilginiz olsun, oradan biliyorum) O sırada belki de bayılma riski için bir tane yardımcı yatakta arkamda bekliyordu, sordular ne hissediyorsun ve yavaşça yatırdılar.

Bu sefer sanırım ikinci bir şey daha sokuldu bacağa, lazeri onunla uyguladılar. Bu işlem kan damarına uygulandığı için oldukça kanlı da aynı zamanda. Sürekli bacakta hissedilen, soğuk bir şeyler uyguladıkları, akışkan bir madde, onunda ne olduğunu bilmiyorum yalnızca hissettiğim o.

İkinci işlem uygulanırken doktorum sürekli benimle konuştu ve acı hissettiğiniz an söyleyin diye uyardı. İşin ilginç yanı sanırım bu benim yapımdan da kaynaklanan bir şey, stres anında bağırsaklarımı etkiliyor ve verilen ilaçlar bağırsaklarda ani bir hareketlenme yarattı, tuvalete koşup sancılar içinde kıvranılacak türden değil yalnızca hareketli işte...

Derken lazer uygulaması yapıldı, ondan önce mi ya da sonra mı tam olarak hatırlamıyorum ama kasığa kadar yine belki altı yedi tane iğne yapıldı, kasık kısmında özellikle çok sevimsiz bir tecrübeydi, bütün iğnelerin yapılışını hissettim, dereceleri farklıydı yalnızca. Ve iğnelerin ardından sokulan ne varsa geri çıkarıldı yavaşça...

Bacak hemşire tarafından sert hareketlerle temizlendi (o kadar tentürdüyot ancak öyle gideceği için) ve yavaşça kaldırıldım. Üstümü değişmek için hemşire bana eşlik etti, nasıl hissettiğimi sorup durdular.

Ağır bir ağrı kesici verildi, eğer ihtiyacım olursa iki doz alabileceğim söylenildi ve eşim gelip çocuklarla beni hastaneden aldııııı. Eve geldik, anestezi devam ettiği için azıcık bir sızı ve hafif bir topallama dışında pek bir şey yoktu ve hatta masanın tozu, azıcık yerlerin pisliğini bile hallettim.

Sonra eşim ben rahat edeyim, dinleneyim diye çocukları dışarı çıkarttı belki bir saat...Kasıkta yanma, bütün bacağımda aynı şekilde, üzerine basamama, otursam olmadı, yatsam olmadı, geri geldiklerinde zırlamaya başlamıştım artık. İkinci doz ağrı kesici...

Yattım...Belki bir saat uyandığımda acı %80 azalmıştı, en azından sağa veya sola döndüğümde bir bacak diğerinin üzerine biner ya onu yapabilir hale gelmiştim.

Kalktım...Saat neredeyse 22:00, bağırsaklarım halen faal. Mide bulantısı çoook hafif ama backround da.

Haftaya ikinci operasyona alınacağım. Bu sefer dediğim gibi anadamara göre kısa damarda işlem yapılacak. Her bir operasyon sonrası hava alabilen ama dar, kasığa kadar bir çorap giyiliyor, ayak parmaklarını kapatmayan ve rahatsız etmeyen ama haminne görünümlü bir çorap bu. Operasyonun ertesi günü duş alınıp tekrar giyilecek, uyurken dahi 15 gün boyunca çıkarılmayacak. Bu dönem sırasında pek tabi ki güneşlenme, yüzme gibi faaliyetler yapılamayacak. Operasyon sonrası dinlenme iki gün denildi.

Sanırım yarın herşey çok daha normale dönüşecek. Yani, umarım öyle olur.

Kısaca söylemek ve yazıya nokta koymak gerekirse, en ufak bir şey diye küçümsediğimiz her türlü operasyon iriti edici bir deneyim de aynı zamanda. Bu unutulmamalı.