26 Kasım 2008 Çarşamba

Arap Emirlikleri'nde Hamile Olmak

Dün beni bloğumdan tanıyıp, tanışmak isteyen birisiyle birlikteydim. Tesadüf odur ki, O'da benden iki hafta önce hamile kalmış. Yani aramızdaki hafta farkı iki! Gerçekten herşeyin taze taze yaşandığı bu cici insanla bir sürü ortak konuyu ve yaşanmışlığı paylaşmak bana çok ama çok iyi geldi, ne diyeyim?! Vakit gerçekten hızlı geçti. Bir de beni duygulandıran bir şekilde N.'dan bebeğe ait ilk hediye olan body takımları geldi :) Bir de aşure...

Buraya geleli bizim oralardan yapılan bir lezzetin elime hazır gelmesine yabancılaşmıştım işin doğrusu. Öyle kendi kendime aş erip, gece rüyalarıma giren, buharı tüten İstanbul simidiyle falan avunuyordum. İnsan kendini paspas gibi hissederken canı etli yaprak dolması çekiyor mesela ya da ne bileyim lahmacun, İskender kebap...Daha bir sürü buralarda ha desen bulamayacağın, kendin yapmak için de özel çaba sarfedeceğin yemekler. Ne yalan söyleyeyim, N. çantanın içinde aşure getirdiğini söyleyince kedi gibi mırıldanıp, bir kolun altına girmek geldi içimden. Kendimi ilk defa beni hiç tanımayan biri tarafından gerçek anlamda şımartılmış ve özel hissettim.

Buraya geldiğimden beridir aralı sıralı arkadaşlarla gidip kahvaltı ettiğimiz bir yere gidecektik ki oranın kapandığını uzun süren araştırmalardan ve hamileliğin verdiği beyin büzüşmesine serzenişlerden sonra anladım. Kızcağız da bilmiyor, soralım diyor da ad san yok, hani o şu kadar dirheme sınırsız çay kahve ve bir güzel kahvaltı menüsü olan yer???? Benim klasik huyum bin kere girdiğim bir dükkanın ya da mekanın adına bakmamak...Al sana böyle olur işte!

16. hafta bittiğinden beridir yani topu topu üç gündür iyileşme var. Kesinlikle! Dişlerimi fırçalarken öğürme gelmiyor, kokular midemi bulandırmıyor, kirlere baktıkça kusasım gelmiyor, yalnız hala bir mukus burnumun arkasında beklemekte...Nedir o anlamadım gitti. Hayatımda başıma böyle bir şey gelmemişti. Bir de yorgunluk olursa ya da stres mide o zaman tepki veriyor. Aç kalmak kesinlikle yaramıyor falan filan...Yemek yediğimde terleme, eskiden terleme ve mide bulantısıydı, bir de fenalık hissi. Onlardan geriye terleme kaldı. Eh, bu da bir şeydir!

Şu internet ne acayip bir teknoloji ki birbirlerini asla tanıyamayacak insanları biraraya getirebiliyor böyle.

Ayın dördünde yine doktor ziyareti... Üçlü test hakkında çok araştırdım, burada bayağı geç yaşta anne olanlar var, 45 üstü bile olanı gördüm. Amniyosenteze girip %95 herşeyin sağlıklı olduğunu öğreniyorlar. N.'ın dediği ilk kan testinde ki 11. haftaya denk geldiğini hatırlıyorum, ikili testi yapıyorlar, ona göre üçlüye gerek olup olmadığına bakıyorlarmış. Mantıklı...Benim doktorum gerekli görmedi, yaptırmayacağım. Türkiye'den arkadaşımla da konuştuk, bu sene doğum yapan taze anne olan hani,"Ben üç boyutlu ultrasona bile girdim ama Türkiye'de sigorta karşıladığı için bokunu çıkarıyorlar Evin Kedisi" dedi, katılıyorum. E nasıl yolunacak insanlar?! Amerika'da topu topu üç kere ultrasona giriliyor, normal doğum yapılmadı, o sigorta tarafından karşılanmadı mı içine dışına araştırılıyor ama maşallah bazı memleketlerde alan razı satan razı, arada hasta zavallı. Deney maymunu, üzerinden milyon dolarlar kazanılacak ( yolunacak ) tavuk!

Neyse, onun dışında burada görüştüğüm insanlar hem kendileri çok sakin bir şekilde hamile kalıyorlar, hem durumlarından mutlular, hem de hamile kalana çok özel ilgi gösteriyorlar. Bütün bayanlar gördüklerinde durumu soruyorlar, göbeğime dokunuyorlar falan :) Sağlıkla ilgili olan problemler bittikçe işin keyfine varmak sanırım daha kolaylaşıyor. Çünkü muhtaçlık duygusu ters orantılı olarak azalıyor.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Aman Ne Hafta Sonu!

Size bütün bir hafta sonu yapılanları anlatayım;

Cuma günü sabahı üst kat eşim tarafından makinaya vuruldu. Hani söylemiştim ya suya çeken bir elektrikli süpürge almıştık diye, halı da yıkıyor o alet. Tam kızımın odasının halı yıkanma aşamasına gelindi ki makinanın dışarıya su veren mekanizması durduğu yerde bozulmuş, o anlaşıldı. Hadiii! Bu sefer bütün aletler çıkarıldı, makina olduğu gibi söküldü, pompa kısmında bir sıkışma mı ne olmuş anlaşıldı ve yapıldı, eşim sağolsun! Eğer yapılmasaydı taa ikinci hafta sonu beklenecek, koca makina aldığımız yere götürülecek, sigortasına bakılacak, değişim için beklenecekti, falandı filandı...

Kızımın odasına köpek girmez, bunu bilir, bir halıyı daha köpek pisliğinden arındırma aşaması, plan 1! Ama çıkan pislikten eşim şoka girmiş, midem alt üst olduğu için bana göstermedi de anlatmasından anladım. Zaten fotoğrafını falan çekip bloğa da koymuştum, çıkan suyu gayet rahat gözümde canlandırabiliyorum. Hamile kaldığımdan beridir o alete hem ağır olduğu için hem de çıkan suya dayanamadığım için dokunmuyorum, iyi mi?! Bence çok boktan çünkü hafta arası yapılması gereken bu tür işler hafta sonuna yığılıyor ki normalde hiç işimize gelmez. Hafta sonu dinlenmek içindir, adı üstünde, gidersin bir yerlere veya ne bileyim evde zaman da geçirsen tembellik yaparsın...Belli ki bu bizler için bayağı bir süre hayal!

Bir de taş yemiyoruz, işin yemek yapma kısmı var. Perşembe günü için bize çok yakın olan Lübnan fırınına gitmiştim. Kıymam vardı buzlukta, yapabilirsem evde lahmacun yapayım dedim. Yok rüyama İstanbul simidi girer, yok lahmacun diye krizlere gark oluyorum. Bari birini yapmaya çalışayım. Neyse, hem okuldan veli, hem de komşum Zeyna oradan hamur alabileceğimi söylemişti, aldım. 1 kg. Hazır mayalı hamur işte! Sonra da kıymanın içini ertesi günü yani üst kat temizliği yapılırken hazırladım, fırına...( İki gündür ev lahmacunu yiyoruz ama fotoğraf çekme isteğim yok :( )

Aynı gün bu sefer saat üçe doğru, yemek yedikten sonra Christmas düzenlemesi için okula...Saat beşe kadar. İnanılmaz ama önümüzde bir 12 gün tatil, ardından yedi gün okul ve yine bu sefer Christmas tatili. Aslında kendime güvenebilsem, yanımda eşyalarımızı taşıyacak yardımcım ya da arabası olan bir akraba falan olsa Türkiye'ye gelinir ama maalesef...

Bugün sabah sekiz buçuk kalkış, kahvaltı ve ardından buradaki yeni uygulama için alınan kimlik kartı dolayısıyla dışarı çıkış. Sabahları erken kalkıp da hemen bir faaliyete başlamak hiç iyi gelmiyor bana. Hemen midem isyan etmeye başlıyor. Bir de yorgunluk aşırı mide bulantısı yapıyor.

Kimlik işlemi tam bir muamma. İnternetten bir randevu almak için benimki saçını başını yoldu günlerce. Cep telefonuna randevu tarihini ve saatini yolluyorlar. Sen de telefondaki mesajı göstererek içeri giriyorsun. Onlar ellerindeki kağıtlara ve cebe bakarak kontrol yapıyorlar. Kapıdan içeri girmeye çalışan güruh evlere şenlik. Lokal halk okulda kesinlikle sıra beklemeyi falan öğrenmediği için aradan dereden kaynama yapıyor. Sinirim tepeme çıktığından ben de birine bugün pardon!!! dedim ve önünü kapadım, hayret bir şey!!!

Kimlik kartları için önce içeri alınıyorsunuz, dediğim gibi eğer cepte mesaj yoksa unutun, giremiyorsunuz bile! Oradan tekrar sıraya ve pasaportlar internette doldurulan formlarla Danışmaya. Onlar sıraya koyuyorlar, gidip oturuluyor. Sıranın bize gelmesi iki saati buldu. Benim yüzüm bembeyaz olmuş. Neyseki yanımıza patates cipsi, biraz bisküvi almıştım. Bizimkinin işi bitince gidip arabadan onları getirdi ama o zamana kadar çok rahatsız oldum.

Fotoğraf kafadan bacaklı şekilde çıktı, gösterdiler kendi halime gülmeye başladım artık. Kafam bir yere gitmiş, burnum sola çekmiş, saç baş komik ve bembeyaz bir surat... Gülmek de yasak üstelik.

İlk önce bir odaya alındık. Kızcağız elindeki form bilgilerine bakarak bilgisayara giriş yaptı, ne kadar ödeme yapacağımız hesaplandı, adres postalama yapmak için alındı. Allah'tan bir de " Gelin alın!" denmedi. Oradan doldurulan belgeler pasaportlarla beraber fotoğraf çeken, parmak izi alan kişilerin odasına yollanıldı. Tabi kadınlar ve erkekler farklı yerlerde bekliyor, benimki bekleme esnasında şövalye şeklinde " Karımı görmem lazım" diyip iyi olup olmadığıma bakmaya gelmiş ki sesini duyuyorum, görevli tarafından durduruldu, ben de kalkıp kocamın yanına gittim, bir de inat olsun diye teşekkür edip öptüm, oh olsun!

Derken, eşimin işinin bittiğini gördüm, O arabadan hem üzerimize donduğumuz için bir şeyler taşımaya hem de yiyecekleri getirmeye gitti ki adamın biri elinde İngiliz pasaportu tuhaf bir isim söyledi, birileri beni uyarmaya başladı, meğerse bizim kızın ismiymiş o. Öyle tuhaf söylemiş ki anlamak mümkün değil! Neyse ufaklığın fotosu çekildi, pasaport ve belge elimde, ardından ben çağrıldım, erkek olduğu için parmak izimi alamadılar. Makinanın üzerine koyup elinin üzerine bastırıyor çünkü. Ama adamın çektiği fotoğrafla kolaylıkla bir korku filminden teklif gelebilir diye düşünüyorum.

Dışarı çıktığımızda saat ikibuçuktu ve benim kan şekerim muhtemelen yerlerde sürünüyordu. Mesane baskısı, patlama boyutundaydı ve mide bulantısı olduğunda eşlik eden sanki sinüzitim varmışçasına burnumun arka tarafına tıkanan mukus yutkunmamı sevimsiz hale getiriyordu :(

Eve geldim ve bir şeyler yedikten sonra sürünerek yatağa gittiğimi hatırlıyorum. Akşama doğru, ufaklığın yıkanması gerekiyordu, biraz su doldurdum hem kirleri gitsin, hem de çok güzel kokuyor öyle, o oynarken çamaşırları koydum yıkansın, kurumuşları kaldırdım, ütülensin. Ben uyurken eşim köpekle beraber kızımı alıp dışarı yürüyüşe çıkmış, Layla'yı yıkamış ve alt büyük kırmızı giriş halısını silmiş!

Kızımı yıkadım ve ardından epey zaman alan saç kurutması seansı... Benim gibi saçları çok zor kuruyor. Ondan önce küçülmüş olan neyi varsa bir de şifonyerden çıkardım. Ufaklığı babasıyla bir şeyler yesin diya aşağı yolladım, uyduruk kaydırık olsa da artık herkes pes haldeydi. Ben yıkanmaya girdim ve şimdi kızım uykuya gittiğinde işte iki günde olanların özeti buydu demek istiyorum.

A ha bir de yarına çanta hazırlandı! Yüzme için terlikler, yüzme gözlükleri, bone, kilot, havlu, özel çantasına. Yarın için istenen Christmas için alınan yeşil takım, içine isim yazıldı, başka bir çantaya, onun üzerine de isim. Sabah kalkılıp taze beslenme çantası hazırlanacak, bir şeyler atıştırılıp iki saat sonra hastaneye gidilip tokluk şekeri için kan aldırtılacak.

Allah'ım sen bana sabır ver. "Yan gel yat!" diyenin burnuna bir yumruk indirmek istiyorum!!!

21 Kasım 2008 Cuma

Mor Koyuuuunnnn!

Ben de resim yaparım ama hayatımda pastel boyayı bu kadar şeker, renkleri bu kadar güzel kullanan birini görmedim. Her yapılan resim lokum tadında olabilir mi? Korkarım ilerde bloğumun sağ kısmı ( şablona göre sol da olabilir ;) ) bu kızın resim galerisine dönüşecek. Ve bence harika olacak.

Mor Koyun bana Beşiktaş Koleji'nde öğretmenlik yaparken bir yandan seramik kursuna gidip, bir yandan yazarlık yapıp, diğer yandan Boğaziçi Üniversitesi'ni üç senede bitiren birini hatırlattı hep. O'nun da evine giderdik ve aklım çıkardı yarattığı değerlerden. Ve özellikle samimiyetinden.

Buradan, bloğuna her geldiğimde içimi sevinç doldurduğu, rengarenk dünyasına bizi de konuk ettiği için çoook teşekkür etmek istedim Mor Koyun kızımıza :) Herşey gönlünce olsun, bloğu bol bol renkle dolsun.

18 Kasım 2008 Salı

Ne Kadar Cahil O Kadar Mutlu!

Son birkaç gündür havada çok hoş değişimler var. Üç gece önce yağmur ve gök gürültüsüyle uyandık mesela. Bulutlarımız da var...Sizlere komik geliyor ama burada açıp kapayan, esintili bir havaya sahip olmak o kadar güzel bir his veriyor ki insana anlatamam.

Ben ne yapıyorum? Kendimi iyi hissettiğimde yine sanki hamile değilmişim hareketliliğime geri dönüp, öğürme hissiyle yıkıldığımda kendime sinir oluyorum. İnsanın başına gelmeyince aklına da gelmiyor olumsuzluklar, o yüzden öyle secret'vari " Olumlu düşün olumluyu çek!" gibi 2 artı 2 dörttür arkadaş! vari felsefeleri çoook basite indirgenmiş buluyorum. Benim başıma kötü gelen şeylerin hiçbirini daha önceden aklıma dahi getirmemiştim mesela.

İkizlerim anne karnına düşmeden hayatta ikizlerle ilgili pek bir bilgim yoktu, erken doğum yapana kadar erken doğumun ne olduğunu bile bilmezdim, ikizlerden biri sayesinde hayatta duymadığım hastalıkları ve engelleri öğrendim, ikinci hamilelikte bebeğin kalbi durana kadar CMV denilen virüsünü de kimselerden duymamıştım.

Doktor milletinin niye hiçbir konuda kesin konuşmadığını bu yaşananlardan sonra anladım. Hamilelik çok zor, uzun ve meşakkatli bir süreç. Birinci trimestir bitiyor yaşasın denilemiyor ki! İkinci yarıda da kanama riski var. Vajinal yollardan kapılacak enfeksiyonlar, idrar yolları enfeksiyonu, hamilelikte oluşan şeker hastalığı, amniyon sıvısının gereğinden fazla olması...Rahat edemiyor insan.

Aslında düşünüyorum da bazen ne kadar cahilsen o kadar mutlusun yahu!

15 Kasım 2008 Cumartesi

Mahalle Baskısı

Mahalle baskısını yalnızca başörtüsünde kullanmaktan çıkarıyorum artık. Milliyetçilik, Ata'ma Birşey mi dedin sen?!, din...bu liste böyle uzar gider. Kısacası üzerinde tartışılması toplumca uygun görülmeyen, ayıplanan, hıştlanan, kıştlanan her türlü konuya baz oluşturur mahalle baskısı.

Bizde, maalesef ki demokrasi ve fikir özgürlüğü yalnızca Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve inkılaplarına karşı gelmeye kalkan ve bugünkü yüzünü hükümette göstermiş, tarih içinde de DP, Demirel, Özal, Evren... gibi farklı şekillerde ortaya çıkmışa muhalefet yapmakla özdeşleştiriliyor.

Demokrasi ve fikir özgürlüğü yalnızca bununla sınırlı değildir arkadaşlar! Akla gelebilecek tüm tabu haline getirilmiş konuda bilgisi, belgesi, kanıtı ölçeğinde düşünce söyleme özgürlüğü bakidir! Buna milliyetçilik de, devlet yanlılığı da, din de herşey dahildir. Bunun ismine de felsefe denir! Felsefeye göre insanın düşünebildiği, hissedebildiği her konuda fikir alışverişi yapması normaldir. Adı üstünde; İnsani hakkıdır. İnsandır yahu, haliyle düşünecek! Bizim memlekette ve bu tür mahalle baskılarının, tabuların olduğu başka ülkelerde düşünmek bile yasaklanır gün geldiğinde, hiç şaşırmam!

Can Dündar bir film yaptı. Bir diğeri bir kitap yazdı...Birçok farklı düşüncede olan, eğer bunlar milliyetçilik değil de evrensel değerler, her insan eşit şekilde değerlidir, hayvan hakları da vardır ( versiyonları ), din içindekiler farklı bir gözle yorumlamaya ya da anlatmaya kalkıldı mı Höt! diye mahalle baskısı karşılarına dikildi. Bu manevi baskı zaman zaman galeyana dönüştü insanların canına kıydı, bir diğer yandan Atatürk'ü okul kitapları dışında okumak için hiç bir çaba harcamamış, yahu bu tarih nedir ne değildir diyen bir sürü bıyığı terlemiş yeni yetme sanki Atatürk'e küfür ediliyormuşçasına Can Dündar'a saldırıya geçti.

Burada filmi izleyip de öfkeden ağzından salyalar saçarak, entel dantelliğe vurarak yorum yapanların yarattığı mahalle baskısından yeter geldi demek için yazmak istedim. İçiniz rahat olsun filmi izlemedim ama Can Dündar'ın romantik tarzını, yazılarını çok iyi bilirim.

Mustafa Kemal'e "Mustafa" demesini küfür gibi algılamaktan ziyade insanların biraz da Can Dündar'ın; " Ben burada bunu anlatmaya çalıştım" demesine kulak vermesi gerekmiyor mu? Oradaki Mustafa yıllardır bizlere dayatılan, tanrı yerine konulan, dinin en yobaz kesiminin Atatürk adı altında mutasyona uğramış versiyonuna bir nüktedir.

"Mustafa" bizlerden biridir, Muhammed'de öyle. Bu liderler kendileri bu derece dejenere edilmeden önce zaten böylesine yüceltilmelere karşı duran insanlardır. Mantıklarında ve liderliklerinde insana verdikleri değer, insanı yüceltmek, onlardan biri gibi davranmak, halka karışıp onlarla diyaloğa girmek vardır. Zaten öyle olmasaydı lider olarak yıllara damgalarını vuramaz, halkları arkalarından sürükleyemezlerdi. Karizmaları halktan biri olabilmeleridir, dürüstlükleridir.

Şu anda Obama'nın duruşu mesela. Neden bu kadar seviliyor çünkü hepimizden biri gibi, o burnu büyüklüğün ve herkese yukardan bakma lüksünün kendinde olmadığına inanıyor Harvard hukuk mezunu bir dahi olmasına rağmen. Bu büyük bir olgunluktur. Bilinçli toplumları da yönetmek için bu karizma gereklidir, eğitimsiz kalabalıklar ise höt! le zöt! le ilerler. Ben kendi adıma tapınacağım ve korkudan altıma edeceğim bir lider değil, beraber bir amaca baş koyabileceğim, birlikte çalışabileceğim, ekip olabileceğim bir lideri yeğlerim. Korku bende öfkelenmeye sebep olur, belli ki bunun tersini, Atatürk'ün ne kadar insan olduğunu anlatmaya çalışmış Can Dündar tersine inanan ve düşünen yönetilen kesim tarafından ters algılandı.

Atatürk hakkında Ermeni Meselesi vasıtasıyla bayağı okudum. Merak ettiğim noktalar vardı, tabi ki bir tarihçi değilim, gidip de arşivlere falan girmedim ama Boğaziçi Üniversitesi'nin Tarih Profesörü'nün bile gak guk yapıp da " Aman şimdi bunu böyle dersem işimden gücümden olurum." mantığındaki mahalle baskısının da farkında ve ciddi derecede düşünme üretme özgürlüğüne karşı olduğu için karşısındayım.

Evet, Can Dündar'ın romantik bir bakış açısıyla üzerinde durduğu her noktayı ben de gözlemledim ve düşündüm. Bu detayları okumakla Atatürk'e olan hayranlığım daha da arttı ama bu tartışılmaz bir silsile değil, sonuçta o günleri bire bir yaşayan bir insan bile olmadığına göre her türlü belgeye dayanan yeniliğe de bir okur olarak açığım.

Bu şekilde belgelerle gelen, canından kanından bir şeyler vererek ortaya bir ürün koyabilen insanların bacaklarından tutup aşağı çekerek, neresinden vurabilirim mantığıyla değil, ters gelen fikirlerde ( varsa ) açılıp diğer belgelere dayanan, farklı isimlerin ( hükümet tarihçilerinin değil çünkü onların işlerinden olma korkuları var ) yazdıklarını okumalarını tavsiye ederim.

Bu arada, "Elizabeth" filmi daha yeni yapımlardan, birinin çıkıp da ismi aşşağıladığını, bizim kraliçemize nasıl Elizabeth diye film yaparsın, o dokunulmaz, tanrısal Kraliçe Elizabethhhhhh! falan diye dellendiğini görmedim. Çünkü Mustafa'ya neden Mustafa denmişmiş, olur muymuş?! Yahu neredeyse annesinin babasının koyduğu adı " Nedir canım o isim, sokakta kaç tane var onlardan!" denilecek. Varsa ne olmuş?! Her Mustafa birbirinin genetik kopyası mı? Mustafa ismi aşağılık, yani Atatürk'e layık değil! Allah Allah bak sen!

İnsan istediği kadar mesleğinin ileri gelenlerinden, dahi veya lider olsun O da çocuk oldu, O'da yalnız kaldı, O'nun da zayıf noktaları vardı. Bunların hiçbiri O'nun ülkeyi kurtarması gerçeğini değiştiremez ama zamanından çoook ilerde olduğunu, onun için kendi döneminde Enver Paşa da dahil olmak üzere birçok insanla anlaşamadığını, birçok özelliği bakımından Avrupa'lı bakış açısına sahip olduğu için bazı halk (!) kitleleri ve anlayışlar tarafından dışlandığını, askeri dahisi sayesinde kendini pata küte kabul ettirdiğini, herkesin ağzını kapattığının gösterilme hakkı da engellenemez, engellenmemelidir.

Atatürk her mesleğin insanında olduğu gibi kendi planını uygularken anlaştığı, anlaşamadığı, O'nu dışlamaya çalışan, hayatına kasteden insanlarla karşılaşmıştır. Bundan doğal ne olabilir ki? Mustafa Kemal hırslı mıydı? diye soruyorlar bazen programlarda, bir de tersi yanıtı bekleyerek, ağlamaklı bir ifadeyle. Ne komik! Kendi yarattığı Türkiye'yi ayağa kaldırmaya çalışıyordu, parasız pulsuz bir milletten bir kültür yaratmaya uğraşıyordu, buna hırs denmez de ne denir acaba?

Can Dündar'ın filmi neden Atatürk'e hakaret olarak algılanıyor da insanları O'na daha yakınlaştırmıyor anlamak mümkün değil. Zira bu yorumlardan sonra Türk halkının gerçekten de bir arkadaş, insan lidere değil kendi kafasında yarattığı dokunulmaza secde etmek, kul köle olmak için yanıp tutuştuğunu, o insanı insan olarak gösterene de ateş püskürmekten, çemkirmekten büyük zevk aldığını düşüneceğim. Zaten öyle de düşünüyorum. ( Aaaa ne ayıppppp! )

Can Dündar'ın dolaylı yolla dediği gibi; " Madem kafanızdaki o yıllardır yaratılmış, araştırılmamış prototipe uymadı, o zaman gir arşivlere ( girebiliyorsan ), diğer arşive girmiş olan, objektif, ondan bundan iş kaybetme korkusu olmayanın kitabına oku, rahatla!"

Ha, Atatürk'ün askeri dehasına daha fazla değinilmeliymiş bir de filmde! Yahu, zaten biz yıllardır ona değiniyoruz. Adamın yapmak istediği olaya insan, romantik, zaafları olan ve yalnız bırakılmış Mustafa tarafından yaklaşmak. Dehasını anlatsaydı şimdiye kadar yapılmış filmlerden ne farkı kalacaktı ki ?! Ama görülüyor ki tıpkı " Yemekteyiz" programındaki gibi tutturulmuş bir " Türk örf ve adetleri, Türk damak tadı" gidiyor.

Valla olaylara değişik bakmak, farklı açılardan düşünmek beyin cimnastiği gerektirir. Alışmayana da fazla gelir. Ne diyeyim?! Can Dündar'da ne olduğunu şaşırdı, öyle bazen ağzı açık gelen salyalı, bağrışlı " Sen nasıl bunu böyle dersin?!" lere hala nazikçe göğüs germeye çalışıyor. Zavallı adam...
Akım derken bokum anlaşılmak buna denir.

13 Kasım 2008 Perşembe

Huzurlu Olmak Bu Kadar Zor Mu?

Karar verdim, ben çürük yapılı bir insanmışım. Bu kararımı vermemde hamileliğimin etkisi büyük. Bugün yaşasın diye bulduğum başka bir hamilelik günlüğüne girdim ve kendime yuh dedim. Ne depresif, ne olumsuz, ne karanlık bir tuhaflık benimki...Oradaki hamile kızcağız da ne pislikten bahsetmiş, ne kokulardan, ne mide bulantısı, ne kusmadan...

Bilgisayar korkunç olumsuz etkiliyor, bir kere bunu belirteyim. Eskiden metre metre aşk nameleri düzdüğüm bu alet bazen kusarken düşündüğüm bir şey halini aldı ki umarım bundan sonraki zamanlarda etkisi bu şekilde devam etmez.

Yazı yazmak...Eskiden yapmadan duramadığım şeylerden biriydi, artık o da rafa kalktı. Neyi anlatacağım ve neden sorusu kafamı gerçekten kurcalıyor. Ben uyumsuzum, kendi büyüdüğüm değerlere tersim bir kere ve kendi istediğim, seçtiğim hayat biçimini yaşıyorum. Neye ve kime ne kanıtlamak, neyin tartışmasını yapmak? Sinirleri ne anlamda zıplatmak? Gerek yok...

Bu dönemlerde acayip bir içe dönme yaşanıyor bir de. Hayvani bir şekilde bebeği her kötülükten koruma içgüdüsü başgösteriyor. Buna stres, sinir, hafif soğuk algınlığı, her türlü ismini hiç duymadığımız virüs şu, bu dahil. Yani, maddi manevi olumsuzlukların hepsinden kaçma durumları...

Ufaklık nezle oldu, iki gündür okula yollamıyorum. İlk önce boğaz ağrısı ve kulak kaşınması ile başladı ki kesin ateş çıkacak eyvah demeye başladım. Çünkü bende de hapşırma belirtileri epey bir zamandır vardı. Bugün evde kaldığı ikinci gün baş ağrısı sorunu vardı, ilacını verdim ama ateş çıkmadı. Bakalım, yarın öbür gün ne olacak?

Tek isteğim huzur...Ve bunu kendi dünyamda ve yaşamımda ancak yaşayabiliyorum. Belki haberlere bile bakmadan, Türkiye'de ne oluyor ne bitiyor izlemeden. Ya da izliyorsam da öyle başka bir dünya da var uzakta şeklinde duygusuz kalıp, sinirlenmeden. Zira, şu muhafazakar bakış açıları hangi konu olursa olsun ( Atatürk, din, yaşam felsefesi vesaire...) sinirlerimi zıplatıyor. Yeni yapılan herşeye saldıran bir güruh, başka bir bok değil! Neyse...

Bu aralar yalnızca okuyarak beslenebileceğimi düşünüyorum, bir şeyler bulabilirsem... Server Tanilli'nin eskilerden aldığım kitaplarından birine daha bakıyorum. Bu tür kitaplar grçek servet değerinde bilgiler içerdiği ve ben tarih, isim, cisim unutma uzmanı olduğum içindir ki zaman zaman tekrar yapmak faydalı olabiliyor.

Şimdilik böyle işte.

10 Kasım 2008 Pazartesi

En Son Gelişmeler

14. haftayı bitirip, 15'den gün aldığım şu günlerde kendimdeki değişimlere hala aynada alışamaz gözlerle baktığımı belirtmeliyim. Sanki hiç çocuk doğurmamış, taşımamışım, üstelik onlar bir de bunun iki katı değilmiş gibi...Diyorum ya kendi bedenimize bile benciliz biz insanoğlu. Neyi deneyimlersek dünyanın merkezinde de o duygu olmalı diye düşünüyoruz.

Sinirlerim geldili gittili. Dün ilk defa belki de aylar sonra kendimde bulduğum enerji ile başamel soslu fırın tavuk, yanına da iç pilavımsı bir pilav yaptım, ne kızım ne de kocam tabak tabak yemediler diye bütün akşam somurttum.

Acayip bir şekilde empati ve ilgi bekliyorum, özellikle " Nasılsın?" sorusunu...Dikte etmeden, geçecek denmeden, derdime ortak olarak, zaman ve emek harcanarak, akıllıca yapılan sohbetleri özledim. Kocam işe gidip hemen bana mail yolluyor, bulduğu her hamilelikle ilgili bilgiyi gönderiyor, ben ne kadar uyuz da olsam sarılıp ortalığı yumuşatmaya uğraşıyor ama O'nun dışında bunu gördüğüm kimse yok desem herhalde yeridir. Ama dikkat ettim bu, benim bütün hamileliklerimde başıma gelen bir şey, ne zaman ölüm, kalım, sakatlık vesaire olursa paparazzi gibi bir yoğunlaşma ve didikleme oluyor ama pembe patik, mavi patik konuşması yapmayı özlediğim şu sıralarda o olay gerçekleşmiyor. Kendi insanımda gözlemlediğim en az özellik empati yeteneği. Yani, kendini sevdiği, değer verdiği yerine koyabilmek...Maalesef...

Bir kere çok yoruluyorum. Öğle uykularım ölü gibi. Layla beni özellikle anlamazlıktan gelip heryere yanımda seyirttikçe nefes alamaz hale geldiğim için çileden çıkıyorum. Köpekten bile kendi alanıma saygı istemekteyim salak gibi. Oysa belki O bana bir şekilde köpek dünyasının sevgisiyle göz kulak olmaya çalışıyor.

Hamile kıyafeti olayı ayrı bir dert...Hayatta elimin gitmediği, paralar harcayarak sevimli hamile (!) rolünü oynamak adına yatırım yapamadığım alan. Neden dikiş öğrenmemişim, yuh bana dedirtiyor bu durum. Fakat 54 kiloya girdiğim t shirtler çok dar artık, pantalonların önünü kapatmadan giydiğim zaman geçti.

Bugün sabah mide bulantısını minimumda hissedince hadi dedim Sahara Center'a... Büyük bir mağaza indirime girmiş, üç tane bluz buldum bayağı düşmüş fiyatlar hemen kakaladım. Ufaklığın arkadaşının doğumgünü partisi için hediye baktım. ( Bu aralar doğumgünleriydi, partilerdi onlardan bile afaganlar geçiriyorum ) Kitap aradım ama maalesef beni hiçbiri içine çekmedi. Toplam kalışım iki buçuk saat ama öldüm! Arabaya atlayıp okula gittim ama eve geldiğimde ödeve oturacak bile halim yoktu, derhal yatmaya...Babamızın geldiğini bile duymamışım.

Akşamları ise uyku değişik bir durum. Bebeğe gidecek oksijenin de aynı beden tarafından sağlanmak zorunda oluşu, böbreklerden daha fazla atığın çıkışı...Ter basmaları, yatılan odada temiz hava gerekliliği ve Layla'nın bizimle aynı odada yatması...Magissa'nın köpeğini anlattığı yazısında öyle bir betimlemesi var ki...Kullanılmış çorap gibi bir koku...Hele de Arap Emirlikleri'nde yaşayan bilir, şu camları açtığında serin bir rüzgarın odanın içine dolamaması...

Bunlar nasıl eziyetlerdir anlatmak gerçekten zor. Bazen ağır ağır soluk alıyorum, klimalar artık ortamı bayağı soğuk yapıyor, fanı kendime çevirip, sabite ayarlıyorum ki kokular benden uzaklaşsın, her hafta çarşafları değiştirmeye çalışıyorum, yerlerin silinmesi gerekli ki oda da taze koksun...Peki bunlar ne kadar yapılabiliyor? Şu merhalede neredeyse hiç. Kendi boklu halimden kusasım geliyor bazen.

Benim hayatımda ancak hamileyken yaşadığım bir yığın olumsuzluk silsilesi bunlar. Yaşanıyor ve sonra sağlıklı bir düzen başladığında mutlulukla geride bırakılıyor. Yerine iki çocuğun birbirleriyle alışverişleri, kardeşliğin verdiği bütünleşmenin zevkine varmak kalıyor. Bunların bilincindeyim. Zaten olmasam, yalnızca kendimi düşünsem bu yolculuğa asla ve asla çıkmazdım.