16 Kasım 2012 Cuma

Nicola...

Yaşam akıp giderken en tuhaf karşıladığım olay bir gün birisiyle merhabalaşırken ya da yıllarını geçirmişken bir diğer dakika hayatından hiç görmeyeceğin şekilde çıkıp gitmesi...

Bu bir arkadaşken ya da bir veli bu kadar etkileniliyorsa, o insanın evladı ya da eşi olmak nasıl bir duygudur? Nasıl tamiri imkansız bir boşluk bırakır ardında? Ben kendi bebeklerimden birini yitirdim ölümün nasıl bir boşluk bıraktığını bilirim ama insanlar birbirleriyle zaman geçirdikçe herşeyin nasıl derinleştiğini de...

Nicola'yı büyük kızım okula başladığından beridir tanırım. İlk önce yaşıt çocuklarımızı okula götürüp onlarla ilk üç yıl kadar beklerken...Sonra okulun her türlü aktivitesinde boy gösterirken, derken elinde kolunda dosyalarla okulun resim klübünde ders verirken, bazen de kızardım her ders çıkışında kremalı biküvi vermesi mesela, upuzun siyah saçları, pek tarzını değiştirmeden giydiği siyah pantalon ceket takımı, güldüğünde bembeyaz dişleri ve hatta ses tonu...

Bir gün ufaklık yeni doğmuş arabada uyuyor diye klimalar açık araba kilitli ama koşturarak bir numarayı almaya gittiğimde "Sen bana telefon et, gelemiyorsan ben getiririm." diyişi...

Bugsy Malone'u çocuklar gösterime koydukları akşam dekoru hazırladığı için ve oğlunun oynadığı rolden gururlu, ellerinde çiçek demetini tutuşu, ışıl ışıl gülüşü...

Bu sabah bilgisayarı ilk açtığımda okulun Communicator'u geldi ekrana, kelimeler Mrs..., acı kaybı, ani ölümü....Nasıl yani? Yok yanlış okumuş olmalıyım, sonrası boşluk yine :( 

Kızım, Nicola'nın sınıfında yaptığı resimleri indirdi odasından...Ağlaştık, bütün gün gerçeklik duygusu gitti yerine hala yok canım, nasıl, değildir soruları...

Ne demeli bilemiyorum ama her ölenle insanın bir parçası da boşalıp duruyor sanki...

Eğer böyle böyle seksenlerime falan gelirsem bir gün kendim de gitmemek anlamında direneceğimi sanmıyorum.  

6 Kasım 2012 Salı

IELTS Gözlemlerim (1)

Dün itibarıyla IELTS denilen, uluslararası anlamda İngilizce yeterliliğini test eden sistemin kursuna katıldım. Kurs, British Council'de ve altı haftalık bir dönemi kapsayacak. Akşam altıbuçuk, dokuz buçuk...

Bizim memlekette yeni nesil tarafından belki daha iyi tanınıyordur ama ben 72 li, şimdikilerin biraz da eskimiş kuşağı olarak, bizim zamanımızda TOEFL un tanındığını söyleyebilirim. İngiliz İngilizcesi'ne odaklanan test ise IELTS. Açılımı International English Language Testing System.

Kendi alt yapımı anlatırsam belki daha iyi olacak çünkü şunu belirtmek lazım, bir dili ya da mesleği yaşayarak öğrenmek demek kullanılan bilginin içselleştirilmesi anlamına gelir. Bu da demektir ki lisede gördüğüm gramer ağırlıklı İngilizce dışında (yine de işin temelini en güzel şekilde bizlere veren Saliha hanım'cığıma buradan öpücükler yollamalıyım) pek bir İngilizce ağırlık yok. Hani o ana dilinde üniversite eğitimi diye tutturanlar şunu cidden göz ardı ediyorlar, ben İngilizce biliyorum diye bir durum yokkkkk!

Neden? Çünkü eğer ana diliniz İngilizce değilse, bu demektir ki İngilizce'nin hangi kısmını kullanırsanız o bölüme hakim olursunuz. Gerisi güdük kalır. Yani diyelim ki üniversitede size dersleri İngilizce vermeyen bir yere gittiniz, konuşma ve belki yazma, dinleme İngilizceniz iyi olur da meslek İngilizceniz yine eksik kalır. Çünkü her konunun bir de hem kendine göre bir yazışma tekniği hem de kullandığı sözlük kelimeleri dağarcığı vardır.

Bir de beni bir anlamda pesimist baktırtan faktörlerden biri kendi çocuklarımı ana dilleri İngilizce olarak yetiştirirken izlediğim, yıllara yayılan okuma, yazma alışkanlıklarını izlemek. Bir insanın o dili içselleştirmesi, kendini ya da gördüğünü en iyi şekilde ifade edebilmesi için yıllarını o dille yaşaması gerektiği.

Şimdi benim durumumda olan şu, 17 yıldır bu dili konuşa konuşa artık düşünmeden ana dilini konuşur gibi yaşanan bir rahatlık var. Kulağım iyi olduğu için dilin kendi iniş çıkışlarını taklit yeteneğim fazla, gırtlak kullanımım o anlamda şarkı da söyleyebilen biri olduğum için iyi. Yani konuştuğum ortamda hemen sorulan soru şu; "Sizin burada işiniz ne ki?!"

Fakat durum öyle değil. Çünkü İngilizce de konuşma dilinde kullanılan kelimeler ile o dili yazarken kullanılanlar çok farklı, konuşurken yazı dilini kullanırsan uzaydan gelmiş izlenimi yaratırsın mesela ama yazma dilinde konuşur gibi yazarsan o zaman da Cin Ali Topu Attı kıvamında cümleler kurarsın, ötesi yok bu işin.

Kurs, Genel ve Akademik İngilizce olarak ikiye ayrılıyor ve temel dili İngilizce olan bir ülkede iş bulmak durumunda isen ya da gittin okumak istiyorsun, master yapmak...O zaman önüne getirilen test Akademik IELTS...Yani, Akademik IELTS'den iyi not almış birisi zaten Genel IELTS'i havada karada yapar durumu hakim.

Neyse, dün derse girdik, oldukça kalabalık bir sınıf, aşağı yukarı 25 kişi kadar...Bazıları sınava daha önce girmiş, bazıları birden fazlaca girmiş ama bir türlü olmuyor.

Neden? Kurs ipuçlarını veriyor, diyor ki mesela dinleme yapıyorsun (Listening) cevap kağıdına aktarma zamanı geldiğinde bütün harfleri büyük yaz ki baş harfi büyük olup da es geçtiğin cevap olursa yanıt doğru olsa bile yanarsın.

Cevaplama tekniği son derece sert kurallara bağlı.

Doğru duydun, yanlış yazdın (Spelling Mistake) gittin.

Doğru duydun ama araya konacak nokta, çizgi vesaireyi koymadın, yine gitti.

Burada benim dip notum notlandırma olayında sakatlık olduğu, eğer dinleme ölçülüyor ve yazma da başka başlıkta test ediliyor ise yazarken yapılan bir harf hatası ya da baş harfi büyük girmedin gitti mantığı yanlış.

Ama ne olursa olsun böyle ise demek ki yapılacak en önemli işlerden biri yazılışlara azami ölçüde dikkat göstermek. Bunu yapmak için bol bol okumak, belki okurken yanında bir defter olacak hep yazacaksın, bazı kelimeler appropriate gibi mesela kazık olanlardan yazılmalı, birisi okumalı tekrar yazılmalı falan...

IELTS'in tekniği yıllardır belli, ancak verilen okuma parçaları, dinleme ya da yazma konuları üzerine elden geldiğince kelime dağarcığı eklemeli.

Beni görüşmeye alan öğretmenin söylediği şey şu oldu; " Kurs altı saat mi, evde de bir altı saat çalışma öneriyoruz."

Akademik alt yapıdan (kolej, iş yeri şu bu) gelenler için yalnızca bir cilalama kursu olabilir ama benim gibi çıraklıktan gelenler için bir kabusa dönüşme ihtimali yüksek.

Verilen sürelerde sürekli kullanılan bir kelime yazılırken bile " Hımmmm bu böyle miydi yahu?!" gibi durumlar oluyor. Intermediate gibi mesela...Aaaa duyarken ne kadar kolay değil mi? Ya da vegeterian...Çantada keklik ama öyle olmuyor işte.

Sınavda çıkacak bölümler, dakikaları, neye göre nasıl puanlama yapıldığı, nelere dikkat edilmesi gerektiği...

İlk günden bana kalan kazık ise duyduğum bir sürü doğru kelimenin yazılışlarında yaptığım hatalarla (bazılarını öğretmen söylemese hayatta da bilmezdim. Mesela, North West, değil mi? Hayır değil, North-West doğru olan ya da 9:00-9:30 arası doğru yazılış deriz, ona da hayır 9.00-9.30 (ki bu konuda hala kararsızım)

Bir kere son derece soğuk kanlı ve dile hakim olmak gerekiyor, öyle aman kaçtı, kelime neydi, yahu bunlar neden bahsediyorlar falan denirken bütün soruların kaçması korkusu var. Bunun için bol bol alıştırma yapılmalı ama benim için işin kötü tarafı her alıştırmada yeni bir şey öğreniliyor ve işin sonunda gireceğim IELTS (girersem, yerse :() de aynı potada olacak sanki.

Yaş ilerledikçe ezbere boyun eğmek sürekli otomatik reddetme ile karşılaşıyor. Biliyorum öğrenme denilen şey bu değil çünkü. Bu yaptığımız bir sınava ezberle çalışıp geçmek ve sonra orada yazılanlara, okunanlara belki hayat boyunca elveda demek. Bana ne Kafkaslardaki şirketin iniş çıkış hesaplarından sorumlu müdürün genel müdürle yaptığı finansal diyalogdan! Yani zamanında onları da ezber ettik işletme derslerinde ama diyorum ya artık biliyorum ki öğrenmek böyle olmuyor.

Günün özeti saat dokuz buçukta baş ağrısı ile dersten çıkış... Klimaların eksi derecede çalışmasından kemiklerine kadar donarken stres altında bunlar ne diyor yav ay nasıl yazılacaktı hallerini yaşa, ondan sonra kırk üstünden belki 25 ini doğru duysan da yazılışlardan kaybet ve de 12 al skor olarak. Skalaya denkliği dört :(

Gel bir de o başarısızlığı kendine yedireme, leyn sen kaç senedir bu dilin içinde değil misin?! de kendine bir tokat at! 

2 Kasım 2012 Cuma

Köşelerim...

Dikkat ediyorum da hayatımda hep köşelerim olmuş, oraya bir çekilmişim kendi kendime kitabımı okumuşum yazımı yazmışım, eskiden oyuncaklarım olmuş, kokulu silgiler, özel kalemler, not kağıtlarım dolaplarda fakat bir yandan,  insan evinde yaşarken bütün yaşam alanı bana  ait duygusuyla davranıyor ya belki de o sebeple masamı geride bırakalı da yıllar geçmiş fark etmeden.

Aslında tercihim her zaman klasik, masif, üzerinde kendi kütüphanesi, bol çekmeceli bir masadan yana olsa da fiyatına yetişemeyeceğimi düşündüğümden alternatifler, fiyatlar ve detaylar anlamında IKEA'yı pratik bulduğumu söyleyebilirim. Her ürününde aynı kaliteyi tutturduğunu düşünmüyorum ancak koltuk ve masa yaratma alternatifleri sunması açısından oldukça dahiyane oldukları kanısındayım.

Örneğin, birden fazla renk, boyut ve malzemelerle farklı bacakları birleştiriyor ve mekanınıza en uygun masaya sahip oluyorsunuz. Bu, çok akıllıca bir fikir. Birkaç yıldır çocuklarımın ve eşimin paylaştığı çalışma odamızda IKEA'nın kalın ve desenli ama bir o kadar da geniş masasını büyük bir zevkle kullanıyoruz. Temizlemesi çok kolay, çizilme sorunu yok, kullanılan cam çok kalın ve desenli, ayrıca bu tip zeminlerde el yazı yazarken masaya sürtünüp acımıyor (bu masada onu fark ettim de:( )

Neyse, uzunca bir süredir salona kendi köşemi hazırlama projem vardı, çekmeceleri bana it olan bir çalışma masası beni aşırı derecede kendine çekiyordu. Dün gece saat bire kadar oturup saatlerce IKEA'nın online kataloğunda en uygun seçeneği bulmaya çalıştım, öncelikle salonun şeklini değiştirmek gerekiyordu tabi bu sabah aklımda birkaç alternatif (beyaz olacak, köşe olmuyor, kendinden kitaplığı olan oldukça küçük vb...) bir çerçeve ile değişiklikleri yapıp masaya yer açtık.

Online katalogdan o kadar bakmış, elemiş olmama karşın oraya gidip masaları üç boyutlu görmek ve tam doğru büyüklüğü almak oldukça zamanımı yedi ama sonuç benim için oldukça tatmin edici...

Bu köşenin ilk hali 
Bu, cidden yıllar sonra yaşadığım en çocukça sevinçlerden biri oldu, tuhaf...Çünkü masayla kalsam iyi, o köşeyi kafamda nasıl kendime ait bir yer haline getiririm düşüncesi beni aldı götürdü. Yalnız masa olmaz elbet, bunun lambası, mumu, duvara uygulanacak olan mıknatıs pano kombinasyonu, ahşap kalemkutusu setinden, kokulu mumlardan ve mıknatıslı panolardan aldım. Zaman içinde bir köşelik ve iki tane de kitaplık ile olayı noktalamayı düşünüyorum.

Dekorasyon dergilerinden en fazla dikkat ettiğim bayaz mekanlarda renkli objeler durumunu köşemde         de uyguladım. Duvarıma da sticker aldım mesela, siyah, hareketli bir şey...

Bu mutfaktaki köşe 

Şu an mumlarım yanıyor, sağ alt köşede eskilerden sevdiğim fotolar, akrobat masada ve ben bunları yazıyorum.

Evin Kedisi
Bu da son hali :)

Böylelikle evde aklıma koyduğum üçüncü ve en son köşeyi de elemiş oluyorum. Birisi iki numara için merdiven altında yarattığım ortamdı, ikincisi mutfakta salonda yıllardır kullandığım bambunun köşeye yerleştirilmesi ve aydınlatılması oldu. 


Belki 15 yıldan sonra ilk defa kendi köşem ve masamda :)