4 Şubat 2015 Çarşamba

Ulaşılamıyan Ciğere Ne Denir?

Bazıları var, illa ki değerler diye tutturmuş.

Tamam, değerler değerler de bunu iki kısma ayırmış, ya illa dini olacak (Müslüman) ya da milliyetçi (Türk), her ikisi de olursa kaymaklı muhallebi (Müslüman Türk).

Hani bunun başka versiyonları da vardır dünyada aynı şekilde diyorsun mesela Ortodoks İngiliz, Hıristiyan Alman, Müslüman Hintli...Bunlar sayılmıyor.

Değerler yalnızca iki taneyle sınırlı değil, ders bir.

Tatilin birinde gittik, otelde kalıyoruz, Türkiye uluslararası kanalda çıkmış bir amcam konuşuyor.

Tabi konuşanlar farklı alt yapılardan, işlerden geliyor, bazısı profesor bile olmuş ama kafa aynı kafa yürek aynı katılıkla yoluna devam ediyor.

Konuşmanın ana fikri yurt dışında yaşayan Türkler, her türlü durumda kaybeden konumunda. Nasıl mı? Hemen açayım.

Durum bir; Yaşadığı yere uyum sağlıyor ama hep kendi ülkesi ve insanı aleyhinde konuşuyor (Beyni yok ve yurt dışına çıkınca bir anda misyonerler tarafından ele geçirildi, kafası yıkandı ve işte yeni prototip burada!)

İkinci seçenek; Ortama uyum sağlayamıyor, sürekli vatanım da vatanım, köftem, iskenderim falan diyor kafaları yiyor, ciddi derecede mutsuz, dibe vurmuş, yalnız, kendini hiçbir yere ait hissetmiyor. Ana sebep dile hakim değil, derdini anlatamıyor, aynı şeylere gülüp ağlayamıyor, farklılar kardeşim!

E haliyle ne oluyor? Yine kaybediyor.

Bir karar versen, peki bu insanlar ne zaman kazanacak?!!!!!

Biz okulda da o şekilde şekillendirilmeye çalışılırdık. İnsan nereden geldiğini bilecek,farklı renkler olacak, folklorik bir yapı bilmemne...Sonra herkes sen hangi takımdansın denile denile değişmeyecek, ayrışmayacak da el ele tutuşup lalalalalaaaaa! diye şarkılar söyleyecek.

Ya evet...Dream on babe.

O farklılıkları vurguladıkça ayrımcılığı öne çıkarıyorsun, bütünleyici olmuyor ne yazık ki.

Tabi, kafa bulandırmak serbest, kökümüzü bilelim falan feşmekan ama bir türlü o kökler ortak bir paydada kesişemiyor, orada sessizlik...

Folklorik yapılar ve bölgesel farklılıklar insanlar değiştikçe ve şehirleştikçe eriyip gidecek.

Tıpkı yokolan onca dil gibi ortak dillere ve kıyafet tarzına evrileceğiz.

Ve hatta şu anda kullandığımız internet ve bilgisayarlarla, seyahat eden, farklı kültürlerle yapılan evlilikler ve çocuklarla zaten bunu yapıyoruz.

Buna saklı gizli şekilde karşı duranlar da var. Bu tipler de kendilerini gizliyor, mesela aşırı derecede tutucu, geriye dönük ve dini eğilimler içinde ama sistemi sonuna kadar kendi çıkarına kullanıyor. Dibine kadar harcama yapıyor (Bunun dinle alakasını bana birisi bir zahmet açıklasın) çocuklarını İngilizce en iyi okullarda okutuyor ve sonra sistemi o düşünceyle değiştirmeye yönelik kendi çocuk yetiştirme ilkesini kullanıyor. Samimi mi? Asla değil ve mide bulandırıcı.

Tabi ki aralarda belki 2050 yılında bile olaya hep bu tür geleneksel veya dinsel şekilde bakanlar çıkacak ancak onlarla bizlerin yolu hiçbir zaman kesişmeyecek, zaten de kesişmesin.

Diğer saptama, insanlar bu kadar farklı olup da birbirlerini sevecekler diye bir kural yok.

Bir yerde farklı ülkelerde ana dili gibi o dili konuşarak politikaya atılmış, okullarda eğitim alan, yaşadıkları toplumlara yüzde yüz uyum sağlamış ve ilk bakıldığında "Hah işte bu bizden!" denilemeyen bir Türk grubu var. Üzgünüm, yiğitliğe çizik geldi ama öyle.

Bu grup da yine bir kısım bu geleneksel, diğer çekemeyen bakış açısı tarafından sürekli yeriliyor.

Ama var ne yapacaksın, sen yersen de, övsen de bir şey değişmez, varlık yokolmaz.

Ve bu insanlar sen ne kadar da onların varlığından rahatsız olsan da mutlular.

Neden diye soracak olursan, o insanlar zaten kendi toplumlarında yaşarken eksiklikleri görüyorlardı, konuşuyor, kafa patlatıyor ve yanlışlardan rahatsız oluyorlardı, dışarda yaşyorlar diye değil beyinleri yerinde durduğu ve çalıştığı için ülkelerinin ve insanlarının eksik yanları hakkında konuşabiliyorlar. Senin düşündüğün gibi yurt dışına çıktı da kabuğunu beğenmiyor durumu değil yani.

İlla o karikatürdeki gibi o kazanın içine girecekler içerdeki mutsuz, kıskanç, çekemeyen ne kadar insan varsa ayaklarına dolanıp aşağıya çekecek ve bu mutluluk olacak. Cehennem sahnesi...

Bazılarının görülmek istenmese de dünya, farklı kültürler, memleketler ve yaşamlar deneyimleme alanları içinde.

Bu kaybeden-kaybeden senaryosunu yazan arkadaşlar ellerine imkan verildi, daha iyi yaşama şartları kazandılar da mı gitmediler?

Kısa ve öz, eğitim standartları dünya ile yarışacak düzeye geldiğinde insanların yaşam, iş bulma, seyahat etme alanları da genişler.

Gelenekselci arkadaşım, sen istesen de istemesen de olan bu.

Bu şartları kendinde barındıran insanlar sıla hasretinden ölüp, lahmacun yiyemiyorum diye krize girmezler, bilirler ki herşey hayatta bir alışkanlıktan ibaret.

Yaşam tarzlarını yaşadıkları yere uygun hale getirirler. (Sana göre satılmış olurlar)

Yaşadıkları yerde tıpkı kendi ülkelerinde olduğu gibi eksiklikleri ve kuvvetli yönleri görebilir niteliktedirler.

Değerlerin hepsini içine alan tek değer var, o da evrensel olan.

Üzgünüm ama herkesin looser'ı kendine saklı, sen anladın :)

Anlayan Anlamayana Anlatsın Bi Zahmet

Haberlerde BBC'yi takip ediyorum. "Değişmeyen tek şey değişimdir." sözüne bağlı kalarak kanserle ilgili en son çıkan üç başlığı buraya almak istedim.

İngiltere nüfusunun yarısı kanser olacak (4 Şubat 2015)

Kanserin en büyük nedeni şanssızlık (2 Ocak 2015)

Her on kanser vakasından dördünün nedeni sağlıksız yaşam (26 Aralık 2014)

Başlık okuyarak gazete okuduğunu ve haber takip ettiğini sanan salak ahalinin sonu ne olabilir bu durumda merak etmekteyim.

Birinci makaleden alıntı; "Araştırma ekibinin yöneticisi Londra Queen Mary Üniversitesi'nden Profesör Peter Sasieni, bu durumun "kaçınılmaz olmadığını" söylüyor.Ona göre yaşam tarzında değişiklik yapmak kanser riskini yüzde 50 ila 30 arasında azaltabilir."

İkinci ve Ocak ayı makalesi, diğerlerinden taban tabana zıt düşen başka bir araştırma Science dergisinde yayınlanıyor. "Yeni bir araştırmaya göre, birçok kanser türü sağlıksız yaşam tarzı ya da genetik etkenler nedeniyle değil, şanssızlık sonucu ortaya çıkıyor." 

Şimdi bu noktada hem okuyacaksın, hem okuduklarını anlayacaksın, hem gruplama yapacaksın.

"Yaşam biçimini veya alışkanlıkları değiştirmenin belirli kanser türlerinden korunmada büyük yardımı olur ancak bu önlemler diğer türler için (beyin kanseri, ince bağırsak ve pankreas) o kadar etkili olmayabilir. Bu kanser türlerini tedavi edilebilmek için erken aşamalarda teşhisi sağlayacak yollar bulmak için çabalamalıyız" 

"Cancer Research tarafından yapılan ayrı bir araştırmada da, kanserlerin yüzde 40'tan fazlasının yaşam tarzıyla ilgili olduğu görülüyor."

İşin özü şu olmalı, genelleme yapılmadan bakılmalı. Bazı kanser türleri genetikten etkileniyor, listesi de verilmiş, diğer yüzde kırklık kısım hayat tarzından...

Bu bilimsel araştırmaları al, komşu teyze gibi şöyle bir oku, üzerine dikkat çekici bir başlık at ama bir o kadar da aptal ol (ya da belki kurnaz mı demeli bilemedim ki şimdi) birbirine tam ters gelen şekilde başlık at ve fırından sıcak sıcak çıkarıp, piyasaya sür. 

Resmin bir yüzü bu olabilir ya da birbirinden bağımsız araştırmalar birbirlerini desteklemek zorunda da da değil tamamıyla farklı sonuçlara da varılabilir. 

İşin aslı ikinci alternatif değilse, bu ucuz haber başlığı atma anlayışından artık cidden benim midem bulanıyor. 


31 Ocak 2015 Cumartesi

Bu, Bu Kadar!

Yaşamda huzurlu mu olmak istiyorsun?

Okumayacak, araştırmayacak, sormayacak ve sorgulamadan yaşayacaksın. 

Dinse din, bilim insanları onu mu dedi? Tamam! O şekilde, sürekli kafa sallayacak ama bunu yüreğinden gelerek, içselleştirerek yapacaksın. Yani, hakikaten soruların olmayacak kafanda dolayısıyla ben burada ne yazsam da benim gibi biriysen zaten tamam, oldu şeklinde bir değişime uğramazsın çünkü insanlar ruhları ve kendi içsel gelişmişlikleri ile yaratılıyor. Dünyaya kendimizle beraber getirdiklerimiz var, bazımızın yok ama bazımız böyle doğmuşuz işte yapılacak da pek bir şey yok.

Çocukluğumdan beridir sorgularım. 

Her konuyu. 

Sistemlerin dayattığı ne varsa hem de! 

Sistem din mi dayatıyor? Hemen başlarım altını kazmaya... Tarihten bir anektod mu? Başlar kafamda nedenler, nasıllar uçuşmaya. 

Vicdanıma, hislerime de çok güvenirim, eğer herhangi bir konu beni ruhsal olarak rahatsız ediyor, görünmez bir el dürtüyorsa kesin altından bir şeyler çıkar. 

Bu anlamda bulunduğum ortamların hepsinde bir uzaydan gelmiş, kafayı hafiften sıyırmış, ne diyor lan bu?! halleri yaşadım ve hala yaşamaya devam ediyorum. 

Medeni anlamda daha bir gelişmiş insanların olduğu ortamlarda politik, dini, hayati felsefeler konusunda aniden ateşli tartışmaların yerine ortama derin bir sessizlik çöker. Şimdi de yaşadığım o. Okulda münazaralara katılıyormuş gibi kürsü alıp konuşulacak bir yer değil. Liderlik yapılması için dili çok kuvvetli kullanmak gerekiyor ama ortam İngilizce, kendimi ifademde bir sıkıntım olmasa dahi yine de ana dil gibi kullanılan bir durum olamaz ve olamıyor. Gerçi her konuda illa ki konuşmak da gerekmez.

Ancak gözlemlerim zaman zaman beni cidden paralize ediyor. Örnekler verilmesi gerekirse;

Okul ve çocuklar şeker ve şekerli ürünlere destek veriyor. Her doğumgünü olan çocuğun elinde koca bir paket donut kutusu, diğer elden koca bir pasta. 

Velilerin neredeyse yüzde doksanı hayatta elini kendi evinde yapacağı, sağlıklı besinlere ayırmıyor. Evlerde pişirilen, yedirilen ürünler konusunda son derece şüphelerim var. 

Peki bu şartlar altında ne oluyor?  

Sistem senin de çocuğunu avucunun içine alıyor. Çocuk okulda para toplamak adı altında sıcak çukulata, ardından GMO lu pop corn günü derken evde tanıştırılmamış bile olsa şekerli ürünlere zayıflık geliştiriyor. 

Bir kereden bir şey olmaz derken o bir kereler oluyor milyon kere! 

Şeker son derece zararlı, kilo aldırması beni bir nebze dahi ilgilendirmiyor ama yenilecek sağlıklı yemeğin yenmesini engelliyor, sıfır besleyicilikle mideyi dolduruyor, dişlerin arasına girip dişleri çürütüyor, bedendeki mikropları besliyor, bedenleri hastalıklara açık hale getiriyor, tad alma duygusunu bastırdığı ve bir şekilde uyuşturucu görevi üstlendiği için diğer doğal ürünlerden alınan zevki sıfırlıyor. Çocuk gittikçe yemek yemez, beslenemez hale geliyor. Bu durum uzun dönemde mineral ve vitamin kaybına, vücutta kansere varan zararlara sebebiyet veriyor. 

Sen bir okul olarak bunun karşısında duracaksın! Sağlıklı beslenmeyi teşvik edecek, gerisini vermeyeceksin, bir de üstüne üstlük ondan para kazanmayacaksın!

Başka bir örnek bu sefer dinden...Geçen dönemin bir günü okula gelen din öğretmenleri değişip duruyor, yeni bir tanesi geldi. Vücut dili yanlış, duruşu, yürüyüşü herşeyiyle farklı. Derse hakimiyeti sıfır, çocuklarda disiplin sağlama dengesi bozuk, bir gün deli gibi bağırmalarına ses çıkartmazken, diğer bir gün gayetten baskın.

Çocuklar bağırarak susturulacak varlıklar değil, sürekli aktif tutulmaları gerekiyor, projelerle, sorularla...Hepsi cin gibi. Ben de bir proje için sınıfta kalmışım onu tamamlamaya çalışıyorum. Din dersi işleniyor. Verilen fikir kitaplı ve kitapsızlar, kitapsız olanlardan su dahi alınmaz, bir şey verilmez. Bu fikrin verildiği çocukların yaşları altı. Herkes onlar için arkadaş, soruyorlar ama onlar arkadaşımızzzzz, su da mı vermeyeceğiz? Şunu da mı bunu da mı almayacağız?? Hayır diyor almayacaksınız da, vermeyeceksiniz de. Paylaşmayacaksınız! Çocuklar her dinden, her dilden, her ırktan...Duyduklarıma inanamadım. 

Bu okul kendi çocuğumu on yıldır yolladığım okul mu? Hemen gidip veli grubu ile konuştum, veli grubunun görevi okulda okula karşı velileri savunan bir grup değil. Bir kere burada da bir formasyon hatası var, geçen sene onlarla çalışırken anladığım okul aile birliğinin veliler için değil okulun yararı için çalışan insanlar olmasıydı. Şaşırmıştım. Bunların konuşulması demek okuldaki yapılanmaya karşı da bir duruş demekti, koca okul ve ben mi? Vazgeçtim ama hala oluşumun yanlış olduğunu düşünüyorum.

Konuyu farklı insanlara açtım, değişik tepkilerle karşılaştım, bazısı konuya girmekten kaçındı, bazısı yazılı olarak konuşulması gerektiğini dile getirdi, bir diğeri aynı doğrultuda tepki verdi ama kısacası hepimizin ne mücadele edecek, ne konuyu takip edecek zamanımız ve enerjimiz vardı. Günlük hayat öylesine doldurulmuş ve yoğun akıyordu ki...Kaldı. 

Şimdi ortada başka bir başlık var. Bu sefer okuldan Yunus Parkı'na gitmek için izin kağıdı geldi. İki sene önce ana okuluyla ufaklığı hiçbir yere yollamadım çünkü emniyet kemerinin takılmadığını gördüm tamam arabada görevli vardı ama ne yazar, burada servisleri kullananlar kendi ülkelerinden gelmiş zavallı zavallı insanlar, hayatta görmediğim tanımadığım insanlara çocuğumu mu emanet edecektim? Yapmadım. Tersi konuşulduğu an ağlamaya başlıyor, beş yaşında bir çocuk olarak arkadaşlarıyla birlikte olmak istediğini, benim geçmiş yıllarda O'nu hiçbir okul gezisine yollamadığımı söylüyor. 

Şimdi sorun hep karşısında durduğum Yunus Parkları. Tüm dünyada kapatılması yönünde bu denli çalışmalar yapılırken, bu hayvanların gösterilerde kullanılması son derece yanlışken, kendi doğal ortamlarından büyük dramlarla kopartılıp bu pis yerlere tıkılmışken çocuğum o sistemin çarklarından bir parça mı olacak? 

Bunlar dile getirildiğinde amannnn bir kereden ne olacak canımmm? cılara karşı sürekli bir sıfır yenik gelmek beni deli ediyor. Sistem bokluğu, acımasızlığı, hainliği, eğitimsizliği, birilerinin cebi dolarken minnacık bebeklerin ve çocukların bunun bir parçası ve en büyük tüketicisi, müşterisi olması beni çıldırtıyor. Geri zekalı anne ve babaların da buna duyarsızlıkları, mankafalarının çalışmaması olaya tuz biber ekiyor.

Neden diyorlar çoğalın, çoğalan kesim onlar gibi mankafa, sistem onaylayıcısı olmazsa demezlerdi tabi ki ve bu mankafalar dünyanın her yerinde ve hatta çoğunluk öyle, sokaklara çıkıp da eylem yapmak gerekmez duruşlar ve seçimlerle de çok şey değişir değişmiyorsa o zaman demek ki hata insanların çoğunluğunda. 

Şimdi...Nasıl bir çözüm bulunmalı? Bir yerde çocuğum var arkadaşları ile beraber olmak istiyor ve haklı da, diğer yandan bu pislik düzen var. Çocuğum şeker yerken de mutlu oluyor ama mutlu olmak da bir yerde her zaman yerine getirilmesi yapılması gerekli olmak demek mi? Sürekli çocuğunun mutluluğu üzerine mi odaklı gidecek hayat? 

Yarın beraber çalıştığım öğretmenlerle konuşup yardımlarını rica edeceğim, ogün için ufaklık benimle hareket edebilir mi diye. Dediğim gibi karşı olduğum konularda eyleme dönüştürmek değil amacım ama karşısındaysam o sistemle hareket etmem. 

Bu, bu kadar!

27 Ocak 2015 Salı

İçimden Geldiği Gibi (1)

Aslında Facebook tam bir toplumsal nabız tutma, insan davranışlarının ve ayrıca tepe yapmış bencilliğinin görülme, test edilme alanı.

Dikkat ettiğim en önemli şeyden bir tanesi tek taraflı bildirime odaklanmış, çevresine bir sürü insanı toplamış, sanki bir nevi Facebook peygamberliğine soyunmuş bir sürü insanı gözleme durumundayım.

Paylaşımı yapıyor gelen yanıtı okumuyor bile, bir tarafında bile değil, yorum yapmıyor zaten. O'nun için boşaltım yapar gibi paylaşım yapmak önemli gerisi fasarya.

Facebook'da böyle geriye dönük evrilip ondan sonra vay devlet erkanı gittikçe toplumdan uzaklaşıyor, kendi halkını dinlemeyen bir erkana dönüşüyor diye dart dart konuşuyoruz.

Basit bir insan davranışı, hep seni dinlesinler, alkışşşş, bravoooo! Ne güzelsinnnn, ne harikasın, şak şak şak denilsin, sen de bunlara kan bir halt oldum zannet.

Devleti beğenme, başbakana burun kıvır.

Oldu!