23 Ekim 2010 Cumartesi

Yürüyüş

Akşamları pedometremi ve Laila'yı alıp yürüyüşe çıkmaya başladım. Kulağımda walkman...Bir sürü villalar ve bir o kadar yaşanan hayat...Müziğe tempomu uydurup, hızlı hızlı günlük adım sayımı en az 10.000 e çıkartmaya çalışıyorum.

Derken, radyoda " Big In Japan" çalmaya başlıyor ve walkman'in ilk çıktığı, hatta tank gibi olduğu kaset çalar zamanında babamın Libya'dan getirdiği ve koca bavuldan çıkarttığı alet geliyor aklıma. Seksenli yıllar mıydı acaba? İlk okulda olduğum kesin de gerisini tam kestiremiyorum. Kulağıma demo kaseti takmış, "Hadi söyle bakalım nasıl ses düzeneği ama?" ifadesi ve koca bir gülümseme eşliğinde suratıma bakarken ben kulaklarımda çınlayan ilk melodiyle kendimden geçmişim...O walkmanin yıllar içinde kaç kere, hem de çok sertçe düştüğünü hatırlamıyorum bile ama en sonunda kaset yerine cd ler çıktı da emekliye ayırdık onu biliyorum, yoksa hala çalışır belki.

O fotoğraftan, çalan müzikle Caddebostan'da yaptığımız doğumgününde çalan "Big In Japan" e geçiyor belleğim...

Geride kalan 22 yıl ve ben aynı melodiyle şimdi iki çocuk annesi bir kadın olarak, çölün ortasında kurulmuş bir ülkenin sokak aralarında, bir o kadar yıl sürünüp hayalini kurduğum köpekle yürüyüş yapıyorum...

O insan yaşlanıyor belki ama hala aklında eski dostları, yaşanmış aşkları, zayıflıktan kopacak haliyle " Bir, iki, üççç!" diyerek dans edişleri..."Eskiden ne yerdim ki ben?" diye düşünüp yedikleriyle kilo almasına sinirlenen şimdiki hali baki...

Velhasıl, aslında kendi hayatıma zaman zaman böyle bir film karesi izler kıvamda bakabiliyorum, hani kendini dışardan görebilme duygusu, derler ya ölürken hayatım gözlerimin önünden geçti kıvamı...Nostaljik yan çok demek...Birikmişleri silememek biriktirmek de öyle.

Bir de belki çok uyuz bir huy ama elimde olmadan evlerin içlerinden gelen ışıkla insanların nasıl hayatlar yaşadığını anlamaya çalışıyorum. İngiltere'de kendimi tutabilmek, tül kullanımı olmadığı için belki daha zor, yani geçerken mesela eğer ev yol üzerine bakıyorsa ve içerdeki dekorasyon, ışık vesaire bir şekilde dışarıdan görünüyorsa bitti! Kesin birkaç dakikalık yürüyüş anında bir göz hapsi kaçınılmaz.

Oralarda anladığım, güneş ışığını maksimum içeri alma isteği var, tül bile güneşin görülmesine engel bir yerde. Fakat bu iklim onun tam tersi sonuçta, hem hava şartları, yılın %99 u tepede eksik olmayan bir güneş hem de dini kurallardan gelen bir mahremiyet duygusu...

Arap Emirlikleri vatandaşları (dışardan alınan bir hak değil, kan bağı şart) elektrik ve su parasını çok cüzzi miktarlarda ödedikleri içindir ki kocaman evlerin bir o kadar sayısız ışığı yanmakta, bazılarından gelen kah yemek kokusu, kah yeni yıkanmış bir avlu belki ya da giriş...

Benim ise bu evlerin bahçelerinde yanan en az yirmi ampulden pek bir şikayetim yok çünkü bazı sokaklardaki ışıklandırma neredeyse onlardan gelenle sınırlı. Yürüyüş yolunda trafik sevmediğim için ise ara sokaklar ideal, bir de düşünmek, hayal kurmak için araba farlarından elimden geldiğince uzağa kaçmakta fayda var.

Villalar genelde çok büyük aileleri barındırdığı ve özele girme duygusu çok önemli olduğundan çoğunun bahçe duvarları çok yüksek ama bu evden gelen ışığa, zaman zaman açık bir bahçe kapısının aralığından süzülen atmosfere ortaklık etmeye engel değil.

Bahçe içlerinde kendi havuzları olan villalar çoğunlukla Avrupalı, Rus ya da Amerikalı müşteriyi hedef kitle olarak görüyor. Sharjah'da yabancıların ev satın alması yasak iken, Dubai veya bir diğer Arap Emirliği'nde çok farklı bir mentalite geçerli olabiliyor.

Arap Emirliği vatandaşı olan ve kendi mekanını yaptıranların büyük bir parçası ise bahçesinde keçi bile besleyebilecek kadar büyük alanlar oluşturmuş. Kocaman, duvar genişliğindeki kafeslerde onlarca kuş bakanına da tanık oldum, tavus kuşu bahçeden çıkıp sokaklarda aheste aheste dolaşanı da...

Köpek beslemek pek o kadar yaygın olmasa da imkansız değil. Sokak kedileri öylesine zayıf ki! Su bulamadan kaç gün idare edebilirler belli olmasa da çöplerden bir şeyler araklamak için sürekli keşifteler akşamları. Gündüz ve özellikle çok sıcakların yaşandığı aylarda nasıl ki başka memleketlerde hayvanlar kış uykusuna yatarsa burada da tam tersi...Yazın kertenkeleler bile kaçışta...

Gökyüzüne bakıyorum...Kutup yıldızının bu ülkeden görünüşü kocaman, geceleri bulutsuz ve berrak. Bu akşam dolunay var ve köpüş ağzı yerde bir şekilde arkamdan sürünüyor. Hala soğuk iklime alışkın bir insan için ortamda kalp geçirttirecek bir nem ve sıcak olsa da iklimize olmak demek bu olsa gerek.

Derin bir solukla havayı içime çekiyorum. Köpeğim ve ben eve dönüyoruz. Bambaşka bir ülkede, bambaşka bir kültürün ortasında evimiz dediğimiz yere...

Ve tekrar düşünüyorum ki kendi oluşturduğumuz aileler ve eşyamızla dünyanın neresine gidersek gidelim, o mekan bizim evimiz.

Gülümsüyorum...

11 Ekim 2010 Pazartesi

Kedinin Kuyruğu

Yıllarını evde harcayıp, çocuklarını doğurup, onları büyütmüşsen şayet, o zaman kariyer yapmadığına lanet edersin, elinden her geldiğinde evinden kaçma moduna girersin. "Ay şekerim ev depresif yapıyor insanı." dersin her iki cümlede bir.

Bir yerin genel müdürüysen ya da özel hayata zaman vermeyen bir işte tükettiysen ömrünü bu sefer de neden evlenemeyip, çocuk doğurmadığına, eğer çocukların varsa onların dakikalık değişimlerine tanıklık etmediğine, yaşama bakış açılarını istediğin gibi yönlendiremediğine yanarsın. Bu sefer kaçmaya çalıştığın evin olur bir kuş yuvası. İşten çıkışlarında ayaklarının kıçına vurarak geldiğin sükunet mekanın...

Kıvırcık saçlıysan düze, düz saçların varsa dalgalı ya da kıvırcığa özenirsin.

Uzun ve inceysen, minyatür ve yuvarlık hatlı olmaya takarsın kafayı, tersi durumunda kendini olduğundan uzun gösterecek ne tür ayakkabı varsa onu seçer, hayatını spor salonlarına adarsın zayıf görünmek uğruna...

Çocuklu ve yalnızsan içinden sorumluluk duygusu yüzünden, dinlenememekten, sevişememekten "İmdaaattt!" diye bağırmak gelir, çocuğun yoksa karı koca çocuklu ve ince hatlı kadınları dünyanın en şanslı ve seksi kadınları, erkeklerini de en iyi baba adayları olarak tanımlar, hamile kalmak için kendinden geçercesine paranı ve bedenini tüketirsin.

Birlikte yaşadığın bir erkek yoksa hayatında, sorumluluk paylaşmanın o ilişkiden neler alıp götürdüğünü, her günün getirdiği boktan rutinin nasıl hayatı ele geçirdiğini bilmez, erkek ve kadın ilişkisini karşılıklı mehtaba karşı yudumlanan şarap olduğunu sanırsın, hep sonsuzluğun peşinden koşar durursun.

Şayet yıllara yayılan bir ilişkide, bir de küçük insanların sırtlara yüklediği ağırlığı hissediyorsan omuzlarında, işte o zaman da tek başına kalmayı özler, geçmişe bir kadeh kaldırırsın...

Kısa ve öz, hayatında elinde olmayan ne varsa onun peşinden koşar durursun, kedinin kuyruğunu kovalaması misali...

Ama seçimlerinden biri ya birine izin verir ya diğerine...

Hepsi birden asla olamazsın.