9 Şubat 2014 Pazar

Bir Ev Hayali...

Ev benim için her zaman hayatın merkezine oturan bir yer oldu.

Çalışırken işten dönüş ne büyük özlemlerle dolu olurdu mesela...

Arap Emirlikleri’ne gelene kadar altı mekan değiştirdim. Hiçbirisi beni mutsuz eden yerler olmadı, aksine herbirini çok sevdim ama hayatım boyunca hayallerimin en baskınlarından birisi ev ve toprak sahibi olmaktı.

Bu hayalim, 2013 Nisan ayında ufak bir daireye ve ardından Ağustos ayında bir toprağa sahip olarak gerçeğe dönüştü. Daha sonra onlarla ilgili de yazacağım ama öncelikle aklımda toprağa yaptırmak üzere tasarladığım ev var.



Öncelikle, benim "evim" kelimesine yüklediklerim... 

Kendini güven ve huzurlu hissettiğin kaledir evin. Bunun için sana ait olması büyük bir avantaj çünkü kiradaysan bilirsin ki eninde sonunda çok da sevsen orayı terk etmek zorunda kalacaksın. Bir türlü tam anlamıyla sahiplenemezsin, maddi imkanlarına bağlı olarak her sene gelen artışlardan korkarsın, oraya köklerini salamazsın.

Eşyasına gelince...Kişiliklisi makbuldür benim gözümde..."O da ne demek?!"diyorsanız hemen açayım...

İlk yaşamaya başladığımız evimizde, Kadıköy’deki eskici pazarından masif  iki tane sandık almıştık. Adamlar sandıkların önceki ve sonraki hallerini gösterdiklerinde gözlerimize inanamamıştık ama benimkiler de aynı şekilde şişmiş, patlamış, dağılmış ve mat hallerinden 17 yıldır kullandığım hallere evrildi, üstelik evimin en sevdiğim yerlerinde duruyorlar. Türkiye’ye yine döndüğümde ustasına vereceğim tekrar elden geçirmesi için.

İstanbul, Kadıköy yakasının arka mahallelerini severim, hala Bahariye arka sokakları ve minnacık, iddiasız dükkanlarda insanın aklını başından alan parçalar vardır. Şu yaşıma kadar bir sürü yere girip çıkıp da hala eve aldığım iki lambaya eşdeğer kişilikte lamba bulamadım mesela.

Evde yerden aydınlatmatmayı tercih ettiğim için, ilk baktığım objelerden biriydi bu lamba işi. İki lambadan birisini Moda’da eski bir sokakta bir kadının dükkanında kendi yaptığı işlerin arasında buldum. Ferforje bir laleyi andırır, üzerinde de koskocaman krem rengi, püskülleri olan bir şapka...Diğeri ise eski gaz ocağından devşirme, bakır bir lambadır.

Bir evde el yapımı, ipek küçük bir halının duvarı şenlendirmesi, Göztepe’de kollarını iki yana açmış içinde kuşların resmedildiği Hint yapımı dolaba vurulup bir seneden fazla aldığım maaşlarla onun taksidini ödemek...Ya da annemin yaptığı dantel, incecik, krem rengi masa örtüsüne cam kestirtip herdaim üzerinde yemek yiyip sohbet edebilme duygusu...Bunlardan keyifli ne olabilir?

Evde köşeleri ve çalışma mekanlarını özellikle çekici ve huzurlu buluyorum. Salonda bir köşeye sıkışmış masam ve akrobat lambam, ortaya saçılmış kitaplar ve notlar...Seviyorum.


Kitaplıkları severim. Genelde kitaplıkların pek kişiliklisi alınmasa da yine yanlarında el yapımı eski Türkmenistan minyatür atlarının işlendiği krem rengi bir kitaplık buldum iki sene önce. Aile fotoğrafları, evde yaşanmışlığın izleri de eve ev hissi verir.

Merdivenli evlerde ışığın içeri görmesini sağlayacak esprilerde önemli benim için, örneğin merdivene yerleştirilmiş veya kapının çerçevesinde yeralan buzlu cam...veya şimdi yazarken aklıma geldi hep kendi hayalimde evimi döşüyorum ya, vitray...

Peki, kendi evimi döşerken tüylerimi diken diken edecek neler olabilir?

Köşeli ve modern, kahverengi ağırlıklı olan eşyayı, modüler mobilya denilen ruhsuz ve zevksiz ne varsa.

Koltuklarda tahta kısımların gözükmesi olayını, hele de masif değilse...

Kahverengi tüller ya da perdeler, ıyk!...

Masif olmayan boyalı, parlayan malzemelerden yapılmış olan her türlü obje.

Çok fazla ıncık cıncık, mobilyaların üzerinden sarkan örtüler...

Duvarlarda ya kişiliksiz resimler ya da hiçbir şey olmaması. Evin duvarını sıcaklaştıran muhakkak bir şeyler olmalı. Yine Göztepe’de bir mobilyacıdan almıştım ben ayna ama el yapımı pencere şeklinde iki yanındaki ufak kapılar kapanabiliyor.

Yaratık gibi aydınlatmalar, içinden özellikle ampul çıkanlar. Bunlar bazen yaşarken alternatif bulunamadığından ya da yerleşik düzene geçene kadar idare etsin adı altında alındı ama giderken ilk bırakılacaklardan...

İngiltere’deki butik küçük mağaza anlayışı da zevkime çok hitap ediyor mesela. Genelde sanayi üretimi olmayan, küçük üreticinin elinden çıkmış ve bana göre son derece kişilikli, zevkli ürünler olabilir. 

Bizim İznik çinimizi andıran ama beni özellikle etkileyen çin vazoları, onlar kullanılarak yapılmış lambalar da harika. 


Kesinlikle evime koyacağım eşyalardan...Beyaz seramiğin üzerinde koyu mavi ejderha ya da çiçek desenleri işlenmiş olanlar...

Ev, tamamıyla doğayla paralel olarak akan malzemelerden yapılmalı ve nefes almalı. Bu anlamda beni en çok taş yapılar çekiyor. 


İngiltere’deki taş evleri çok beğensem de iklim farklılığı bakımından bu evde ciddi bir balkon veya teras kültürü olmalı, o çıkıntılar da anladığım kadarıyla ahşap kullanılarak oluşturuluyor.


Bahçemde devasa bir yüzyıllanmış meşe ağacı  var, oysaki çevrede türünün tek örneği o. Oraya ne zaman ve nasıl geldiği bilinmese de toprağın yüzyıllardır sahipliğini yapan da o. Evi onun çevresinden dolandıracağız bir şekilde. Tabi bu sene gidilip köklerinin durumuna bakılması gerekiyor ona zarar vermeden evi yapabilir miyiz diye.

bizim meşe ağacı

Hayalimde o ağacın üzerine bir platform kurulmuş, basit  bir ahşap kullanılmış, yerlerde sedirler ve her nedense koyu turuncu bir tül var çevresinde. Yaz geceleri orada uyuyoruz yıldızlara bakarak...

Pencere önlerine sevilen objelerin ya da saksıda çiçeklerin konulacağı mermer ya da taş bölüm kesinlikle olmalı.

Salon, mutfakla birleşik ve yerler gerçek ahşap, salonun mutfakla birleşik olmasının altında mutfağın en fazla sohbet ve zaman geçirilen yer olması yatıyor.

Evin iki girişi olacak, ana giriş sokağa bakan ve terası olan kısım, arka kapı ise çamaşır ve ütü odasına açılacak.


Aşağı katta meşe ağaçlarının olduğu kısıma bakan çalışma odasında belki benim L koltuk ve çalışma masası, duvara gömülü kitaplıklar...Oraya ayrı bir baca ve soba konulmalı (herşeye karşın ilerde kalabalık olmadığımızda kapımızı kapatıp ısınacağımız küçük bir oda mantığı) ve minik bir televizyon köşeye...


Çalışma masası illa ki masif ve klasiklerden olacak. Dışardan içeriye bakılması mümkün değilse, konum buna izin veriyorsa illa tül kullanımı da olacak diye bir durum yok, camlar eski usül kendinden bölmeli olabilir.

Bunu kendime beğendim, illa ki çalışma masam olacağı için...


Ön kapıdan içeri girildiğinde sol tarafta düşünüyorum bu çalışma odasını, sağ tarafta ise yuvarlak bir girişle salon ve mutfağa geçilmeli. Salonda Fransız camları tercih ederim ışığın maksimum içeri girmesi açısından.

Mutfakla salon arasında bir ısland veya uzun bir yemek masası olabilir.


Her gelen orada oturup bir yandan mutfak işlerini yapan hanıma ya da beye eşlik edebilir böylelikle. Island olması yapılan yemeğin hemen masaya servis edilmesi açısından mantıklı, kısa aralıkla gelmiş birilerinin eline çayını alıp oturması açısından da...




Yemek masası da illa ki masif olacak, ısland olursa mermer kullanılabilir yalnız alt kısmında kitaplıklar ve çekmece dolap gibi fonksiyonlar konulmalı. Mutfak arka dağlara ve meşe ağacına bakacak şekilde dizayn edilmeli. Mutfağın hemen yanında bitişik bir oda kiler şeklinde dizayn edilmeli, flip kapı ile ayrılmalı ve de hem dolaplar hem de raflarla buzdolabının da girebileceği bir ortam yaratılmalı. Bütün dağınık görüntü orada toplanabilmeli ve oranın da kendi camları olmalı açılabilen bir pencere de yapılmalı.

Her yerde yazlıkların kışlıkların ya da fazlalıkların herneyse kullanılabileceği yüklük tarzı alanlar yaratılmalı, duvara gömülü bolca dolap düşünüyorum bu iş için, yukarki kattaki minik kodidorda olabilir örneğin.

Evin dört tarafı da açıklık olmalı ki (bitişik nizam değil) güneş gün boyu evi farklı odalarla dolaşabilsin, günün değişik zamanlarında evin içinde seyahat eden güneş gibisi var mı?

Girişte yerde mozaik olabilir, yine doğal taşlar kullanılarak yapılmış bir çalışma, yunan tanrıları ya da bir güneş...Giriş kapısının çevresinde ise vitraylar kullanılarak ana kapı kapandığında karanlık bir ortamın önlenmesi gündeme gelebilir. Muhakkak oturulacak bir bank ve altında yine ayakkabılık, arkasında ise vestiyer...Bakır şemsiyelik, yetişmeyen yerde ayaklı palto asacağı, masif.


Aşağıda şık küçük bir tuvalet ve el yıkama bölümü olacak. İngiltere’deki tuvalet kültürünü de çok severim, minnacık tuvaletlerde bir sürü ince detay vardır, minicik bir kitaplık gibi ya da bir çerçeve...

Yukarki kata gelince...(henüz merdivenin yerini bir türlü kafamda oturtamıyorum fakat kabaca bu şekilde oturabileceğini düşünmekteyim)


Üç oda illa ki olmalı ya odaların ikisine banyo wc koymak veya tuvaleti ayırıp minik bir odaya koyup, banyoyu ayrı yapmak.



Soyunma odası gerekli mi? Buna da tam karar verebilmiş değilim, yatak odasının büyüklüğünden çok feragat edilecek ise o zaman gömme dolaplarla olayı kurtarırım diye bakıyorum. Kışlık ve yazlık durumları yukarki ortak alanda olan gömme dolaba girerse o zaman yalnızca kıyafetler için odanın içinde bulunan büyük gömme dolaplarda gerekli işi görür.

Duvara bir yerlere bir portakal ağacı mı desem yoksa duvar resmi mi? Bu da tam belirgin durumda değil henüz.

“Bir hobi odası olsa mesela fena mı olur?” diyorum kendi kendime yukarki katta. Benim için çünkü resim yapmaya ya da obje boyama işime dönebilirim diye düşünüyorum.

Yer malzemesi, kullanılacak lamine parkeler, mutfak dolapları (şu an aklımdaki mat beyaz malzeme) evi inşa edecek olan taşın seçimi, banyo renkleri, bir içi doldurulabilecek klasik bir küvet ve şık bir duşa kabin. 

(Örneğin bu fotoğrafta yerlerde kullanılan taşa ve tavanda kullanılan ahşaba bayıldım) 

Banyoları mavi ve krem tonları (taş) düşünüyorum.



Garajda da eşin hobilerinin, tamirat ekipmanının olduğu bir alan yaratılabilir.

Araba, jeep Wrangler...Mini Couper’a bayılsam da hala verdiklerinin yanında fiyatının ciddi şişirilmiş olduğunu düşünüyorum.


Köpekler Sivas Kangal veya Alman Kurdu ya da enerjim varsa herikisi de...

Kesin tavuklarıma bir alan ve ekip biçilecek bir bölge daha.


Herşeyi dönüştüren bir mekanizma, güneş enerjisi ile ısınma, kullanılan suyun bahçeyi sulaması gibi projeler...Suyun depolanması...

Doğal bir arıtma sistemi bulabilirsem o şekilde çalışan kimyasalsız bir havuz...


Ve fırtınalarda elektrik kesintilerinden kaytarmak için bolca mumluk ve mum...




5 Şubat 2014 Çarşamba

Ben İstemiyorsam Paylaşmayacaksın Abi!

İnterneti neden kullanıyoruz? Özgürlüğü satılmış medyadan farklı olduğu için. 

Özgürlük ve demokrasi tanımı herkese göre değişir ve çoğumuzun özgürlüğü kendi doğru bulduğu konulardaki yayınları kapsar, oysaki esas özgürlük ve demokrasi yazıldığında ve okunduğunda insanı sallayacak derecede farklı bilgilerle karşılaşıldığında bile, hoşa gitmese de, dur bir bakayım bunun altında yatan nedir sorusunu uyandırandır.

Bundan sonra eskiye dönüş yaşanacak, ortamlar sığlaştırılacak, burası da aynı satılmış medyaya dönecek, bizler gibi farklı internet sağlayıcıları, ingilizce kaynak okuyabilende bir basamak daha özgürlük var ama Türkiye'nin bu durum cidden içine eder, hahahahohoho haberlere merhaba! 

İlk You Tube u kapatan zihniyet Atatürk'e hakaret i sebep aldı, 2007. Bilginin hiçbir şekilde kimi neyi hedef alırsa aslın sansürlenmesini, üstelik bunu yapan kişinin zihniyeti yerlerde sürünüyor ise doğru bulmuyorum. Bir bilgi paylaşıldığında" Ama benim duygularımı incittin." olayı yaşanırsa bunun sonu yok. Bilginin her türlüsünü oku, araştır, kaynağına git, vicdanını kullan ve anla. Okuduklarıyla sinir krizi geçiren bir toplumdan soğuk kanlı, araştıran ve anlayan bir topluma geçiş olmadıkça zaten özgürlükler ne ve kim için sorusu hep sorulur. İşte anlatmak istediğim budur, Atatürk'e hakaret diye sinir krizi geçiren ve sansür yapıldığında oh oldu diyenlerin şimdi bumerang kendisine döndü, ya öyle oluyor işte...

Adamına, zihniyete göre demokrasi denen şey uzun vadede bunu yapar.