30 Aralık 2008 Salı

2009

Yatak odasında gardrobun önünden geçerken ya da giyinip soyunurken son hız kendini öne doğru veren göbeğime garip garip bakıyorum. Sanki ben çocuk doğurmamışım, sanki hiç hamilelik yaşamamışım, sanki yine ben bu ben değilim de kendimi dışardan seyrediyorum.

Bugün N. bize geldi. Çay, brunch şekerim...Bol sohbetledik. Yazık sabah hem hamilelik, hem de O'nda olan migrenin tutmasına rağmen gelmiş. Bu, bana çok özel bir hediye gibi geldi. O haliyle ne olursa olsun iki tarafın trafiğine tahammül etmesi, yolda midesinin bulanmasına rağmen bana bir şey çaktırmamaya çalışması...

Hep hamilelikten bebeklerden bezlerden falan bahsetmedik elbet, O'nun gezip gördüğü yerlerden, çok renklilikten, çok seslilikten konuştuk. Ve kitaplardan...O'da çok okuyormuş, şanslıyım, bana Elif Şafak'ın " Baba ve Piç" i de geldi. Benden de kendine kitaplar seçti. Ne güzel!

Geçen gece bir şey kaçırıyor muyum diye " Bebeğinizin ilk yılında sizi neler bekler?"e tekrar baktım. Aradan yedi senenin geçmiş olmasıyla bana gelen en yegane duygunun birinciye göre herşeyi daha ağırdan almak olduğunu gördüm ama almam ve hazırda bulundurmam gerekenleri listelemem lazım artık. Ve bu önümüzdeki ay herşeyin hazır ve nazır beklemesi gerek. Hala eskilerden açılması gereken kutular, çıkarılması gereken battaniyeler, şunlar bunlar...

Şu aralar bir diğer kafamı meşgul eden soru buradan kredi alabilecek miyiz ve sonrasında uygun fiyata bir ev sahibi olabilme fırsatımız doğacak mı? Ev takıntım ve " İste, sürekli bir konuya odaklan, sana gelecektir." fırsatı yaratılacak mı? Bilmiyorum...Ama en azından şu bir haftadır bir ışık, olabilir mi sorusu ve internet sörfleri var.

Her zaman derim elimde imkan olsa da İngiltere'de falan, mimarinin ve tarihin konuşturulduğu o mekanlarda komisyonculuk yapsam. Evlerin hikayesini, kokusunu, duvarlarını anlatabilsem, görsem dokunsam...Bende bir tutku bu. Ev demek kendini ne olursa olsun güvencede hissetmek, eşyalarını koruduğun bir yer demek. Öyle ağzımın suyu aka aka ( benimki de aynı ) bir kanalda verilen ev dekorasyonu, insanların orada burada ev yapma hayalleri ve bu hayalleri paylaşma programlarını izliyorum. Kendi hayalimdeki taş evi yapana kadar çoook zaman var ama başlangıç aşamasını pozitif bir şekilde alabilmek için dua ediyorum.

2009 için ışıklar bunlar :)

26 Aralık 2008 Cuma

Hamilelik, Rüyalar ve Başka Düşünceler...

Benim özellikle PMT ( adet öncesi ) ve hamilelik dönemlerimdeki rüyalarım son derece yoğun olur. Bazıları tabi ki etkilendiğim, düşündüğüm olayların etkisiyle yaratılan şeyler ama bazen aklıma gelmeyen insanları da gördüğüm bakidir.

Carlos Castanedo okuyanlarınız varsa bilirler, oradaki kadınların bu dönemlerdeki rüya kontrolleri çok güçlenir ve yine dişilerin " Cadı " ünvanları da regl dönemlerinden aldıkları güce bağlıdır. Erkekler korkuyla karışık bu güce sonsuz bir saygı duyarlar. Falan feşmekan...Kısa ve öz al benden de o kadar! Bir de "ama..." sı var. Bu, sakin bir şekilde uyumanın tam tersi bir durum. Sabah kalkıldığında sanki hiç uyunmamış ve dinlenilmemiş hissi hakim oluyor ki hiç memnun değilim. Yani, ben o saygıyla karışık korkudan falan feragat etme taraftarıyım, huzurlu bir uyku uyumak, en azından uyurken kafayı boşaltmak adına nelerimi vermezdim.

Örneğin, dün akşam rüyamda güya bir şekilde havuzu olan bambaşka bir ortamda bir uyanıyorum ki ( bilinçli bir şekilde uyutulmuşum ) göbeğim inik. Bebek yok!!! Üstelik kızımı da bilerek benden uzak tutuyorlar, ne zaman O'nu sorsam yok arkadaşında, yok şurda, yok burada diyorlar. Sanki, ruh hastalarına özel olarak hazırlanmış bir yer burası ve benim gerçekler söylenilirse delirmemden korkuluyor. Biraz bencil, biraz yalancı gözler çevremde, sürekli gizli bir şekilde gözleniyorum ama soru sorup duruyorum bir yandan " Bebek nerede?!!!" Öldüğünü, benim bulunduğum yerlerde bir şekilde kimyasal bir zehirlenme yaşandığını falan..." Kızım?!" " O arkadaşında..." Nasıl, yine yüreğim kavrularak uyandım. Offff rüyaymış!!!

Bir de hamilelikte, mesela bir gün enerji patlaması yaşanıp da bir sürü iş teyir edildiği için ayların artıkları bir güne biriktiriliyor ise ertesi gün son derece düşük enerji ve hatta bıkkınlık duygusu ile geçebiliyor. Ütülerim hala beklemekte...Üzerine bir de sürekli yeni yıkanıp toplananlar ekleniyor :( Yapılan işlerin arkasından sanki yıllarca ara verilmişlikten sonra gidilmiş spor salonu ertesi yaşanan tutulma ile beraber gelen Kakılmış yürüyüşü de baki. Bu paytak, ayrık bacak, ay ay ay kalkış ve roketsavar şekilde kendini koltuğa atış hallerime hala alışamadım ve alışmak falan da istemiyorum.

Bugün aralı sıralı arka fonda kendini hafifçe hissettiren mide bulantısı bakiydi. Korkunç bir sinir de olaylara eşlik etmekte... "Bebek yeterli derecede hareket etmedi mi?!" yoksa" Ediyor da ben mi farkında değilim?!!!" babındaki korkular ve endişeler de yangına körükle gitmekte...

Dün doktordan döndükten sonra hafta sonuna giriş için enerjim vardı. Bahçedeki hortumu deniz tarafına bakan, köfeke tutmuş pencere ve pencere önlerine tutup sularını da aldıktan sonra, girişe geçtim. Sonra da alt katı hallettim, mutfak, banyo, bir tane çalışma odası, hangar kıvamındaki giriş...Toz almak, halıları özel köpek kılından arındırmak için takılmış aparatla vakum, yerlerin silinmesi...Eşim eve gelir gelmez yemeğe girişti, akşam Christmas yemeğimiz en azından temiz bir evde, güzel bir ortamda geçti. Ama bugün? Yok...Hamileliğin sağlığıyla bitmesini bekliyorum, gerçekten...Bitirdiğim zaman da bu, geride kalmış günlerimi " Ohhh bitti! " diye algılamayı düşünüp, mutlu oluyorum. Ben böyleyim işte, yuvarlanıp, hareket alanım daraldıkça sinir olan bir tipim. Ne yapalım?!

Hormonların ciddi şekilde vücudun heryerini, hatta rüya görme mekanizmasını, uyuma derinliğini, herşeyi ama herşeyi etkilediğini biliyorum. Kişiliğimizi değiştiriyor, algılamalarımızı, beklentilerimizi...Hamileliklerinde ve adet dönemlerinde hormonal değişimlere karşı başkaldırı tarzını benimseyen bedenlerde büyük tufanlar yaşanıyor. Bunun normal halimizle, kişiliğimizle alakası yok.

Hormonlar ayrıca bedenlerimizin bir nevi makina gibi işlediğini de gösteriyor. Etki ve tepki...Herşey dengeliykenki halimiz başka, değişince başka. O yüzden kadınlardaki değişiklikleri anlamayan erkekler şaşkın şaşkın bundan bahseder dururlar ya...

Aslında mesele erkeklerin kadınları anlamaması değil. İnsanın insanı anlamaması...Bu tepkileri vücutları vermeyen kadınlar da pekiala diğer kafayı sıyırmak üzere olan bizler katagorisine karşı son derece anlayışsız ve tepkisiz olabiliyorlar. Tok açın halinden anlamaz misali...

İnsan bencil, yapı olarak kendisinde bile yaşananları unutmaya meyilli. Mesela anne olmak ve anneden anneye ( insandan insana ) değişmesi gereken anlayışın sürekli bir tempoda, yani " Senin için saçımı süpürge ettim!" hallerinde algılatılmaya çalışılması... Kesinlikle doğru değil! Her insan kendi kişiliğinin izin verdiği ölçüde annelik yapabiliyor. Bencil olan anne olduğunda da bencil, verici olan verici, bilgili olan bilgili, cahil kalan yine cahil...Kimsenin kafasına sihirli bir değnekle dokunup onu dokunulmaz, erişilmez, olduğundan başka bir kalıba yalnızca anne olduğu için sokmak ise kadına yalnızca o görevin verilmesinin ve yüceltilmesinin gerekliliğinden kaynaklanıyor.

Oysaki, görüyoruz işte, bir sürü kadın anne olmaya, ev kadınlığına ya da çalışmaya uygun değil. Bunu kadın ya da erkek olarak gruplamak çok yanlış geliyor bana. Kadınlara kakılmış görevler var, erkeklerin yapmak işine gelmiyor, aynı şekilde erkeklere verilmiş görevler de...Hiç bir insana varlığından başka " olması gereken " kalıbı biçilmemeli. Herkes yaptığı iş neyse onda başarılı ve yanında evini, çocuğunu idare ettirecek süper biri var ise kendini şanslı saymalı. Onun da olmadığını görüyorum. En azından benim için yok, üzgünüm.

Mesela, bana göre kadının ya da adamın eve para getirmesi önemli değil. Eşim benim yaptığım performansta iş çıkarmaya elverişli olsun, benim işim O'nun işinde olduğu gibi uygun saatli, uygun tatilli bir meslek olsun. Benim formasyonum O'nda olduğu gibi uluslararası standartlarda verim vermeye uygun bulunsun, O otursun ben de aklım evde, çocuklarımda kalmadan çalışayım. Gerçekten hiç fark etmez.

Bunu, Avrupa ülkelerinde yapanlar var. Baba evde annenin bütün görevlerini en iyi şekilde yükleniyor, kadının tüm iş deneyimleri ve eğitimi devamı gerekli kılıyor, aileyi maaş olarak kadın çekip çevirebileck düzeyde, kimse de dönüp " AAa ne ayıp!" falan demiyor. Biz ilk evlendiğimiz zaman eşim yazdığı kitaba odaklanmak istedi, bense çalışıyordum ve işimde yükselme, kariyer durumum vardı, O bir süreliğine ayrıldı, ben gittim geldim. Hiç de olumsuz etkilenmedim bu durumdan. Ama benim tek derdim var, evime ve çocuklarıma benim gibi bakılacak!

Bir arkadaşım bazı kadınların bu hormonlara yani hamileliğe bağımlı olduklarını, o dönemlerde kendilerini çok mutlu hissettikleri için arka arkaya hamile kalanların olduğunu anlattı. Doğrudur, buna ben de şahidim, o yüzden de " Hamilelik kötüdür aman aman!" falan gibi bir iddiam hiç olmadı. Ama Allah aşkına yahu, kendini kötü hissedenlere de empati denilen bir şey var bari o horgörülmesin! Yok, " Biz de hamile kaldık güzelim!" yok, " Amaaannn şekerim sen de amma büyütüyorsun şu işi " falan filan gibi yorumlar beni çileden çıkarıyor. Herkes farklıdır, her insan ayrıdır ve olayları farklı deneyimler. Genellemeler de ancak odun, taş, kağıt falan gibi cansız malzemeler için yapılabilir. Gruplamayınız, kategorileştirmeyiniz, bir şey deniyorsa saygı duyunuz! En azından acıyınız yahu!

Bence, bu benim kendi kanaatim, hamile değilken ve hastalık öncesinde değilsem demek ki diyorum benim bütün hormonlarım tam olması gerektiği şekildeler. Hayatımda çok zor devirler atlatmama rağmen depresyon falan yaşamadım. Çok üzüldüğüm, sinirden delirdiğim olmuştur. Ancak ve ancak ne zamanki bu döneme giriyorum o zaman başlıyor, bir an dalga dalga gelen mutsuzluk ve kapana kısılmışlık duygusu mesela. Acayip bir sıkıntı, anlatmak mümkün değil, çevrendekilerin başka başka dünyalarda oluşundan duyulan öfkelenmeler...İçe kapanıklık, kimse beni anlayamıyor, duygularımı paylaşmıyor sendromları...Al sana depresyon işte! Hamile olup bunu doktoruna anlatanlara yine güzel bir ilaç pompalaması yapılacağı için, boşver sen bir şey anlatma kendi kendine depresyonunu, dalgalarını falan filan bu dönemin sonuna kadar sık dişini atlat bana göre.

Demek ki, bu durmadan arka arkaya hamile kalma dürtüsü yaşayan, o dönemlerinde çoook mutlu olduklarını iddia eden kadınların normal hayatlarında eksik bazı hormonları bu dönemlerde tamamlanıyor. Bana ve benim gibi dalgalanma yaşayanlara ise fazla ya da az geliyor olması gerekenden. O yüzden de dengelerimiz böyle alt üst oluyor.

Göğüslerde büyümeden kaynaklanan tatlı tatlı bir kaşınma... Pudra imdada yetişiyor bende. Selülit görünümünde çok artış... Allah'tan akşam çişe kalkmalar şu aralar durdu. Balgam da eskiye göre varla yok arası, burun temizlemek daha fazla. Bazılarının burnu tıkanıyormuş, benim ilk hamileliğimde yaşandı, bunda yok. Kanama da diş etlerinde görülebiliyor, Allah'tan tam hamile kalmadan önce gittiğim dişçinin marifeti ile o olay en aza indirgenmiş halde.

Doktorun gösterdiği ultrasonda ufaklık omurilik ve bacağı kesin gördüğünü söyledi. Diğer kısımlarda yüz dediği zaten kafatası şeklinde olduğu için pek de çekici gelmiyor :) 2 numara 400 gr. Ben ise 67 kg! Evet, o ha! Ama canım ne isterse yiyorum ki bu dönemlerde aksini yapmak imkansız. Gece geç vakitte fil gibi acıkma oluyor, öyle yatılmıyor ve en önemli kural ayaklar altına alınıyor. Spor yapmak, enerji olduğu an iş ev işlerine dönük ancak yapılabildiği için bir kere ütopik. O, evinde işlerini yapan, yardımcıları olan kadınlar için bilinçli hamilelik kurslarına falan katılmakla oluyor. Öyle evde bir de şu hareketi yapayım demek herkesin harcı değil.

Şu an mesela yine gözlerim kapanmakta, içimde dalga dalga gelen sıkıntı...Amaaaannnnn! Of ya! Ha, bir de onu da yazmadan edemeyeceğim, cinsellik de hormonlara bağlı ya, gecenin bir vakti abaza gibi uyanma durumları oluyor. Bu da hem hamile hem de seks'i bir araya koymaktan çekinen yıkanmış beyinlerimizin en büyük paradoksu :( Böyle bir döngü anasını sattığımın...

Doktora hastane için ne hazırlamam gerektiğini sordum, hiçbir şey dedi. Heheeeee! Hiç bir şey!!! Düşünebiliyor musunuz? Bebeğin çıkış kıyafetlerinden, benim eve gidene kadar giyeceklerime kadar herşey hastaneden karşılanıyormuş. Ben yine de kırmızı bavulumu hazırlayacağım, o ayrı :) Doğum şeklini 28'inci haftadan sonra konuşabilirmişiz. Ama herşey yolunda giderse o zaman normal doğum da olabilirmiş. Olabilir mi? Ben yapabilir miyim? Bilmiyorum...

Dün akşam Margot'un Düğünü diye bir film seyrettik, Nicole Kidman vardı filmde ve artık bir şey olması gerek, bu kadar potansiyel var biraraya konmuş ama olay yok şeklinde sonuna kadar izledik. Ne mi oldu? Yazmayayım ama bir bok olmadı :))) Bir de filme " Aman çok komik " falan yorumları yapılmış konuya vakıf ( mış ) izlenimi verenler tarafından, filmi seyredip seyretmediklerini sorguladık valla.

Bir de son olarak Penguen'in olay yaratan kapağını ekleyeyim. Süper olmuş süper! Helal olsun diyeyim...

24 Aralık 2008 Çarşamba

Yaşamdan Özetler...

Yarın kızımı da alıp doktor kontrolüne gideceğim. Kardeşini göbeğimin içinde ilk görüşü olacak :)
Ben yemeklerden sonra şişik ve patlamaya hazır hissediyorum kendimi. Mide ekşimesi ise devam ediyor ama kusmaktan iyidir, hala aynı fikirdeyim yani bu konuda. Midem bulanmasın da ne olursa olsun.

Dün, Dubai'de yaşayan N.'ın evine konuk olduk ufaklıkla beraber. Buralarda yaşıma yakın, üstelik hamile ve Türkçe konuşacağım birinin olması gerçekten güzel bir durum. Her ne kadar Kanada'ya gitme kararları gerçekleşecek olsa ve ben yine geriden bakakalacak bir izlenim de yaratsam, olsun! İlaç gibi derler ya tam zamanında gelen bir ilaç O bana burada.

N. bir güzel kısır yapmış, puaça, Türk çayı ve kek eşliğinde lafladık bayağı. O'nun da kızı olacak. İnsanlar nasıl da hamile olunduğunda yapacakları planları, alışverişlerinin rengi... herşeyleri değişiyor. N. kendi kızına aldıklarını çıkarttı baktık, nerede uygun fiyatlı ne var konuştuk, fikir alışverişinde bulunduk.Türkiye'de büyük plazalar dışında görmeye ve içinde bulunmaya alışık olmadığımız yükseklikte binalardan birinde olan evlerinden Garhoud Bridge'i seyrettik. Bu evlerde perde bile kullanmaya gerek yok çünkü herşeye o kadar yüksekten bakılıyor ki kimsenin kimseyi görebilme olasılığı da yok. Saat sabah onda çıktığım evime altıda vardım ki Chloe perişan olmuştu artık yazık.

Kendi araba arkasında yolculuklarımı hatırlıyorum da çocukluğumda...Hep büyüklerin car car konuşup da biz yokmuşuz gibi davrandıkları yerlerde bir süre sonra ne yapacağımızı da bilemeyişimizi...Kısacası, aslında böyle sosyalleşmeler çocuklara göre değil. Onlar okuldayken görüşmek, yetişkinler anlamında daha mantıklı. Ama uzun bir tatil daha ve trafiklerle falan o onbeş dakikalık yollar bir saate yakın uzayabiliyor. Gidilen yerlerde sohbetlemek, biraz dolaşmak etmek derken zaman hop diye geçiveriyor. Okul zamanında o tarifeye yetişmek imkansızlaşıyor bu sefer...Yani, biraz da çok ağırlaşmadan ve hareket yeteneğini kaybetmeden önce araya sıkıştırdıklarımızdan bu görüşme. Olsun, bugün kızımla geçirdim günümü, sabah beraber alıştırmalar yaptık, kitabından bölüm okudu bana, öğleden sonra Father Christmas için kurabiye dekore ettik. Yani, düne göre sakin, evde geçen bir günle olayı dengelemiş olduk.

Evet, bu akşam Christmas Eve!!! Father Christmas gelecek (!) diye stocking ufaklığın oda kapısında bekliyor, bilmem kaçkere kalkıp mutfakta bırakılan kurabiyenin yenip yenmediğini ya da ılık sütün içilip, hediyelerin bırakılıp bırakılmadığını kontrol edeceğini tahmin bile edemiyorum sabaha kadar. En azından uyanıp uyanıp stocking doldu mu diye bakacaktır, eminim. Yarın ise babamız işinden erken çıkıp, alışveriş yaptıktan sonra Christmas gecesi için fırında ördek ve diğer geleneksel yemeklerini yamak için eve gelecek. Sonra, hediyeler açılacak...Kısacası, Christmas kutlanmaya başlandığından beridir gerçekten de yılbaşında yapılan herşeyin yeri ayın 25'inde kapılmış oldu. Yeni yıla hiçbir enerji kalmıyor geriye. Öyle bir 24:00 ü bekleme halleri, o da dayanılırsa...

Bir arkadaşım Katar'dan " Siyah Süt"ü yollamış, okumaya başladım...Çok sevdim ahengini ve anlatış biçimini Elif Şafak'ın. O, beyninin içindeki seslerden, hepsinin kendine ait küçük yaratıklar şeklinde tanımlanmasını da kendime çok yakın buldum. Eski yazdığım yazılardan birinde vardı o dır dır dır eden iç sesleri bende de...Aynen hiç susmaz, susarsa düşünemez olur insan bana göre zaten, imkanı var mı?!

Doğum sonrası depresyonu olayın başka bir boyutu... Adı üzerinde, hem hamilelikte çekilen hormonal değişimler ve kişiden kişiye farklılaşan durumlar, sonra da doğum ve ardından gelebilecek olanlar...Ben ilkinde büyük ihtimalle ölüm kalım savaşı verildiği için anlamadım. Yani hangi duygunun nereye ait olduğunu kavrayamadım. Bu seferki inşallah sağlığıyla gelirse yine hormonal tepişmelerden nasibimi alır mıyım bilmiyorum. Bekleyip göreceğiz bakalım...

Sharjah'da saatliğine gönderilen temizlikçileri araştırdım, koskoca bir sıfır! Senelik kotratlar isteniyor, aman yok ona da tahammül edemem ben. Sabahtan akşama kadar bir insanı, O'nun sorumluluğunu, vicdani ağırlığını da yüklenemem. N'dan " Baba ve Piç"i alacağım okumak için, böylelikle aklıma saplanıp kalan, bu sene taşımayı göze alamadığım kitaplar da elime gelmiş olacak. Bu, iyi bir durum.

Geçen gün TRT 1'deki " Komedi Dükkanı" nda " Cankurtaran " adlı oyunu verdiler ve ben Tolga Çevik'in büyük ihtimalle Sinan Çetin'i taklit eden ve sürekli agresif bir şekilde " Arkadaşımmmm!" diye repliği anlatmaya çalışan yönetmenin tiyatrosunu izledim. İkinci kez ve koltuktan düşme tehlikesi atlatarak üstelik. Uzun zamandır bu kadar gülmediğim için o tiyatro bana ilaç gibi geliyor.

Kanal Türk'de ise verilen tartışma programları...Allah'a bin şükür robot gibi konuşan, bilim insanı kılığındaki, devletçi sünger beyinlileri değil her iki karşıt fikirden ama çok da değerli insanları bir araya getirebilen programlar yapıyorlar. Helal olsun! Burada politik anlamda hangi yakada olduğumu tartışacak ya da deşifre edecek değilim ama en azından sürekli baskılanan, ismi cismi yıllarca saklanan, tabulaştırılan bir sürü konunun bilirkişiler tarafından klasikleşmişlere dan dun diye çarptırması beni çoook mutlu ediyor, o kadarını söyleyebilirim.

İşte, şimdilik böyle... Bakalım yarın bizim iki numara kız ne tür bir hareket sergileyecek? Chloe hayatında ilk defa gördüğü bu durumu nasıl karşılayacak? Doğması için sabırsızlandığı kesin de...

Herkeslere iyi yıllar.

16 Aralık 2008 Salı

Kırmızı Bavul

Normal hissettiğim bir gün... Hayatta en mutlu olduğum zamanların kimseden bir şey istemeden evimde gördüğüm eksiklikleri gidermek olduğunu belki kaç kere yazdım ama sabah kendi temizliğimi, ardından bizim yatak odasının temizliğini yaptım...

Abartmıyorum, yerleri yıkadım! Toz aldım, üst katın koridorunu ve kızımın odasının yerlerini sildim. Eğilip doğrulmak zor, hatta kendi önümü görmek de öyle ama yavaş yavaş da olsa bitirdim ya işimi keyfime diyecek yok. Üst katı mis gibi temizlik kokusuyla bırakıp inerken kendi kendime gülümsediğimi fark ettim. Gerçekten Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin, kimseyi elden ayaktan düşürmesin. Amin!

Artık hamilelik yolunun yarısındayım. İki numaranın da kız olacağını ayın dördünde yapılan ultrason gösterdi. Parmağını emiyordu ufaklık. Bu, yıllardır beklediğim bir şeydi, hep eksik kalan yanımızdı, kızımın yarısıydı. Bugün eve gelirken Chloe ile aramızda geçen konuşma;

" Anne bugün ben çok heyecanlıydım okulda, bebeğimizi herkese söyledim"

" Kız kardeşini mi?"

" Evet, bebeğimi, kız kardeşimi, daha fazla saklayamadım :)"

Bu, benim kızımın duygusal dünyasında büyük bir pencere açacak. Evet, dırdırlandım, yine bir devrede depresyon belirtileri geçirdim, kıvrandım, kustum, öğürdüm, herşeyden nefret ettim ama bunu görebilmek içindi. Belki hala bir şeyler için çok erken yazıyorumdur, bilmiyorum. Kendime de inanamıyorum, hani bazen hayatınıza dışardan bir film çeker gibi bakarsınız ya, aynı şeyi yaşıyorum. Dört buçuk aydan sonra iki kızın annesi olacağım. Bu olayla diyorum ya, kesinlikle tamamlanacağım.

Artık yavaş yavaş hazırlıklara giriştik. Gittiğimiz yerlerde eğer piyasaya göre uygun fiyatta kalmış bir şeyler yakalarsak hemen alıyoruz. Geçen ay Dubai Mall'a gittik, dünyanın en büyük akvaryumunu yapmışlar. Amacımız onu ufaklığa göstermekti ama yine dünyanın en büyük Mega Mall'u olduğu içinmiş ki bebek mağazalarının sayısı belki de yirmiyi geçiyordu. Tabi ki çeyreğini bile görecek derman yoktu bende ama olsun!

Bebeğin biberonları, el pompası vesaire için iki alternatif düşünüyordum. Birincisi, eskiden kullandığım Chicco'nun strelize likiti, burada likit yerine Calsium vitamini gibi suda eriyenleri de yapmışlar ama bir kutusu 20 dirhem. Bir aylık, bebek bir yıl strelize edilmiş biberon falan filan kullanacağına göre fiyatlar bayağı yüksekte kalıyor. Onunla beraber bir de nedense bu sefer kimyasallığı var diye içim de tam rahat etmemişti. Diğeri ise strelize makinalarıydı. 440 dirheme buldum, baktım heryerde Avent, aynı fiyat.

Dubai Mall'da bir baktık Chicco. Benim ilk aldığım ürünlerde kullandığım ve çok da memnun kaldığım, testlerden sürekli beş üzerinden beş alan Chicco! Yupi diye içeri girdik ama kıyafetler uçuşta. Derken strelize makinalarının yerine geldik. Burada microwave'e topluca koymak için bir kutu diyelim yapmışlar, hiçbir mekanizma yok içinde. 170 dirhemdi. Bende micro yok zaten. Almaya da niyetim...Veee, bir buhar strelize makinası, sekiz biberon alıyor. Fiyat? 110 dirhem!!!!! Hemen aldık tabi ki.

Şimdi, başlangıç setleri var, onları alacağım, el pompası kaldı. Kendime de kırmızı bir bavul :))) Kırmızı bavul da nereden çıktı?! diye düşüneniniz vardır muhakkak ama ilk doğumum diyorum ya fiyaskoydu. Ne bir çiçek, ne bir çukulata, ne bir mutluluk, tersine korku ve keder...Bu sefer kendimi şımartacağım.

Bavullarım çok uyduruk, önce burada görüp vurulduğum, tekerlekli, bir sürü güzel gözleri olan kırmızı bavullardan birini alacağım. İki gün önce göğüs altına kadar inen düğmeli iki tane gecelik buldum çok şükür! Sonra o bavulun içine kendimle ilgili cici bicilerimi yıkayıp ütüleyip yerleştireceğim. Çünkü hayatımda herşey yolunda giderse ilk defa bir otel odasını andıran lüks bir odada doğum yapmış olacağım. Kendime ait tuvaletim, duşum...İnanılacak gibi değil. Ve tam bu dönemde eşimin işi sigortayı iyi oranda değiştiriyor. Aralık sonunda yeni sigorta şirketi devreye girecekmiş.

Güneşin beyaz kısımlarına vurup yarısını kızıla boyadığı yağmur bulutları...2 numara sürekli tekme atmakla meşgul :) Hava serin, benim bu konuda keyfim çok yerinde. Christmas ağacımız hafta sonu süslendi ve rengarenk...Christmas Cake babamız tarafından hazırlandı, benim tarafımdan dekore edildi de yarısı yendi bile!!
Mide ekşimeleri zaman zaman rahatsız etse, asit boğazıma dayansa da verilen şuruptan aldım dün gece, iyi geldi. Akşam üç dört kere kaldıran çişli dönemler şu aralar inzivaya çekildi. Ancak geceleri uyuyamamak, saçma sapan bir vakitte kalkmak, abuk subuk şeyler düşünüp rahatsız olmak hala baki. Çok yorulmak, eğilmek, kalkmak iyi değil. Gün içinde uyuma eğilimi devam...Tuvalete çıkma alışkanlığı düzensiz ve normal zamana göre daha zor. Özellikle tam alışverişe veya dışarı çıkıldığında :(

Şimdilik değişimler, gelişimler bu yönde.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Hayatı Durdurmak...

Şu günlerde blogdu, yok dergiye yazı yazmaktı, bilgisayar ortamı MSN'di...Hayatımda ne kadar zamanın gasp edildiğini düşündüm.

Bunların başında gelen sebep, bir şeye eğlence, vakit doldurma, şudur budur mantığıyla yaklaşıldıkça bir zaman sonra o işin sorumluluk duygusuna dönüşmesi. Bunu sevmediğimi, özgürlüğümün kısıtlandığını fark ettim. Sanki buraya koşturarak hayatımın akışını yazmam gerekiyor artık, ne oldu, ne bitti...Bir hesap verme psikolojisi oluştu sanki. Yaşam var hızıyla akıyor ama buraya aktarılan belki onun yarısı, belki çeyreği, an geçince etkisi yitiyor ve ardından gelen ahlar vahlar...Ah hayatı durdurayım yazayım, yapamadım, edemedim. Yahu, ne için?!

Şimdilik yine bir yazma şevki, paylaşma isteği gelene kadar ara verme dürtüsü...Hani nasıl ki trafikte bakarsınız sağınıza solunuza herkes kuralları çiğniyor, bu ters zincirleme oluşturur ve "Amannn sen de!" dersiniz, aynen öyle bir duygu hakim şu aralar.

Yanlış anlaşılmasın, kendi içimde çok huzurluyum ama ay bakayım kim ne yazmış bloğa, dergide ne kadar okunmuşum, MSN'sini kim açtı, beni de hiç sormuyorlar hallerini yani bekleme modunu reddediyorum. Kimseyi beklememek için kendi hayatıma, kendime dönüyorum :)))

Belki bir süreyi kapsar, belki upuzun bir zaman alır, zira günlük hayat aslında hep tekrarlardan ibaret ama ben bu tekrarlarımı ve huzurumu çok seviyorum. Bir süre yazmayacağım, ne zaman yazma isteğim gelirse...Şimdilik hepinizi öpüyorum.

2 Aralık 2008 Salı

Yorumlar Kontrolüm Altında.

Dünya üzerinde sakatlıklar gerçekten çeşit çeşit. İnternet ise insanları en fazla açık hale getiren ortamlardan biri. Düşünsenize, dışardaki hayatta belki bizim hiç karşılaşmadığımız bir dünyada, içinde bulunmadığımız bir alanda çocuk pornosu denilen bir ortam var. Ya da ne bileyim, sizin internete çok iyi niyetle koyduğunuz bir fotonuzda gözlerinize, dudaklarınıza bakarak masturbasyon yapan birileri, yalnız sizin değil bebeğinizin ya da çocuğunuzun...O yüzden de bu tip olaylara karşı dikkatli olun, üzerine istediğiniz kadar isminizi yazın bir şey fark etmez, orada çocuğunuz ya da siz gözüküyorsunuz, o yeterli sapığa. Herkese açık olabilecek ortamlara özel fotolarınızı, ailenizi koymayın bence. Mesela burada ben ismimi vermiyorum, dikkat edilirse kişisel olan, çocuğum da dahil olmak üzere hiçbir aile fotoğrafımızı yayınlamıyorum.

İyi ki de öyle yapıyorum çünkü dün akşam yorumlarımı kontrol altına almamı gerektirecek bir şey oldu. Taaa eskilerde yazdığım yazılara özellikle de öyle seçildiğini düşünüyorum, salak salak iki yorum gelmiş! Yorumu yazan kuşbeyinli ahmak çok tatmin olmuştur, bir tanesi bana yorum yazan birine" Salak mısın?" gibi bir ekleme, ikincisi de yazıma yazılan kelalaka " Bunu Ömer Seyfettin mi yazdııı?"

Bunları yazan kişi bana tekrar tekrar internet ortamının potansiyellere açıklığını hatırlattığı ve yorumlarımı da benim onayımdan sonra yayınlanacağı ibaresini koydurttuğu için teşekkür de etmek lazım aslında. Çok heyecan yapmıştır şimdi " Adsız ", hatta bir yazıma da başlangıç oluşturdu, yaşasınnnn! Valla ne heyecanlı değil mi?!

Mide bulantım arka fonda duruyor. Kusma bir haftadır yok. Ama balgam devam...Hatta beni deli ediyor. Merdiven inip çıkınca küt küt bir kalp atışı. Çabuk yorulma, dışarı çıkıldığında büyük tuvalete gitme isteği, bazen kabızlık halleri, ardından ishale çevirme, dır dır dır kısacası...

Dün buranın National Day'i vardı, bizim zafer bayramımız gibi bir şey. Arabalar üçe kadar korna çaldı, motoru patlamış kıvamında ses çıkartan motosikletler geçti, Allah'ın ceazsı yan komşunun doğum kontrolden habersizce imal edilmiş çocukları sabahın birinde benim bahçeme kaçırdıkları topu almak için kapımı çalınca ben carladım. Yetti yahu!!!! Herkes isterse sabahlasın ama kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok dünyada. Anaları babaları kendi başları şiştiği için çocuklarını bahçeye salıyor, onlar da bizim kafamızı mikiyor. Olacak iş değil!

Belki karı koca daldığımız saat üç dolayları falandır. Türkiye'de de öyledir, hiç sevmem birinin çükü kesilir, diğeri evlenir dart dart dart arabalar yedi düveli ayağa kaldırır, bana ne kardeşim!! Yok Milli günler, yok maçlar...Size garanti veririm, bizim memlekette kıçlarını yırtan milliyetçi karakterli insanları alın yurt dışında yaşatın azıcık ve o ülkenin milli günü olsun, aynı kendi yaptıkları hareketleri başkaları kendi ülkelerinde yapsın baksınlar bakalım nasıl rahatsız olacaklar.

Dün, toptan almaya çıktık bir de. Ufaklık " Madagaskar 2" ye gitmek istiyordu, sinema gereksiz bir kazıklıkta olduğu için baba ve ben yazı tura attık. Ben kazandım, babasıyla kızım sinemaya girdi ben de kendimi yine Baby Shop'a attım. Christmas geliyor, bir. Kızımın arkadaşı ve kardeşine hediye almak lazım. Hediyenin abartı pahalı olmamakla beraber sevecekleri bir şey olması gerekiyor. İşte sana saatler harcanacak başka bir konu. Hem uygun fiyat olacak hem de çocukların gönlünü çelecek. Buldum ama...

Bu arada, kafamda gerekenlerin de fiyatlarına bakıyorum sürekli. Avent manuel süt sağma makinası, biberonları ve diğer aksamatı strelize edecek makina, bebeğin çıkışta giymesi gerekenler ( cinsiyeti öğrenmem lazımmmm! ) benim akan süt için göğüs pedlerim, bebeğin tırnak makası, şampuanı, toto kremi vesaire...Ayrıca benim için iki ucuz, bol ve rahat gecelik, hırka, çorap, önden açılır sütyenler, şampuan, krem...

Ufaklığın doğumunda O'nunla adaş, annesi İngiliz babası Türk bir çift arkadaşımızdan Moses Basket denilen çok güzel bir yatak gelmişti. Kendi çocukları yatmış ilk aşamada, sonra da ikinci el hemen bana getirmişti kadıncağız. İngilizler için bu çok doğal bir şey. Moses Basket geleneksel olarak ilk altı aya kadar kullanılabilen, ufak, bebeğin ana karnından sonra kendini ilk aşama için güvenlikte hissedebileceği, genelde hasırdan yapılmış bir yatak. Bizimki de kullandı sonra hiçbir yere giremiyecek büyüklükteki oyuncaklarına ev sahipliği yaptı moses basket. Şimdi içini tekrar yıkadım, elimdeki çarşafları ve kenarlıkları kullanarak yatağı denedim. Çok şirin oldu :)) Tamir edilmesi gereken yerleri var, babamız onu halleder.

Yorgunum ve yapılması gereken çok iş var. Yukarki kata pencere önleri ve balkonların yıkanabilmesi için hortum aldırdım. İyi ki de yapmışız, geldiğimizden beridir ilk defa böylesine derin temizlik oldu. Yok su taşı, yok bitti, git içeri değiştir, heryer zaten toz yığını, hatta bir yağmurla onlar çamura dönüşmüş vaziyette :( Her hafta halının silinmesi gerekliliğinden nefret ediyorum, evde bana ekstra işe malolacak her türlü varlıktan da gına geçirmekteyim.

Ha bir de neye dikkat ettim, dün toptan için Carrefour'a gittik dedim ya, orada bebek mamalarına da bakayım neler var dedim. Bir de ne göreyim, kızım doğduğunda zar zor, o da özel bir yerden bir kutusuna 21 milyon vererek aldığımız Similac Neosure denilen prematüre maması burada hem alışveriş merkezinde satılıyor hem de yedi sene öncesinde 21 milyona alınan ürün yedi milyon!!!!! Allah kahretsin bu Türkiye'deki başıboş zihniyeti dedim kendi kendime. Ne bir kontrol ne de sosyal devlet adına, tüketici lehine bir denetim. O an muhtaçsın ya, bulmuşsun ya bir yerden kakala kakalayabildiğin kadar!!!

Yağmur yağabilir. Yemek yapmam lazım. Kendimde hissettiğim, bebek bölgesinde gelişen en ufak bir şeyden bile korkuyorum. Bugün yavaştan almam lazım, dün akşam yedide koltukta uyuyakalmışım. Eski bebek kıyafetlerini yıkamak için bebeklere özel deterjan da buldum, şimdi onları makinaya atayım bari.