18 Şubat 2013 Pazartesi

Aşk...


Canın istediğinde yemek yapmakla aileni doyurmak ya da işini aşını yemek yaparak kazanmak arasında öyle çok fark var ki...

İstediğin an, istediğin için, seni ateşleyen kişiyle ya da sözle sevişmekle, hayatın boyunca başkasından dirhem etkilenmeyeceğine söz verdiğin insanla, olması gereken yerde ve zamanda seks yapmak bir o kadar farklı...

Kendine verilen, sınırları çizilmiş işi yapmakla bir grubun liderliğini almak ve diğer kişilerin yaptığı işten de sorumlu olmak, onları denetlemek, dürtmek öylesine ayrı yerlere konulan durumlar ki...

Bazen derler mesela “Çok güzel yemek yapıyorsun neden bu işten para kazanmayasın?” Bende akabinde derim ki; “Ne zaman birine ayın belli bir günü, belli bir vakitte, belli bir yemeği ya da tatlıyı yapacağıma söz versem o işi yaparken kendimi küfür ediyor buluyorum.”

Ve dikkat ettim ki bu durum ilerleyen yaşla ciddi bir direnme duygusu yaratıyor. Gitmek istemediğin bir yere bir sürü sebepten gitmek mi zorundasın? Söylenenlere katlanmak, hiç istemediğin bir mekanda eğleniyor ya da mutlu gözükmek, yüzünde yalancı bir sırıtma... Bir de mimikleri yakalayan biriysen yandın ki ne yandın. Direkt kalbi etkileyen bir durumla karşı karşıyasın.

İşte bu sebeplerden ötürü, hayatı sana çizilmiş olan format içinde yaşamak ile aşkla deneyimlemek arasında gidip geliyorsun. Kendince mantıklı bir sürü sebep var, ayağında prangalar...

Para kazanmak zorundasın, hayatında kimse bile olmasa yaşayabilmek, başının üzerinde bir çatı sağlamakla yükümlüsün.

Çocukların olduğunda ise yaşamı sürekli bölünmelerle yaşamaya mahkumsun, mesela o an yazma dürtün gelir ve yaratıcılık duygusu öfkeyle tetiklenir, yazmaya oturduğumda bölünme anı elektrik kontağının atması gibidir.

Aşkla belki senede o da şanslıysan bir kere sevişebilirsin ama hayatının rutininde belki bin kere aynı döngüde döner gidersin.

Aşkla yaptığın elmalı tart ağızlarda dağılır da söylenen gün ve saate çıkartmaya çalıştığını kafaya atsan kafa kırılır.

Aşk ın peşinde giderken çok gönül yaralanır, nefretle anılırsın, bir sürü insanın hayatını alt üst edersin belki...ama kalbin hep çırpınıp durur.

Ve işte hayat gelip giderken kısa ve öz budur, yapılması gereken sorumluluklar, otomatiğe bağlanmış hareket toplulukları, konusunda profesyonelleri yaratırken, aşkın peşinde koşanlar hep aynı bakireliğe adım atar, çocuklar gibi hoplayıp zıplayan, içi içine sığmayan duygu ile oturmuş, olgunlaşmış ve stabil olanın farkı...

Birine aşk diyoruz, diğerine sevgi...

Peki, sizce hangisi?  

6 Şubat 2013 Çarşamba

Dokunulmazlar...

İnternet'in benim hayatıma kattığı en güzel şey nedir biliyor musunuz?

Yazabilen, okuyabilen ve paylaşan kesimin, toplumun üzerinde dokunulmayan bir yerde durması bu devride cidden kapanmıştır.

Eskiden derdik hani "Aaa aynı senden benden biri gibi!" Sanki o yazan, yazılarını okuduğumuz insanlar tuvalete bile gitmez, yemek yemez ve gaz çıkartmaz, aşık olmaz falan gibi gelirdi.

Şimdi görüyoruz ki, insanlar da aynen hani nasıl arkadaş grubunuz olur, orada fikirleriyle görüşleriyle ve hayata bakış açısıyla bir yerdesinizdir, burada da aynı...Belli bir süre sonra inanın en azından kendi adıma diyebilirim ki ortak paylaşım alanlarında en fazla üreten, ürettiğini paylaşan, okuyan ve yazan, ses verenlerle yoluma devam ettiğim için çok mutluyum.

Yani bugün bunu yazmak istedim ;) İyi ki varsınız demek için...