Şu anda bir yandan bunları yazarken diğer yandan Almanya'da ve aynı anda Amerika'daki silahlı toplu katliamları izliyorum. Amerika'daki olay " Benim Cici Silahım" da zaten avaz avaz Michael Moore tarafından gözler önüne serilmişti.
Bir toplumun %80 lerden fazlası dışarı çıkıp süpermarket mahiyetinde yerlerden " kendini ve ailesini koruma içgdüsü ve mantığı ile ", çünkü onlar açıklamalarını böyle yapıyorlar ve kanunlar hay maşallah şeklinde, işte sonuç böyle gelir diyor insan ama Türkiye'de dahil tüm dünyada bir şiddet vurdumduymazlığı baki. Filmler, bilgisayar oyunları, hatta çizgi karakterler bile...
Televizyonda Almanya'daki durumu gösteriyor. Fotoğrafta katil çocuğun kırmızı yanaklı, gözlüklü, gülümseyen görüntüsü hiç böyle bir duruma mahal vermiyor ama kimden ne geleceği belli olmuyor ki bu dünyada! Hele de çocuklu insanların gözlerini beşbin kez daha açık ve bilinçli, heryerden herşey gelir mantığı ile yaklaşmalarına sebep oluyor bu tip olaylar.
Diğer yandan, ölü olarak bulunan ve öğrenci ve öğretmen toplamıyla 16 kişinin vurulmasına sebep olan insanın ana babasının evinde 18 ruhsatlı tabancanın varlığı size ne anlatıyor? Şimdi bunun cevabını kim verecek? Hiç şüphesiz ki devlet!!!!
Silaha olan erişim bu kadar rahat olmayacak bu bir, okullardaki güvenlik mekanizması bir şekilde ölümleri beklemeyecek. Gerekirse kapıya bu tip insanları durduracak bir mekanizma konulacak. Zavallı bekleyenler de bir anlık şekilde vurulup içeri girilme ihtimalinin yaratılabileceği ortamlardan kurtulunması gerekiyor.
Hamilelik nasıl hormonal iniş çıkışlarla dolu olup depresyon, beraberinde gelen öfke, içe kapanma, insanlardan ilgi alaka bekleme, göremeyince sinirle karışık " Keserim leynnn!" duyguları yaratıyorsa ergenlik dönemi de aynen böyle hormon ataklarının yaşandığı bir dönem.
Vücut büyük değişimler geçiriyor, hayat yarı çocuk yarı gelişik beden arasında kendi doğrularını eğrilerini bulmaya çalışırken ergenlerden gelen baskılar ve hayatım benim ellerimde değil duygusu büyük patlamalara sebep oluyor.
Böyle geçişler yaşanırken ve hatta içindeyken kimbilir anası ve babası tarafından görülmezlikten gelinen ama dibine kadar belki de paralı bir hayata mahkum edilmiş, oyuncak niyetine gerçek silahların el altında dolaştığı, purolu, içkili tamamen dışlanılmışlığın yaşatıldığı partilerin verildiği evin istenmeyen çocuğu en son nokta olarak okuldan da atılıyor. O hale gelene kadar kaç yıl geçiyor siz tahmin edin.
Ve bunun için inanın zengin falan olmak gerekmiyor, çocuğu gerçekten isteyip beraberlikten zevk almak, ölür derecesinde kendi dertlerine, hayatına, işine odaklanmamak gerekiyor. Üzgünüm ama bu böyle, bu kadar zamansızlık içinde çocuklara yer olmuyor. Bencillikle köpek, kedi ve en önemlisi insan bakımı, evlilik biraraya gelemiyor.
Bu bir seçim, her zaman söyleyip yazıyorum, çok başarılı bir kariyer ile çocuk olur ama varlığı ile, ruhu ile değil. Halamın bir lafı vardır, eskiden bana hep söylerdi " Malı almak değil, bakmak önemlidir kızım." Chloe şu okula başladığından beridir inanın yapılacak işler hiç bitmiyor. Bugün Kırmızı Burun günüydü mesela ona göre giyinildi, bir gün erkenden çıkılıp " Uluslararası Piknik" ve aynı anda Flea Market denilen şey yapılıyor. Çocukların tatil zamanları, okuldan çıkış saatleri, eve varışları ile öğretmenlik dışında olan kaç iş paralellik gösterir?
Bütün bu projelere ve yapılacaklar listesine zaman ve stressizlik hakim olmalı. Ev bu şekilde bakıldığında gerçekten benim için iç işler ve dış işler olarak ikiye ayrılıyor. Ve iç işlerden bu şartlarda sorumlu olabilen benim.
Son yapılan araştırmalar çalışan ve kariyer hırsında olan kadınların aynı şartlardaki erkeklerden 1,5 sene daha az yaşadıklarını ortaya koymuş. Neden? Erkek eğer karısına bu konularda güveniyorsa bütün enerjisini bir konuda odaklayabilmiş oluyor, oysaki benim için benden başka kızıma bu kalitede bakabilecek, O'nun ödevlerinde, ruh sağlığında, gelişiminde, olay olduğu an anında doğru müdahalede edebilecek başka biri yok. Anneanneler, babaanneler, dedeler, teyzeler, nineler...Evet belki sevgiyle bakar yedirir ama gerisi boş kalıyor maalesef. Bu noktada erkeğin kadının yaptığı işe saygı duyması, görmesi, desteklemesi ve " Sen ne yapıyorsun ki?!" havalarına girmemesi de evliliğin yürümesinde bana göre en büyük etken. Neyse...
Tabi bütün bu son olaylar bir de uzun zamandır okulun güvenlik durumunu aklıma getiriyor.Daha iki gün önce Rinata elinde birkaç sayfa durum vehametini açıklayıcı bir yazıyla biz velilerden imza toplamaya geldi. Çıkışta, canhıraş bir psikoloji, o gün güneş tepede sıcaklık 35 lerde tabi ki kimse okumadan şöyle böyle bir anlatımla imzaladı ( -ık ) Çünkü gerçekten çöl kısmından iki açık okul kapısından araba bile girebilir kontrol yapılmadan. Geçen sene bir veli çocuğunu bir tek bu sebepten okuldan alıp götürdü. Adamcağız kaç kere insanlarla konuştu, her hafta Çarşamba velilerin bir araya gelip sorunları tartıştığı ve daha iyi ne yapılabilirin konuşulduğu toplantılara katılınabilirdi elbet ama bir şekilde çalışanlar, zamanı olmayanlar derken o iş de güme gitti. Rinata'ya o kapıları göremediğim için tekrar sordum, geçen sene kapatılacağı söylenilmiş ama o da yapılmamış anladığım kadarıyla. Neyse, umarım bundan bir yanıt almamız imkan dahilinde olacak. Çünkü alan devasa, bu da konrolü çok zorlaştırıyor tabi ki.
Gelelim bugün olanlara...Sabah dokuz buçukta gittim dr.umu görmeye. Aslında randevumuz daha önce de yazdığım gibi geçtiğimiz Pazartesi idi. Ama Perşembeye transfer oldu. Elimde bir sürü sorularla gittim bu sefer. E boru değil, artık neredeyse 33. hafta bitmiş oluyor yarın. 23 numara 1800 gr. olmuş. Ben dört haftada 1 kg 200 gr almışım, iyi fena değil, yavaşlama başladı demek :) Zaten eskisi gibi yemiyorum artık, eski hallerime dönmeye başladım sanırım. Öyle hani ölüm açlığı ve arkasından agopun kazı tıkıştırması yaşanmıyor. Göbeğimde maşallah maşallah hiçbir çatlama yok hala. Doktorun verdiği çok güzel bir kremi kullanmaya devam...Hem yumuşacık yapıyor hem de elastiki bir hale dönüştürüyor deriyi.
Küçük turta pek bir hareketliydi doktora gittiğimizde. Beklerken 9:30 oldu 10:40, baktım benden önce girenler var " Leyn ilk randevu saati zaten 9:30 değil mi, bu hatunlar da nereden çıkıp çağırılıyorlar tek tek?" diyerekten kendimi de göstermek adına doktorun koridor kısmına geçtim ve orada oturarak " Benimmm buradayımmm!" demek durumunda kaldım. E günlerden Perşembe ve sonuçta 12:20 falan çıkıp ufaklıın okuluna gitmek zorundayım.
Eğer doğum bir şekilde küt diye başlarsa Ambulansı sormuştum Çarş. günü hastaneye. Bir kafaları karıştı, elleri ayakları da karıştı gibi geldi ama üstüste " Yahu bir şey yok, hani olursa acil hangi numarayı arayayım, siz geliyor musunuz?" dedim ve en sonunda 999'u aramam söylendi. Haydaaaa! Bu işte bir anlaşılmazlık var. Benim sigortam herşeyi karşılıyordu hanim?
Doktoruma danışınca " Önce beni arayacaksın, zaten bunları konuşmak için erken daha bir ayın var." dedi. Heeee! Bir ayım var tabi ama ya gelmeye karar verirse o zaman son derece soğukkanlı bir şekilde davranmam lazım. Evde Chloe olabilir çünkü eli kulağında gibiyken kızım tatilde olacak mesela. 19'unda O'nun tatili bitiyor 23 veya 24 işte herneyse ben epidural sezeryana giriyorum. ( Yani şimdilik plan bu doğrultuda ) Dolayısıyla çocuğunu da panikleten salak karılar kategorisine giremem. Herşey kontrol altında olmalı.
Dr.uma bu detayları da anlattım. Beni gülümseyerek dinledi. Herşey yolunda giderse kendim arabayı bile sürebilirmişim. Yolum beş dakikalık çünkü. Bu, bana pek mantıklı gelmiyor, arabayı parka sokmak, daha doğrusu hastaneye girmek için bir U dönüşü gerekiyor ki bazen o dönüş adamı kanser eder. Neyse, en azından anlaşıldı, ambulanstan önce doktorumu arayacağım, o gerekirse herşeyi yönlendirecek. Ambulans olursa kendi imkanlarınla gelişinden daha uzun sürer dedi ama bu tabi ki gelen sancıların durumuna falan bağlı.
Kan uyuşmazlığı için üç iğne verildi. İkisi bugün vuruldu. Verdiği isimler herhalde en pahalıdan olduğundan sigorta orada da zırtladı ama önemli değil, bu kadar olacak, yarın yine 11:30 da bu sefer Cuma olduğu için hastanenin acilinden girip iğnemi yaptırmalıyım. Öyle tamamlanıyormuş.
2 numara bayağı büyümüş göründü gözüme, yüzü sanki heryeri kaplıyor gibi ve ablasına çok benziyor bana göre. Bir de parmağını emip biraz sonra esnemesin mi :)) Benim ilkinde de pek emzik alışkanlığı yoktu. Hah! dedim içimden O'na çekmiş, tabi buna ana karnında karar vermek zor ama olsun :)
Bundan sonra normalde iki haftada bir, ancak benim erken doğum geçmişim yüzünden ( onun sebebi ikizlerdi ama neyse )her hafta Perşembe görüşeceğiz ki beni hiç kasmadı bu durum. Varsın olsun, hem kendimi ve bebeği daha güvende hissederim ne güzel!
Yaz ayı geldiğinde implant yapıp üzerine koyamadıkları dişimi, ufaklığın diş ve göz kontrollerini yaptıracağız. Ondan önce " One thing at a time" demiş onların ataları :)
Yahu bu bebeği ne kadar çok hıçkırık tutuyor. Yine hıçkırıyor bak! Hıck! Gittim...
4 yorum:
Bana çekmiş, bana!!
31 yaşında hala parmak emiyorum.
Okudun okudun yazdıklarımı, tırtıl bana çekti işte :)
:) Ben de şimdiye kadar yazılanlara bir tepki falan gelmeyince eyvah dedim yine bir şey oldu yorum kısmına.
Yok artık! Tırtıl sana çeksin bir derdim yok bu konuda ama şu parmak emme olayına biraz tiltim galiba ben :)
Canım benim, vallahi gözlerim doldu okuyunca. Demek esnedi ha :) Bir de kucağında esnediğini düşünüyorum da... O mis kokusunu çek içine evinkedisicim :))
Bir de lütfen artık kötü şeyler okuyup dinleme. Sen karnını okşa :)
marruu
Değil mi? Elimden geldiğince uzak kalmaya çalışıyorum. En büyük fark ettiğim şey ben stresli isem bebeğin gerçekten de hareketlerinde azalma olduğu. Ama dünyadan kopuk olmak gerekiyor sanki, hiçbir şeyi düşünmemek, olan biteni izlememek...O zaman da yazacak konu bir tek hamileliğin ve bebeğin üzerine kurulu oluyor ki bana o da bencilce geliyor.
Çok teşekkür ederim yazdıkların için. Evet geriye sayım başladı haklısın, yeni bir yolculuk ve silbaştan değil mi?
Çok çok sevgiler Miso'm, Maruu'm.
Yorum Gönder