19 Ocak 2009 Pazartesi

Bir Elmalı Muhallebi'nin Düşündürdükleri...

Yemek, yalnızca yenilip doyulmak için yapılan bir şey değil bence. Tersine, insanları birbirlerine gönülden bağlayan, evlere karakterlerini veren, insanın ten kokusunu andıracak kadar kişisel duygular barındıran bir şey...

Eğer bir evde yemek pişmiyorsa, o koku odalara nazlı nazlı yayılmamışsa, bir bakımsızlık, dağınıklık almış başını gidiyorsa benim düşündüğüm yegane şey sevilmeyen bir şeye yapılMAYAN bakımdır. Bırakılmış, terkedilmiş bir özensizlik duygusudur.

Nasıl bir evladımız var ya da beslediğimiz bir hayvanımız, bitkimiz...O'nun yemesi, içmesi, giyimi, kuşamı, zamanında toprağının değişimi, saksı büyütmek, suyunu vermek, tüylerine, dişlerine bakmamız gerekiyor, evimiz belki bir organizma değildir elbet ama aynı şekilde sahibesinden ilgi ve sevgi bekler. Bakıldıkça ve özen gösterdikçe o da bize gülümseyerek yanıt verir.

Bu mecazi gülümseme bazen o eve tertemiz perdelerden süzülen ışıktır, emek verilip yorularak yapılmış temizliktir, bazen de ekmek makinasından yayılan ve evin her hücresini saran sıcacık bir ekmek kokusudur.

İşte kimin evine gidersem gideyim bütün bu yazdıklarımı hemen o evin çehresinden hissederim ben. Mutlu bir evlilik mi, çocuklarıyla bağları nasıl, evim evim güzel evim deniliyor mu? O eve bir ruh katılmış mı? Ev ağlıyor mu, gülüyor mu, sahipsiz kalmış gibi boynunu mu büküyor yoksa? İşte, Fheng Shui denilen felsefede eşyaların yeri bile bu düşünce mekanizması ile oluşturulur. Onlar cansız varlıklar da olsalar ortak paydamız atomlarla sahiplerinin dilini, ruhunu emer ve geri yansıtırlar.

Hayatımda bir şekilde izleri olanları hatırlamak için ise yine, bu sefer o insanın evinde yediğim yemekler beni alır taa o kişinin diyarına taşır, geçmişe götürür ya da anılarla birleştirir.

Mesela, puaça kokusu annemin ilk okuldayken öğlen saati eve geldiğimde yaptığı puaçaları hatırlatır, beni Caddebostanda'ki sobalı odaya götürür, sıcacık sarmalıyıverir. Yine, hakeza papara ( bayat ekmek, tereyağ, bol eritme peyniri, domates ile yapılan kahvaltılık ), sabahları kahvaltıda sallana sallana içilen çayların yanında Yalova'daki balkona...Salçalı ekmek, akşam üstü çay yanında tv seyrettiğimiz zamanlara...

Bugün, bütün bir günümü yemek yapmaya ayırdım. Evde döneri hazırlayıp dondurucuya attım, kıymalı börek, zeytinyağlı fasulye yaptım. Ve Elmalı Muhallebi...Bir yandan bunları hazırlarken bir yandan eşimin de tatilde olmasının, kızımı gidip okuldan almasının, hepbirlikte güle oynaya eve dönmelerinin keyfini sürdüm. Hayatımda olan bazı akraba veya insanların " Ufff evde de dur dur, insan tatilden bile sıkılıyor!" dediğini düşündüm ve kendimce onlara acıdım. Aslında işlerini kendi hayatlarındakilerden, hatta kendilerinden kaçmak için kullandıklarını fark ettim. Evlerinde sıkılmalarının yegane sebebinin o eve bakmak için zaman ve ter akıtmadıklarını gözlemledim.

İnsan kendinden nereye kadar kaçabilir ki? Emek akıtmadan neyi sevebilir ki? Mutsuzluklarının kaynağını görmenin bilincinde olmadan farklı bahanelere sığınarak ne kadar yaşayabilir? Ya da hayatında stresten arınabileceği, kafasında car car O'ndan şunu bunu istemeyen yegane ortam olan evinden nasıl sıkılabilir?

Halam vefaat ettiğinde O'nun en değer verdiği ve kendi el yazısıyla oradan buradan beğendiği tarifleri derlediği defterciklerini ben almıştım. Hamilelik de etkiliyor tabi ki, normalden biraz daha fazla tatlı krizine giriyorum ve bir süredir elmalı bir muhallebisi vardı yaptığı, tarifini de görmüştüm, deneyeyim dedim. Önce deftere bakıp da tarifi ararken içim bir tuhaf oldu, Sevim'in puaçası, Seval'in böreği...Hep böyle hatırlatmalar koymuş kendince.

Yapımının her aşamasında halamın o kendine göre süsleyip püslediği, soğuk kış günlerinde sıcacık ısınan, camın kenarında demli tavşan kanı, özel harmanladığı çayı yudumladığımız, mutfağında buldum kendimi...Sanki kenardan çıkıp sohbet edecekmişiz gibi yaptım muhallebiyi, elmaları ve çırpılmış yumurta beyazını.

Herhalde ölmüşleri ya da henüz hayatta olan ama burada, yanımda olmayanları en şiddetli hatırladığım anlardır şu yemek yapma seansları...Bence, dünyanın en rahatlatıcı yöntemidir de aynı zamanda.

Benim kendi dünyamda bir çocuğun eve geldiğinde çeşit çeşit yapılmış yemekler, sıcacık tüten bir ocak, yaşayan bir ev bulması kadar büyük bir lüksü olamaz. Çünkü ben kendimi annemin, halamın evinde hep öyle sarmalanmış hissettim. Kendi hayat seçimimi de böyle yapabildiğim için tekrar tekrar şükrettim.

Bir yandan o muhallebiyi yaparken, diğer yandan İstanbul'da finans sektöründe çalışıp da eve dokuzlarda, kapanmış fırının önünden geçip gelirken ayrılmaya karar verdiğimi, bir arkadaşımın " Evinkedisi, insan isterse milyarder olsun, evinin sobasında kestane kızartmadıkça bu hayatın ne zevki var ki? İçine edeyim ben öyle yaşamın!" dediğini hatırladım.

Aynı örneği toplantıda ayrılmak için genel müdür yardımcımıza söylediğimi...Başka departmanda bölüm müdürü olan kadının veda için yanına gittiğimde bana kendi çocuğunun fotoğrafını gösterip " Ben bu çocuğun yürümesini bile kaçırdım, doğru kararı veriyorsun." dediğini...O zaman evde benim ilgimi, sevgimi, yemeklerimi bekleyen bir evladımın dahi olmadığını...İşlerimin hepsinden ayrılırken beni bırakmamak için verdikleri imkanları...Ona rağmen paraya ve hırsa yenilmeden kendi seçimimi yaşayabilmenin zevkini...Eşimden bu yolda gördüğüm desteği...

Ve son olarak şöyle düşündüm, insan hayatını nasıl istiyorsa öyle yaşayabiliyor mu?, Boynunu bükmeden seçimlerinin arkasında durabiliyor mu?, Kendi egolarını ve kendini hayatındaki çok değerli varlıklardan daha sonra görebiliyor mu?...Bundan güzeli yok. Çünkü maalesef herşeye dört dörtlük yetilmiyor. Ve seçimlerimiz bizi biz yapıyor. Önemli olan kişilikle, kafayla sağlam durmak. Yalanların ardına sığınmamak...

11 yorum:

serpil dedi ki...

Çok güzel anlatmışsınız, gerçekten kişiler, evler ve yemekler zihnimizde yer eder, hatta evlerin kendine has kokuları.
Annemin de var öyle bir yemek defteri, tarifleri aldığı kişilerin adlarını yazar.
Hep okurum sizi, bu yazıyı da çok beğendim.
Sevgilerimle.

evinkedisi dedi ki...

Merhaba Serpil;

Sen okuduktan sonra bayağı bir değişiklikler yaptım yazıda, bu sanırım Word'de yazıp da buraya geçirmememden kaynaklanıyor, öyle içimden geldiği gibi oynamalar yapabiliyorum ya sonradan, özgürlük gibisi yok değil mi?

Teşekkür ederim, yazıyı beğenmene sevindim. Diğer yazılarımı da okumana daha çok mutlu oldum, sağlıcakla kal :)

Yesim dedi ki...

Insanin evi gibisi yok gercekten. Bol yemekli, guzel hatiralarla dolu gunler sana. Bu arada elmali muhallebiyi cok merak ettim, belki tarifini bir ara yazarsin.
Sevgiler.

evinkedisi dedi ki...

Yazarım Calanon'cum, yeter ki sen iste :)

Evet, kesinlikle " Home home sweet home " Ama bunu uygulamak istersen de yapamayanların, yapamadıkları ya da başka yalanlara sığınarak, aynı zamanda ve herşeyden önce kendilerini düşünerek yapmadıkları için yapabilenleri aşağılamaya kalktıklarında da seçiminin kaderin acılı bir oyun, senin de oyunda bir piyon olduğun değil, sapasağlam seçimini yaşadığını haykırmak! Bence onurlu olan duruş budur.

Sevgilerimle...

Ingiltereden Alisveris dedi ki...

bu kadar guzel yazmana ifade etmene hayranim .
insanin evi gibi yok ben evimi evimde vakit gecirmeyi cok seviyorum kucukde olsa benim bana ait seyler benim sectiklerim benim pisirdiklerim ve kokulari evde ..hatta bu aksam bide kek yaptim kokusu yayildi her yana:)
bu arada konuyla alaksi yok ama kizinin turkce adi var mi? yeni gelecek minik bebege bi isim buldunuz mu? merak ettim
opuyorum

Adsız dedi ki...

Yazılarınızla beynimizin kıvrımlarında arka plana itilmiş olanları hatırlatıyorsunuz.Bir eve girildiğinde tarçınlı kekin verdiği huzuru bazen hiçbirşey veremez benim açımdan.Evet hayat hep seçeneklerle dolu.A şıkkı B şıkkı.Bazen insanlar çalışmak istemedikleri halde çalışmak zorunda kalıyorlar ki bu çok acıdır.Ömür dediğimiz şeyde akıp gidiyor bu hengame içinde.Bu arada bende bebek bekliyorum. 3 aylık henüz benim miniğim.Aynı duyguları paylaştığınız yazıları okudukça insan güç kazanıyor.Bir köşe yazarı oldunuz benim için .Teşekkürler.

munevver dedi ki...

Uzun zamandır sizi okuyorum. Yaşadıklarınız, duygularınız, benimkilere benziyor. Şu anda iki delikanlı annesiyim. İlk oğlumuzun doktoru anneyi çok merak ediyordu. Çünkü anne, çocuğunu doktora götürme "lüksünden" mahrumdu. Çok çalışıyordu. İzin alamıyordu.

Sonraki yıllarda ( bu açıdan sizinle benzer bir kader) bebeğimin hastalığı ve kaybı sırasında hep erkek bebek isteği duydum. Çok şükür ki bu gerçekleşti. Kariyerimin en parlak döneminde, gözümü kırpmadan işimi bıraktım. Hiç de pişman olmadım.

Zaman zaman" Çalışmadan duramam, eve kapanamam" cümlelerine kırılsam da, bunun doğru bir "duruş" olmadığını çabuk anladım.

Oğullarım, arkadaşlarının tabiriyle " bisküvi kokan " evde büyüdüler.

Evimi çok seviyorum, tıpkı sizin gibi.

Rahat geçireceğizin bir 3. dönem diliyorum size.

Sevgiler.

Adsız dedi ki...

Ben de evimi, yuvamı işe tercih edenlerdenim. Zaman zaman bak kocan kariyerine kariyer kattı sense daha iyi yemek yapmasını öğrendin sadece deselerde bunun bize özellikle çocuklarıma neler kattığını çok iyi izleyebiliyorum. Okuldan gelen kızımın daha evin girişinde "annneeee limonlu kek mi yaptın?" diye sevinerek gelmesi canı etli kabak dolması istediğinde bir sonraki öğünde yiyebilmesi. hastalandığında ertesi günkü mesaiyi düşünmeden gece ateşini kontrol edişimi, bahçemizdeki sebzelerin fanteziden çıkıp gerçek olmalarını beraber yapışımız tabii ki benim ev de olmamdan kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Okul toplantılarında velisi işten dolayı gelemeyen çocukların buruk buruk kapıya bakışı içimi sızlatır. Çalışabilmekte güzel, yanımda annem olsaydı belki bende çalışırdım ama asla buradaki bankacı arkadaşım gibi değil, eve geldiğinde oğlunun uyuduğunu bazen 4-5 gün yüzünü hiç göremediğini gözleri dolu dolu anlatıyor..peki bu bana neden bencilce geliyor biliyormusun bu kadının kocası çok para kazandığı birkaç iş yapıyor yani ne kariyere ne paraya ihtiyacları var 2. sınıfa giden çocuğundan daha mı önemli müşteri portföyünü genişletmek:( Benimde caddebostan plajyolunda halam oturuyordu onun evide hep kızarmış türk usulü köfte kokardı yada biz gelicez diye yapardı daha apartmanın içindeyken ağzımız sulanırdı..gözlerimi kapatayımda koku hafızamı bir kurcalayayım neler çıkacak?
muhallebinin tarifiini rica ediyorum...sevgiler.

evinkedisi dedi ki...

Sevgili Small Button Nose;

Teşekkür ederim öncelikle. Sağol varol :)

İkincisi, benim kızın Türkçe ismi var ama çok deşifre olmamak adına burada kullanmıyorum. Zira internet ortamı, her önüne gelen okuyor falan filan...

Diğer gelen için kafamızda şekillenen yine iki ülkede ayrı ayrı kullanacağımız isimler var ama değişim de olabilir, ancak doğduktan sonra oturuyor bir şekilde isimler de...İlginç ki öyle. Oturduktan sonra burada yine İngilizce ismini kullanacağım sanırım.

Türkan selam :)

Bebek beklemeni tebrik ediyorum. Evet, insanlar seçimleriyle var ve aslında ne kadar insan varsa o kadar da versiyon...Ben hiçbir zaman çalışmak istediğinde, eve uygun olmadığında ya da çalışmak istemediğinde bunu dürüstlükle belirtene sinir olmadım zaten. Herkes aynı şeylerden zevk almak zorunda değildir ama nedense evinde olmayı, çocuklarının başında kalmayı seçmiş insanların durmadan dürtüklendiğine tanıklık ettim.

Yani, çalışmayan bir kadın gidip de çalışana " Sen çocuğuna evine ne kadar bakabiliyorsun ki!" demiyor da tersi buraya da yazanlardan görüldüğü gibi sık sık sinirlendirmek, can sıkmak, yaralamak adına kullanılıyor. Duruşdan kastım buydu. Yoksa hayat devam ettirmek için, iki maaşla ancak yaşayabilmek için zorunlu olan insanlara saygıdan başka bir şey sunamam, gelip bana " Senin de yaptığın iş mi?!" demedikleri sürece...Deal?

evinkedisi dedi ki...

Sevgili Münevver;

Ne şanslısınız ki kocaman olmuş iki delikanlı annesisiniz ve bloğunuza gelip becerikliliğinize tanık oldum, ellerinize sağlık öncelikle. Evet, diyorum ya benim takıntı yaptığım hem hırsın sonu olmayan, hep daha fazla daha fazla diyip duran hem de hayatındaki başka değerlere zaman ve enerji harcamayan insan tipinde. Çünkü bu insanlar hayatı bir sidik yarışı gibi algıladıklarından herşey bir yarış, kimin arabası daha büyük, kimin yaşamı daha zengin...Ama bunun gerçekten de sonu yok. Sizler ve bizler gibi eğitimli ve iyi yerlerde çalışan ama bir şekilde hayatın getirdikleri ve kendi imkanları doğrultusunda ayrılmaya karar veren kadınlar bu şekilde küçümseme cümlelerine gark edilmemeli, önemli olan kimin kariyeri değil o insanların bir araya geldiklerinde dostluk, arkadaşlık ya da akrabalık anlamında birbirlerine verecekleri değerlerdir.

Ha bundan herkes çalışmalı ya da çalışmamalı diye bir şey çıkmamalıdır çünkü herkesin şartları kendine özeldir ve eğer o hayat bir seçimin ürünü ise o seçimin küçümsenmesi de o insanın varlık sebebine en büyük hakarettir. Bunu yapabilecek tek kişi o kişiyle beraber yaşayan, eve gelir sağlayan diğer aile bireyleri ya da eşlerdir.

Diye düşünüyorum :) Saygılarımla :)

evinkedisi dedi ki...

Balanne Melike :)

Aaaa! Bizim eski sokak Caddebostan Plaj Yolu :) Ne güzel, demek halan orada oturuyordu ve belki de çocukluk zamanlarımızda karşılaşmışızdır bile ya da o köfte kokularını duymuş olma ihtimalim olabilir mi? Biz Yıldız Sokak'da oturuyorduk ama sürekli yan sokaktaki mahalle arkadaşlarımızla kamp kurmuştuk, duvar üzerine tünerdik öyle, basket maçları yapmaya İlhami Ahmet Örnekal'ın bahçesine giderdik falan...

İşte bak sana da sokulmuş laflar, diyorum ya insanların yaptığı ve iyi güzel bir şekilde yaptığı değil, hangi tarafta bir boşluk varsa orası eleştirilir ve burun sürtülmeye çalışılır bizim toplumda. Belki bu işin toplumu falan da yoktur, insan pskolojisidir, can yakılmak istendiğine kanırtılan bir noktadır bu. Hayatım boyunca buna izin vermedim vermem de. Sen de o sana bunu söyleyen arkadaşın,efendim akraban neyin varsa " Senin de çoluğunun çocuğunun hali ortada!" diye yapıştırıver gitsin!

Muhallebiyi yazayım bir diğer posta zaten öyle aman aman bir şey değil, anısı olduğu için...

Teşekkürler ve öptüm :)