24 Ocak 2008 Perşembe

Özetler

Bilmem, farkında mısınız ama hayatımıza aldığımız her yenilik belli bir süre sonra yapılması gerekenler listesinde yerini alıyor. Bu aralar yazma konusunda yavaşladığımın farkındayım, yazı yazdığım dergiye bile ta yazın buradan ayrılırken havaalanında karaladığım gözlem yazısını yolladım ama kendimde de bir şey fark ettim, evet düzenli hayatımı seviyorum, sakinliğimi de ama ben bir şeylerin görev haline gelmesinden nefret ediyorum.

Tersine, hayatıma dönem dönem farklı uğraşları almayı tercih ediyorum. Mesela bir süre deli gibi yazı yazıyorum, sonra sıkılıp sponge Bob gibi Tv karşısında çekirdek çitliyorum, bir dönem okuma krizim geliyor, sürekli arka arkaya kitaplar bitiriyorum, aklıma esiyor ve evdeyken zamanım da varsa belki akademik olarak nasıl daha ileri gidebilirim? sorusu kafamı kurcalamaya başlıyor. Ama bu da para isteyen bir şey, hadi vazgeçiyorum...Böyle bir döngü.

Şu aralar yani yaklaşık bir aydır bir şekilde kulağıma çalınan bir programla ilgileniyorum. Bu bir oyun mu, yoksa gerçek hayatta yapamadıklarımızın sanal hayata yansıması mı bilmiyorum ama benimkini de işin içine kattım :))) Kocasız fantazi olmaz olsun, değil mi arkadaşlar?! Akşamları ufaklığı yatırdıktan, herşeyi düzene koyduktan sonra hemen oraya giriyorum. Beynimi dinlendiriyor, ortam rüyalarıma bile yansıyor çünkü bence hayal alemini aşırı uyaran bir program. Aslında yorumlara verdiğim cevapların birinde de çıtlatmıştım, " Second Life" diye. Bilmiyorum, kişisel tercihler ve seçimler aslında. Yani, girip kendi düşüncelerini işin içine katmak lazım. Herkesi aynı şekilde etkileyecek diye bir durum tabi ki sözkonusu değil.

Eskiden Commodore 64 vardı bende, oyun oynamayı özellikle İngilizce saplantım olduğu için çok severdim, advanture tarzı denilir hani, oyun karakterleriyle yazarak diyaloğa girersin. Burada, bunu internette dünyanın dört bir yanından gelenlerle online olarak yapıyorsun. İngilizce kullanımı açısından bir kere elzem ama yalnızca Türkçe de oynanabilen alanlar mevcut. Ben, Türkçe muhabbetten hayat felsefesi yapılacak bir ortam olmadığı için o kadar haz etmedim ama İngilizce konuşamayan için bu da bir alternatif.

Kısacası, şu aralar zamanımı üç boyutlu kesme bebeğim almakta :))) ( Diğer adıyla avatar oluyor kendileri ) Çünkü " Second Life" da internette yapılan alışveriş, eğitim ve hatta seks gibi herşeyi interaktif olarak gerçekleştirebilmek, bu ortamı kendine göre her alanda kullanmak mümkün. Yani, tek yanlı bir bakış açısı her konuda olduğu gibi söz konusu değil. Kısaca böyle daha detay var aslında yazılabilecek ama uzatmayayım :)

Bu akşama doğru Catherine ve Tomik bizi akşam yemeğine davet ettiler. Aslında Chloe'nin Anna'lara gideceği bir gündü ama çok uzun süreceği ve çocuklar zaten koca bir haftanın yorgunluğunu taşıdıkları içindir ki ben iptal ettim. Nasıl olsa şimdi görüşülecek, gece de sekizi biraz geçe döneriz herhalde. Evde kayınvalideler, bir kayınpeder mevcut. İlk başlardaki " Yahu şimdi neden konuşabilirim acaba ben bu insanlarla?" havası hakim. Bakalım nasıl geçecek? ( Ufaklık çook yorgun ve eyvah :((( )

Benimki, dün ikinci üç yıllık kontratı için teklifi aldı :))) Bugün de sömestir tatiline girmiş bulunuyoruz. Ufaklık kendisininkini geride bıraktığından tam olarak sabah pineklemeleri yaşanamayacak ama olsun.

Geçen hafta Al Mamzar Park'a gittik. Tam Sharjah ile Dubai arasında kalan, yeni Palm Island'ların yapıldığı yerlerden biri. Bu üçüncü ve en büyük olanı sanırım. Bir de ortada görüntüyü rezil eden dünya var :(( Deniz doldurularak yapılan çok büyük projelerden bunlar. Hani efendim, David Beckham ile salak karısının ( Posh diye anılan zibidi ) da evleri varmış falan filan...

Bizleri en fazla düşündüren şu palmiye yapılarında global ısınma olayı, mesela sen git o alandan ananın dingili bir yatırım yap, sonra aradan 10 yıl geçsin ve deniz seviyesinden birazcık yukarda kalan bu adacıkları sular bassın. Akıl karı olmasa da, National Geographic'e bile konu olmuş bir mimariyi yakından görebilmek ilginç. Zavallı işçiler için bir de dalga geçercesine " Kuvvetli Hintli ve Pakistanlı çalışanlar." falan gibi yorum yapılmıştı programda bir de :( Burj El Arap'da bende aynı etkiyi yaratmıştı. Ama bütün bu yapılanlar hep birilerinin kanlı canlı hallerinin tükenmesiyle oluşuyor. Böyle bir lüks var ama kanlı elmas gibi :(

Bir de aynı gün uçurtma uçuracağız diye plan yapmış, o kadar özenmiştik hava da bayağı bir rüzgarlıydı, hatta Chloe ilk defa başlık ve eldivenlerini bile giydi sahilde, inanılacak gibi değil ama bir baktık ki uçurtmanın bir mekanizması yoook! Deli olduk. En sonunda evden de çıkmayınca daha önce gittiğimiz parkta düşürdüğümüzü anladık. Gıcık bir durum. İşin komiği ben kocamla mızırdanır, tepinirken Chloe'nin olaya çok felsefi şekilde yaklaşıp " Olsun, üzülmeyin, benim atlama ipim yanımda " diyerek olayı kurtarması oldu :) Sanırım klasik olay, çocuklarımız büyüdükçe biz küçülüyoruz :)

Bazı haftalar film kiralamaya devam ediyoruz. Geçen hafta 1973 yılında Almanya'daki olimpiyatlara katılan İsrailli sporcuların Filistinli'ler tarafından öldürülmesiyle ilgili gerçek bir olayı seyrettik ( Munich ). Spielberg yapımıydı ve oldukça ilginçti. Dünya üzerindeki hükümetlerin yeri geldiğinde nasıl da mafyaları aratmayacak şekilde davrandıklarıyla ilgili çok düşündürücü anektodlar vardı filmde. Örneğin, İsrail Filistinli öldürenleri yakalama işini kelalaka insanlara yaptırttı ve eğer yakalanırsa bu konuda İsrail Devleti'nin bir sorumluluğu yoktur düşüncesini yaratmaya çalıştı.

Kitap okuyamıyorum. Gündüzleri ev, gecelerin de daha kafa dağıtıcı işler tarafından işgaliyle bir süre sanırım böyle idare edeceğim.

Sevgili Artemis'in sorduğu; "Kolay olmasına rağmen sıkıcılığı yüzünden bir türü yapamadığımız işler" bende herhalde en fazla ütü konusuna odaklanabilir ama rutin olduğu için sıkıcı bulup sorumluluk duygum yüzünden bazen somurtarak, bazen de enerjik bir şekilde yaptığım çok şey var. Yapmama gibi bir alternatifim yok. Bu konudaki katılığım sanırım yazılarıma da yansıdı :( Ben kendime böyle davranıyorum, asla kimsenin nasıl davranması gerektiği konusunda yazmıyorum. Bunu da belirtmek isterim.

Bu arada, bu yazıyı aynı gün içinde bitiremedim. Catherine'lere gittik, o kadar dırdırlandığıma yandım yine. Öyle güzel geçti ki!!

Daha önceden de yazmıştım sanırım, Catherine geç anne olmuş, 30 larında evlenmiş bir kadın. 44 yaşında ve ikinci çocuğu, yani Anna'nın kardeşi daha üç yaşında. Ama bir insan bu kadar mı olgun ve örnek bir anne olur yahu?! Dün akşam gecenin ilerleyen vakitleri dediğim, beşbuçuk alltıya doğru oradaydık, hem Tomik kendi ülkesine gidecekti, sabahın üçünde uçağı kalkıyordu hem de bu kültürde yani yabancılarda çocukların yatış saati en geç taş çatır çatır çatlasa sekiz buçuk. Dolayısıyla, biz de o saatte kalkmaya odaklı bir şekilde planladık geceyi. Çocuklar beklediğimden çok daha iyi yüzleştiler o saatte beraber olmayı. Küçük kardeş tabi ki yorgunluktan mızırdandı, ne yapıldı? Yanına gidip güzelce sessiz bir şekilde konuşuldu, her ağlandığında destek verildi ve minik Eva sakinleştirildi. Ne bir stres ne bir elektrik dolaştı ortamda. Tomik yüzde ellisini aldı, sürekli sorumluluğu paylaştı. Ufaklıklar yukarki katta odalarında oynarken kontrol etmek için hepimiz bölüştük. Hani patates gibi birileri oturur, evin hanımı sürekli koşturmaktan yorulur, canı çıkar olmadı hiç.

Catherine 'nin annesi ve babasına gelince...İncelikleri, sordukları her soruyla eğitimlerini ve farkındalıklarını dile getirişleri, o yaşlarına rağmen aralarındaki elektriği kaybetmemiş, çok yakışıklı ve güzel bir çift olmaları...Daha yazılabilecek çok şey var haklarında. Anne emekli öğretmen, ilk önce küçüklerle başlayan serüveni sonra ilerki yaşlardakilerle devam etmiş, kocası pilot. İkisi de Kanadalı ama hayatları seyahatle geçtiği için konuşacak ve anlatacak çok şeyleri var. Emekli olduktan sonra kadıncağız hep kocasıyla uçmuş heryere bir de. Ne kadar hoş! Anne abartılı hiç bir şey takmamış ama bir tek evlilik yüzükleri belli ki onlar için çok önemli, pırıl pırıl parlamaları dikkatimi çekti :) Catherine'nin o ağırbaşlılığı zaten ayrı bir konu. "O kişiliğin nasıl oluştuğu anlaşıldı." dedim içimden.

Çok güzel bir yemek ve sohbetle noktaladık günümüzü. Eve dönerken herkes çok memnundu yani :) İşte böyleeeee :)

Sizlere sular ortalığı kapladığı günle ilgili " Yağmur Çamur." yazıma fotoğraf ekledim. Aslında fotoğrafları düzenlemek gerekiyor, daha doğrusu Picassa albümlerini yenilemek lazım. İşte neyse onu da yaparım inşallah bir gün :)))

4 yorum:

Goddess Artemis dedi ki...

Aşkolsun ama, sizi mimleyen bendim, Electra değil:

Yeni Yıl'ın İlk Mimi

evinkedisi dedi ki...

Ihııhıhımmmm! Boğaz temizleme sesi :)))) Efendim yayınımızda olan bu karışıklık içün çok özür diler, hemen teknik hatayı gidermek üzere blog yazısını düzeltiriz.

Sevgili Artemis kardeşim, bir de olaya bizim yakamızdan yaklaşın yahu, biliyorum milyonlarca kedi olduk ama Elektra, Artemis, Roma İmparatorluğu şeklinde giden adları karıştırmak benim gibi isim atlayan biri için acayip olası bir durum. Düşün ki ben; " Merhaba ben Ayşe." diyen birini iki dakika sonra " Neydi yav bu kızın adı şimdi?" şeklinde paslayan bir vatadaşım, bir de öğretmenlik yaptım iyi mi? :)

Evlere şenlikti tabi, yaşlılığımı ne siz sorun efendim ne de ben söyleyeyim diyerek konuyu kapatıyorum ama hakikaten özür dilerim. Hemen düzeltiyorum şimdi, a ha bak gör, demedi deme :))) Görüşürüz.

Dikkat! biyo var ! dedi ki...

Düzenli olmak,sakinliği sevmek .Evet hayalimdeki evin kedisi.Ama munis olmayıp çatlak olan bi kedi benim sanırım;P

Yazılarında katılığını sezmedim nedenki:/Kendi kendine yapıyorsun ne yapıyorsan benceVazgeç:)

Catherine 'nin annesi ve babasına diyecek lafım yok.Ne mutlu hem onlara hemde Catherine 'ye.

Çamurlu olan yazıya hiç girmeyim,zira sıkıntı bastı burada:(

elektra dedi ki...

ben de okudum okudum benim mim bu değildi ya, bunadım mı ne dedim, sonra yorum sayfasını okuyunca :)))) olur olur, second life yüzündendir. ben de bir ara sims oyununa sarmıştım. ama fena sarmıştım. oyunda zamanı hızlı ilerletme modu vardı, bir ara gündelik hayatımda tuşa basmayı düşünmeye başladığımı görünce oyunu bıraktım.:)))
sevgiler...