12 Eylül 2007 Çarşamba

Bir Sabah ve düşünceler

Dün akşam ufaklığın yatmasıyla birlikte herkes kendi bilgisayarına hücum etti. Şakır şukur maillere yanıt yazma, haberlere bakma, " Hımmm! bunu da bloğa eklemek lazım." muhabbetlerinden sonra tam tv yönelecekken baktım benim koca oraya seyirtmiş. " Eh" dedim " Şimdi haber kanalına bakılır." Netekim, öyle de oldu. ( Ha, bir de ben hemen ekmek yapma makinasına ekmeğin malzemelerini koydum, onu yazmayı unutmuşum, hatta bu sefer ılık su ve elenmiş un koyup, patlayacak kadar kabaracak olan ekmeğimin (!) 3 saatinin dolmasını beklemek üzere, tv'ye seyirttim. )

Mincuk muncuk oturup da Endonezya'daki şiddetli depremi dinlerken, ardından bir sürü hayvanın yokolma tehlikesinin getireceği olumsuzluklar anlatılırken ve işin tuhafı tv izlerken bunların hepsi yalnızca bir film karesine sığarken, hemen ertesi günü unutulmaya yüz tutmuş bir haberden ibaretken, yani yaşayış bazında bencilken ama bu durum da kaçınılmazken... bizimki arkadan ses vermeyince bir döndüm uyku moduna girilmiş. " İyi, ben de kitabımı alır yatarım." Ve biz böylelikle saat onbuçuk gibi yattık.

Ufaklığın yıkanmasıydı, hikayesiydi zaten olmuştu sekiz, yani çocuk ardından demlenme, kendi işlerimizle ilgilenme bölümü bir buçuk saatte suyunu çekmiş bulundu :(

Ramazan'ın başlamasıyla trafik sabahları çok daha akıcı hale gelecek diye eşimin işine de yansıdı bu durum. Dün akşam günün anlam ve önemini sordu ufaklığa, bizimki " Biliyorum" dedi. " Bütün gün uyunur, gece de parti yapılır bu dönemde :)" Fikir çok hoş gelmiş, tabi bu kendi Ramazan yorumu sonra işin gerçekliğine dayanarak; " Peki ne yapmazlar gün boyunca?" sorusuna " Yemek yemezler" cevabı verildi. Anlamışız anafikri ama o bölüm o kadar çekici değil belli ki.

Neyse, dün akşam ve birkaç gecedir rüya trafiğimden uyuyamıyorum. Dün, kızımı kaybettim ya da öldü işte, bilmiyorum. Bir sürü doğaüstü olayların olduğu bir evdeydim sonra, ablamın eviydi galiba. Hatta, birisi saçlarımdan falan tutup çekiştirdi. Aman Allah'ım o ne büyük bir acıydı, durmadan bağıra bağıra ağlıyor, ufaklığı arıyordum ( Madeleine etkisi :( ). Sanırım bilinç altından öldüğünü de biliyordum, tuhaf bir şeyler...

Ardından, kendimin çıplak ayak bir yerlerde kaybolduğunu ve koşarken bulanık bir su birikintisinden geçeceğimi sanıp içine gömülmemi görmem... İyi değilmiş orası ve bir de o bulanık hatta çamur suyun içinde köpek balığı falan besleyen birisi varmış. Ben çıkamıyorum ama nasıl, sanki uyuşmuş gibiyken adam geldi başıma, o kötü olan hani; " Hissediyor musun?" diyor, galiba benim bacak mı ne gitmiş. Haydaaa! Ama içimden diyorum ki " Yahu ne ilginç, gerçekten de hiç bir şey hissetmiyormuş insan köpek balığı tarafından yenilirken " :( :(

Ayyyyyy! Sabaha karşı dört, bizim ekmeği öylecene makinada unuttuğumuz aklıma geldi, kalktığımda " Yaşasın, evdeyim, rüyaymış, kızım da yaşıyor!" diye mutluluk içinde aşağıya indim, makinayı ana bölümden düğmesini çevirdim. Zaten program duruyor, o da bekliyor ama ne bileyim açık kalan şeyleri sevmediğim için belki, kapattım işte.

Baktım hain ekmeğin tepesi çökmüş hafiften. Vay! Demek ki iyi olmuyor sivri zekalı eklemeler yapmak. Ne denirse o yapılacak. Daha da kolay zaten niye suyu ılıtalım ki değil mi? Acaba ılık süt koysam su yerine o nasıl olurdu? Bak, şimdi bir de bunu deneyeyim.

Sabah saat altı buçukta kalkıldı. Ramazan ya, diyorum çok trafik olmaz diye, ufaklığı babası götürecek, bizimkini giydirdim, saçlarının yapılması, diş fırçalanması, yatakların toplanması ve mutfağa. Hadii, bu sefer ekmeğin çıkartılması, üzerinde bir seri yorum, artık bayağı komplike haline gelmiş beslenme çantalarının hazırlanışı. Baba da kendininkini hazırlıyor, ondan önce kahvaltı durumları...O sırada, birimiz mutfağın sol tarafından ekmek kesme tahtasına giderken, diğeri sağ taraftan dolanıyor, minimum münasebet halleri.

En deli olduklarım arasında sabahları kirli ve dağınık mutfağa uyanmak var. Nedendir diye sorulacak olunursa zaten benim sabahlar jetgil ailesi gibi başladığı için toplu olunmadı mı gelenler geliyor. Yavaş harekete ekstra kıllık durumları mesela.

Yani, bana göre kimsenin kimseyle yaşaması diye bir durum söz konusu olamaz. Bazı, şimdi okuyorum kalabalık aileler, birbirlerine gitmeler gelmeler, uzun soluklu kalışlar ( benim şu iki senedir yapmak zorunda olduğum gibi ) yok, bende şöyle oluyor ya kendimi evin süpürgesi yerinde buluyorum ya da sabah kalkıp kahvaltıyı falan hazırlama robotu...Veya çok aynı frekansı paylaşmak lazım eğreti olmadan yaşamak için, gülebilmek eğlenebilmek gerek beraber, yenilikleri paylaşmak, en önemlisi konuşulacak bir şeyler bulabilmek...

Ha, bir de şu olur. Gittiğim yerin de vücut saati bizler gibidir ya da bizimkilerin onlar gibidir dert değil. Bir gün ben hazırlarım, başka bir gün O yapar. Veya ben sabahı yaptım diyelim, öğleni O devralır. Mesela atıyorum, bir iş yerim var ve onu çalışıtırıyorum diyelim, istediğim o an yapılacak benim. Yoksa atlar kendim yaparım, hiç öyle ırımlara kırımlara falan gelemem.

Bir de bölüşmeyi severim bir işi, mesela benim kızıma sevilerek ilgiyle bakılsın, beraber resimler yapılsın, sohbet edilsin o sırada ben evin işini de yüklenirim, hiç dert değil. Ama kızım bir tarafta tv'nin karşısına oturtulmuş, diğer elemanlar çay kahve eşliğinde zaman tüketiyor, gel gelelim çocukçağızım bir gelip " Anne, budur bidir şudur..." dediğinde " Ay, güzelim bir konuşturmuyor bu da yaaa, evde de böylemidir?" falan deniyor. Hiçççç! Kendimce belki carlamam ama içimden bitiririm.
İşte, bu şartlar altında her kadının kendi evinin lideri olduğuna inanan ben, her Türkiye'ye gelişimde o kayınvalidelerle ya da annelerle ilerde yaşama konuşmalarına (!) bile katlanamaz hale geliyorum. Yahu, ben annemle veya işte diğer versiyonlarla nasıl beraber yaşayabilirim ya da onlar benimle? Zaten, anneme kalsa O da yaşayamazmış, Allah'a şükür kimseye bir ihtiyacı falan yokmuş da acaba şöyle şöyle, böyle böyle olsaymışmış biz o zaman ne yapacakmışmışız?

Ne kalkışlarımız, ne yatma saatlerimiz, ne hayat tempomuz, ne bakış açılarımız, ne çocuk bakma kurallarımız, ne seyrettiğimiz programlar hiçbir şeyimiz benzemiyor ki! Bence, yaşlı insanlar da bizlerle beraberken yoruluyorlar. Bizim aileyi seyretmek bile zaman zaman benim annemle kayınvalidemi yoruyor. Ben biliyorum! Çok büyük ve olağanüstü durumlarda gereken yapılır ama bilinir ki hayatların her iki tarafı da allak bullak olacak. Bu, ne yazık ki gözlemlerimle de sabitlenmiştir.

Sonra yemek alışkanlıkları... İki sene öncesi hariç her tatil kilo alınarak ve filmi baştan sarmaya kalkılarak gelinen sinir bozucu nokta. Sofra kurulmuş, yediğin önünde yemediğin arkanda, nasıl tutacaksın kendini be birader?! Bu sene İngiltere 50. yıl kutlamaları sebebiyle abartılmış yemekler ve kremalı meyveler geçidi şeklindeydi. Orada resmen şiştim. Her akşam iki kadeh şarap artısı. E Türkiye'ye gelinir gelinmez bir hamur işleri saldırganlığı peydahlanıyor tabi. O da beter bir durum kilo açısından.

Burada, oh! Sabah kalkarım, istediğim kadar sadeleştiririm kahvaltımı, yok yürüyüşümü ufaklığı arkamda bırakıyorum, yok O'da gelmek isterle falan bölmeden yaparım, istediğim an sessizlikte kitabımı okurum, internetime girer kafama takılana bakarım, yazarım, ederim. İstediğim ve bütçeme o an uyan ne varsa " Aman şimdi kalan ne der? Daha iyisi olması lazım" stresine girmeden pişiririm. Yeri gelir param kalmaz nohut yemeği yapar üç gün ona talim ederim ama gözlemler olmaz çevremde.

Türkiye'ye geldiğimde en fazla hissettiğim ve sevmediğim o tepemde tepemde dolaşan gözlemler. Herkesin hayatı algılayışı, zevk aldıkları almadıkları farklı kardeşim, alışkanlıklar da var çok önemli olan. Mesela, hep çalışırsın, çalışmayınca bir süre okul kırdın gibi çıkarsın sokağa, sanki birisi seni görecek de " Aaaa bak çok ayıp, sen bu saatte evde misin?" diyecek diye. Sonra sonra ona alışır, öbür türlü evinde ve işinde, kocanla ve çocuğunla hepsini sığdıramam sağlıklı bir şekilde dersin.

Evde oturan, çalışanı beğenmez, evladına, evine zaman ayırmıyor, yeterli yemek yapmıyor, temizliği ve düzeni eksik diye. Çalışan da, o kuşbeyinli, beceriksiz kadın evde ne yapıyor bütün gün diye. Bu ne yaman çelişkidir Allah'ım ya!

Neden insanlar birbirlerine zevk aldıkları, anlaştıkları, değer verdikleri veya tersine anlaşamadıkları kişiler diye bakmazlar? Sen, benimle oturup sohbetini ediyor musun, gülüp eğlenebiliyor, derdini paylaşıyor, okuduğun kitabı anlatıp, başka şeyler dinleyebiliyor, kısacası kaliteli vakit geçirebiliyor musun? E, gerisi ne? Hayır! Çoğu kişi illa karşısındakini yaralayacak hangi nokta var düşüncesiyle hareket etmekte...Sevmiyorum! Kendi kendime ne kadar mutlu olduğumu düşünüyorum o zaman. Kime ihtiyacım var ki diyorum. Borç mu istiyorum? diye ekliyorum. Eğer bu benim seçimimse, başkalarına aile bireyleri de dahil olmak üzere bir zarar vermiyorsa ve benim çekirdek ailemin en iyi işleme mekanizması buysa, kime ne ki diye bağırmak geliyor içimden. Yahu diyorum katır kadar insanların seçimi bu yönde, işte bu kadar!

Benim eşim de mesela çocuklarımıza illa ki benim bakmamı isteyen bir adamdır. Ufaklığı bir sürü ailenin yaptığı gibi servise vermek de mümkündü ama tam tersine onun için en sağlam arabanın taksidine girildi. Ve taksitten nefret eder. Hayatı boyunca ben Türkiye'den taksitle hiçbirşey alamamışımdır. Ha, bağırır, dellenir, döver söver diye mi hayır, tam tersine " Bunu niye şöyle yapmayı düşünmedin?" ya da " Niye bana sormadan evimize, ortak kullandığımız mekana böyle önemli bir şeyi getirip koydun, benim de bu konuda ekleyip çıkartacağım şeyler olabilirdi" dediğinde O'na hak verdiğim için.

Bütün bunlar için standart sağlayabilen bir insan eğer bana; " Çocuk mocuk, nasılsa büyüyorlar, kadın da çalışacak eve para getirecek" deseydi hoşuma gitmezdi. Bunu açık yüreklilikle söylüyorum. Ama çalışmayı tercih edip de ufaklığı yabancı bir bayanın eline bırakmayı isteseydim ve bu konuda da ısrarcı olsaydım, bir asardı suratını iki asardı, yine de " Tamam!" derdi. Ve ekstra ayrıca, biz bu adamla çok dolaştık yahu! Elimde olan üniversite diplomasıyla benim yapacağım, ehliyetimin olduğu iş, firmanın pazarlama bölümüdür.

Ben bu işi sevdim mi?... Valla, insanlarla tanışma, konuşma, sorun çözme, işinin ehli olma duygusunu evet sevdim ama eve ayarlayamadığım saatlerde gelip yemek, hatta ekmek bile bulamama durumlarını sevmedim. Alt üst ilişkisinden ayrıca nefret ettim. İnsanların birbirlerinin arkasından kıyafetleri, iş verimleri, aslında o işi O'nun hak etmediği ile ilgili dedikodularından, neden benim daha fazla olmuyor diş uzamalarından gına geçirdim. Hesap verme konumundan tiksindim.

Bir tek yaptığım öğretmenlik işi, o da kurumsal bir ortamdayken çok ama çok mutluydum, kendi alanımın lideriydim ve harikaydı ama artık o işi yapamam. Eşimle beraber gittiğim yerlerde masterını yapmış, öğretmenlik mezunu insanlar var, başkasına iş yok. Pazarlama departmanlarının da artık benim hayatımda yeri yok. O hedefleri, o " Neden bu kadarla kalınmış Evin Kedisi?!" sorularını alıp münasip bir yerlerine yerleştirmelerini salık veriyorum kendilerine. Zaten çalıştığım ikinci büyük sigorta şirketinin başındaki kişinin kirli işleri yüzünden firma diğer kollarıyla birlikte alabora oldu. Ay çok üzüldüm! :)

Ha, şanslıyım bunu söyleyebilme gücüm ve ortamım var. Tersi de olabilirdi, olsaydı da çocuğuma üzülürdüm ama yine piyasaya çıkardım. İçimden ne zaman nasıl gelirse ona göre hareket ederim, belki yıllar sonra farklı hissederim, bugün ıyy! dediğim bir durumun işime gelen bambaşka bir versiyonuyla karşılaşırım, zamanım yalnızca kendimindir, denerim ama " Bu böyle olmalı, şu şöyle olmalı" ahkamlarını da şu an çekemem. Ben kendi başıma huzurluysam hele hiç! Bunu bana diyebilecek tek şahıs var hayatımda o da kocamdır, tersini belirtiyor kızının ve evinin bakımı konusunda teşekkür ediyor ve beni destekliyorsa o zaman dış kapının gıcısına susup oturmak ve başka konularla kafa yormak düşer. Bunu anlatmak için amma yırtınma durumları yaşanması gerekiyormuş yahu! Türkiye'de işte hissettiğim baskılardan biri. Hem de en yakınımdan gelen dolaylı yorumlara yanıt. Anında bu kadar kafamı toplayamıyorum da üst üste, yazayım da rahatlayayım dedim.

Yalova'da deprem olduğunda mesela, insanlar beni şoka uğratmışlardı. Tanıdığımız nice komşu, çökmüş evlerin yanına kadar bizi götürüp, korkunç şekilde can veren diğerlerinin durumlarını detaylarıyla anlatmış, yerdeki kanları göstermişlerdi.

Başkasının felaketi, ne bileyim işte, atılan bombadan parçalanan insanların ya da hayvanların görüntüleri, bir hayvanın başka bir hayvanla yaptığı dövüşten aldığı bir yaraya bakmakla benim işim olmaz. Böyle hikayelerden, şiddet içeren korku filmlerinden, öldürmelerden, kandan, şundan bundan malzeme üretenleri de istemiyorum hayatımda. Eşimle Ruanda'da yaşananlarla ilgili bir filmi seyredemedik mesela. Seyretseydik oraya gidip olanları mı değiştirecektik? Farkındalık başka bir şey, canice duyguları tatmin etmek ayrı bana göre.

Ha, tabi ki Yalova'da geçirdiğim kendine münhasır sabah kahvaltılı, fırına gidip ekmek almalı, yanına pideyi eklemeli, gazete üç boyutlu elinde ince belli bardakta çayını içmeli tatiller de güzel. Bir gün istenilse de aynı mekanlarda, aynı insanlarla bir araya gelinemeyeceğini düşünmek çok üzücü...Kalan zamanı kaliteli harcamak düşüncesi ideal ama uygulaması sıfır!

Bu, bir kuşak farkı mı? O da var tabi. O zamanın şartlarında anne 40 yaşında doğurursa olacağı budur! Şimdi bakıyorum mesela 45'li yaşlarda anne olan kadınlar var. Genellemelerden ne kadar hoşlanmasam da anneliğin gerektirdiği enerjinin ve çocuğa ilgi gösterme kapasitesinin sınırlarını gözlemliyorum. Bence, insanların çok çok geç yaşlarda adet görebiliyor ya da kadınlıklarını kanıtlıyorlar diye çocuk yapmaları çok sakıncalı. Çocukları kendi gençlik yıllarında onların buruşmuş, hasta, sürekli söylenen, ben merkezci hallerine tanık oluyorlar, zor, enerjinin akışı, hayatı yorumlama, algılama, yaşananların sırasına adapte olma konusunda bile güçlükler yaşanıyor.

Maddiyat...İşin diğer en önemli boyutu. Parası olan insanlara bakın, her zaman daha enerjik ve genç görünürler. Hayatını zorluklar altında yaşayanlarsa hem eğitimsizlikten, hem de hayat şartlarından yıpranıverirler.

Şimdi, bizim yaşlılarımıza bakıyorum, imkanı olmayan çoğu anne evlatlarının yanında olmak, bütün efrat hop! dedin mi yanında bitmek zorunda. Ama hayatlar öyle değil. Herkes, imkanlar arttıkça daha farklı ülkelerde bile yaşam kavgası veriyor. Gelişmemiş, köy hayatına bakıldığında zaten okumayan insanın aileden dışarıya bir yere gitmesi, iş başvurusu yapması falan gibi bir şansı yok ki. Bakıyorsun, oğlanlar eve içgüveysi mi denir ne denir, gelin getiriyor, baba aynı evin içinde olmasa da apartmanın farklı bir katını ayarlamış, komün şekilde yaşayıp gidiyorlar.

İşte, maalesef ne kadar şehirleşmiş de gözüksek, bir tarafımızda bu eskiden kalan alışkanlıklar var ya, görüldüğünde ah vah! edilip her gelindiğinde " İşte, bakıyorum herkes bir arada, geçen gün komşuya bir şey oldu, oğlu almış arabasını attı arabasına annesini, hastanede de gelini kaldı yanında, gül gibi bakıyorlar kadına..."

E kardeş, sen zamanında öyle bir hayatı yaşamayı tercih ettin mi? Yoooo! Annem, torunlarından bile kaçardı, başkalarının torunu çok uslu onları seviyor da, bizimkiler yaramaz diye değil, temelde çocuk sevmeyen bir yapı, ondan. Bütün sağlıklı zamanlar esnasında, insanlardan kaçıp, onların çocuklarına bakmayı bile teklif etmezsen, gittiğin heryerde eleştirecek bir konu bulup, evin sahibesini deli edersen, yaşlanıp düştüğünde de o sempatiyi insanlardan çoktan kaybetmişsindir ki zaten! Bir de, zaten teknik olarak torun yaşındayım, bir de o faktör var tabi, kaçış için iyi bir yol :)

Peki, ben yaşlandığımda farklı mı olacağım? Kalabalık ve kaotik ortamları, gürültüyü, patırtıyı, düzenimin bozulmasını sevmem. Ama en azından bunları bildiğim için de ilerde çocuklarımdan kendi işlerini güçlerini bırakıp bırakıp bana gelmelerini, her başım sıkıştığında onları çağırabileceğimi, gidilmezse her önüne gelenle yalnızlığımın acılı günlerini konuşacağımı sanmam. Ha, evlat aranır, özlenir, gelsin istenir onlar ayrı meseleler ama belki çocukların hayatlarını etkileyecek, onları üzecek şekilde yapılmaz bu.

Bence, bilinçlilik ve farkındalık arttıkça insanın duyguları ile davranışları arasındaki kontrol mekanizması kuvvetleniyor. Diyelim duyguların aslında bencilce herkesin sana uyması gerektiğini hatırlatıyor değil mi? Hemen aklına geçmişin, o zamanlar gençken nasıl bir hayat yaşadığın, nelere kapıyı sonuna kadar açtığın ya da kapattığın geliyor ve kendi kendine şöyle diyorsun; " Hayat değişiyor ve ben yaşlanıyorum, kendime beni oyalayacak, genç tutacak konular bulmalıyım. Hiçbir şey yapmasam yardım kuruluşlarında gönüllü çalışırım." Herkesi kaybedince zor, insanı sürekli aşağı çeken bir duygu kabul ediyorum ama hayat devam etmek zorunda.

Annem de kendini evine adamış mesela. Şiir yazıyor, efendim kendine göre bütün tariflerini toplamış notlarını birine çeksin diye vermiş ve şimdi kime verdiğini de hatırlamıyor o ayrı, çiçekleri var, bakıyor falan. " Gel!" denildi mi herşeyi yerinde, sıhhatinden sorunu yoksa " Aaa kızım ben gittiğim yerde on günden fazla duramam!" diyor. Gittiği yerde beslenmesi gerekiyormuş, saatleri varmış, et yemeği eksik edilmemeliymiş...İstemeyip de gitmediğine başka bahaneler yaratıyor. Ama dediğim gibi bu insanları ihtiyacı olduğunda hemen yanında görme hakkını da savunuyor.

Böyle yaman bir çelişki işte...

14 yorum:

Adsız dedi ki...

Ne tesadüf o takıntı bende de var sadece mutfak değil tüm evli derli toplu olacak. Annem her derdi ki; bak bana birşey olursa evi dağıtırsa baban kardeşin eve sende dışarıdaysan eve gelince ilk işin evi toplamak olsun dost var düşman var. Bilinç altıma yerleşti sanırım her dakka nerde ne var bakınıyorum ve odalardan çıkmadan kendi çapımda dönüyorum 1 2 3 sayıyorum perdeler eşit mi objeler düzgünmü çerçeve yamuk mu ayy içim şişiyor kendimden ama ne yapayım ben böyleyim. Umarım çoluk çocuğa karışınca da hep böyle düzgün olmaya çalışırım.

Haa birde laptop takıntım her ay arşiv maillerimi silerim folder folder back up alırım cdye yazarım deliriyormuyum acep saatin 5de sana bunları yazıyorum :)

Eda Suner
♥♥♥♥♥♥♥♥♥

evinkedisi dedi ki...

Aman, yorum yazın da kaçta yazarsanız yazın. Okunmak çok güzel bir duygu, hele de böyle fermanımsı yazılardan sonra :)

Ben, laptopta mektup anlamında herşeyi gruplandırıp saklıyorum. Back up alırım, düzenli, fotolar ayrıca öyle...

Bence bilgisayarlarımız bizim için artık herşeyin saklandığı bir dolap, nasıl kıyafet dolabımız dağınık olup da tepemize gelirse bu da aynı. Aradığım bir şeyi aynı düzende bulamazsam, istediğim zamanda ortaya çıkaramazsam iyice soğuyorum.

Çocuk olunca çok geriliyor işte insan. Neden? Yardıma gelenin de aynı hızda, düzene yakın yardım etmesini bekliyorsun. Yardıma ihtiyaç olduğu zamanı kastediyorum. Göremeyince de saçların dikenleşiyor.

Kısaca, insanlarla hatta belki herkesle ilişkiler çocuktan önce ve sonra diye ayrılıyor.

Justin Biebery dedi ki...

Valla Sevgili R., hakkaten ferman yazmışsın. Ama okudum hepsini:)) Benzeri takıntılar ve şikayetler bende de var. Düzen, titizlik, kendi düzenim, saatim, başkalarına uyuz olmam gibi yani:))) Çocuklu biri olmamama rağmen ben de çocuklarla birlikte hayatların kesinlikle değiştiğinde hemfikirim. Çocuk varsa layıkıyla bakılmalı. Ben öteki taraftan biri olarak diyorum ki, çocuklu biriyle sohbet edeceksen, çocuğun ortalarda olmadığı zamanlara bu sohbeti sığdırmak lazım. Yoksa çocuk bu, dikkat istiyor zırt pırt soru soruyor, konuşmanın içine ediyor, benim tepem atıyor o zaman da. Tecrübelerimle sabittir, çocuklu bir arkadaşımla ancak çocuk ya okuldayken yada yatağa gittikten sonra görüşürüm. Yoksa sabredemiyorum ben. Ya da çocuk büyüyünceye kadar arkadaşlığı askıya almak lazım ki o biraz aşırı olur gibi:)))

Şu adının baş harfi durumu var ya, ben aslında R. olduğunu taaaa evlilik yıldönümü pastası yaptığında anlamıştım da bozuntuya vermemiştim. Pastanın üzerine adınızın baş harflerini yazmıştın hatırlıyor musun. Sanırım kadın figürünün yanında R harfi vardı, oradan çakmıştım durumu. Nasıl ama, zekiyim dimi:)))

Sevgiyle kal,
Fatma.

Justin Biebery dedi ki...

Unuttum yazmayı, karmaşık ve hafsala zorlayan saçmalıkta rüyalar görme konusunda beni geçemezsin:)) Kevin artık sabahları ben yine bir saçmalık anlatacağım diye benden önce kalkıp kahvaltısını edip işe gitmeye çalışıyor:)) Bu rüyaları yazsam mı diyorum, ama bilinçaltını ortalığa fazla saçma durumları olmaz mı o zamanda...

B5 dedi ki...

Derin bir nefes alip okudum :)
Bazi cümlelerde öyle durdum ki.. En cok da o depremle ilgili olan kisimda. Benzer bir tartisma benimle kuzenin(esmin) esi arasinda gecmisti.
Ben hayir- o evet :)... Ben siddeti gormek istemiyorum ve bu reklam olamaz diyordum vs..
Tekrar gelecegim.

evinkedisi dedi ki...

Sevgili Fatma;

Çocukla sosyalleşmeyi ben de sevmiyorum, hakikaten sohbet falan çocuk diyelim bölmese bile anne için sürekli tv seyrettirilmeye mahkum bırakılmış bir çocuk demek olduğundan vicdan azabı...

Ben, Türkiye'de kızımı eğer sürekli insanlarla sohbet edersem çok kafamdan atıyormuşum gibi geliyor. Ki öyle oluyor, onu da sevmiyorum. Dediğin gibi farklı bir döneme geçiş yapıyorsun ve bunu kabul etmezsen sürekli ortamlarla kavgalı olmaya başlıyorsun. İnsanların senden beklediği ve senin paylaşabileceğin süre gittikçe darlaşıyor. O yüzden de benim ufaklık saat yedi sekiz arası bizim hayatımızı bize iade ederek yatar uyur :)

Çocuklar oynayacak yaşa geldiklerinde ancak o da cuk oturursa onlar oynar sen sohbetlersin şeklinde olur ama çok zorrr! Genelde olmuyor işte, çocuğun da kendi arkadaşını seçmeye hakkı var diye düşünüp, en sevdiğim arkadaşımın çocuğuyla oynamak zorunda efendim de demem. Öyle mahkum kılınmış birkaç tecrübem olmuştu, kendi adıma nefret etmiştim çocukken. Hani büyükler derler ya "Hadi oynayın çocummmm!" Sevmiyorum kardeşim, zorla mı, oynayamıyoruz işte!

Evet, iyi kapmışsın da kocamın tarafına R, kendi tarafıma P koymuştum bennnn! Yani benim adımın baş harfi P de olabilir? Neyse :)

evinkedisi dedi ki...

Yine Fatma :)

Freud rüyaların her gün not alınması gerektiğini söylemiş...Aslında bizimle paylaşmak zorunda değilsin ama alınmalı. Belki bambaşka şeyler anlatılmaya çalışılıyordur, üzerine bir de olay yaşanıyordur ama bizler not almadığımız için unutuyoruz. Benim adet dönemi öncesi, bir haftayı bulur o süreç rüya açısından çok deli geçer.

evinkedisi dedi ki...

Merhaba b5;

Acaba ben de sana b5'in anlamını sorsam çok mu yanlış yapmış olurum? Ya da belki bir yerlere yazmıştın da mı kaçırdım? Açıkladığın bir şeyse bana yerini göster gider okurum ( yazılarının içinden olarak kastediyorum :) ) Merak ettim gerçekten, neden b5? Düşündüm ama aklıma da bir şey gelmedi...

Bence halkın cahil kısmı nasıl filmin dehçet sahnelerine kilitlenir ya da sokak çocukları kediye taş atar, kuşu sapanla avlar bundan bir gıdım üzüntü duymaz öyle. Canilik öğeleri kullanılarak aktarılan her türlü olmuşluğun ucuz, aslında bir takım canilere hizmet eden, onların ruhunu besleyen değerler olarak görüyor ve hayatımda istemiyorum.

Buna korku filmlerindeki kanlı sahneleri, normal hayatımızda verdiğim örenkteki gibi " Gel bak burada böyle şöyle şöyle olmuş biliyon muuuu?!" diyenleri, bir tarafı yara almış bir hayvanı ya da ameliyat edilen bir insanın detaylarını seyredenleri ve görmek istememinize rağmen " Bak bak bak!" diyenleri de dahil ediyorum.

Böyle sahneler içimi kaldırıyor, bütün sinirlerim ayağa fırlıyor ve ondan nemalanan beyni dağıtmak geliyor içimden. Aman benden uzak cehenneme direk diyeyim ve konuyu kapatayım :)

Yine bekleriz efendim :)

GULTEINEN ENKELINI dedi ki...

HIRS YAPTIM; BEN DE EKMEK MAKINASI ALICAM :P

YAA BI DE BEN COK PISIM LAPTOP KONUSUNDA, HERBISIYIM HER YERDE, COK TERBIYESIS USLANMAZ ARLANMAZIM BU KONUDA :(

GULTEINEN ENKELINI dedi ki...

kedi yaa..
is yerinde okumakla yazini evde okumak arasinda cok fark var tabi..
ya senin elinden tutup ayni konularda imdaaatttt diye baarabilir miyim?
bir de bende oldugunu sandiklari dolar makinasi sende de var mi?

evinkedisi dedi ki...

Sevgili Gülteinen enkelini hanım :)

Valla artık kime ziyarete gidiyorum, ne yazıyorum, kendimi kaybetmiş bi halde, öyle Tv, gazete, kitap hakgetire vaziyette blog dünyasında dolaşıp duruyorum:)

Yazılarını okudum, hatta ben de " Buradaydım!" dedim. Benzerliklerden bahsettim ama hiç dolar makinası denen şeyin ne olduğunu düşünmedim. Sahi o ne?! Bir şey mi kaçırdım, espriyi mi anlamadım. Bu saatten sonra anlamamış da olabilirim biraz hödük saatlerimi sürüyorum şu an :)

Dolar yapan bir makinadan bahsediyorsan ah keşke derim başka bir şey demem de daha fazla saçmalamadan kapatayım bu konuyu istersen :)

Hoşgeldin, yine buyur gel, işyerinde yazılarımı okuma, evde sakin kafayla oku, not al, yarın sorucam :)

Ay, hakikaten ortamda çok fazla kaldım, şimdi tv karşısında pinekleme ve kitap okuma moduma geçiyorum.

İzninizlene :)

B5 dedi ki...

Rica ederim, B5 esimin yapmis oldugu bir nevi isim kodlamasi idi. Ben de hic dusunmeden onu yazdim, hepsi bu. Ufak bir matematiksel kodlama...
Bu arada Selen senin sayfana yorum yapamiyormus okudun mu? Hatta onunla ilgili bir posting yapmis bir bak istersen , sana ulasmaya calisiyor:
http://www.selengulerkumalo.blogspot.com/

evinkedisi dedi ki...

Sevgili B5 :)

Şimdi Selen'in adresine gittim, kendimde de kayıtlı zaten, sürekli okuduklarımdan kendisi :)

Bu sorunu hernedense bu şablonda yaşıyor, deli olacağız, ben kendiminkine bakıyorum sorun yok, O'da bakınıyor bir şey bulamıyoruz. Neyse, umarım sorun en kısa zamanda bilgi veren biri sayesinde hallolur.

Açıklaman için ayrıca teşekkürler. Her zaman beklerim, ben hepppp buradayım :)

Adsız dedi ki...

Slm, uzunca bir aradan sonra.
Şu anlattığın olaylara, özellikle çalışan-çalışmayan anne konusunda hemfikiriz. Bende beynimi 2 rasyonel olaya bölemeyenlerdenim, kimisi ''tembellik'' kimisi burun kıvırsada, hem anne hem işkadını olmayı beceremiyorum.
Arıza çıkıyor, ki bu genelde işimde oluyor.o yüzden başından beri yavrulamaya karar verdiğimden beri ev dışında ÇALIŞMIYORUM. Çalışanı, başarabileni tebrik ediyorum.Ayrıca hangi iş bana kızlarımla yaşadığım deneyimi,lezzeti yaşatabilirdi?