2 Haziran 2007 Cumartesi

Tarhana Çorbası ve Evreka!

Aslında bugün nedense son demleri kalmış tarhana çorbasını aynı Türkiye kıvamında pişirmeyi başarınca başlığım bu olacaktı. Gündüz, bulaşık makinası akıtıyordu ya, adam çağırdım. Gelmedi tabi ki, burada bazen gece dokuz buçukta da kapı çalınabilir her an. Adamlar saat onikilere kadar çalışıyorlar. İngiltere'nin tam tersi yani, orada da mazallah hayat altı dedin mi durur. Ancak tabi sıcak iklim, farkı burada, birle dört arası fiesta :)

Akşamleyin yemek yendi bulaşık makinası arızalı diye içinde bulaşık da bırakmıyorum, elde yıkamaca derken lavabonun suyunun akması için tıkacı çıkartmamla şöpür şüpür sesler eşliğinde yine makinanın altından sular gelmeye başladı. Nefret ediyorum köpeğin tüylerinin, benim saçlarımın karıştığı bir parmak suyu yerden temizleme işinden. Vileda'nın yer bezi hazır ve nazır bir köşede bekler vaziyette. O an Evreka! dedim çünkü yakalamışım su bulaşık makinasına bağlanan, benim muz astığım musluk bağlantısından boşalıyor. Eşim yukarki katta kızıma yatmadan önceki hikayesini okurken içim içime sığmadı, hemen söyleyeceğim ya! Bizimki aşağı indi, benim tezimden haz etmedi. ( Bulaşık lavabosundan gelen suyun, bulaşık makinası musluğunu tepmesi :) ) "Eee! Olabilir, adam gelir yarın bakar." dedi. Ben de " Bu kadar sevinmişim sen bir baksan eline mi yapışır sanki?" dedim. Tabi bu diyaloğun İngilizcesi bir anda o bire bir Türkçe çeviriler gibi yaşanmıyor belirtilir. Bir anda o esprili çeviriler aklıma geldi de. Bizim adam buraya geldiğinden beridir sifon yapmaktan bile kaçınır oldu. Eskiden girdiğimiz her evde sifonu sıfırdan adam etme diploması alacaktı, masterını bu konuda rahatlıkla verebilir düzeye gelmişti yani :) Oradaki hayat şartlarından sonra ücret ödemeden yapılan ev tamiratı herkesi şımarttı anlayacağınız, artık eline hemen alet edevatını alıp söken takan adamdan geriye bu enkaz (!) kaldı. " Adamlar gelirler yaparlar." Yaaa! Yok öyle yap mağ, sen bak bi!

Sonra, boynu bükük ve o işle ilgilenmek yerine direkt bilgisayarına seyirtme yanlısı olan isteksiz eşim e lütfen bir el attı olaya ama baştan isteksiz ve topu gelecek adama atmış bir kere. Ben gördüm bizim makinada suç yokkkk! Kaçırır mıyım " Senin evde olacağın saat çağıracağım. " dedim. "Tabi!" diye onlayladı. "Bu gelmediyse başkasını çağır." demişti ondan önce de.

İlk buraya taşındığımızda bir yerlere Türkiye'deyken hiç kaçırmadan telefon açan ben, bir süre dumurlarda kaldım. Adamın ne dediğini anlayacak mıyım? Kendimi anlatmakta zorlanacak mıyım? falan filan...İşin ilginç tarafı İngiliz olmayan bir toplumun ikinci dili ciddi İngilizce. 30 yıl önce buraları zaten İngiliz sömürgesiymiş, en fazla şaşırdığım olaylardan biri İngiltere'de de bağlantısı waitrose olan Spinney's de ilginç derecede kapalı kadınların hikayelerini anlatan ki bunlar hep ikinci plana atılan ve baskı gören kadınlar ile ilgili bir dolu kitabın satılması...Bunu Arap Emirlikleri'nde görmek ilginç...

Sonradan alıştım, artık herşeyimi Türkiye'deki gibi kendim hallediyorum ama yine de bir kaçamak hakkım varsa kullanıyorum. Türkiye'de amelesi, acayibi, ucubesi... görüşüp iş bağlamaktan, kavga dövüş milleti iteklemekten gınalar gelmişti. Şimdi huzurluyum :)

Velhasıl konuyu başa sarayım, acayip güzel bir tarhana çorbası yaptım. Türkiye'den gelirken Yalova süpermarketinde keşfettiğim Pideci diye bir marka. Öylesine, denemek amaçlı aldım ama neymiş o tarhana yahu! Bayıldık. Buraya gelirken de getirdim. Bu akşam bir yerde bol domates ve tereyağını pişirdim, yan etkisi olmayan sebze çeşnisinden ekledim ve yine pişirmeye devam ettim. Diğer yandan tarhana çorbasının üzerine çıkacak kadar sıcak su ekledim ve beklettim, ardından çorbayı ateşe koyup su ekleyerek, tahta kaşıkla bir yandan karıştırıp bir yandan pişirmeye devam ettim ve en sonlarda domatesli karışımı da ekledim. Harika oldu! Türkiye'den alışılmış tadlar ya bunlar, insan özlüyor. Tatlı soğan da olacak, yoktu :( Kesilince yedi sülale ağlatan türden maşallah.

Sabahleyin Katar'da yaşayan arkadaşımdan mektup gelmiş. Mail, uzunca. Ona yanıt verdim. Bizimki banka işlerini halletmeye gitti, kızımla kaldık, ufaklık tv seyrederken ben bloğumla haşır neşir oldum, maillerime baktım, yanıt yazılacaklardan bazılarını hallettim falan derken eşimin gelmesi uzadıkça uzadı. Genelde işler on dakikada biter ve geri döner, oldu iki saat. Artık kurdeşen dökmeye başladım ki geldi. Cebini de şarj için evde bırakmış. Neymiş bu cep, nasıl da alışmışız. Yok yok! Bir daha cepsiz çıkma dışarı dedim. Ve o an hayatımızda birimizin yokluğunun nelere malolacağını düşündüm. Korkunç bir şey.

Sonra ufaklığa ayakkabı almaya gittik. En az üç yere gideriz diye düşünmemize rağmen hemen eski okulunun oradaki yolda Shoe Mart diye binbir çeşit ayakkabının olduğu bir mağazaya girdik. Ohhh! %75 indirim! İnanamadık resmen. İki çift ayakkabıyı, bir çift ayakkabıdan daha ucuza aldık geldik. Hem, gereksiz araba kullanımına da girmemiş olduk. Ben kendi başıma gideceğim mağazaya bir de. Zaten tatil yaklaştıkça alışveriş telaşı başlayacak. Yavaş yavaş o konuda organize olmam gerekiyor.

Öğleden sonramı Fatma'nın bloğu İngiltere'den mektuplar'ı okumaya ayırdım. İngilizlere ve İngiltere'ye dair çok ciddi ve doğru gözlemlerini okudukça bazen gülümsedim bazen içimden bravo! dedim. Kelalaka bir şey ararken ki şu an unuttum bile ne aradığımı karşılaştığım bu blog beni gerçekten de etkiledi. Okumaktan zevk aldıklarımın arasına girdi. Fatma'nın kocası da İngiliz, bu birçok ortak payda getiriyor şüphesiz. Bu teknoloji inanılası çok güç bir şey. Birbirini belki hayatları boyunca tanımayacak bir sürü insanı bir araya getiriyor bir de günlüklerine ortak ediyor.

Perşembe günü öğleden sonra da yayımcımdan güzel olduğunu düşündüğüm bir haber geldi. Kendi yayınevinden çıkacak bir kitabın Kanal 7'de tanıtımı yayımlanmıştı. Kendimi orada hayal ettim. Hayal işte, sınır yok ya! Olsun, bu bana hem yayımevinin doğru yer olduğunu düşündürttü, reklam ve tanıtım açısından hem de yayımevi sahibinin benimle diyaloğu devam ettirmesi ve yapılan edileni anlatması hoşuma gitti. Kitabımın ilk aşamada 1000 ya da 2000 kadar basılacağını tam karar vermediğini söyledi. Yazın Temmuz ayı olabilir sözleşme için gideceğiz bakalım bir.

Burada kitabımın tanıtımını ya da ismini yazmayacağım, ben Evinkedisiyim çünkü bloğum için :) Onu değiştirmek istemiyorum. Yoksa kendim olmaktan vazgeçer kasılırım. Olmaz. Yine de diğer tecrübelerden dolayı tabi ki heyecan boğazımdan yukarı çıkıyor ama ben hep bu duyguyu geriye itiyorum. Olmazsa diye. Diğer iki taraftan kafam tavana çok vurdu. Şimdi olgun bir heyecanla karşılamak ve fazla renk vermemek niyetindeyim. Ne zaman ki elime üç boyutlu alırım o zaman...

Ufaklığın ayakları 27.5 du, 30 aldık bu sefer. Ne kadar da hızlı büyüyorlar. Eski ayakkabıları, kıyafetlerden kaliteli olanları saklıyoruz, atamıyoruz bir tane daha olursa diye. Eşim özellikle engel oluyor, diğeri giyer diyor da ben de sekiz oluyorum bu fikrine. Cuma günü süpermarkette öndeki Arap çocuğunu bile bana gösterdi! Aman aman aman! Ne olursa olsun, olur ya da olmaz bilmiyorum ama erkeğin karısından çocuk istemesini çok seksi buluyorum. Bu güzel bir şey. Erkek istesin de sonra kadın karar versin :) Öyle değil mi?

Hiç yorum yok: