12 Mayıs 2007 Cumartesi

sabah sabah

Benim için blogla ilgili herşey çok yeni, eşim bu konularda oldukça iyi ama bizdeki klasik muhabbet genelde şöyle olur; " Blog nasıl açılıyor? Bana yardımcı olur musun? " " Tamam, sen başla ben takıldığın yerlerde bakarım." ...........Bu üç nokta bilinerek bilmemnekadar noktaya çıkarıldı çünkü bu diyalogların arasına her zaman başka işler, aylar, hatta bazen yıllar bile girebilir.

Bir arkadaştan mail gelmişti, onu bilgisayarıma kaydettim, bir işe başlayan ve aklında o gün yapılacaklarla ilgili bir sürü kalem olan biri işe başlıyor ve yapması gerekenlerin yerine bambaşka işleri yaparak günü kapatıyor. Öyle beni anlatan bir yanı vardı ki mailin, mesela bitkileri sulayacak tam sulamaya başlarken atıyorum, saksının yanındaki araba anahtarını fark ediyor ve arabayı yıkaması gerektiğini hatırlayarak dışarı seyirtiyor, derken köpeğini görüp " Tüyleri ne kadar uzamış bu hayvanın!" diyip tüy kestirmek için dışarı çıktığını fark ediyor... falan diye devam ediyor. Buradan organizasyonsuz olduğum anlaşılmasın, tam tersine bazen günlük hayatta evde yapılacakları bile listeleyip, sıra sıra eleyerek gitme huyum vardır ama yazı yazarken böyle serbest takılmayı da çok seviyorum. Konular bazen kelalaka bibirinin ardına dizilse de konuşur gibi yazmak işin en keyifli yanlarından...

Mesela, dün akşam Eurovision vardı değil mi, aynı anda ben çiçeği burnunda bloğuma da yazmaya başlamışım, bir anda yazı yazarken öbür işe geçmiş oldum, konular kaydı ( görüldüğü üzere ) gece saat birbuçuğa kadar sabrettim ama devam konusunda sinirlerim gerçekten de elvermedi. Aman Allah'ım ya, bu sefer neydi o öyle Moldovya, yok beyaz Ruslar, yok sarı benizliler ve artık salondan yuh getirtecek denli taraflı puan vermeler...

İngiltere bize 12 puan vermiş, bizim esas Ermenistan'a verdiğimiz 12 puan çok anlamlıydı bana göre çünkü hakikaten en parlak şarkıydı " Shake it up şekerim!" ve buna rağmen Türkiye'ye antipatisi olanlardan hakikaten bir puan bile gelmedi ( Ermenistan buna dahildir ) İnsan bazen hümanistliğin her konuda öne geçmesi gerektiğini düşünürken bu kadar idealize edilmişliği ile birlikte apışıp kalabiliyor. Dün bana olanlar oydu. Bu bir şarkı yarışması ama sanki içten içe bir savaş gibi algılanıp şarkının sözlerinden, dansından, halka verdiği enerjiden ziyade ırklar, yok dinler, yok komşuluk ilişkileri devreye giriyor. Bu da insanı küstürüyor.

Derken, ertesi gün gazete özetlerini izlerken bir haber " Amerika ve Almanya'da alarm, işte şu kadar Türk'ün yine arandığı, bombalama olaylarına karıştığı, onu bunu yapacakları planlanırken yakalandıkları, yakalanamayanların peşine düşüldüğü..."

Bir yanda Türkiye'nin aydınlık, kadını erkeği ile elele, laikliğe bağlı kitlelerin yürüyüşleri, diğer yandan güzel bir müzik son derece akıcı danslar ve bir anda ismi Türklükle bağlantılı kişilerin insanların hayatlarını tehtid etmesi haberi falan filan...Dışardan Türkiye'ye bakan da ne göreceğini şaşırıyor. Bugün Erzurum'u gösterdiler. Yine, bu sefer de Tayyip Erdoğan'ı karşılayan yöre halkı, ellerinde yine tabi ki Türk Bayrakları, aralarında kadınların olmadığı, farklı yüzlü bir kalabalık. O yüzden hep diyorum, kimse kimseyi temsil falan edemez, herkes kendinden sorumlu diye. ( Yine konu kaydı, biliyorum )

Şarkı yarışmasına dönelim...İngiltere bu sene iyice salmış gibi bir görüntü verdi, ne o yok hostesler, yok uçarmış gibi elleri iki yana açarak yapılan sözüm ona dans etme antremanları...

Yunanistan, " Shake" diyip de bir de üstüne üstlük söyleyen çocuğun çevresine aynı Kenan Doğulu tarzında dört kızı alınca artı ( daha bitmedi ) ve de aynı dans hareketlerini yapınca boğuluyorum sandım. Eşim, yatmaya gitmişti, Türkiye'yi duyunca tekrar gelmiş sessizce arkamda durarak televizyon seyrediyormuş, kafamı çevirdiğimde ödüm patladı.

O sahnede yaratılan coşku ve inanç maalesef bizi birinciliğe ya da en azından ilk üçe taşıyamadı işte! Yunanistan'ın bununla da bitmedi, Sertap Erener'in dansçıları tarafından kullanılan hani o uzun iplerle birbirlerine bağlı insancıklar esprisinin kısa iplisini yapmalarıyla dans ve müzik sonlandı.

Bu seferki şarkı yarışması hiç etkileyici olmamakla birlikte eşimin yıllardır bu işi gülerek ve hiç de ciddiye almadan geçiştirmesini anlamama yetti de arttı bile. Hani arka fondaki Donkkkkk! sesi gibi. Bir de ekstradan Türkiye'deki sunucunun zar zor dans etmeye çalışması, son derece hanım hanımcık hali bende eğretiliğe sebep oldu. ( İşte yine o maildeki adamın psikolojisi, yazıya hangi amaçla başlıyorum, arkası nasıl geliyor vallahi ben bile anlayabilmiş değilim!)

Konumuz velhasıl şarkı yarışması değildi, dünden beridir evin önünde yapılan kaldırım düzeltme çalışmaları sayesinde küçük çaplı depremler yaşamaktı aslında. Bu sabaha da küçük masanın üzerinde titreşen minik zımbırtılarla başladık.

Blogda yeniyim demiştim ya, o yüzden dünkü yazımı bir yandan şarkı yarışmasının başlamasına da denk getirmişim, araya reklamlar girdikçe kurcalıyorum. Resim mesim indiremedim, sonra bu sabah baktım bu konuda Picassa ile ilgili sorun varmış anladım, şimdilik foto ile ilgili bir girişimim olmasın, kalsın dedim. Derken, yazdığım ikinci yazıya etiket diye bir şey gördüm, birkça alternatif vermiş, bu ne olabilir ki? Resim koyuyor belli ki konuyla alakalı olarak diyip, doğumgünleri ile ilgili sembolleşen balonu yazdım. Akşama yazı ben kapatana kadar ortama gelmedi, sabah açtım bu sefer de etiketlerin karşısında " Balon" yazıyor ve Balon kelimesiyle ilgili ne kadar yazım varsa bunları grupluyor. Haydaaaa!

Sildim...Hala silinmemiş. Ben anlamadım, bu iş de öyle bir meret ki, bilgisayar yani, yapa boza anlıyor insan. Bir çok aklımıza gelmeyen ya da yapmaya cesaret edemediğimiz şeyi yanlışlıkla basarak falan bulmuşuzdur.

Doğumgününün yemek yapma trafiğinin ardından birkaç gün hiç bir şey yapmama modunda olacağım sanırım. Kıymayı buzluktan çıkarttım ama sabah da öyle bir kahvaltı ettim ki iki gün gider bana şimdi bu :) Yok, mümkün değil. Yemek tokken yapamayıp, acıkınca " Neden yapmadım ki?!" diyen bir tip olduğum için...

Yerin titremesi bitti... Buraya geldiğimizde çok ilginç bir şey öğrendik, fosseptik için alt yapı yoktu ve lağım makinaları ( ben öyle diyorum onlara ) gelip çekiyorlardı. Aman Allah! Daha henüz bizim başımıza böyle bir durum gelmedi ve gelene kadar da karşı tarafa işte bu koca gider boruları döşenerek çözüm getirildi...yani sanırım ve de kuvvetli bir şekilde umarım :)

Bu hafif şiddetli deprem halleri açılan yerlerin üzerinden geçen tonluk silindirin yarattığı vibrasyon. Ama bir o kadar da korkutucu çünkü kumun titreşimi nasıl ilettiğinin de resmidir. Dubai dünyanın en uzun binası, en büyük kriket sahası, en lüks ve büyük oteli, gökdelenleri, denizin ortasına uzanan palmiye şeklindeki adası falan filan gibi iddialı işlere imza atarken yerin altında kaya namına hiç bir şeyin olmadığını bilmek bana pek de güven vermiyor. Mimari açıdan hiçbir şeyin önünde engel yoktur şeklinde yapılmış, National Geographic'de yayımlanan mimari dehaların arasına giren bir proje olsa da denizlerin yükselme riski bütün dünyayı tehtid ederken bana bu tür projeler ve milyar dolarlar biraz da ileriyi görememek gibi hissettiriyor.

Doğumgünü detaylarını yazacağım. Yani bugün veya yarın, zamanım olur olmaz. O konuyu güzel toparlamam lazım. Neyi nereden aldım, eksiklikler neydi? Ben yapacağım derken neler yaşadım? :) Görüşmek dileğiyle...

Hiç yorum yok: