26 Mayıs 2007 Cumartesi

Günün Özeti (4)


( Bu güzel kelebeği geçen sene yürüyüş yaparken yolun kenarında sağa sola savrulurken buldum ve elime alıp sersemlemiş hayvancığı zedelemeden bizim bahçeye diktiğimiz Çin gülünün üzerine koydum. Sonra yanan ampulle (!) içeriye koşup fotoğraf makinasını getirdim ve bu anı fotoğrafladım. Zaten uçup gidebildiğini sanmıyorum. En azından o pis ortamdan kurtulmuş oldu, son dakikalarında kelebek yazık! )

Bir anda yalnızca dün olanları arka arkaya sıralamak istedi içim. Başka bir şeyden değil de kafamı toplamak adına çünkü gerçekten de karman çorman bir gündü. En azından, rahatlıkla bir hafta sonu tatiline en fazla ne kadar olay sığdırılır sorusunun trajı komik yanıtı da denilebilir.

1-Sabah ikide ufaklığın ateşinin çıkması, dörtte ve beşte kontrol ( ilaç verilişi için ve kusma )

2- Kalkış, yukarının toplanması ve kızımın yatağının salona hazırlanması

3-Eşimin halasının kocası'nın ölüm haberi ( beklenen bir durumdu, yaşı 85 miş. Ben hiç tanışmadım ama son derece rahat bir geçiş olduğunu yazmış kayınvalidem, hala zaten önceden vefaat etmişti )

4-Eşimin bilgisayar monitörünün bir anda çalışmamaya başlaması, köşedeki bilgisayarcıya götürüş...Çalışıyormuş meğerse!

5- Mutfak yerlerinin su kaplaması, bulaşık makinası!!!

6-Benim bacağımdaki varis için sigortanın aranması ve kabul edilmeme sebebinin sorulması. Hafta sonu tatilleriymiş! ( Oysaki, Cumartesi burada herkes çalışır !)

7-Ufaklığın kusması, yüksek ateşin devamı...

8- Yemek yapma hazırlıkları, yoğurt çorbası ve ıspanaklı kiş...

9- Akşama doğru bu sefer de kapıya gelen adamın Elektrik ve Su departmanına 2000 dirhem ödememize dair ( depozito?) kağıt. Ne yapacağız şimdi? Adamlar bir hafta içinde bunu istiyorlar, olmazsa elektrik de su da kesilecek ve biz hiç bir şey anlamadık gitti.

10- Catherine'i aradım. Anna'da hastalanmıştı, semptomları aynı mıydı diye. Yanıt gelmedi. Cep taşımayı sevmez, duymamıştır, konuşamadım :(

11- Eşim bulaşık makinasını açtı, kurcaladı bir şey bulamadı. Ben de çalıştırıp denemeye karar verdim. Şimdi bir sorun yok, anlamadık gitti.

Yine aynı soru, dönüp dolaşıp beynimi kemiriyor sanki. Biz 2000 dirhemi nerden bulacağız?! Burası için ben o parayı 2 milyar lira olarak algılıyorum. Çok yüksek bir meblağ!!! Zaten bu ay tatil için ödenen yol parası için ancak 2000 biriktirebildik şimdi o da su ve elektriğe mi gidecek?! Hay Allah'ım yaaaa!

12- Kusum'un odası için fan sorunu vardı. Pazar günü diye çağırmıştım. Adamlar geldiler, hem kapıların içindeki termitlere de bakacaklar...

Hepsine bakıldı, ana kapının, iki tane ev içi kapısının çerçeveleri ile beraber değişme kararı alındı. Başlarındaki kişi aranacak ve ona göre ne yapılması gerektiği konuşulacak. Bunların detaylarını da sonra yazarım. Termit ( ahşap kurtcukları ) tam bir dert! Burası sıcak ve nemli olduğu için onlara harika bir ortam. Eşim çağırmadan önce salona açılan kapıyı kökünden söktü ve beraber ilaçladık ama başka noktalardan ortaya çıktılar. Korkunç çoğalıyorlar ve çıkarttıkları tükürük tarzı maddeyle her yeri eritiyorlar.

Akşam uyuz olduk 2000 dirhemin nereden çıktığını anlamak için. İki ay veya daha fazla bizim su paramız gelmemiş biz de farkına varmamışız. Ardından iki ay önce su sayacının kırıldığı haberi ve toplamların tahsil edilmesi kağıdı geldi. Bu villaların sahibi olan şirketten çok memnunuz ve bu büyük bir şans. Şimdiye kadar böylesine iyi bir servisin bedava verildiği bir yer görmedim.

Bedava da nereden çıktı denilebilinir, anlatayım...Burada büyük evlerin sahipleri herkimse, ki bu kişiler genelde birden fazla yere sahip oluyorlar, bir hizmet firmasıyla anlaşıyorlar, bu firmaya aylık ya da yıllık sigorta gibi para ödüyorlar, bunun karşılığında evlerine bakılıyor ve eksiklikler, değişmesi gerekenler, evin demirbaşları eskidikçe yenileniyor.

Kiracı ev sahibinden önce bu kişilerle muhattap oluyor. Bu kişiler de ev sahibi ile kiracı arasında işlem görüyor. Yani olması gereken, mesela kural dışı ya da çok pahalı diyelim, bizim villanın sahibi özel kişi değil, tüzel, oraya bildiriliyor ve sonra onay geliyor. Ya da kapılar eskidi, böyle termit olayı oldu, değiştiriyorlar. Veya su ısıtıcısında sorun oldu, yine gelip yenisini takıyorlar, aynı şekilde sivrisinek telinden, sifonun çalışmamasına, mutfak fanından, evin klimasına...Bunu en son beşyüz milyar liraya ev alan arkadaşımın sitesinde ultrasonik bir servis olarak algılamıştım.

Hayatımız boyunca, ilk arkadaşımın annesinin evi dışında girdiğimiz tüm evlerde kanunların yavaş işlemesi, işlememesi, dayı kılıklı ev sahipleri yüzünden masraflar yapmak zorunda kalmıştık. Yapmazsan da eksiğinle oturursun öyle. Hani, "Sana kalmış, madem sen yaşıyorsun!" gibi bir anlayış vardır. Burada bizim yaşadığımız ev öyle değil. Türkiye'de yaşanan olayların aynısı buralarda da yaşanıyor, duyuyorum ama bu sefer Allah'tan şans yüzümüze güldü .

İlk eve geldiğimde evde yalnızım, kapı çaldı, şimdi çok iyi tanıdığım eve bakan firmanın adamlarından biri bana mutfağa fan takacağını söyledi. Ampulleri de değiştirecekmiş. Kendinden emin bir şekilde girdi içeri ama ben hala anlayamıyorum. Eşim de bunlarla ilgili bir başvuru yaptığını falan da söylememiş, şimdi ne alaka, birileri geliyor diyelim, siz kiracısınız, evin eksikliklerini gidermeye başlıyor ve sormamışsınız bile. Adam taktı, bana ampul veriyor kalsın diye, diyorum ki hala " Yani, bu şimdi neden bedava anlamadım?" Duruyorum duruyorum " Para vermeyecek miyiz?" diyorum. Adamın İngilizce zaten yok gibi, gülümseyerek "hayır" diyor. Ne sorduğumu bile anladığından emin değilim ama ben elimle para, ödemek falan gibi Tarzanca işaretler yapıyorum zaten. İçinden kesin demiştir delinin birine çattık diye. En sonunda anladım, ne dediğimi de çakmıyor. " Ya kardeşim ne diye para almadan etmeden yapıyorsunuz ki bu işi?!" diyip diyip durdum takılmış plak gibi. Hakikaten de elime verdiği ampullerle kalakaldım öyle bizimki gelen kadar. İşin komik tarafı, O'nun da bilgisi yokmuş biz sersem tavuklar gibi karı koca " Yok, vardır şimdi bu işin altında bir keramet, kesin acayip bir faturayla karşı karşıya kalacağız, bak gör!" diye diye kaldık. Ta ki sonradan bu sistemin işleyişini anlayana kadar.

Canım nereden bileyim ben?! Evi kolaçan etmeye mi geldiler? Bu bir hırsızlık şebebkesi mi? Beni yatırıp kesecekler mi?... diye kıvrandık ya günlerce, hala gülüyorum kendime. Sonradan öğreniyorum, zaten işçilerin İngilizce düzeyleri çok sınırlı. Bir şey yaptıklarında bile kızdın diyelim sen konuş öyle, anlat, çatla ortandan " Yes mam!" den başka bir tepki alamazsın. Hafif bir gülümseme olaya eşlik eder ve kafalar hani o arabalarda kafası oynayan köpekler vardır, vücuduna çengelle takılı olanlardan aynen o şekilde sallanır. Değişik bir vücut dili...

Bir de burada bizim çok lezzetli ya da çok güzel hareketimiz " Bekle!" anlamında yapılır. Mesela yolda giderken birisi "hımmm çok güzel olmuş" ya da yemek yemiyorsa, "hımmm ne kadar güzelsin!" diye laf atmıyordur da muhtemelen araba kullanıyorsanız " Dur kardeşim, biraz bekle ben karşıya geçiyorum! "demektedir. Bunlar zaman içerisinde öğrenilen farklılıklar. Ve görüldüğü gibi ilk anlar hatırlanınca komiklikler zinciri şeklinde değişime uğruyor. Hatta o anki korkular ve anlayamamanın verdiği stres bile espri konusu olabiliyor.

Bugün de sabah kalktım, dün akşam yine ufaklığın yanında kaldım ateşi çıkar kusar diye ama hiç biri olmadı :) Bizimkinin hastalığı bu kadar olgun karşılamasına hayranım, dün eşimle de onu konuştuk. Kendisi yorgunluğunu belirtip, kısa hikaye bile istedi. Ne karanlıktan korkar, ne bir şeyden. Benim sonradan yatağa geleceğimi söylemiştim, bunu da biliyodu ve hiç sormadı bile. Hastalık konusunda son derece dirayetli, kusarken bir kere bile ağladığını görmedik.

İlk, kendi kendine kusma girişiminde ay vay! demeden O'na ne yapması gerektiğini anlatmıştım, Antalya'da yaşıyorduk o sırada. Bunun altında bez, sabaha karşı gece boyunca da o kadar kusmuş ki artık müdahale etmek için O'nun seyahat yatağını kendi odamıza geçirmiş ama yatakta sızmışız. Bir uyandım, ufaklık yok! Yaş iki buçuk gibi, tuvalete gittim hemen bir baktım bir de tuvaletin oturulan yerini bile kaldırmış, başında eğilmiş kusmayı bekliyor :)

Yalnız, dün sabah karşı başlayan ateşle beraber gelen baş ağrısına dayanamıyordu yazık. Ağlar gibi oldu sonra yine tuttu kendini. Dün akşam hiç kusma olmadı. Ateş de saatler aralığında kontrol altındaydı. Geçen hastalıklarından ekstra olarak aldığımız burun akıntısı ya da tıkanıklığı ile ilgili bir şurup buldum. Burun ileri derecede akıyordu, ondan verdim. Şimdi o konuda da rahatladı. Ateş tekrar çıkmaya başladı gibi...

Hah! Bir diğer günün olayı...Pazar günü buranın Pazartesi ya, okula başlanacak. İyi ki hastalanmış dedim, şans, babamız sabah işe giderken aynı yerde olduğu için okul, götürüyor. Böylece hem daha az karbondioksit üretmiş de oluyoruz :) Bu detaylar benim için söylediğim gibi çok önemli. Hayatım boyunca " Tek başına yapılan şey ne değiştirir ki komiklik..." türü fikirlere prim vermedim. Çok şey değiştirir, en azından sizi vicdani olarak rahatlatır, neyse, sabah bir anda kapılar birbiri ardına telefonlar çalmaya başladı.

İlk, tekrar su ve elektrik firmasından kapı çalındı. Hemen onu şans bilip, bu nedir diye sormak için 2000 dirhemlik kağıdı götürdüm ellerine. Depozitoymuş bu ve biz ödemek zorundaymışız. Giderken de borcumuz harcımız yoksa geri alırmışız. Yahu bu az para mı hemen bulunacak?! Bİr de ay sonu, bir de üstüne üstlük herkes tatile gitmek zorunda, ayrılacak edecek...Herşey giderayak! Bir de bu sene çıkmış bu! Onu da öğrendik!!!

Moralim allak bullak içeri girdim, telefon!...Haddiiii! Birisi arıyor, erkek, bizimkini soruyor. Eeee?! " Kimsiniz nesiniz nereden arıyorsunuz?" derken, anladım ki bizim kredi kartı başvurumuza yanıt, hazırmış kart. Burada, bir güzellik daha, kartını eve getirip teslim ediyorlar. "Saat altı gibi evde olur eşim." dedim adresi verdim. Kapı!...Ay deliricem! Adamlar tekrar geldiler, yolumuzda açılmış, delik deşik... Meğerse sayaçlar elektroniğe değişiyormuş. Ellerinde bu sefer de 1000 dirhemlik yeni fatura! Oldu verilecek para 3000 dirhem!!! Adam bir de beni çağırıp da " Bu sayaç size ait değil " demez mi?! " İki ay önce sayacımız kırıldı, gelip değiştirdiniz belki bu, eski sayacın numarasıdır hala." dedim. "Peki" dediler, gittiler. Ne zaman gelirler yine bilmiyorum. Bir de bahçeden bağlantıyı kontrol ettiler ayrıca. İçeri girdim yine telefon...Yok! Diyorum ya şu iki gündür var bir keramet! Uyuz gibi açtım telefonu. Catherine!!!! Kızımın en yakın arkadaşının annesi :) Ohhhh! Güzel bir ses.

Hemen anlatmaya başladım ne oldu, nasıl oldu. Derken birinci iyi haber geldi. O, elektrik su depozitosunu eşimin şirketi halledermiş :) Süper!!!!! Yeni su sayacını da biz ödesek de hemen arkasından bu sefer villa'ya sahip firma geri ödeme yapıyor, sayaç kırıldığında da aynı şey olmuştu. Problem yok, test edildi onaylandı! :) İkinci soru Catherine'den geldi. Ufaklığın evlerine gidip gidemeyeceğini sordu bana. Ben de " Hayrola?!" dedim. " Anna evde mi bugün?" Hatta Allah Allah kızı da mı hasta da benimkini de çağırıyor diye düşündüm. Hayır! E bugün okullar tatilmiş ya!

Yani, işin bu kadarı! Eğer bizimkiyle gitseydi okula çok zor olacaktı çünkü eşim işe başlıyor hemen ve benim apar topar okula çıkıp almam gerekecekti. Neyse yapardık da, olsun ne büyük tesadüf! E peki her hafta sonu gelen okul gazetesi? Yazıyormuş, gördüm de biraz geç oldu. Bir de arka sayfanın başına koymuşlar. Neyse...

Sonra tuvalete girdim ve yine telefon! Biliyordum bunu yapan hep annemdir. Evvvettt!!!! Yanılmamışım. İnternete geldi, konuşmak için. Şimdi yemek yapma durumları...Ufaklık yesin diye bir şeyler bulmam lazım. Daha biliyorum ev makarnası tarifini yazacağım. Zaman bunlursam bugün eklerim. ( Fotoğraf ekleyecektim, google error veriyor ne iş?! sonra bakarım )

Hiç yorum yok: