21 Mayıs 2007 Pazartesi

Dünya Küçük :)


Bundan sonra yazılarıma ufaklığın bilgisayara geçirebildiğimiz resimleriyle başlayacağım. Kelalaka konular olabilir, dert değil, yazı o zaman çok kara kuru oluyor. Anlattığımla ilgili foto bulacak halim de olmadığından bu çözüm en iyisi :) Yine bir beş yaş çalışması, kedi ve mutlu bir günün yansıması :)

Dün akşama doğru üç yıldır sürekli yazı yazdığım yer sayesinde tanıdığım bir arkadaşım, kısacık bir mail atmış. " Teyzeoğlu X'in selamı var..." Uzun zamandır da mailleşmiyoruz.

Bizde aile bağları beter olduğu için bütün yeni nesil bibirinden kaçmakta bulmuştur kurtuluşu. Birbirimizi cenazelerde gördüğümüzde " Aaaa bak bu da bizim kandan! Ne kadar da güzel ( ya da yakışıklı ) olmuş, kan da çekiyor anasını satim!" der, sonra da bir onbeş yıl başka biri ölene kadar yine görüşmemeyi seçeriz. Çünkü biliriz ki öyle bir girişimimiz olsa benim özellikle anne tarafı ak diyeceksin, bok anlayacak, zart diyeceksin, zurt diyecek, baba tarafına gelince, o tamdan kopuk. Babamın toplam dört kardeşinden ikisi mefta, biri Almanya'ya gitmiş yüzyıllardır orada, diğeri en son gördüğümüzde ülkemizin bir şehrindeydi, şimdi nerede hiç bilmiyorum.

Amcalarımdan biri Alamanya'dan geldiğinde babama o kadar benzetmiştim ki yanına sokuldum ama adamda tık yok! Sanki babamın robot kopyası, içinden duyguları çekilmiş, yemin ediyorum herhalde altı ya da yedi yaşlarındaydım. Şımarık kediler gibi koltuğun yanına çömelip, kol konulan yerden aşağı sarkan elinin altına kafamı sokmaya çalışmıştım ama nafile...Görüş o görüş! Babama lenf kanseri teşhisi konduğunda bir içkili anında belki " Batsın bu dünya!" diye döşediği mektup da babamın kendini bu meretten kurtarmasıyla bir dahaki ölüm tehlikesine kadar (!) ara verdi.

Neyse...Aile meselelerini yazmaya kalksam sayfalar alır ama hakikaten arkadaşımı yazdığım yazılar vasıtasıyla tanımışım, hiç teyze kızları oğulları falanla alaka ilgi yok. Benim ilgim yok ki O'nun olsun! Dün arkadaşımdan gelen bu kel alaka maile ( o sırada ismi bile anlamıyorum ya o yüzden alakasız diye düşünüyorum ) başladım yazmaya..." Kızım aradan o kadar zaman geçti yazdın anlıyorum ama sanırım başka birine yolladığın mail bana...bi dakka...bu teyze oğlu...aaaaa! adı! evet evet aynı! " Donkkkkkkkkk!

Meğerse, bunlar altı yıldan beridir tanışıyorlarmış. Son iki yıl pek görüşememişler ama geçen hafta ziyaretlerine gitmişler. Sonra, laf lafı açmış derken mevzu kadınların çalışıp çalışmamasına gelmiş. Bu konuda benim de yazdığım yazı vardı, sonra konuyu buraya taşırız ama herneyse, arkadaşım bunun kadına kalan bir seçim olması gerektiğini ve hep evde oturmayı hayal ettiğini falan anlatırken, bir anda beni örnek verip, " Mesela, benim kocası İngiliz bir arkadaşım var, Abu Dabi'ye yerleştiler ve hatun evinde gayet mutlu yaşayıp gidiyor..." demiş ve benim teyze oğlu lafa dalmış " Adı nedir o arkadaşının?" diye sorunca,
bizimki; " Ya bi dur lafımı bitirecem, yani ne?!!! Adını söylesem tanıcan mı ki sözümü kesiyorsun?!" falan demiş. Teyze oğlu, tekrar ısrar edince arkadaşım da " A ha bu!" " O benim teyze kızım olur!"

Arkadaşım haliyle olayı alaya almaya başlamış, hakikaten çok absürd bir durum. Eskiden Türk filmleriyle falan dalga geçerdik, hani babasıyla çocuk tanışmıyorlardır da çocuk kazık kadar olunca yolda giderken omzuna yanlışlıkla değen adama " Size baba diyebilir miyim?" der, O'da babasıdır zaten. Tesadüfün böuylesi yuh!!! falan derken film bildiğimiz karelere atlayarak sonlanır :)

İşte, alın! Hayat normal seyrinde akıyor ve koskoca yedi küsur milyonluk İStanbul'da benim yazı yazdığım yerden tanıdığım, sonra çok da samimi olduğum arkadaşım ( çok da severim kendisini :), hani okudu mu benim bloğu onun testini bu bölümle yapıcam :) ) git sen bula bula benim tayzemin kızının oğlunu bul! Yani tam teyze çocukları değiliz. Ama olsun!!!

Ha! Bir de çocukcağız iyice abandone olmuştur gittiğimiz yer hakkında. Sharjah'ı kimse hatırlamıyor ki, annem zaten aynı sorundan müzdarip olduğundan herkese; " Dubailere gitti bizim kız" diyor, bizim yıl içinde Dubai'ye gitme sayımız 1/8!!!! Annemden duydukları memleket Dubai'ydi, şimdi de Abu Dabi oldu. Sharjah iki durak sonra :) Valla karı koca kaçkınlar gibi sürekli yer değiştirirsek olacağı budur!

Şimdi sırtım ağrıyarak yazıyorum çocuklar bunu :) ( babaannem hisleriyle yazmışım, bir anda çocuklar bölümünü eklemek istedim, kendi bloğum değil mi, canım ne isterse yaparım, ay nasıl da seviyorum yaaaa :) ) Benim mutfak dolapları böyle dışarı dışarı veriyordu kendini, bugün sabah haftalık alışverişe gittim, arkadaşlardan birine fikir yazısı yazacağım diye iki saatim mefta olduğundan, postaneye gidip de ablama mektubu atamadım, yarın sabah o var planda.... Eeee?! Yahu, hakikaten hiperaktiflik var bende bu gün, şimdi bu geçen cümleyi tamamlamışım ve aşağıdaki alışveriş bölümüne geçmişim. Bu paragrafta mutfak dolaplarımın içini açıp bir anda büyük bir galeyana gelişle her türlü torbası içinde olup, lastik bantla kapatılmış, eciş bücüş üstüste biriktirilmiş, bazılarının zamanı geçmiş falandı filandıları topladım. Fazladan kavanozum vardı diye atmıştım, Allah'tan kağıtları atmışım da hepsini geri çıkartıp kırmızı mercimeğimi, pirincimi kısacası neyim varsa hepsini kavanozlara koydum, üstlerine de son kullanma tarihlerini bir güzel ekledim :) Bize yemeğe gelmeye kalkan olursa diye yazıyorum, çöpten çıkardığım kavanozun içine mercimek koydum böğğğğğğhhhh! ( Şaka yav! Yıkadık tabim kiiii! ) Ay, nedense bir anda Avrupa Yakasındaki o adam aklıma geldi, hani elinde james bond çantasıyla dolaşır ve tel tüy saçlarıyla zıplar hoplar falan...O parantez içinde kalan bölümü O'nun gibi okuyun bakim :)

Sonra, hiç kullanmadığımız bazı şeyler vardı Türk çayı yapmak için demlik falan, Türk çayı yok ki anasını sattığımın! O zaman o yer kaplayan zımbırtıları pek elin gidemeyeceği bölümlere yerleştirdim. Zamanı dolmuş deli bakliyat şu bu varmış, hepsini attım. Unutup, görmeyip de mükerrer aldıklarımı paketlerini açmadan aşağı dolaba, açılmışları ve halihazırda kullanılanları da dolabın yukarı bölümüne yerleştirdim.

Gülse Birsel "Çok ciddiyim" 2'deydi sanırım, " Ev sanki bir organizma mıdır ki kendi kendine pislenir, dağılır?!" falan der. Bence, ev cidden bir organizma. İçinde yaşayanlarla kesin enerji bağlantısı olan bir yapısı var.

Evimin her eşyasına bakıp, temiz tuttukça ve düzenli oldukça içimden resim yapmak geliyor :) Bugün içim çıkmış mutfağı temizleyip düzenlemekten içimdeki ses dalga geçer gibi " Nerede benim boyalarım, fırçalarım?!" diye tepiniyor :)

Düzensizlik, dağınıklık ve pislik beni içeri çekiyor. Bu şekilde bakılan her şey ise sanki bana gülümsemeye başlıyor. Kısacası, evimi çok severim ben. ( hiç belli etmem aslında da :) )İlk yaşadığımız yer kapıcı dairesinin yanıydı, gelenler adam kesecez diye tırsarak inerlerdi merdivenlerden aşağı. Köpeğimi aldığımda çeke ite soktum hayvanı evin katına indireceğim diye ama o küçük evi öyle bir hale getirmiştik ki hala eski haller gelir gözümün önüne. Bir de ilk yalnız yaşama denemeleri...Salon koltuğumda stressizlik ve sükunetten uyuyanlar bile olmuştur. "Çay yapıyorum, yanına da kek falan getiriyorum, şimdi gelecem." derken ha! :)

Dolayısıyla, mutfak işim saat onbir gibi bitti. Tezgahımı çamaşır suyuyla silip herşeyi yerine yerleştirdikten sonra çöpü atmak için dışarıya çıktım, eve geldim ki halamın evi gibi kokuyor. Müthiş ev kadınlığı olan bir kadındı. Hergün muhakkak mutfağını çamaşır sularıyla silerdi. Bir kirli bez, bir rengi atmış beyaz bulunmazdı evinde. İnsanları hatırlamak için bu kadar acayip kokular bile yeterli olabiliyor. Halam da çamaşır suyu kokusu ile özdeşleşmiş kafamda demek ki...Bir de evinde harmanlanmış, iyi suyla demlediği Türk çayı... Camdan dışarı bakıp sohbet ederdik. İnsanların ölmesi...Neyse, bu da ayrı bir yazı konusu olsun, herşeyi buraya tıkıştırmayayım şimdi.

Alışveriş benim, iki saatlik bir mevzudur. Nerede ne çıkmış ( kıyafet anlamında değil, ürün olarak ) bilgisayara takılıp çıkarılacak kablosuz monitör yaratılabildi mi, ekstradan takılabilen hoparlörlerin boyutları ne kadar küçültülebildi gibi ilgisiz alakasız şeylere bakarak başlarım turuma. Mesela kitaplar bölümünde muhakkak şimdilerde pasta ile ilgili kitaplara bakıyorum. Bugün cup cakes ile ilgili çok şık, bir sürü teknik anlatan bir kitap buldum. Alınasıydı da...Ama, dağılmadan bakmam lazımdı :(

Alışverişi yapıp eve geldiğimde ( tekrardan kullanılan torbalarımla, onu da sonra yazarım ) saat 12:30 gibiydi, biri geçe ufaklığı almaya okula gideceğim için hemen yerleştirmeler tamamlandı ve ben dışarının neminden dolayı havaya kalkmış tozların yapışmış olduğu halimden kurtulmak istedim. Ve bir buçuğa doğru okula yollandım.

Ufaklığın okuluna geçen hafta itibarıyla kağıt dönüşümü için conteyner konuldu. Ben bir dönüşüm firmasıyla görüşmüştüm ama onlardan telefon ve bilgi beklerken başka bir yer devreye girmiş. Sonradan bizimkinin öğretmeni daha önceden bahsettiğim firmayı sordu ve kartını istedi çünkü getirip koydukları şeyin üstü açık, uzanabilmek biraz zor, genelde kuru bir rüzgar olur buralarda, o rüzgar da alıp öbür tarafa yapıştırıyor atılan kağıtları. Neyse, değişikliğe gidileceğini söylediler bakalım ne olacak? Ama ne olursa olsun ne kadar da karton türü kağıt çıkartıyormuşuz şaşaladım. Şimdi biriktirip okula götürüyorum. İçim rahat, kağıt konusunda kuş gibiyim. İkinci merhalede diğer malzemeler de devreye girecek. Olması gereken de bu.

Yarın sabahtan itibaren yürüyüş bandıma çıkıyorum, belime aldığım bır bır makinamı takıyorum ve az yiyorum! Karar verilmiştir! Bu gece son baktığımda 56 idi :( Hemen 50 ye inmem lazım! Eskiden yiyip de kiloya dönüşsün diye yatan ben, teyzemin iki çatalı alıp yürüyüşümü taklit etmesi mazide kaldı. İnsan çok değişiyor çoooookkkk!

Bu arada, çatalı bana benzeten teyzem, teyzemin kızının oğlunun da teyzesi oluyor :) Nasıl anlattım ama :) Yani konuyla bir alakası yok çatal dışında :) Hadi hadi bana iyi gecelerrrr...

Hiç yorum yok: