30 Mayıs 2007 Çarşamba

Bilgisayarım, köpeğim ve ben.

Dün üç kalem şey daha öğrendim blog ve scanner ile ilgili. Eşim bir kere göstermişti scanner'ı ama aşamalarını aklımda tutamamışım. Bizim kızın resimlerini şu bir ay içinde 32 kalem işin arasından scanner'dan geçirmem ve düzenlemem gerekiyor.

Bizim alet yani printer, fotokopi makinası, foto basma makinası ve scanner, HP'nin PSC 1513s All-In-One. Yazma gereği duydum çünkü İngiltere'ye görümceme gittiğimizde ( aslında insanlara görümce ve kayınvalide falan tanımlamalarını sevmem ama burada haliyle öyle olacak ) çıktısını aldığı fotoğraf kalitesinin bizimkinin çeyreği olduğunu gördüm. Hemen digital fotoğraf makinamızı da ekleyeyim ki bu son derece iyi ikilinin reklamı olsun :) Hakediyorlar, yazmak lazım! O da Canon Ixus 50 ( 5.0 Megapixels ) Hakikaten çektiğimiz fotolar da aldığımız fotoğraf çıktıları da mükemmel kalitede.


Blog için Picassa galeri hazırlamak için baktım, benim aklımdaki düşünce bloğun sol kısmına ekle dediğimizde foto albümü de ekleyebilmekti ama foto ekle var tamam, galeri yok. Ya da henüz ben doğru yolu keşfedemedim. Aslında sonuçları görmek için oraya sizlerle paylaşabileceğim İngiltere resimlerim vardı geçen seneden. Özelden yolladıklarım var, arkadaşlar çok beğendiler. Neyse, bloğa koymanın yollarına bakacağım. Hatta şimdi bile aklıma bir yol geldi. İngiltere ile ilgili detaylara girmemin baş sebebi abimin iç mimar ve endüstri tasarımı mezunu olmasıydı ama sonra baktığımda iyi ki de çekmişim dediğim çok fotoğraf oldu. Nasıl olsa artık film yakmak, çıktısını alanın dom domluğuna kalma devri de kapandı. İstediğimiz kadar oynama yapmak, fotoğraf çekmek serbest!

Bu, büyük bir teknoloji devrimi gerçekten de. Bilgisayarın başlı başına kendisi öyle zaten. Mesela şimdi bilgisayarda konuşabiliyoruz değil mi? Tatile gittiniz diyelim ailenizle konuşurken kendi hazırladığınız ve açıklamaları fotoroman kıvamında hazırladığınız Picassa albümünü karşılıklı yüklüyorsunuz, ardından da konuşa konuşa slayt şeklinde fotoğraflara bakabiliyorsunuz. Paylaşım anlamında bu büyük bir şeydir ve bizler gibi yurt dışında yaşayan insanların sanki memleketlerinden gitmemişçesine görüşme yapmaları, içlerini dökmeleri için bulunmaz bir Hint Kumaşıdır. Diyorum ya hep utanmasam lap topumu alıcam öyle yatıcam diye :)

Ben, bilgisayara bu kadar yakınlaşacağımı hiç bir zaman düşünmezdim. İlk evlendiğimiz zaman aldığımız şimdi ufaklığa devrolan toplama bilgisayarda eşim diploma kursunu bitirdi. Birinci kitabının rötüşlarını tamamladı, ikinci kitabına geçiş yaptı, onu bitirdi, kendine web sayfası hazırladı, şimdi yazdığı konuda en çok tıklananlar listesinde oturduğu yerden para bile kazanır oldu :)

Arap Emirlikleri'ne geldiğimizin belki altıncı ayında artık tepesinden buharlar çıkartan eski bilgisayar yeni masa üstüyle değişince, eskisi bana kaldı. O an anladım kişisel bilgisayarın ne anlama geldiğini. Ya da derler ya bilgisayar kişiseldir diye. Evet, kullanana yani depolayana ve yazana öyle. Ama eğer yalnızca konuşma, oyun ya da mailleşme amaçlı kullanılıyorsa o zaman o kadar da kişiselleşmiyor. Benim herşeyden önce diyorum ya basılmamış ama basılmayı bekleyen bir kitabım var ve bu kitap zaten benim bilgisayarın bir çekmecesinde duruyor, onunla ilgili yazışmalar, sunumlar, insanların düşündükleri ve benim kapak çalışmam...Başka yerde günlük olarak gelen aşağı yukarı abartmıyorum 20 maillik bir bölüm. Onları arşivliyorum çünkü insanlar arasındaki fikir alışverişi belki beş kitap yazacak kadar malzeme içeriyor, bir de benim yazdığım ferman niteliğindeki maillerim var cevap anlamında tabi ki...Ardından bazı arkadaşlarımdan gelen özel mektuplaşmalarım. Blog açmadan önceki mektup trafiğim zaten bir günlüktü benim için. Tüm duygular, yapılanlar, edilenler, düşünceler vesaire...Fotoshop ve Picassa yani bilgisayarın görünümünü cilalayan unsurlar. Eskiden bütün atamadığım bilgileri dosyalama huyum vardı şimdi bilgisayarımda sağlık, eğitim, politika bütün ilgilendiğim konuların dosyasında bilgilerim. Ne yer kaplıyor ne bir şey! Alt tarafı incecik bir lap top işte!

Scanner'dan nerelere geldim yine. Evet, scanner'ı öğrendim. Ardından da bloğuma bir fotoğrafı yüklerken fotoğrafta gereksiz detaylar bölümünü küçültmek ve kesmek istdim. Devreye hangi program girmeli? Photoshop tabi ki. Bazı aşamaları eşimi takip ederken görmüştüm, crop, copy, paste ler nasıl yapılıyor gibi. Windows'daki gibi olsa da aynı mantıkla gitmiyor Photoshop'da işler. Neyse, dün kendi aklımda kalanlarla bir fotoğrafı yalnızca bir objeyi odak alarak küçülttüm. Tamam, dosyaya da kaydettim ama gel gör, bloğa ekleyemedim :( Meğersem Jpeg olması lazımmış fotoğrafın ve o da Photoshop programıyla seçilen bir detaymış.

Akşam onların hepsini hallettik. Hem bir fotoğrafın diyelim arka tarafında gözünüze ters gelen bir detay var ve o detay olmasın istiyorsunuz, objeye odaklanarak fotoğrafın o bölümünü alıyorsunuz ( crop işlemi ). Sonra da bloğunuza yapıştırmak için fotoğrafın orjinal halinden daha küçük yani kalitesiz hale getiriyorsunuz. Blog zaten ufak foto kullanıyor. Ve dün öğrendiğime göre yüzde yüz kullanılan fotoğraflar ne yapıyor? Bir süre sonra bloğa aktarılan fotoların büyüklüğü sebebiyle açılmada gecikmeler yaşanıyor. Bunu istemeyiz. Ayrıca orjinal fotoğrafın bloğa yüklenme süresini de uzatıyor. Amaç, bloğa renk katmak ve fikir vermek. Dolayısıyla dosyayı küçültmek de çok önemli. Öğrendiğim diğer iki aşama da bunlar oldu :)

Akşama doğru bizimki geç geldi, geç derken altı. Ama bütün gün evde kalınca sanki yıl gibi geliyor, normalde ufaklık okula gidip gelirken ben götürüp getirdiğim için gün dışarı içeriyle bölünür her zaman. Ama bu hafta Cumartesinden beridir evdeyiz :(

Derken bahçeye çıktık, küçük kızım artık iyice yorgundu ve yıkanması gerekiyordu. İçerilere göre dışarısı çok daha nemli ve sıcak. Ufaklık hiç koşma girişiminde bulunmadı ki bu da gerçekten yorgun olduğunun bir göstergesi. Bahçedeki bitkiler son derece hoşnut sıcaktan, işin ilginç tarafı kapının her iki yanına diktiğimiz yasemin tamamıyla kurumuştu, şimdi tekrar filizleniyor. Onun dışında ektiğimiz ne varsa belki diyebilirim ki beş kat büyümüş durumda. Begonviller özellikle çok seviyor sıcağı. Bahçemi sonraki bir sefere anlatacağım.

Bizim köpekten bahsediyorduk...Dört ayaklı aile bireyimiz bizimle birlikte heryere geldi, Antalya'da da yaşadı. Sıcağın ne olduğunu biliyor ama gerçekten de buraları yok Husky'ymiş, yok Golden Retriever'mış bu tip köpeklere uygun değil. İngiltere'den köpeklerle ilgili pet programları yayınlandıkça hayvancığımızın ne kadar sıkıcı bir hayatı olduğunu ve O'nu alarak bencillik ettiğimi düşünüyorum. Gerçi ben almasaydım ne olacaktı? Muhtemelen Bağdat Caddesi'nden birileri alıp eve kapatacaklardı 24 saat. Muhtemelen de çalışıyor olup bütün gün yalnız bırakacaklar, hiç serbest dolaştıramayacaklar, top bile atacak yer olmadığından ya da parklarda hep vahşi başka köpek sahipleri olduğundan koşmasına bile izin vermeyeceklerdi. Bizden daha beter bir hayat yani. Ama bir de Arap Emirlikleri'ne gelirkenki aşamada bıraktığım bir arkadaşım var. Çocukları yok, arkadaşım çalışmıyor, onbeş gün sonra köpeğimizi bana geri getirdiklerinde ki nakliyatı yapılacaktı, bizimki onlarla seyirtmesin mi? Arkadaşımın eşine bir düşkünlük...O kadar belli ki O'nu bırakıp gittiler diye bir süre çok mutsuz oldu. Neden? Çünkü her hafta yazlığa götürmüşler, yüzmüş, evde çocuk olmayınca tabi ki evin evladı gibi olmuş, arkadaşımın zamanı bol, imkanları da müsait bunu çanta gibi heryerlere taşımışlar anlayacağınız. Ve benim aklım hiç onlarda kalmadı. Bakanın o kadar önemi var ki insan o zaman anlıyor. Yazlıkta bir de arkadaş edinmiş kendine, koşmuşlar oynamışlar, hatta videoya kaydetmişler de bana belki bu yaz getirir :) Köpekler sosyal canlılar, aktif varlıklar, ne olursa olsun doğaya yakın ve özgür olmak, görev yerine getirmek onları hayata bağlıyor. National Geographic iki de şimdi daha önce BBC'de yayımlanan " Görev Köpekleri" programını her seyrettiğimde içim gidiyor bizimkinde potansiyelin evde uyumak için kullanılmasına ama elden gelen bir şey yok. Bizim hayatımız böyle, şartlar bu ve O da ailenin bir üyesi. Daha iyi olmasını isterdim. Özellikle İngiltere hayatını deneyimlemesini canı gönülden arzulardım çünkü açıklık ve yazın bile serin. Tam bizimkine göre. Kovalanacak arılar, çiçekler, atlanıp zıplanacak yeşil alanlar...Aslında ideali bu. Yani almaya karar veren herkesin bu detayları düşünmesi gerekiyor çünkü köpek hep köşede kalacak ve evi süslemek için kullanılabilen cansız bir biblo değil. Yaşlanıyor, hastalıkları oluyor, gençkenki hareket ihtiyacı insanın aklının alabileceğinden çok fazla vesaire vesaire...Başlı başına bir başlık aslında.

İki ucu boklu değnek derler ya. Benim köpek almak, hayatımın en büyük emeliydi. Çocukluğumdan beridir bunun hayalini kurdum. Evlendim, hep aklımın köşesinde bir köpek...Eşim zaten büyük alanları olan bahçelerde köpeklerle atlarla büyümüş bir adam. Önce evimizin çok küçük olduğunu, yaşadığımız mekanın ( Bağdat Caddesi ) uygun olmadığını söyledi durdu. Büyük bir sorumluluktu, eğer gün olur da ülke değiştirirsek yapılacak bir şey olmayabilir, işi reddetmek zorunda kalabilirdik. Haklıydı ama bir gün sokakta bir ağaca bağlanmış kanişi bulup eve getirdiğimde bir hafta kadar sahibini aradık ve bir telefon! Bulundu. Köpek adına çok sevindim. Sokakta yatan bir kadının köpeğiymiş, köpek de sahibini bulduğu için çok mutlu oldu ama ben bir şekilde evcil hayvanlar mağazasına Golden Retriever gelirse haberim olsun dedim ve bizimki geldi :) Eşim İngiltere'ye gitmişti ve ev benim hakimiyetime kalmıştı, boşluktan yararlandım ve otoriteye karşı geldim yine. En büyük zevkim...O sırada eşimin annesinin bu konudaki soğuk yaklaşımını bile baz alıp yapabilirdim ki biraz da öyle oldu. Ben hep başkalarının istekleriyle mi yaşayacaktım kendi evimde bile? Yıllarca annemdi babamdı, şuydu buydu zaten bakamamıştım. Şimdi ev benimdi ve kim ne derse desin alacaktım! Herkes kendi işine baksındı hem canım!

Şimdi 35 yaşımda neyin ne demek olduğunu, insanların neden bu sorumluluktan kaçtığını anlıyorum. Arap Emirlikleri'ne gelirken sorun olacak mı korkusu vardı. Olmadı ve villada yaşamamıza belki de köpeğimiz sebep olmuştur, çünkü buralardaki apartmanlarda kesin yasak. Bize çok şeyler verdi, sevgisine ve bağlılığına diyecek yok, O ailemizin bir parçası. Ama bizim göreceli olarak sıkıcı ve monoton bir hayatımız var. Öyle dağ bayır dolaşan tipler değiliz mesela. Yoğun bir çalışma ortamında bunun yapılabilirliği ne kadar sonra? İnanılmaz bir tüy problemi var Golden'ların. Hele de mevsim değiştirirken. Evde bakılan köpeklerde yaptığınız ev yemeğini köpeğinizle paylaşmanız diye bir şey sözkonusu olamaz. Çünkü onların sindirim sistemleri bizlerde olduğu gibi yağı, sosu, tuzu, biberi kaldıracak şekilde programlanmış değil. Dolayısıyla, bağırsak bozulması ve kusma köpeklerde ve kedilerde çok yaygındır.

Zaman zaman kuru mamaya harcanan paralara kızılır. Kızılmamalı çünkü onu yaşayan ve deneyimleyen bilir. Bu tip sindirim problemleri yüzünden ne yapar eder kuru mamaya başlarsınız bir kere, eliniz mahkum. Arkasından uzun yıllar kullanılan ucuz süpermarket kuru mamasının köpeğinizin tüylerini değiştirdiğini, gözlerini akıttığını ve resmen abartmıyorum, içini kokuttuğunu gözlemlemeye başlarsınız. Tabi ki bu hemen gelen bir sonuç değildir belki beş altı yıl sonra köpek soluklaşıp değişmeye başladığında " Ben ne yapıyorum?!" demeye başlarsınız çünkü o sağlık sorunları çok daha büyük meblağlarla geri dönmeye başlar.

Bizimkinin dişleri yemin ediyorum bizimkilerden daha fazla temizleniyor. Eşime hep söyledim, kitaplarda okuduğum da bu yöndeydi, dişlerin fırçalanması lazım. Ama onlar hayatları boyunca o kadar köpek bakmışlar ve bir kere bile yapmamışlar bunu. Eh! öyle diyince zaten sevimli bir iş değil, köpek de rahatsız oluyor, izin vermiyor ben diş macunu falan da bilmiyorum özel, bizimkiyle denemelerimiz de boşa çıkıyor. Zaten dediğim gibi eşimin bu konuda inancı da olmadığı için umurunda da değil. Kuru mama adı üzerinde katır kutur, dişleri zaten yemek yerken temizlemesi gereken de bir şey. Ama bir koku, aman Allah'ım! Gel de temizletme!

Türkiye'de hep veterinerle haşır neşir olmuşuzdur. Maddi imkanımızı zorlayarak Tarabya'da Ekunuba diye bir mama var ona geçtik. Diğer ürünlere göre çok pahalı. Baktık köpeğin resmen içi konuyor. Dayanamadık, aynı mekanı paylaşıyoruz sonuçta. Buraya gelmeden uyuşturup dişlerini temizlediler. Bütünüyle. İki gün kendine gelemedi zavallı. Antalya'daki dişçimiz bayıltmadan yapardı ama bu derecede olduğunu gerçekten de bilmiyorduk. Buraya gelince bizim kızın bale öğretmeni sayesinde hemen mahallenin arkasında bir veteriner keşfettik. Hollandalı genç bir doktor. İlk baktırmaya götürdüğümde tam olarak anlamadı, " Daha kötü ağızlar da gördüm bu genetik bir durumdur." dedi. Dişleri fırçalıyor musunuz? İşte anlamlı, yıllardır benim söylemek istediğim ama yapamadığım iş. "Hayır"dedim haliyle.

Veterinere diş temizliği için bıraktığımda köpeğimiz tam anestezi almış, iki tane artık kapkara olmuş dişi çekilmiş, diğerleri de zorla kalmak zorunda olan dişlerle sersemlemiş haldeydi. Şimdi dişleri fırçalıyorum. Yapmak zorundayım, özel köpekler için diş fırçası ve biftek lezzetinde diş macunumuz var. Teknoloji ilerliyor kabul ama daha iki sene önce Tarabya'da tam anlamıyla yaptırdığımız işlem sırasında bu dişlerin çürükleşmeye başlamış olması gerekiyordu. Ağrısını tahmin bile edemiyorum :( O veterinerler neden görmedi senelerce bu durumu? Ağızdaki koku tamamıyla temizlendi. Ama dişlere çok iyi bakmamız lazım yoksa dişsiz kalma durumu var ki bu da bir köpek için hiç iyi bir şey değil.



Köpekler yetişkin olduklarında iyi de eğitim alan cinslerse ki Golden Retriever lar zeka olarak kurt ve dobermanla aynı düzeyde, asla eve dışkılarını yapmazlar. Bizimkinin vücut dilini anlamamak da odunluktur zaten. Sana gelip anlatır, dışarıya mı çıkmak istiyor, eve mi girmek istiyor? Bu güzel varlıkları eve alırken köpek olduklarını, doğadan gelen özellikleri maksimum ölçüde eleseler bile yine de barındırdıklarını unuturuz. Köpeğimizi ilk aldığımızda dışkı yemesinden geçirdiğim şoku asla unutmuyorum. Sonra sonra, o da aradan yıllar geçti de başkalarından da duydum. Ücretsiz eğitim verme merkezleri vardı biz Bursa'da kalırken, oraya danıştığımda hiç de uzaydan gelen bir soru gibi yanıtlamadı veteriner ki demek bu bilinen ama tıpkı hamilelikte olduğu gibi insanların gizlice sözleşme yapıp (!) paylaşmadıkları bir konuydu. Çünkü paylaşılırsa ne olacak? Eleştiriler dedikodular başlayacak...Zaten köpeğe yatkın bir toplum değiliz.

Velhasıl, yaşı ilerledikçe bizimkinin ki şimdi sekiz yaşında yani neredeyse sekiz, her türlü kötü huyunu da ketleyebilir hale gelmiş durumda. Eve dışkı yapmak ancak inatla ve mutsuzlukla olursa sürekliliği olan bir durum. Bizde yaşanmayalı iki seneden fazla oluyor. Burası bir de bahçeli ya hemen aç kapıyı çıksın yapsın gelsin durumu var. Kolay yani.

Ammmaaa dün akşam ben yine onikileri geçiyordu yatarken tuvalete çıkmayı istedi benden, bıraktım. tamam. Gece yatağa geldiğimde zaten yazmaktan, bilgisayar durumlarından, mailleri düzenlemekten gınalar geçirmiş, devam etmeye hali olsa tamam diyecek olan ama gözleri kapanan bir mod yüzünden pes etmiş bir vaziyette olduğumdan hemen yatak! derim. Ufaklık zaten burnu tıkalıysa özellikle rahatsız uyur ve bir " Anne!" hali yaşanır. Öyle oldu, tam kendimden geçmiş uyurken kızım çağırdı, nedense uykusunu almış bir hali vardı, başı ağrıyormuş, Calpol'den verdim ama aynı anda anlayamadığım bir şekilde köpek de ayağa fırladı benimle ve ufaklığın oda kapısına kadar geldi. Genelde umursamaz. Allah Allah dedim ama çok uykum var yatmak istiyorum. Kafa tam kapasite çalışmıyor o an.

Yattıktan sonra da aşağı indiğini duydum sanki bir koşu ama...Bazen kedi falan da gelebilir ya kapıya...Derken uyumuşum zaten. Sabah kabahat işlenmiş olarak uyanıldı. Bazen bahçeye bırakıyorum yalnız dolaşsın diye. Tamam, ondan da vazgeçtim. Bundan sonra olmayacak çünkü köpek bu işte adı üstünde, bazen kedi dışkısı olabiliyormuş ya da acayip atılmış bir patates çürük ya da başka bir şey! Yan taraftaki çocuklardan şüpheleniyoruz ama...Ha, bir de Kusum bahçeye patates ve domates ekmek istediğini söyledi, belki de O'nun koyduklarındandı, eşim bana sorup fırlatıp attı sonra. Bugün öğrendim Kusum'un böyle bir projesi olduğunu...

Sabah böyle sevimsiz bir gelişmeyle açıldı. Ama bizimki yaptığı kabahatin farkındaydı. Yapacak bir şey yok, bana anlatmaya çalıştı hayvan, benim kabahatim. Kızmadık o yüzden. Eşim temizledi ve ben kendimi çok kötü hissettim, yapmadığım iş olduğundan değil bu sabah yapamadım. Ben de mi yaşlanıyorum? Tahammülsüzleşiyorum, daha çabuk yoruluyorum? Daha çok uyumak istiyorum bilmiyorum. Ama beni utandırdı temizleyerek, ben aldım çünkü köpeği ve hiç istemedi. Şimdi anlıyorum neden. Tatile bir yere gitsek bırakacak kimse yok ve köpeklerin bakıldığı yere bırakın canım tarzı bakış açısı yürümüyor. Gittik gördük ne kadar da temiz olsa ne olursa olsun sahiplerini nasıl beklediklerini ve terkedildiklerini zannettiklerini...İnsan bırakamıyor, yapamıyor, ya da biz böyleyiz. Aldığımız sorumluluğu sonuna kadar yürütürüz, acayip vicdan yaparız. Yoksa köpeğini de evin eşyası gibi gören, bir tek tuvaleti için iki dakikalığına çıkarıp getiren de var. Yalnız bildiğim bir şey, köpeğimizin bizlerin hayatında çok ciddi bir yer edindiği...Ama bundan sonra düşünemiyorum bile. Seyahat imkansız, taşınmak korkunç pahalı. Zor zor zor...

Geçenlerde bir forumda vardı benim gibi biri iyi bakacağını garanti ederek Golden Retriever arıyor parasız :) Eşim de dedi ki " İyi bakacağını garanti ederek bedava Mercedez aramak gibi bir şey bu, bulamaz" Eş dost olsa bulur.

Hepimiz değişiyoruz işte. Yalnız hayatlar gerçekten de çalışmaya, en fazla çocuk yapıp ona bakmaya imkan tanıyor. Seyahatler bile sınırlı. Zamansızlık...İnsanlar daha çok kendine dönük işler yapmaya meyilli. Ben annemin " Kitap okuyacağım kızım şimdi dur bakayım!" ya da "Yazı yazmam gerekiyor." diye kıvrandığını görmedim. Ama şimdi ben öyleyim, yazmazsam kafamdakiler birikip eriyor sanki. İlla onları aktaracak bir yer bulmam lazım.

Dün, sabah ufaklıkla gittiğimiz hastaneden idrar tahlili sonucu geldi. Haber vermek için aramışlar. Sonuç temiz çıkmış, " Enfeksiyon yok." dedi hemşire. Ufaklıkla iyi bir iş çıkardığımızı düşünüyorum. O ağrı mesela 20 dakika ile geldi ve geçti, eminim kayınvalidelerin mantığıyla olsa " Beklemek ve görmek" elzemdir. Bana göre de beklenecek yerler vardır, hemen harekete geçilmesi gereken noktalar vardır. Bu konuda doğru kararları aldığımı düşünüyorum ve deneyimliyorum. Eğer beklemiş olsaydık kolik belki de idrarda enfeksiyona gidecek yolu açacaktı. 850 gr. 33 cm'den, 1.15 cm 18 kiloya bir yolculuk bizimkisi. Diyorum ya kendimle ilgili, bana ait olanların bakımı, büyütülmesi ve doğrularında paylaşmaya açık bir yapım yok. Doğru olarak gördüğüm bir kararın başkası tarafından değiştirilmesine tahammülüm sıfır. Bu konuda bossy bir yapı olabilir ama kızımı en iyi tanıyan benim, bu da bana bu hakkı verir. Aslında bunu İngilizce okuyup anlayacak insanların ders çıkarması için yazdım ama nasıl olsa bu bölüm gereken insanlar tarafından okunmayacağı için ekstra bir iç dökme olarak kalsın :)

Kızımı bugün de okula göndermedik , arkadaşına gitme günüydü ama sabahleyin gidemeyeceğini öğrenince ağlaması, kahvaltısını etmeyi reddetmesi bize yorgun olduğunun sinyalini verdi. Şimdi yatarak televizyon seyrediyor, vücut yalnızca kendi kuvvetiyle savaştı virüs olduğu için. Aslında son iki gündür ateş yok ama bu yorgunlukla yollarsam tekrar etme riski yükselir, hadi bu sefer bir dört beş gün daha! Konuları da kaçırıyor, ciddi ders işliyorlar, şimdiki konu uzay.

Ben, varis ve diğer sorunlar için devlet hastanesini deneyeceğim. Kusum'la konuştum, hastanelerin gayet temiz olduğunu söyledi. Dişlere bile bakılıyormuş. Yine, hemen bize yakın diğer bir hastane var, orası da devlet hastanesiymiş ve bana bilgiyi oradan verebilirlermiş. Ne yapmam gerekiyor haftaya bakacağım. Bir kart alınıyor yıllık 500 dirhem bir şey ve her yönüyle devlet tarafından sigortalanıyorsun. Önemli olan verdikleri hizmet. Bakalım, göreceğiz. Benim kendi memleketimden inancım kırıldığı için :(

Bugün dedemlere ve ciciannelere kısa bir mektupla beraber foto bastırıp koyacağım. Haftaya onların da atılması var. Yakında bir postane buldum. Sorun değil. Ve scanner'a başlarım belki. Yürümeye başlamam lazım. Akşama hafta sonu :) Elde açma böreğin ( etli ekmek gibi ) hamurundan kalmıştı, dolapta duruyor, torbanın içinde. Patatesli iç yapayım, akşama da onu yeriz.

Haftaya, köpeğin tüylerinin kesilmesi için bir randevu, sağ bacağının altındaki topak için ikinci bir randevu ayarlamak gerekiyor. Hafta sonu Cuma sebze ve meyve için çıkmak, Cumartesi ayakkabı için dolaşmak gerekecek. Bunları yazarken mutfaktayım ve dışarda hemen mutfak penceremin karşısındaki ağaçta çok güzel bir kuş ötüyor :)




Hiç yorum yok: