Bebeklerin üç saatte bir beslendikleri söylenildiğinde, geriye kalan iki saatin anneye bol bol yeteceği de düşünülebilir. Hani, her bir beslenmenin arasında uyunur ve kaçırılan saatler tamamlanır, değil mi? Hayır, maalesef bizim gibi evde yalnız kalanlar için bu kural geçerli olamıyor.
Hemen yazayım nasıl bir düzen gidiyor. Bir kere memeden süt verme durumu benim gibi görselliğe saplanıp kalmış ve prematüre doğum yapmış bir anne için kolay değil. Hem de hiç değil. Herşeyin kendine göre bir matematiği var. Zoe, ilk eve geldiğinde ayın 4.de yani, bana söyledikleri miktar 40cc. idi. Gelir gelmez birkaç gün içinde o miktar 60cc ye çıktı, şimdi 60-90cc arasında oynama yapıyor. Elimdeki makinayı Allah razı olsun arkadaşımın tavsiyesi ile aldım ve süt üretimini ciddi derecede arttırdığına inanıyorum. En azından acılı dönemi minimuma indiriyor ki bu da bir teşviktir. Bir de gelen sütü gördükçe insan iyice aşka gelip devam ediyor.
Şimdi, herbir göğüsten bir öğünlük süt çıkıyor, zaten süt sağılmak zorunda, yani normal şartlarda anne bebeğin alacağından fazla üretim yapıyorsa bu süt dolaba kaldırılıp saklanmalı. Yani, bebeğin anne memesinden illa ki emmesi işleminde bile süt sağılmalı.
Her yarım saat önceden zaten Zoe'de uyanıyor, mıgırdanıyor ve süt istiyor. Sağılan ve dolaba konulan süt çıkartılıp biberona konularak yine ısıtma makinasında ısıtılıyor, ardından uyandırılma servisi için altın açılması falan filan derken süt içiliyor, ardından gaz çıkartılması, bu bazen beklenilenden uzun zaman alan bir iş, dışkılama işi...Karna yapılan hafif masaj, bezin değiştirilmesi. Bu işlem sırasında havaya doğru işeme, tam değiştirilmiş beze tam bitti derken kakanın devamını getirme olayları da yaşanabildiği için o da ekstra zamana dahil edilebiliyor. Eğer aç kalındı, verilen 60cc. yetmediyse bir 10 ya da 20cc daha konulup sakinleşme yaşatılıyor. Ne oldu? Bir sürü strelize için biberon, süt sağma makinası parçası çıktı değil mi? Ardından bebek bakımı yapıldıktan sonraki strelize işlemi için sabunla yıkama, durulama ve makinanın hazırlanıp oraya yerleşim yapılması işine geçiliyor. Tüm bu yapılanları 40 dakika ile bir saate yaymak kolaylıkla mümkün.
Geriye kalan o upuzuuuun iki saat aralığından bir saate bazen şanslıysan o da eğer bir buçuk saate düşülmesi mümkün. Onun dışında o saat aralığında kirlenenlerin çok fazla birikim yaratacak boyutta olmadığı için hemen yıkanması ve ütülenmesi gerekliliği, sekiz yaşındaki çocuğunuzun ve sizin karın doyurma aşamalarınız ki ( bu dönemde kocanızın yemek pişirdiğini düşünüyoruz, yoksa anne için yemin ediyorum imkansız ) bu karın doyurma aşamalarından sonra gelen bulaşıkların kaldırılması, mutfağın düzenlenmesi, bebeğin banyosu, gerekenlerin hazırlanması, aşağı yukarı yapılması...
Bir de bebeğimizin ağlamadığını sürekli uslu olduğunu varsayıyoruz burada. Ekstradan kolik falan derdi varsa tam tirilellilik bir durum. Benimki Allah'tan yemek yiyip, gaz çıkartıp, bezini kirletip geri kalan zamanının çoğunu uyuyarak geçiriyor. Büyük kızım problemli bir çocuk değil, hatta sağ kolum olarak görev yapıyor.
Süt üreten bir kadının özgürlüğünden dem vurması, evinden uzun saatler başka bir yere gitmesi gibi bir hakkı yok. Anne sütünün yararlarını okuduğunuzda, prematüre bebeklerdeki sindirim sorunlarının yarattığı ve ölüme kadar giden, gitmese de başa çıkılamayacak ameliyatlar zinciri demek olan NEC probleminin ne kadar yaygın olduğunu anladıktan ve formül sütün NEC'i 10 kat daha arttırdığını öğrendikten sonra " Amaannnn alsın formül sütü, otursun aşşağı!" demek de vicdanen imkansız. Özellikle süt gelirken bu yapılmamalı.
Dolayısıyla, şu doğumdan sonra iki olay yaşandı, birincisi bir kereliğine alışverişe çıkıp şöyle ihtiyaçlar doğrultusunda ne var ne yok demem sütün dolaptaki rezervlerinin bitmesi ve her beslenme öncesi alelacele sağmak ve verme stresine sabep oldu. Hımmm! Demek ki dışarı çıkıp saatler geçirmek bile imkansızmış onu anladım.
İkincisi, zamansızlık ve acele davranış yüzünden sütün tam sağılmaması, göğüslerin boşaltılmaması, arkadaşın gelip lafa tutması bile büyük bir dezevantaja dönüştü. Dün değil evvelsi gece ateşim felaket bir titreme ve ağlama krizi ile çıktı ve ben yatak döşek oldum. O sırada ağladığım yegane şey yine bana eğer bir şey olsa şu akraba müsvettelerinin ne yapacağı, çocuklarımın ne hale geleceğiydi. Sinirler uykusuzluk yüzünden allak bullak olunca sürekli bir arabesklik hakim oluyor ortalığa ki bunu durdurmak imkansız.
Sürekli süt sağdım, eşim işinden izin alıp eve geldi bana baktı, bebeği benim sütümle besledi ki ben bütün gün uyudum ve parasetamol aldım. Bitti...Fakat anladığım şu oldu, sürekli sakin bir ev ortamında dikkat hiçbir şekilde başka bir şeylere dağılmadan günlük rutin devam ettirilecek. Bilmiyorum nereye kadar ama anne sütü geldiği döneme değin bence...
Sezeryan olayına gelince...Epidural sezeryan olan hiçbir arkadaşım benim gibi ağır atlatmadı olayı. Bilemiyorum neden, kalkarken de böyle beter olmadılar. Genel anestezi altında sezeryan olan bir insan ciddi bir ameliyatı geride bırakmakla kalmıyor, hemen ardından çok büyük bir sorumluluğun da içine giriyor. Normalde öyle bir ameliyatı geçiren insan nedir, uyuyacak bakılacak iyileşecek değil mi? İşte bebeği olan kadının hele de evde başka çocuğu varsa, yardımcısı falan da yoksa altına girdiği ağırlık bayağı yüklü. Bir de yalnızlık girince işin içine daha da zorlaşıyor durum. Bu yalnızlıktan kastım gelip bakmaya çalışacak insanla olan diyaloğun ve manevi anlaşmanın da önemliliği. O'nun anlayışlı olması, konuşabilmek, aynı doğruları paylaşabilmek, sinirlendirilmemek...Bunlar açısından ben çok yalnız hissediyorum kendimi. O yüzden de kimseyi istemiyorum yanımda. Annem telefonlarda kalıyor ama öyle farklı dünyaların insanıyız ki, gelmek istemesi beni tatmin ediyor ve orada kalıyor çünkü her seferinde aramızda farklı konular açılıyor ve savaş başlıyor. Kayınvalide müsvettesinin ise gelmek istememesi batıyor. Gelmek istese ne derdim bilmiyorum, Chloe ile diyaloğunun iyi olması bakımından evet derdim belki ama o kapı bile kapalı bırakıldı, bilerek, isteyerek ve küt diye de suratımıza vurularak. Neyse...
Benim kendi açımdan gelişimim bebek de ameliyatla beraber aramıza katıldığı için itip kakarak hızlı oldu diye düşünüyorum. 24 saate kalmadan kalktım mesela, kalkışı kendim becerdim, birinci gün gaz çıkartmak ve gecesi dışkılamak gibi gelişmeler de kendiliğinden geldi (Bu bedenimin artıları). Bunlar dediğim gibi hastanenin hastasını taburcu etme sebepleriydi. Fakat eve geldiğim bir haftaya kadar hem kanamadan kaynaklanan bayağı acılı spazmlar, yataktan kalkış yatış problemleri yaşandı. O halle süt sağmak, bebek beslemek, mutfak düzeni oturtmak başağrısı haline geliyor. Ama yapılıyor, yapılamıyor değil.
Aynı gelişme hızı Zoe için de geçerli oldu. 2.120 gr doğdu, çıkışda 2000 gr a düşmüştü, beş gün içinde benim evdeki sistemle 2.300 gr'a çıktı. Sanırım doğum tarihi geldiğinde o kiloya da ulaşmış olacak ponçik. Cuma günü hastaneden öğleden sonra çıktı, Cumartesi iki tane kan testi için hastaneye dönüş olduğunda bir şekilde tartının azizliğinden 1.700 gr çıkınca herkesin gözleri yerinden uğradı, moraller allak bullak oldu ve eve gelince bizim digitalden hata olduğu ortaya çıktı. Zaten belli ediyordu bebek. Telefonla konuşmamızda doktor da aynı şeyi söyledi, o gün kim gelmişse 500 gr kayba uğramış gözükmüş. Bu, bilinçsiz olunsa büyük sıkıntılara sebep olacak bir hata aslında. Zorlarsın bebeği, kusmaya sebep olursun, kendi stresini yansıtırsın, kendini harap edersin bu bebeği de olumsuz etkiler vesaire vesaire...
Ponçikle ablasının arasındaki diyalog inanılmaz. Chloe gelip gidip kardeşini sevmekle meşgul. Yapısı gereği ( belki de anne karnında ikizini deneyimlediği ve bu da bilinç altında O'nu kardeş anlamında olumlu etkilediği için )son derece uyumlu, iki haftadır dört duvar arasında kalıp da söylenmemesi, ben ne istesem anında getirmesi, elinden ne geliyorsa yardım anlamında göstermesi bile bunun bir kanıtı. İyi ki göze almışım, cesaret etmişim çünkü bu tür bir resme bakmayı hep istemiştim. Sekiz senedir.
Ve ne olursa olsun Chloe'ye göre Zoe'nin geçirdiği aşamalar o kadar yumuşak kaldı ve elimize hemen geliverdi ki hiçbir şey için şikayet etmiyorum. Onları becermiş, görmüş ve yaşamış bir anne olarak kendime ve eşime olan güvenim sonsuz. Biz bir ekibiz ve herşeyin üstesinden geliriz havası hakim. Kayınvalidenin ısrarlı bir şekilde görmediği, görmek istemediği nokta bu. E tabi geçen seferkinde de en zor dönemlerde yanımıza gelip de bir şey yaşamadığı ve birazcık bile sorumluluk almadığı için normaldir unutması...
Şimdi yine besleme, süt sağma, kendi beslenmemiz, mutfağın düzenlenmesi zamanı :)
6 yorum:
Chloe ve kardeşinin doğumu konusunda olan bitenin yalnızca belki binde birini bilen biri olarak ben bile empati kurabildiğimi sanıyorum şu dediklerinle. Kayınvaliden gerçekten sopalıkmış. Ne garip insanlar var.
Canım Magissa'm ya, senin bu yazdığına yanıt verirken düşündüm de hani filmlerde seyrederiz ya parası olan varlıklı baba ( ya da anne ) herneyse çocuğunun herşeyini parasıyla karşıladığını zanneder. Aslında çocuğun istediği samimi bir sevgi, ebeveyninin orada olmasıdır ama onun yerine kaybedilen zamana ve ilgisizliğe karşı bir sürü oyuncakla gelinir. Hah işte benim tarif etmek istediğim duygu bu. Bize en son telefonda teklif ettikleri " Biz parasını buradan yollayalım, profesyonel yardım alın" Her yeri bir de İngiltere gibi zannetme, orada evlere gelen midwife mıdır nedir onlar vardır, bebeği olana bakılır, nasıl meme verilir anlatılır, bebek gelişiminde anneye yarım günlüğüne her konuda yardımcı olunur falan feşmekan...Yahu, dünyanın hiçbir yerinde bu şekilde yardımcılığa gelenler öyle eğitim almamıştır bir, alanların yanına parasal anlamda yanaşılmaz iki, benim zaten anlatmak istediğim ve kıçımı yırttığım bu tür mekanik bir ilgiden ziyade sevgiyle verilen babaanne, anneanne odaklılık üç. Ama anlat anlatabilirsen tabi. Diyorum ya zorla hiçbir şey olmuyor bu hayatta. Artık kanırtmayı da bıraktım eşimi dibe vuruyor, ben de daha kendime ve herşeye yeter vaziyete geldim :) Sağolasın yorumnun için ben son yazıları ve blogları takip edemiyorum özürler şu aralar.
Bir de Laila'ya ne zaman küfür etsem içimden seni düşünüyorum Allahhhh şimdi yazsam Magissa'nın bütün oklarını üzerime alırım iyisi mi yazmayayım diyorum. Yani bir gün içinde belki de kaç kez kulaklarınız çınlıyor hanımefendi haberiniz ola :)))
Aşkolsun ayol :)
Ben bağırmıyor muyum ev hayvanıma, hem de ne bağırıyorum. Bazen çok ısırıp acıtırsa ben d eonu avlayıp ısırıyorum, kısasa kısas durumu.
Ama o ite nasıl bağırılır, ah nasıl bağırılır... Mööö diye bakar insanın suratına allah bilir, ah kurban olurum kulağının pöf kokusuna.
(Seni de seviyorum, seni de; sırf küppeği değil :)
Ulan üç gün önce antredeki halıyı benim şu suya çeken meretle vakumladım, tabi bir saat sürdü, elektrikli gırgır düşün ahan aynısı, git gel git gel şeklinde. Ardından makinanın yıkama aparatını taktım ve biiii güzel yıkadım, dün akşama doğru pırıl pırıl gözümü alan halının tam ortasında bu ahmak köpeğin sırtını kaşıması sırasında oluşan patch le aklımı aynatasım, dışarılara donumla kaçasım geldi. Ya, delirecem, yaptığım işe mi yanayım, harcadığım zamana mı, yoksa iki günle sınırlı olan göz zevkime mi?!!! Kemiklerini kırsam kırıcam, yemin ediyorum, öyle bir sinir! Bugün temizlikçi adamlar da hem aramadılar hem de gelmediler mi. Al sana! Şimdi dışarda gölgelik yapan bir ağacın altına bağladım yatıyor kahpe. Babamız da tüylerini kesecek diye arkadaşının küçük köpeği var onun tecrübelerine uyup saç için makina almış, makina ilerlememiş bizimkinin öküz tüylerinde, yarısı alınmış, yarısı kalmış vaziyette ve köpek görüntü anlamında da içler acısı şu an. Yani şahken şahbaz misali...
Gelip benimkine de saldırıp ısırır mısın? Zira hayvanın geçmişinde yok da öyle bir gösterisi, insan tarafından ısırılsın da oh olsun! Kediden beter, kediden!
Ya, ben de seni seviyorum :) Hakikaten yazdıklarından seni içime sokasım var. Geçmişte bu duyguyu Keçilerin Çobanına karşı da hissetmiştim ama O yazmıyor artık hain. Ya da acaba ben mi takip etmiyorum bu aralar? Evet, edemiyorum. Kendi bloğuma yazıp öküz öküz çıkıyorum, ne yapim?!
Yorum Gönder