Dünyanın neresinde olursam olayım dikkat edip gözlemlediğim yegane şey insanların eğitim dereceleri düştükçe gürültüye karşı duyarsızlığın domdomluk mertebesine ulaşması. Belirtemeden geçemeyeceğim, burada okullu olmayı kastetmiyorum, Türkiye gibi, okullarda yalnızca meslek ezberi öğretilen, oturmanın kalkmanın, insan yetiştirmenin aşağılandığı ve değer görmediği memleketlerde beş üniversite bitirmiş dişi ve erkek öküzgillerle karşılaşmak çok olağan, buna hiç şaşırmıyorum.
Böyle domdom topluluklara dikkat edin, bir kere çoluk çombalak aşırı geç saatlerde yatma, sürekli açık olan ve Seda Sayanımsı programların ana eğitici seçildiği programlarla bezenmiş Tv, hiç durmadan herbir ağızdan konuşma ve dinlenmeme, başkalarının acısını, hayatını, iyiliğini, kötülüğünü kendi olanaklarıyla ve hayatıyla karşılaştırma, ölüye, acı çekene " Aman iyi ki benim veya ailemin başına gelmedi şükür!" mantığıyla bakma, at gözlükleriyle hayatı tanımlama, sürekli şikayet ve arabesklik, kendi yaptığı işi evrenin merkezine oturtma ve başkalarının yaptığı hiçbir şeye değer vermeme, çocuk yapıp yapıp sorumluluklarının hiçbirini almama, yaptığı gürültüden çevresindekiler etkilenir mi diye bir kere bile düşünmeme...
Bu tip insanlar sessizlikten tiksinirler, sessizlik onları iğriti eder, sürekli çevrelerinde bir devinim isterler, eğlenceleri, konuşmaları, seksleri, zevkleri, gülmeleri, ağlamaları öküz gibi böğürmekten ibarettir. Hiçbir şeyi içlerinde sessizce yaşamayı beceremezler. Herşey bir tiyatro sahnesindeymiş gibi abartılarla saç baş yolmalar, bağırış, çığırışlarla bezelidir.
İnsanların o yüzden birlikte yaşamaları, komün şekilde oradan oraya aileleriyle beraber ( anneanneler, dedeler, babaanneler, torunlar, teyzeler, nineler, bol bol disiplinden çıkmış çocuk ) seyirtmeleri, iç güveysi mantığı, aman ne güzel kalabalık ( gürültülü ) aile tiplemesi asla bana göre olmadı. Hatta böyle durumlardan nefret derecesinde uzak durdum ve durmaya da devam ediyorum.
Ha, sana ne denilebilir, zaten kendi ailemi o şekilde kurmadım, çok şükür hayatımda ne istersem onları gerçekleştiriyorum ama bu insanlardan ne kadar kaç bir o kadar kovalanırsın gerçekliğiyle bir şekilde gelip ya aileden birileri oluveriyorlar, ya komşu kılığında karşımıza çıkıyorlar ya da mantık olarak bir köşede bekleşiveriyorlar.
Yandakiler mesela, şimdi defolup kendi evleri ne cehennemde ise oraya gittiler ve dünya yemin ediyorum sükunete vardı. Onların o sürü psikolojisi... Akşam oluyor o on küsur tane veletleri birbirilerine bağırıp bir şeyler anlatırlerken bile karılar birbirilerinden kopamıyor. El sallamalar, son sözcükler, sarılmalar, öpüşmeler bir türlü kesilmiyor. Bir araya geldiklerinde hepsinin umurunda bile olmayan veletleri ise dışardaki bizim yan duvarımızla ayrılan bahçedeki alanda terör estiriyor. Allah'tan bir şekilde esas komşu olan insanlar onların büyük akrabaları...ya da öyle bir şeyleri bilmiyorum.
Annemin oraya gittiğimde de aynı, sabaha kadar iş yapan, cırıl cırıl çocuk sesleriyle karışmış evlerinde horon tepen iğrenç kadın milleti ve kocaları öğlene kadar pişkin pişkin uyuduklarından öğle uykusuna yatmak mümkün olmuyor çünkü hayat çoğunluğa göre düzenlenmiş. Tam kafayı yatağa koyuyorsun anons veriliyor, sokak satıcısı avazı çıktığı kadar bağırıyor, sokağa bırakılmış veletler annelerine çığırıyor ya da bin kere apartman merdiveninden beşer onar atlayarak yukarı aşağı yapıyor. Ev kapılarını bile kırar gibi kapatmak mesela...Yahu herşeyin bir adabı yolu yordamı var.
Ha, bu insanlar yalnızca kendi alanlarında sabaha kadar uyanık kalacaksalar ve eğer çevrelerini rahatsız etmeyecek bir halde iseler isterlerse uzaya gidip gelsinler umurumda bile değil!
Bir anda aklıma Antalya'da bir köy evi aldıktan sonra oraya kaçıp yerleşen tanıdıklarım geldi. İnanılmaz bir para ve imkanla dehlizli denebilecek ayrıntılarla bezenmiş bir ev yaptırdılar mimara. Anne çalışma hayatını bıraktı, çocukları bir taneydi zaten en iyi okullara gitmeye devam etti ama kadın biz O'na gittiğimizde ağlayarak yan taraftaki komşunun ( yaratığın ) nasıl ağaçlara bir bir kıyıp, bütün portakal ağaçlarını bina yaptırmak üzere kestiğini anlattı ve o kel alanı gösterdi. İçim yine öfkeyle doldu, bu diyorum ya hayvan bile demeyeceğim yaratıklar yüzünden başlayan savaşların, bitip tükenen dünyanın bizim gibi herşeye karşı duyarlı ve düşünen insanları da yiyip bitireceğini düşündüm.
Yani, kısacası bu domdomluktan nasıl kaçılır bilemiyorum ama " Komşu komşunun düşmanıdır!" sözünü çoook seviyorum. Ben de aynen öyle olması gerektiğini düşünüyorum. Kimse komşusu, arkadaşı, akrabası diye birbirinin kafasına sıçma, hakaret etme, sessizliğini bozma, saygısızlıkla alanına tecavüz etme hakkına sahip değildir.
Bu dünya ortamında geçerliliği ne kadardır bu felsefenin? Olumlu bir yanıttan yana hiçççç ümidim yok, onu biliyorum.
5 yorum:
Böyle "domdom" dediğin bir toplulukla ben de kazara kapı komşusu olmuştum. İstanbul da 120 metrekarelik bir dairede kaç kşi oturulur? yada bir kadın nasıl bu kadar çirkef olur? sabah namazına kalkınca tüm dünya seninle uyanmak zorunda mıdır? sabahları çocuğunu okula yolcu ederken(Allahdan okula gidiyorlardı yoksa tüm gün asansöre işemelerinden asansör ve kapıcı iptal olurdu) sanki gurbete gönderirmiş gibi neden böğürülür? yani onlar uyurken uyu, uyanıkken ayakta kal....hanzolıklarıyla beni ve 40 dairelik siteyi çıldırtmışlardı...
Kaleminize sağlık.Bütün mesele duyarlı olmakla ve derin düşünmekle ilgili.Daha doğrusu antenleri açıp, biraz düşünmekle ilgili.Bizim çocuklarımız bizlerden bir adım daha ileride olmalı bu tür konularda.Bunları verecek olanlarda biz annelerden başlıyor.Nasihatle değil uygulamalı yapılan şeylerin etkili olduğunu hepimiz biliyoruz artık.Bu arada yeni evine taşınırken maalesef komşunu seçemiyorsun.
Hisler karşılıklı, gel gör ki kaçış yok, insanın olduğu her yerde bu tiplemelerden de olacak. cehalet düzeyi arttıkça metrekareye bunlardan düşen daha da fazla oluyor ne yazıkki. Bir de sayıca az olsalarda sonuç değişmiyor bana kalırsa, bu tiplerin bir tanesi bile yetiyor, yerine göre koca bir mahallenin bile içine edebilme potansiyelleri vardır.
Doğru, insanın olduğu heryerde bu tiplemelerden olacak ama önemli olan bu insanların istedikleri gibi çevrelerinin beyinlerini mikme haklarını devletten alınan destekler ve politikalarla görmemeleri.
Yani, onlar kendilerini aslında nerede rahat hissediyorlarsa orada ürüyorlar ve bakıyorlar ki onlar sıçıyor, diğerlerinin gidecek, şikayet edecek bir yerleri yok, kanun, nizam hak getire ha babam de babam hayat devam!
Sorun, bazı memleketlerde bizim gibilerin destek mekanizmalarının kapatılmış olması çünkü balık baştan kokuyor.
Devletlerin başındakiler kim ki, onların kültürleri oluşumları ne ki? Alın işte daha yeni, başbakan çok başarılı bir öğrenciye hediyeler teklif ediyor kendi kafasınca, sonra çocuk hiçbirini kabul etmeyince elini kaldırıp " Döverim haaa!" diyor, aman ne sevimli, ne canayakın, ne sempatik bir sevgi gösterisi!!!
Anası da çıkmış bu olayı gurur ve devletlümdür, devlet büyüğümdür şeklinde gülücüklerle kameralara anlatıyor. Zavallı çocuk, zavallı, ne diyim bunun gibi domdomların arasında başarılı olmak, kafası çalışmak da çok zor iş gerçekten.
Ama ümit var mı, bence kesinlikle yok, gelecek nesiller bu tip üremelerin sonucunu gösterecek. Türkiye'nin çoğunluğu bundan ibaret.
Sevgili Türkan;
Sana da katılıyorum ama başarısız kalınan yegane nokta da işte o senin söylediğin uygulamalı, kendi hayatında alışkanlığa dönüşmüşün çocuk tarafından örnek alınma aşaması. Sigara borusu şekilde içen birinin çocuğuna içme evladım zararlıdır demesi, eline bir kitap bile almayan ana babanın okumak çok faydalıdır demeleri, kendisi küfür eden, kapıları çarpan, dayak atan insanların bunları çocuklarından görmemesi mümkün değil. Peki pratikte hangi davranış şekilleri baskın?
Yorum Gönder