2 Haziran 2008 Pazartesi

Özgürlüğüm

Bu yaşadığım evde yaşımla birlikte idrak ettiğim en büyük değişiklik kabında kuruyan bir bitkimin olması. Oysaki Türkiye'de öyle miydi? Tarabya'dan buraya gelirken ev içi, tavana dayanan begonvilimi, Antalya'dan İstanbul'a geçerken devasa saksılar içinde yetiştirdiğim kocaman olmuş çiçeklerimi bıraktım ya, ders oldu! Artık bundan sonra biliyorum ki, emekli olana kadar hayat bize yer değiştirme yaşatacağı için geçen hafta Carrefour'a gittiğimde yanyana dizilmiş bir sürü bitkiye bakmaktan alıkoydum kendimi.

Sonra, o kendi başına kalmaya mahkum ettiğim bitki beni düşünmeye itti. Ve yılların getirdiği değişikliklere şaşırdığımı fark ettim.

Geçenlerde ablamdan hani şu herkese gönderilen türlerden bir mail geldi ama çok hoşuma gitti çünkü maildeki karakter önce yemeğe çağıracağı kişilerden, yaptığı hazırlıktan ve konukların birbirlerinden ne kadar farklı olduklarından bahsediyordu, sonradan çağırdıklarının aslında kendisinin farklı yaşları olduğunu, kavgaya tutuştuklarını, genç halinin yaşlı halini tutucu bulduğunu, yeme içme zevklerinin bile farklılığını yazmıştı.

Kendimi düşündüm...Kendim için yapmak istediklerimi ve özgürlüğüme olan düşkünlüğümün kızımda bana korku hissettirdiğini, eskiden annemin kızı, şimdi ise yüzde yüz kızımın annesi olduğumu gördüm.

Yıllar öncesi " Hayatta başkalarına bağlı olarak yaşayacaksak, hiç yaşamayalım o zaman!" diyip evi bitkiler ve köpeğimle donattığımı ama ilk ülke dışı taşınmadan sonra pes ettiğimi fark ettim.

Eskiden yalnızlıktan kaçtığımı, fikir tartışmalarından enerji bulduğumu, kendi başıma asla alışverişe çıkamadığımı hatırladım.

Şimdi ise bütün bu yazdıklarımın tam tersinden zevk alıyorum desem yanlış anlatmamış olurum.
Yalnızlığımı, kendi başımın kural koyucusu olmayı, sabahleyin ister kalkıp yürüyüşe çıkmayı, ister kıçın kıçın yatağa dönme lüksümü, evde yemek yapabilmeye ve alışverişe zaman ayırabilmeyi seviyorum. Bir şeyleri tıkıştırmamayı, kızıma bu yüzden stresle yaklaşmamayı...Akşamları ister playstation oynamayı, ister sessiz bir ortamda yazı yazmayı, ister en sevdiğim filmi seyretmeyi...

"Nerde çokluk orada bokluk." benim için en geçerli hayat felsefesi artık. Son yıllarda girdiğim mail gruplarından ikincisine de bu yüzden veda ettim. Bazen, yazacak veya aktaracak bir hayat dersi bile olmadığını görüyorum ama hayatımın her huzurlu dakikasına şükrediyorum. Yaşam bu olsun benim için, aman hep titreşim olmasın, yazılacak bir şey de olmasın ama kendi çevresinde sessiz sakin dönüp gitsin istiyorum. Dedikodusuz, çekememezliğin yaşanmadığı, zarar vermek için köşede beklenilmediği ortamlarda rahat ediyorum.

Kısacası, kendi başıma, kendi kurduğum düzende, kendi ailemle yaşamayı çoook seviyorum. Gittikçe kendi alışkanlıklarıma kök salıyorum. Değişiklikleri, kendi annemin evi bile olsa deneyimlemeyi sevmiyorum. İlk evlendiğimiz zaman annemin evine gitmek için ne kadar da üzüldüğümü hatırlıyorum bir de.

Demek ki diyorum, insanların hayatının çok büyük bir bölümü alışkanlık. Ama gönüllü ve huzur veren türü.

7 yorum:

Adsız dedi ki...

Evinkedisi bu yaşlılık alametleri bende de var:) yaş 32 ama öyle. Tespitlerin konusunda seninle hemfikir olmakla beraber çekirdek ailede sabitlenmek hatta zaman zaman yalnızca kendime ait zamanlar oluşturabilmek adına çok şeyden vazgeçtim. Çok mu hedonistim ne?

Yesim dedi ki...

Evin Kedisi,
Ben bunu yaslilik degil de olgunlasmak, buyumek olarak dusunuyorum. Belki de yasimin rakkamini kendime hala niyeyse yakistiramadigimdan. :)

Saka bir yana, bu anlattiklarinin hepsi bana da cok tanidik geliyor. Bence bu soyledigin gibi, bolca yapilmis, buyuk, yurt disi tasinmalarindan dolayi meydana gelen kacinilmaz bir durum.

Ben de, (ne yazik ki) yillarca ugrastigim, yaptigim butun resimlerimi, malzemelerimi (sadece bir kere de degil) atmak zorunda kaldim her tasinmada. Canim kitaplarim kayboldu gitti bu tasinmalardan birinde.
Biraz bos vermek zorunda kaliyorsun bu nedenlerle.

Her seferinde bu son deyip yine tasiniyoruz, yeni planlar kuruyoruz. Soyle iki kapi otesi de degil ki, herseyimi alip gotureyim.

Ama butun bunlar guzel seyler bir yandan da, insan kendisi ile yetinmeyi, kendisi ile barisikligi, mutlu olmayi ogreniyor. Eger hala Istanbul'da yasiyor olsaydim bu kadar degismem mumkun olur muydu, bilemiyorum.
Sevgiler

funda dedi ki...

merhaba ben funda...sizi tanıdığıma sevindim... hiç bitmesin diyerek okudum yazınızı ve hani bazen canınız sıkılır kafanızdaki soru işaretlerine bir cevap arasınız... işte tam öyle bir zamanda karşıma çıkıverdi bu yazı ve kafamdan geçen bütün soruların aydınlık bir yanıtı oldu...zamanlama harikaydı benim için... teşekkür ederim...sevgiler...

Unknown dedi ki...

Uzun süredir takip ediyorum yazılarınızı.Uzaktasınız ama bir o kadar da yakındasınız.Bir blogda görmüştüm hatta yorumumu da bırakmıştım.Şu dedikodu meselesi var ya,işi gücü olmayan insanların yaptıkları şey.Bazen çok üzücü olabiliyor.En güzeli yalnızlık.

Adsız dedi ki...

Evinkedisi orda mısın? İyi misin? Kaç gündür neden yazmadın? Hoçakal..

miso dedi ki...

Sevgili evinkedisi,
O kadar seviyorum ki yalnızlığımı. İçine milyon şey sıkıştırabildiğim ya da gerçekten de yapayalnız kaldığım tek yer yalnızlığım. Her şey gitsin, o gitmesin.

marruu

evinkedisi dedi ki...

Merhaba Funda;

Ben de seni tanıdığıma sevindim. Yazdıkların için çok teşekkür ederim. Herhalde bir blogger için en güzel iltifatlardan birini almışım :)

Sevgili Gönül;

Evet, "Nerede çokluk orada bokluk" sözü de boşuna çıkmamış bir söz değil mi? Yani ortamlara girmeye çalıştıkça bir şeyleri zorladıkça olmuyor, zaten zaman da yok artık, hayatlar herkes için kendi ailesiyle akıp gidiyor. Yorumuna teşekkürler.

Miso'm;

Biz, kedigiller olarak severiz bu yalnızlığı, yeter ki hiçbir şeyin mahkumu olmayalım değil mi?

Ve Melike'cim;

İyiyim be yav! Yazdım işte, kırgınlıklarım var, isimler hafızamda ama buraya da deşifre edilmez :((( Sağolasın, sadık okurum benim :))))