9 Haziran 2007 Cumartesi

Dubai'nin Yolları Taştan...

Ne tuhaf...Rüyamda hani bir şarkı yarışması vardı ya, gerçi hiç seyretmem ama kanallar arasında dolaşırken gördüğüm, nedense benim korkulu rüyam tiplemesine giren, acayip aksanlı Türkçe konuşan bir çocuk var. Yorum yapanların arasında ama kimdir, ne zaman gelmiştir, nedir bilmiyorum. O adamı benimle evlenmek amaçlı, son derece sıkıcı bir mekanda görüyorum, ne alaka, vallahi anlayabilmiş değilim. Sabah error veren beyin zaten unutmuş da yolda giderken hatırladım :( Şu rüyalar ne garip, insan o anı nasıl da sıkıntılı bir şekilde yaşıyor. Sanki, o istemediğim adamla evleneceğim ve hayatım kararmış gibi...

Neyse, Allah'tan rüyaymış :) Kahvaltıyı yaparken bizimkinin stresi başladı. Trafiğe girilecek ya... Aslında, bulunabilecek herşeyi Sharjah'dan almak mümkün ama bugün aldığımız kotlardan sonra niye insanların Dubai'ye gittiklerini anlamak da olası...

Saat ona gelirken bir anda benimki elektriğe tutulmuş gibi; " Hadi, gidiyor muyuz?!" diye bir sabırsızlık emaresi gösterdi. Aslında gitmek için deli olduğundan değil, aklında kurup kurup kafayı yediği için. Ben tanımam mı kocamı? İçimden ya sabır çekip " Tamam, değişeyim üstümü o zaman!" dedim ama ben de hemen gerilirim. Huyumuz bu, karşılıklı. Birimiz gerilmeyegörelim, hemen diğerine o elektrik geçiverir. Bir anda bir bakmışız, bir kaşık suda bibirimizin boğazına atlama modundayız. Yıllardır bunu dengelemeyi öğrendik ama her zaman makina gibi işlemiyor tabi.

Yukarı çıkıp üstümü değiştim. Aldığım ucuz eteklerimden birini mutlulukla giydim çünkü hakikaten artık bacaklarım evrim geçirip pantalon şekline falan geleceklerdi. Ne rahatmış yahu, alttan havalı havalı! İskoçların etek giymelerine, buradaki Arap erkeklerinin kendi kültürlerine has elbise giymemelerine şaşmamalı. Gerçi, İskoçya Allah'ın buz gibi bir memleketi de ortalama 40 derece sıcakta tam cuk oturuyor etek, gerçekten de.

Bir yandan da ufaklığı ayarlamaya çalışıyorum. " Kızım, gözlüklerin nerede?" " Tuvalete gidelim bir çıkmadan önce" " Arabaya hangi oyuncağını alacaksın, karar ver." falan filan...Yani, tam bir terör ortamı. O sırada tabi ki benim de saçım başım, hafif bir makyajım, hazırlığım...On dakika içinde hazırız ama kocamın dışarı çıkıyoruz stresi direkt bizim üstümüzde olduğu için en son " Çok fena kızarım..." gibi bir cümleyi de duyarak aşağı indim ve " Sakinleşsek biraz..." demeye kalmadı, benimki " Dırdırlanmayı kesersen sakinleşiriz!" gibi nacizane bir yorum yaptı. Allllllaaaaahhhhh! Tutmayın beniiiii! ( Tam tersi, o sırada içimden geçen bunlardı, bal gibi de tuttum çünkü söylenecek bir söz vardı ki o da gitmiyorum! onu da yapmak istemedim, ben öyle davransam fıttırıklık yaşanacak ve iyi olmayacak.)

Arabaya bindik, önce yolumuzun üzerindeki elektrik su yerine para yatıracağız. İlk geldiğimiz sene bu işi online yapmıştık ve " yapmayın onların teknolojiyle yakından uzaktan alakaları yoktur " diye ve mükerrer ödeme yapılmak zorunda bırakılınca anladık, doğruymuş :( Dolayısıyla, ödeme eski yolla yapılacak, uçarı kaçarı yok. Tam çıkarken bu sefer bizim yazmıştım, evlerin tümünün su sayacı digitale dönüştürülüyor ve adamlar evin önünde kamp kumuşlar...Sabah çöpü atarken bir baktım, tecereler, tavalar çöp tenekesinin olduğu yerde bir anlam veremeden çöpü atmaya dışarı seyirttim ki dönüşte kapının sol tarafına işçiler oturmuş, ikindi kahvaltılarını yapıyorlar. Acıdım...Sokağın üstünde, ama yiyecek herşeyleri var, bir de burada öyle kadın kısmısı herkesle falan konuşunca hoş karşılanmaz, içeri girdim. Bir de işçilerin bir şeye ihtiyacı ya da kimseden bir beklentisi de yok. Dilenen birilerini görmek pek mümkün değil. Ancakkkk;

İngilizce ve medeniyet durumlarından bir haber bu insan kalabalığı, ülkelerinde belli anlaşmalarla buraya gelip üç kuruş ekmek parası için 45 derece sıcaklıkta çalışıp, evlerine ailelerine para yolluyorlar. Burası işin taktire şayan kısmı ama gel gör ki belli, her evin koca garajı hülasa gibi orada, e garajın içinde de ne olabilir?! Banko! Arabalar...Ne olacak? Ööööle kazacak ve ertesi günü işe ve okula çık çıkabilirsen!

Onu görünce, yola da çıkmıştık tekrar dönmeye karar verdik. Adamlara soralım, hatta gelmişler işte göz göre göre, sormasak da biz işi garantiye alalım aracı dışarı park edelim. Döndüğümüzde dönüş girişinin kapandığını gördük, eşim gitti konuştu ama gördüm, el kol hareketleri ile anlaştı ve arabayı dışarı aldı. Geldi, ben o sırada elektrik suyu yatırırken hızımı alamamışım elimdeki deftere " Nefret ediyorum! Bu ne biçim iştir!..." karalamışım. Gülümsedi ve " Gidiyoruz!" dedi.

Hah! O anda yeniden anladım ki biz kadın milleti bu erkeklerin fark etmeden yaptıkları bir sürü harekete acayip kafa takıyoruz. O, anlık bir tepki veriyor, olaylara geriliyor falan ama büyüttükçe büyütüp olayı inanılmaz doruklara getiren bir beyin yapımız var. Adamın hayattan haberi yok. Ben sinirlenmişim, O bana ne dedi, ben nasıl karşılık verdim, ne oluyor, ne bitiyor?...Donk etti yine bir şeyler. İçimden dedim ki; " Kızım sen resmen ruh hastası,kaçığın tekisin, işte her şey normaaallll!"

Yola çıktık...Şeyh Zayed Road'a girmeden soldan takip edilerek gidilen bir yer Deira City Center. Trafik, trafik, trafik...E köyden gelmedim ki alışmışım ben İstanbul'dan trafiğin Allah'ına. Bağdat Caddesi'nde beklersin ki Kadıköy'e dolmuş. Bekle Allah bekle, bekle Allah bekle...Boğaza girersin sabah işe gitme hali... Yürü yürüyebilirsen o kalabalıkta. Velhasıl bana dünyanın sonu gibi gelmese de gel bunu kocaya anlat! Adam öyle düzenli bir ülkeden geliyor ki, yol ayrımından elli metre önce oklar başlar, sağa nereye, sola nereye...Burası da 20 mt. önceden bir oku şanslıysan görürsün, arkasından ayrıma gelirsin nereye gideceğini Allah bilir. Fıttırıyor haliyle. Türkiye'den daha iyi olsa da bir sürü yerde saç baş yoldurtacak kavşaklar var.

Bir de benimkinin doğa olayına tutkusu bana hep Tarzanı alıp şehir yaşamında mutlu etmeye çalışmak gibi gelir. Kaya tırmanışı, scuba dalış, her türlü tehlikeli spor var adamda, ben de tık yok! E ben şehirde büyümüşüm, ağaca çıkmayı bile beceremem ne yapayım?! Alışveriş merkezleri, Bağdat Caddesi benim için normal yürüyüş alanlarıdır, bizimkine oralardan darallar gelir. İlk evlendiğimiz zaman gittiğimiz balayı maceralarını yazsam dizi olur, bir dahaki sefere onları da yazarım.

VElhasıl, biz trafikten paçayı sıyırıp da Deira City Centre'a ulaştığımızda saat onbiri bulmuştu. Hemen bir sitenin belirttiği ve sanki çok menem bir şeymiş gibi sunduğu 5000 kişilik kapalı garaja bizimkini sığdırma çabalarında, karşımıza gelen son hakkı da bir ailenin ciyak ciyak kapmasıyla ( hakikaten çizgi filmlerdeki gibiydi, bizimki girmeye çalışıyor ben ciyaklıyorum aman çarpıcaz diye, soldan atak yapan Hintli aile de arabasının burnunu sokmaya çalışıyor. Sonunda bizimki bıraktı ) kaybettik. Dışarda paralı mekan vardı oraya bırakıp yaya olarak karşıya geçtik.

Offff! Vallahi anladım, billahi anladım. Değer mi? sorusu kafamı tırmalıyor o an. Eşimin üç tane yiğeni var. Çocukların yaş arası 3'erden sanırım. Neyse, onlara hediye götürmek, çok fazla açılmamak, ucuza kaçıcam diye salak görüntülü bir şey almamak zorunluluğu var. Neyse, bir taşçı dükkanına girdik ve ufaklık, yeni ergenliğe girmiş kızımıza turkuaz deri bir kolye beğendik. Ben yine birkaç taşa tav oldum ve özellikle kontrolsüz öfkeye karşı olanı aldım :) En büyük yiğene harika el yapımı bir kulplu bardak aldık ama o da çok şık. En ufak olanı kaldı, zamanla bir şey buluruz. Erkeğe hediye almak her zaman çok zor. Bir de değil ki, üç!

Sonra başladık bana 50. evlilik yıldönümü diye elbise bakmaya...Girmediğimiz dükkan, çıkmadığımız yer kalmadı. İyi olan haber hala 38 beden giyiyor olmam, kötü olan haber ise ucuz aldığım mavi çiçekli beyaz bürümcük eteğime uygun bir üst dahi bulamamam oldu. Cılkımız çıktı, elbiselerin fiyatları uçmuş vaziyetteydi. Bir tane giydim o çok nostaljik, askılı ve beyaz, üzerinde el işi mavi işlemeler vardı ki ona tav olduk ama çoook pahalıydı, bırakmak zorunda kaldım. Bakacağım daha tabi ki. Yani başka alternatiflere bakacağım demek istedim.
Eşime kot gerekiyordu ve o an ne denmek istediğini anladım. Üst katta %75 indirim yapmış çok tanınan bir mağaza bulduk. Kotların fiyatları ise anormal düşmüş vaziyetteydi. İki tanesini dediğim gibi on yıldan sonra benimkine törenle aldık :) Ne güzel bir şeymiş yahu bir şeylere yetişip, alabilme duygusu...Ufaklığa babannelerden doğumgünü için gelen paranın 20 dirhemi artmıştı onu da ahşap evine köpek klübesi köpek kedi falan yapmışlar, ondan aldık. Veee eve geldik.

Aileyle alışveriş çok zor. Yani ben tek başıma takıldığım gibi saatlerce bakınamıyorum. Hele ufaklık bizim hiç sevmiyor. Hadi gidelim, yoruldum artık klasik duyulan dırdırlanmaları arasında. Neyse, yine de demek ki Dubai'nin özelliği bu. Bir kere sabah yedide kalkılacak, hemen sekiz buçukta yola çıkmış olunacak. Saat dokuzda açılıyormuş, hemen o an araba park edilecek ve derin bir oh çekilecek. Amerika'da hani özel indirimlerde millet birbirini yer mağazanın kapısında yatar falan, burada da o muhabbet! Biz kırk yılda bir dediğim gibi ihtiyaç gelip kapıya dayandığında bile bunu yaşamaya tahammül edemiyoruz. Kısacası, herkesin " Ay bu Dubai cennet nonoşum!" demesine aldırmayın siz.

İğrenç trafiği, park sorununu, tuvaletlerde birbirlerini bekleyen kadın sürülerini falan da unutmayın. Bugün bir kızın saçını başını yoluyordum mesela. Zaten yorgunluktan ayaklarımıza kara sular inmiş, hani vardır ya donunu çekmeden kapıyı açanlar, bu da onlardan herhalde, kapı açık, kırmızıda değil, ben de tıklattım. Bir anda hışımla açılınca da bende biraz geç düşer, gülüsedim, anlam veremedim. Kapı açık gözüküyordu çünkü, uyuzlanan tip gidip bir de başka bir kadına birşeyler söyleyince dayanamadım " Kapıyı tıklatmadan içerde biri olduğunu nasıl anlayabilirim?" dedim. Salak ben! Ulan desene kapı açıktı diye. Onu söylemeyi unuttum. O da altında kalır mı bin tane laf etti, ben de söylendim sonra da tuvalete girdim ama yani var ya! Bazı insanlara hakikaten dayanmak çok zor oluyor özellikle bela arayan tipler vardır hani, her dakika kavgaya hazır dikilmiş bekler, bu ilk defa karşılaştığım bir olay oldu. Demek ki donunu çekmeden önce kapıyı açan tür burada pek fazla yok :)

Bir de o koca tıklım takaş olan araba garajında engelliler için ayrılmış olan park yerine bir tane bile aracın park ettiğini görmedim. Bravo! Eğriye eğri, doğruya doğru!

Eve geldiğimizde herkes hakikaten yorulmuştu. Bizim evin önüne kadar gelmişler ve orada kalmış iş. Yarın da burayı yaparlar sanırım. Yine de nerde ne var ne yok anlamış, yılın ilk ve son Dubai macerasını da bitirmiş olduk. Yine bir Tük ve iki oğluna rastladım. Adam aynı Orhan Pamuk'a benziyordu, o kadar zayıf ve iki tane de oğlunun olmadığını bildiğimden hiç yanaşmadım. Zaten, artık Türk gördüğümde " Yaşasın benim memleketlim!" coşkusunu da kaybettim. Ne olmuş yani, O da etiyle kemiğiyle bir insan aşamasındayım.

Herkese iyi pazarlar dilerim :)

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Hımmm.... Ev kedisi....
Mırmır kedi....

evinkedisi dedi ki...

Pardon?!