16 Haziran 2007 Cumartesi

Cumartesi...

( Burası Üniversite'nin içi. Bu konuya geleceğim, dün gittiğimiz bale gösterisi için çektiğim bir fotoğraf, kalitesi yeterli olmasa bile ihtişamın büyüklüğü açısından bir fikir verebilir. )

Saat altı olduğunda bizim köpeğin dışarı çıkma halleri başlıyor. Fenalıklar geliyor içime, çıkmak falan istemiyorum, hep aynı saatte, aynı bahçede, aynı çiğnenmiş, tükürükten sucuğu çıkmış topu atmak ve geri gelişini seyretmek, hamam gibi bir sıcak... Aslında, bu görevi üzerine alan, köpek almama şiddetle karşı çıkan eşim olsa da birisi beni dürtüyor ya evde kalıp yazı yazmak veya şu anda ciddi derecede içine girdiğim blogları okumak adına, afaganlar basıyor! Yaşlanma belirtileri bunlar işte. Kabak gibi evde kalma bağımlılığı, dır dır yapıp çıkınca; " Aaa yanılmışım, iyi ki de yapmışım." lafları...

Aslında bir sabah oluyor bir akşam... Bir de öğlenleri yatmaya bayılırım ben. Gece geç yattığım ve sabah erken kalktığımızdan olsa gerek, bu bir alışkanlık oldu artık. Ancak öğlenleri uyuyabilirsem diğer güne dayanabilir haldeyim. Bunun bir tek alternatifi gece erken yatabilmekte ama şimdiye kadar beceremedim. Yıllar yıllar önce pedagojik Formasyon Kursuna giderken tanıştığım Banu diye bir kız vardı. Uzaylıların dünyada insan kılığında dolaştığına inanan, beni tanımadan rüyasında gören ve ne söyleyeceğimi duyan bir insandı. O, mesela sabaha karşı uyuyan bir tipti. Ressamdı da üstelik, çok değişik boyutlar arası geçişleri falan gösteren resimler yapardı. Bazı insanlarla hayatınızda bir daha karşılaşmasanız bile unutmamak da olası böyle. Biraz da korkutucu bir tarafı vardı aslında. Sınıf için kitap ayarlamaya gittiğimde Kadıköy'de karşılaşmıştık da ben O'na nedense " Hiç bir şey tesadüf değildir." demiştim bilmiş bilmiş, O'da bana " Aaa ben seni rüamda gördüm ve sen bana bu cümleyi söyedin." demişti. Hiiiii! Ermiş Evin Kedisi olarak bennnnn, bir başkasının rüyasına giriyorum hem de :) Kurs bittikten sonra bir daha görüşmedik zaten ama şimdi hatırladığım için yazdım. Ne tuhaf konu nereden nereye...

Sabah kalkıp hemen mutfak işine giriştim. Halam vefaat ettiğinde bir sürü mutfak malzemesi bana devroldu. İnsanlardan gelen hediyeler, kalanlar, alınanlar... çok farklı duygular uyandırıyor artık bende. Mesela halamdan kalan tencerelerimde yemek yapıyorum ya da baharatlığı yıkıyorum diyelim hemen aklıma eski anılar üşüşüyor. Hafta sonlarında kalmaya gittiğimde yaptığımız çaylar, halamın etli ekmeği, benikiyle tanıştığım kurs ortamından elimdeki çantayla eve taşıdığım tencere tavalar...Halam, zor yanları çok olan bir kadındı kuşkusuz ama şu yaşımla artık herkesin kendine ait olan özel ev alanlarının, seçimlerinin eleştrilmemesi taraftarıyım ya, kimse bir diğeri gibi yaşamak zorunda değil benim gözümde. Ben zamanında O'nun özel alanına giren bir insan olarak zorluklarından da payımı almıştım. Şimdi bunu çok doğal görüyorum.

Saat altıbuçuk... Ufaklığı bugün yıkarım, benimki tereyağını aldığı gibi buzluğa kaldırmış, yine klasik alışkanlık işte, eli gidiyor herhalde, Fatma da İngilizler'in bu dondurucu bağımlılığını yazmış bloğunda, tamam beş altı tane alırsın stoktur buzluğa kaldır ama her geleni ne diye buzluğa koyarsın? Mantığı yok, söylenince " Haklısın" der ama el otomatik gidiyor.

Tereyağını buzluktan çıkarttım, biraz beklemesi lazım, sarmısaklı ekmekler yapayım dedim. Dünden kalma bagetler vardı, sabah ortadan ikiye ayrılmış bir halde fırından çıkarttık ama yenmedi. Böylelikle, onları değerlendirmiş olurum.

Sabahleyin kalkınca yarın annem internete gelecek bütün sabah torbaya girecek diye yemeği düşünmeye başladım. Zeytinyağlı dolma yapacaktım ya, onun içini hazırlamaya başladım derken halamdan gelen baharatlığa gözüm ilişti, kapakları ve kendi...Yok! Temizlenmesi lazım derken hepsi parça parça çıkartıldı ve yıkandı, Allah'tan bir şekilde bebek şişelerinin temizlenmesi için fırçalar vardır hani, geçen haftalarda alışveriş yaparken o gözüme ilişmişti de almıştım. Baharatlıkların herbiri küçücük şişeler, elin içeri girmesi tamam ama kıvrımlarda parmaklar güdük kalıyordu. Bir güzel bu fırçayla işimi hallettim, pırıl pırıl oldular.

Dün sabah alışverişimize gitmiş, tavuk stragonof almıştık. Şerit halinde kesilmiş tavuk göğsü yani. Daha önceden de burada satılan Tai veya Çin menşeyli olan ekşi tatlı soslar vardı bende. Dediğim gibi Arap Emirlikler'i bu konuda bir çok kültürü barındırdığı için soslar konusunda çok şanslıyız. Türkiye'de gerçekten bu alternatifleri bulmak özellikle süperamarketlerde çok zor.

Çin lezzetlerini taaa evlendiğimiz yıl Fethiye'ye gittiğimizde keşfettim. Eşim sağolsun, onlarda Hint, Çin, Taiwan lezzetleri herbir yerlere serpiştirilmiş vaziyette olduklarından o tür yabancı lezzetlere çok açık bir yapıları var ama benim gibi tatlı ile tuzluyu karıştırana, tatlı ile ekşiyi ve acıyı karıştırmak o kadar da dert olmadı. Hatta, tam tersi bayıldım! O zamandan beridir bizim evde Mutfak Dergilerinde çıkan Çin Böreği, tatlılı ekşili balık yemekleri, soya filizli tarifler, soya sosu vazgeçilmezlerden oldu.

Neyse, ilk kahvaltının ardından mutfağın toplanması, dolan bulaşık makinasının çalıştırılması ve suyu iyi ısıtmadığının anlaşılması :(, baharatlığın parça parça ayrılıp yıkanması, zeytinyağlı dolma içinin hazırlanması, ondan önce fırının detay temizliği ve ekşili tatlılı tavuk yemeği derken saat öğleni buldu. Bu arada su istemek için adamın bin kere aranmasını da saymıyorum ( Hala gelmedi yahu!). Su siparişini alan kadını değiştirip, İngilizceden çakmayan bir moron koydular, halbuki hemen su gelirdi. Kadınların yerine ne zaman erkekler gelse randevu alınması, bir yere birilerinin yollanması konusunda yaya kalınıyor. Erkek sekreter olmamasına şaşmamalı.

Yemekleri pişirirken lap topumu mutfağa aldım " Yemekle pişmen lazım kızım!" sözü aklımın bir kenarında, dolma içinin mis gibi kokusunun hakim olduğu mutfakta bir güzel başka bloglara bakma fırsatı yakaladım. Dediğim gibi, bu işin içine girdikçe o kadar profesyonelce hazırlanmış günlüklerle ve yemek bloglarıyla karşılaşıyorum ki...Gerçekten de gurur verici, bayanların bu derece yaratıcı ve estetik olmaları. Yavaç yavaş benim bloğumda seçmeler sanırım hep yurt dışında yaşayan, oraları sanki onlarla yaşıyormuşçasına tanıma imkanı bulduğum Tükiyelilerin blogları olacak. Gerçekten de o insanların gözlemlerinin bire bir, son derece dürüst ve açık bir şekilde anlatıldığı günlükler çekiyor beni.

Tabi bir yandan da yemekle ilgili gözüme kestirdiğim bloglar var. Orada da göz zevkime hitap edenleri ekliyorum.

Yemeğimizi bir buçuk gibi yiyip bitirdikten sonra bulaşıkları yıkamaya koyulduk, kızım sabahleyin iki tabak bir bardak yıkadı benim için :) ve bulaşık makinasını deneme yollu ne oluyor diye yine çalıştırdım. O kadar sıkılıyorum ki böyle arıza durumlarına, akıtılan ekstra su, ısınmaya giden enerji...Evlerimizde en fazla giden enerji, soğutma ve ısıtma amaçlı kullanılan enerjiymiş. Şimdilerde kettle'ı bile en aza indirgeyerek, çamaşırları da soğuk ( burası için en az 30 derece kalabiliyor ) suyla yıkar oldum.

Evin su ısıtma mekanizmasını kapattık artık. Zira sıcaklıklar 31-35 arası oynasa da hissedilen 43 civarı. Su geldiği an depolarımızda birikiyor. Burada günde iki sefer su veriliyor. Sürekli depolanan su ile yaşanıyor. Bir eve iki büyük depo...Okuldaki velilerden Brezilyalı bir arkadaş eve taşındıktan sonra bakmış su bir günde bitiyor ve damla yok, meğerse bir tane deposu varmış. İşte bunlar hep buraların yaşayarak öğrenilen özellikleri. Bir de sulama sırasında çevreye yayılan acayip koku...İlk geldiğimde aklım çıkıyordu, sonradan dönüştürülerek kullanılan su olduğunu öğrendim. Akıllıca...Kokusunu saymazsak tabi ki.

Saat üç gibi yukarı çıkıp yatmaya karar verdim. Vallahi şu adet dönemi öncesi Carlos Castanedo'ya taş çıkartır rüyalar alemi deneyimleri yaşıyorum. Çok ilginç. Hamileyken de dünyayle iletişimi kesmek için uyurdum resmen. Bu dönemler çok derin uykular yarattığı içindir ki belki bunu düşen tansiyona ve şekere bağlamak lazım, rüyalar başka bir boyut gibi sanki. 2 saat uyumuşum. Kızımla da bu konularda hiç bir zorluk yaşamadım. Zaten eskiden öğlenleri uyku olayı O'nda da vardı, şimdi ben uyusam da bana hiç dokunmaz. Çocukların büyümesi ne güzel...Babası da aşağıdaydı zaten, arada sırada konuşmalarını duydum ama hayal meyal.

Kalkar kalkmaz bu sefer yataklara taktım kafayı, çarşafları güzelce değiştirdim. Çamaşırları yıkansın diye ayarladım. Aşağı indim ve bu sefer de akşama özel bir şey ne yiyelim sorusu...Sarmısaklı ekmek, dün aldığım mantar ve sucuk, kaşar üçlüsü ile bir akşamlık menü hazırladık.

Saat dokuza geliyor. Ufaklık da yemeğini yedi, aldığımız karpuz bu sefer muhteşem çıktı. Mısır'dan :) Geçen sefer İran karpuzu almıştık ama yumuşak bir karpuzdu ama bu sepsert sulu ve tatlı :) Buraya gelen çoğu sebze meyve başka ülkelerden tabi ki. Bir tek yerel üretim hurma. Çukulatalısı var, yok içinde şusu busu olanı var. Var da var. Çilek de gördüm buranın üretimi, süt, yumurta yerel. Şimdi akşam saatleri...Daha eklenecek bir sürü tarif ve fotoğraflar da var. Tabi ki belirtmek lazım, ben yaptıklarımı paylaşıyorum o kadar. Yoksa yemek bloglarını gördüm gerçekten de profesyoneller. Benimki öylesine kendi kendime ne yapmışım ne etmişim, onları toparlama mantığı :)

Dün bir de akşama doğru saat dörtte kızımızın bale gösterisine gittik. Koskocaman bir gösteri salonuydu. Üniversiteye ait olan bu mekanı eşi üniversitede öğretmen olan bayan sağlayabilmiş. Benimkinin okulundan da veli ve arada sırada ufaklıklara da ders vermeye geldiği için bizim bittiriğin en sevdiği öğretmenleri arasında. Bu imkan sağlanmamış olsaydı, Dubai'lerde falan öğretmenimiz de söyledi, imkansız olurdu bu tip bir şey sunabilmek. Bizler için ufaklığın yıllar itibarıyla nasıl bir gelişim göstereceğini anlamak adına çok güzeldi. Ufaklıklar, christmas zamanında bizim okulda sergilediklerinin aynısını on dakika içinde gösterdiler. Benimki çok beğendiğini de ekledi. Sahnede olmak çok güzelmiş :) Üniversiteye girerken kapıda bize İngilizcesi çok iyi olmadığı için yolu göstereyen adama ise yorumu şöyle oldu; " Çok yakışıklı !" :)

Salonun kaç kişilik olduğunu tahmin etmek oldukça zordu. Aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir anfi tiyatro şeklindeydi. Sahne kocaman ve ahşap...Yukarıda yine profesyonelce düzenlenmiş bir müzik ve kontrol mekanı vardı. Dışarda, salonun açıldığı yeri ise sanki Romalı zamanından kalma kocaman sütunlar ve cami kubbesi şeklinde, mermerle döşenmiş yerler yapmışlar. Fotoğraf çektim ama bizim kameranın küçüklüğü sonucunda evlere şenlik oldu. Flaş yetersiz kalıyor.

Klimaların çalışmasıyla dışarısı ile içersi arasındaki ısı farkı hastalıklara tam davetiye çıkartıyor. Dışarda nem oranıyla hissedilen sıcaklık rahat 40 ları geçiyordu ki akşama doğru, gerisini siz düşünün! İçersi ise 20 dereceden düşük bile olabilir. Gösteriden çıkınca kızım dondu soğuktan, Allah'tan yedek kıyafetleri getirmiştim ama yetmedi. Babasının kucağında ısınmaya çalıştı yavrucak. Bir dahaki sefere deneyim kazanmış olduk. Battaniye bile götürülebilir ya da pantalon ve ceket.

Bizimkiler gösterilerini yaptıktan sonra öğretmenleri oturup seyretmelerini istedi, büyük kızlar çıktılar, grup grup step yapıldı, uçurtma dansı, palyaço dansı, kanaviçe işleyen kızların dansı falan...Aralarında bazı çocuklar vardı ki gözlerimizi alamadık. Ufaklıkla aynı yaşta olan Megan performansıyla hepimizin gözdesi oldu.

Bu çocukların çoğu küçük yaşta giriyorlar işin içine. Geçen sene birinci kademeyi bitirmiş durumdalar, sonra sonra ilerlemeye başlıyorlar. Güzel olan, üzerlerinde hiçbir katı baskı olmadan çok ciddi bir disipline girmiş olmaları. Hepsi öğretmenlerinin gözlerinin içine baktılar ve ellerinden gelenin en iyisini vermeye çalıştılar. Seyredenlerin arasında bir bağıran, yerinden kalkıp ortalıklarda dolaşmaya çalışan bir çocuk dahi olmadı. Bunlar benim gerçekten de çok ilgimi çekiyor. Yıl boyunca belli hareketler oturtularak yayılıp yerleştiriliyor.

Bana benzeyen bir kız vardı aralarında. Aynı benim ufaklığım. Zayıf mı zayıf...Kendimi düşündüm. Varlığın içinde bir çok şeye nasıl yabancı bırakıldığımızı ve bu konuların lafının bile geçmediğini hatırladım. Bale mi? O da ne?! Bizler bu tip uğraşları hep gereksiz, yapmacık görerek ya da görmezden gelerek büyüdük. Oysaki bale klasik müziğin, tiyatral yeteneğin, sporun, dansın, esnekliğin, disiplinin ve kulağın gelişimi için ne kadar da gerekli. Hepsini bir araya toplayan dansın orjini belki. Bu kadar özel değerleri bir araya gtiren bir dansın kızım tarafından öğrenilmesi bana hiç de gereksiz ve aptalca gelmiyor. Tam tersine bu tip etkinlikler verilebilir düzeydeyse ki buradaki şartlar anlattığım gibi snob değerler değil, bütün çocukların alması gereken değerleri içeriyor. Keşke diyorum keşke...Ama maalesef.

Saat dörtte ufaklığı bıraktık, dörtle beş arası karı koca tek başımıza üniversitenin kafeteryasında oturduk. Güzeldi...Farklı bir ülkenin üniversite ortamında bulunmak insana o dönemleri hatırlatıyor. Ellerinde ders notları bir şeyler atıştırmaya gelmiş insanlar...

Eve geldiğimizde saat altıbuçuktu, kızımla babası hemen köpeği çıkarttılar ben yemeğe geçtim. Aynı rutin... Yarın babamızın bir günlük ekstra tatili var. Ben günlerdir kalan tarifleri tek tek yazar, girerim. Dün akşam Kevin Costner'ın Bret Pitt'in eski karısıyla olan filmini seyrettik. Çok eğlenceli ve güzel bir filmdi. Arada sırada iyi film yakalamak da keyifli olabiliyor.

Kusum, düşündüğümüz fiyatlarda klima bulamamış :( Her ay öyle saçma sapan, düşünülmeyen bir ekstra ile karşılaşıyoruz ki anlatamam. Hep aynı dava. Bakacağız, tamir mi ettirmek yoksa ikinci el bir klima mı taktırmak?

Kapımızın önüne içine yirmi kişinin sığabileceği büyüklükte bir delik açıldı. İçine kocaman su gideri için borular döşenecek. Dün akşam verdikleri mektupta iki hafta yolun kapalı olacağı, Eylül ayına kadar da bu işin süreceği yazılıydı. Herhalde o kadar araba garajında sıkışıp kaldı ki bu yolu gerekli gördüler. Biz, Allah'tan arabaları çıkarttık. Yarın sabah ufaklığı okula ben götüreceğim, babası gidip alacak :) Şimdilik plan bu.

3 yorum:

Selen dedi ki...

Merhaba,
Ahh ahh o kopek cikarmalar..Ne zor gelirdi bazen bana ama simdi dusundukce agliyorum cunku oglumu cokozluyorum,onu disari cikardigim gunleri cok ozluyorum..Blogumda kizimla resimleri var.Cok yaslandi..Bu beni cok uzuyor...
sizinki ne cins???

evinkedisi dedi ki...

Ah Selen ah, benim hayatım köpek alacaaaaammmm! diye geçmişti bir de biliyor musun? Köpeğimiz sekiz yaşında Golden Retriever. Evet, gördüm fotoğrafını kızınla oğlunun bir arada...Benim kızım bir de aşırı derecede prematüre doğdu ve beraber büyüttük onları hiç gocunmadan. Ama insan yapısı mıdır nedir anlamıyorum, bazen çok sıkılıyorum. Fotolarını geçmiş yazılarımdan bir tanesine koydum, veterinere götürdüğüm gün, araba yana yatmıştı da aklım çıkmıştı. Görürsün orada...Golden Retriever'ların tüyleri...Öyle kist falan yapacak diyenlerden de değilim ama her yere yapışıyor ya halılara, koltuk kenarlarına, merdivende uçuşan hallerde :( İşte bunları zor yoksa düşünüyorum bizim dört ayaklı kız da gün gelip hayatımızdan giderse kahrolurum onu biliyorum :( Haklısın, bu güzel ve bizlere böylesine karşılıksız sevgi veren varlıklardan sıkılmamamız lazım ama işte...Ben çok ev kuşu oldum belki de ondan. Yazdığın için teşekkürler, bir de sen neden öyle dedin? Çıkaramıyor musunuz artık oğlunuzu? Yoksa vefaat mi etti de çok özlüyorum falan diye yazdın, merak ettim.

Selen dedi ki...

Merhaba canim,
Ben oyle dedim cunku ben onu birakarak Ingiltere'ye tasindim ogluma simdi annem bakiyor.12 yasinda olmdiasina karsin sagligi iyi ama sanirim sona gittikce yaklasiyoruz ve bu hepimizi cok acitiyor.En uzun yasayani 15 sene...
O tuyler benide cok rahatsiz ederdi ama yinede hayvanin agzina girerdim halada giriyorum gidince.Benim kizda onunla yatip kalkiyor vallahi beraber uyuyorlar icice.Benimde oyle kisttir tuydur takintim yok.
Kopegimi cok ama cok ozledim.Simdi hemen sizin resimlerede bakacagim.
Sevgiler