31 Mayıs 2019 Cuma

Fifty Shades of Grey'den Çık, Azra Kohen'den Sola Dön.

-->
Sen hiç “Fifty Shades of Grey” veya Azra Kohen’in Dansçı Duru’sundan etkilenen, çok zekiymiş hissi veren kişilik tahlilleri yapan ve hatta bunların üzerinde ciddi ciddi düşünen bir erkek gördün mü?

Kendini kitaplarda peşinden koşulan kadınların yerine koyup, kafasındaki fantazilerle yine aynı şekilde davranan, tutkuyu hayat felsefesi haline getirmiş, çirkin bile olsa paralı, güçlü ve azami derecede çekici! (çirkinlik erkeklerde para ve güç varsa dayanılmaz bir karizma oluyor da…) olan baş karakterin yine diğer peşinden koşulan karaktere yaptıklarıyla kendinden geçen…

Oysaki hayatın geneli hep de ortalamalardan ibaret! Ne acıklı ki bu böyle. O azami derecede çekici, zengin, tutkulu, seni yataktan uçuracak erkek normal standartlarda yok. Upuzun bacaklı, piti piti gözlerini kırpıştıran, kendini sana adayan kadın da…(Erkek eşittir kuvvet eşittir para, kadın o dönemin fiziksel özellikleri, kendini erkeğine adamış, korunmayı bekleyen, teslim olan genç kız, eşittir tecrübenin karşısında toyluk)

Hayat eksi ve artının, siyah ve beyazın çekişmesinden ibaret. Bu dünyada para neyse onun karşılığında kendisini bir o derecede teslim etmeni buyuran bir din motifi var örneğin. Dinin karşısında duran para güzelliği, fitness salonlarını, estetik ameliyatları, seni iyi gösteren güzel arabaları ve evleri alır ama huzur getirmez. Para huzursuz bir yapıdadır, güzellik de öyledir çünkü vadeler içinde solar ve yokolur.

Cinsel çekicilik nesiller boyu gençlikle özdeşleştirilmiş, neden? Çünkü kadının doğum yapabilme kapasitesi, nesillerin devam edilmesi aslında altında yatan yegane sebep. Hormonlar yani, öyle karman çorman pek de bir şey yok ortada. Eskilerin dediği “Nikahta (düzüşmekte) keramet vardır” mantığı bir cümlede, al sana bir hayat dersi!

Bakıyorsun tarihe, eski masallara, hep bir “Beauty and the Beast” sendromu var. İşin kötü tarafı da nedir biliyor musun? Sen de, ben de aynı yolun yolcusuyuz. Yani, anlatmak istediğim, hep kendimize aşık, peşimizden koşan tutkulu erkeklerle yatak sahnesinden boyut değiştirme sahnesine geçiyoruz.

Erkekler romantik değil düz varlıklardır dememizin bir sebebi olmalı. Erkekler bizler gibi salak salak romanlarda veya filmlerdeki karşı cinsten etkilenip, “Ah böyle bir hayatım olsa, ben de arzulansam.” demiyor, alt tarafı bunu yapmak için porno izliyor.

Porno ve Fifty Shades of Grey veya Azra Kohen’in üçlemesi burada kadınlarla erkeklerin hayata bakış açılarındaki farklılığın birebir göstergesi oluyor bana göre.

Ve günümüzde herşey ama herşey insanlığın kendi gönüllülüğüyle gerçekleşiyor. Yine eskilerin otokratik düzeninin karşısına günümüzün beyni çocukluktan itibaren “Beauty and The Beast” ile yıkanmış gönüllüleri alıyor.

Milliyetçilik insanı gönüllü asker olmaya ve ölüme götürüyor, dincilik yine “Zorla değil ya efendim!” deniliyor ve bol bol mesajlar yollanılıyor beyne. Fitness, sağlıklı yaşam, filmler, karakterler seni ve beni sürekli tüketime yönlendiriyor.

Zorla değil ya canım! diye diye becerilen insanlarız gibi…Fark etmeden, acımadı ki! Diyerek de ölüp gideceğiz bu dünyadan.

Eskilerde o yüzden huzur vardı, böyle sinsi sinsi, ufak ufak bombardımanlarla büyümedi onlar, tombik kadınlar çocuk doğurduktan sonra göbekleri yüzünden kocaları tarafından arzulanmadıkları üzerine kafa yormadılar, en fazlası gücü/parası olan erkeklerin daha genç sevgilileri oldu.

Şimdi yeni yatırım modeli biyonik kadın. Selülitlerin mi var? Gidersin bir makinaya girersin, bayılırsın bir 5,000-10,000 arası neyse hoppp! Selülitler bir altı ay yokolmuş, sonra? Yüzüne yaptırırsın bir botoks, yanında dolgu, hoppp! On yaş attın, gerisi? Seni bir altı ay sonra geri çağırır o sistem, sen artık gönüllü bir kölesin, bunu değiştiremezsin. Bir incecik iğnenin ucunda 10 yıl daha genç görünmek var. Cebindeki para alarm verene kadar seni kemirir bitirir bu düşünce. Alkolizm, eroinman neyse O’sun!

Sana neyi hatırlattı Beauty and The Beast’ten sonra? Evet, Rapunzel! Saçının bir telinden gelen gençlik iksiri ile Rapunzel’i kaçırıp annesinin babasının elinden, kaleye kapatan, yalancı ve bencil üvey anne…

Azra Kohen’in yazdıkları işte tüm bu Rapunzel’lerin, Beauty and The Beast’lerin günümüze uyarlanmış masalları ama belki bir derece daha samimi çünkü yetişkinlere…

Ve oradaki arzulanan Duru’ya dikkat et ve diğer kadınlara da…Hepsi fit, zayıf, bakımlı ve iyi giyimli ama savaşı kazanan yine Duru çünkü 20 li yaşlarının ortasındaki Duru’luğu temsil ediyor ne kadar hırslı da olsa…

Demek ki neymiş? 20 li yaşlarda ve güzelken (güzelsen) yaptığın her hareketin cinsel çekicilik uyandırma olasılığı, orta yaşlarda ve botokslu, dolgulu ve fersah fersah daha pahalı, bakımlı olan halinden yüksekmiş.

Arka fondan sesler “Sen her yaşta güzelsin.” “Orta yaş yaşlı bir dönem değil.” “Bakımlı kadın (para harcayan) her zaman güzeldir” Bla bla bla…

Benim buna kimseyi mutlu etmeyecek bir cevabım var. Bakımlılık, kokmamak anlamına gelir.

Her sabah duşunu yap ve elindekilerin değerini bil.

Zaman içinde her türlü tutkunun eriyeceğinin farkında ol.

Huzurlu ol,

Yürüyüşe çık,

Temiz hava varsa çevrende (o kadar şanslı isen) onu derin derin içine çek,

Bol bol kitaplar oku,

Güzel müzikler dinle

Eşinle sohbet et,

Çocuklarının evden uçmasından önce onlarla nitelikli zaman geçir.

Meditasyon yap (bana göre dinlerin dua etmekten kast ettiği buydu)

VE cinsellik, daha fazlası, daha güzeli, daha çekicisi, daha daha…diyerek ölme.

Gülümseyerek öl.




24 Mayıs 2019 Cuma

Bu Dünya Neden Böyle?

Günlük hayatındaki yaşam felsefelerinin derinsizliği, sığlığı ve basitliği yüzünden. 

Gidip geldiğin işlerde "Ben bu işi nasıl mükemmelleştirebilirim?" demen yerine "Offf vakit dolsa da gitsem" "Kimselere çaktırmadan nasıl kaytarıp, yandaki odada veya ekipte eşşek gibi çalışanla aynı parayı kazanabilirim?" dediğin için. 

Ahlak duygun yerlerde süründüğü, başkalarının doğru yaptığını yapmamanın seni zeki yaptığını düşünmen yüzünden. 

Yanlışı yanlışla doğrulaştırdığını sanmandan, yalanlarının enflasyonundan, 

Sürekli hiçbir iş yapmayıp taş taşımış da altında kalmış gibi şikayet etmenin seni çalışkan göstereceğini düşünmenden,

Dünya BENİM çevremde, BENİM ihtiyaçlarımın öncelikleriyle dönüyor bencilliğinden...

Hiçbir konuda doğru düzgün bilgi birikimin olmadığı, okumadığın, araştırmadığın gibi başlık okuyup konuyu anlamış gibi başkalarına bilmişlik yapmandan,

Fark edilmediğini sanıyordun değil mi? 

Oysaki fark etmediğin şey azami derecede ahmaklığın. 

Sonra oturduğun yerden "Sen yanmazsan ben yanmazsam...." 

Toplumlar doğruyu, daha güzeli ve daha ahlaklıyı istemedikleri için değil bu dünya böyle, senin gibilerin toplumları oluşturması yüzünden. 

Sonra da yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan diye bakakalırsın işte öyle.

Bir daha oku, belki anlarsın. 

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Düşünceler bilmemkaç

-->
Daha üst seviyelerden bakıldığında sen nasıl bir arı kovanına veya karınca kolonisine bakıyorsan, nasıl bir uçağın yolcusu olduğunda ve yüksekten aşağıya baktığında yeryüzündeki her şey minnacık ve görünmez hale geliyorsa, insanların yarattığı kalabalıklar da aynı eşitlikte bir yerdedir.

İnsan kendi kendini gereğinden fazla önemseme yanılgısındadır. Sen, hem HER ŞEY ama aynı zamanda da HİÇBİR ŞEYsin.

Bunu anlamak için “Evreni anlamak için kendi içine bak” denmesi de “Okyanusta bir zerreyim.” De birdir.

Hem bir bütünün parçası, hem de kendini önemsemeyen bir hiçlik olabilmek zordur. Bunu başarabilmek demek insanın kendi egosunu sıfırlayabilmesi anlamına gelir. Karşısındaki insanlara Ben’le başlamayan cümleler kurabilmek, çevresindeki her şeyi Ben bazlı algılamamak anlamına gelir.

Bütün bu doğruları okuyarak bir yere varmak mümkün müdür?

Eğer okumak algında ciddi değişiklik yaratabiliyor ve seni düşünmeye sevkediyorsa doğrudur. Ancak aksi taktirde duygularını okuyarak değiştirmen mümkün değildir.

İnsan geliştikçe BENden kopar. Bir bebeği düşün, hayat O’nun için kendi BEN’i ve dışardakilerden oluşur. Herşey ve herşey o BEN’den sentezlenir ve süzülür. Organizma karmaşıklaştıkça düşünce ve algılamalar da o oranda birbirine karışır. Ne, nerede başlıyor ve nerede biter sorusu yanıtlanamaz boyutlara varır ve sonsuzlaşır. BEN’in varlığının yalnızca kendi yakın çevresini etkilediği ama tüm bu yakın çevrelerin suya atılmış bir taşın çevresine yaydığı dalgalar gibi büyüyerek birbirinin içine geçtiği anlaşılır.

Şu an yaşadığımız dönemde internet denilen insan yapımı ama aynı zamanda belki de Evren’in bir yansıması olan oluşum dünya üzerindeki bütün dataların biriktiği bir ortama dönüşmüştür. Tıpkı bir ana koldan gelen ama farklı sonsuzluklara ve olasılıklara bölünmüş olan Ruh’un tecrübe (data) toplaması ve kendini bu anlamda geliştirmesi gibi…

Her varlık kendini geliştirir, büyür, daha karmaşıklaşır ve sonunda kendini yokeder. Ama her yokediş başka bir başlangıcı yaratır. Bu anlamda her varoluşun tepedeki noktaya çıkması ile inişe geçmesi aşaması başlamış demektir.

Evrim denilen şey yalnızca organizmada görülmez, herşeyin ana kuralı ileriye, daima daha komplike bir sisteme, yapıya ulaşmaktır.

Evrendeki herşey kendisinden ve kendisinin diğer yansımasından oluşur. Yani madde varsa, bunun karşılığında anti madde vardır. Artı varsa, karşısında eksi vardır, iyi varsa kötü, güzel varsa, çirkin illa ki vardır.

Eğer dünya pür iyilik ve güzellikle dolu bir yer olsaydı ismi Dünya değil Cennet olurdu. Cennet ise bir sonuçtur, bir seçimdir ve gelişimin altında birbirini iten ve çeken, daima dengeye gelmek için çekişen kuvvetler vardır. Seçimler vardır, uygulamalar vardır, anlamalar, anlatmalar vardır. Kısacası dünya dinamik bir alandır. Oysaki cennet de cehennem de kendine göre oldukça sıkıcı ortamlar olabilir. Dinginlik Ruh’a belli bir süre es verme süresidir. Enerji her zaman uzar, kısalır, renk ve ses değiştirir ama illa ki değişimden yanadır.

Durağanlık Ruh’un yapısına uyan bir durum değildir.

Dünya gözüyle ve duyuları ile tecrübe edilmiş olan şeyler dünya dışındaki bir ortamdan gelen bilgileri nasıl işleyebilir? İşleyemez. Bilemediğin bir şeyi nasıl anlatırsın?

Algıların bir kompartıman gibidir, trenin farklı vagonları gibi…Her farklı vagon bir kişilik ise sen o kişiliğin hayat tecrübesini depolarsın ama aslında sen bir trensin, vagon değilsin. 

Hangi vagonda isen o vagonu betimler, hisseder ve anlatabilirsin ama bu vagonların hepsinin bir araya gelip de trenin kendisini oluşturduğunu değiştirmez.