27 Ocak 2019 Pazar

Okul Mu Yoksa Ticari Şirket Mi?

Tüm dünyada benim için en en en önemli gelişmişlik kriteri o ülkenin eğitime yaptığı yatırımdır. Hepimiz alıştırılmışız, aslında şansımızda yok çünkü buna elimiz mahkum bırakılmışız ve de  özel okulların çarkları içerisinde kavrulup gider olmuşuz.

Çalıştığım okul özel, çocuklarımı yolladığım okul da aynı şekilde. Veli olarak neden bunu tercih etmek zorunda bırakıldığımızı söyleyeyim. En önemli sebep eğitimin ve kaynakların pahalı olması ve bunların az çocuk sayısına bol bol yetecek derecede bölüştürebilmek.

Evet, hepimiz para kazanmak zorundayız çünkü paramız olmadığında yaşayamıyoruz, hayatta herşey ekonomiye odaklanmış durumda ama bazı konuların bunun ciddi derecede dışarıda tutulması gerekiyor ve bunlar da en başta eğitim ve sağlıktır.

Eğitim kurumları, adı üzerinde eğitimcilerin yürüttükleri organizasyonlardır. Bu insanların amacı okullarında verilen eğitimin kalitesinin nasıl arttırılacağıdır. Bunun için gereken derslikler, o dersliklerde işlenen derslerle ilgili kaynaklar sağlanmalıdır. Sınıfın içinde birbirinden farklı yeteneklerde olan çocukların herbirine ne şekilde ulaşılabilmelidir? O çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimleri nasıl stimüle edilmelidir?

Bütün bunları yapmak maliyet denilen yine paranın konuştuğu bir durumu yaratıyor. Peki bu maliyetler kim tarafından karşılanmalıdır?

Devlet! Ama minimum kısarak değil, hakkıyla, isteyerek, severek, düşünerek...

Devletler insanlardan aldıkları vergilerle ayakta duruyorlar ise o vergileri bireylerin hayrına çevirmek, eğitimi sevilir, arzulanır hale getirmek zorundadır.

Kendi dayatmalarının olduğu yerler değil, bilimin, sanatın yuvaları olmalıdır okullar. İnsan yavruları oralarda kendi yeteneklerinin her tür karşılığını bulabilmeli, öğretmenler çocukları teşvik ederek motive edebilmeli, öğretmenin ruhsal sağlığı her bir çocuğun bireysel farklarını görecek ve bu konuda çalışacak noktada olmalıdır.

Bu yapılabilir mi? Paraların akıtılacağı yerlerin hedefleri değiştirilirse hem de nasıl yapılır!

Çalıştığımız okul şu anda ekonomik krizin etkisine girmiş durumda, o kadar iyi niyetlerle yapılan binanın, içine konulan rengarenk malzemelerin, kullanılan ve günümüze uygun olan araçların, bahçelerin, bahçedeki çimlerin, çalışanlarının herbiri stres altına girdi.

Neden? Çünkü paranın olduğu yerde hiçbir şey onun önüne geçemez şekilde yaratılmış sistemlerin içindeyiz de ondan!

Herkes çalışıp para kazanmak zorunda, devletler özel okulların maaşlarını iş öğretmenlerine gelince veremez oluyor bir anda. Ve bu da gayet olağanlaştırılıyor toplumların kafasında. Çok normal bir şeymiş gibi...

Öyle değil! Ülkelerin çocuklarının okudukları devlet okullarının kaliteleri ve verdiği olanaklar o devletin eğitime verdiği değerin göstergesidir.

O gösterge paranın gücüne yenilmemelidir. Finanse edilmeli, toplumsal hareketlerle girişlerin maliyetleri düşürülmeli, okullara para ödenmemelidir.

Çünkü eşit düzeyde eğitim alabilmek evrensel insan haklarının içindedir ve parası olanın daha iyiye sahip olması bu eşitsizliği bozmaktadır.

Nokta!


24 Ocak 2019 Perşembe

Bugün...

Okulun bahçesinde yürüyorum, bir yandan da düşünüyorum, şöyle ki;" İnsanın evleneceği kişinin bir yirmi yıl sonraki halinin görünüşünü ekrana getiren bir simülasyon programı olsa?" Mesela? Evlenmeden önce genç halini veriyorsun örneğin ve program her on yılda bir sana ne olacağını gösteriyor. Bu, evlenmeden önce hani deniliyor ya "Hastalıkta, sağlıkta, gençlikte ve yaşlılıkta..." 

Çoğu insan var ya birbiriyle rahatlıkla sevişsin diye evleniyor ve evlenirken de erkek olarak kızın çekiciliğine, kız olarak da ne yakışıklı oğlana kapılıyor (Aşık olarak evleniyorsan) 

Sonra durdum ve kendi kendime dedim ki;" Yahu, bırak yirmi yıl sonra karşındaki adamın ne hale geleceğini, sen kendinin ne mahlukata dönüşeceğini bilebiliyor musun?" İnsandan insana çok şeyler değişiyor, bu kesin, her türlümüz var, çeşit çeşidiz ama bazılarımız cidden zamana karşı kendimizi çok daha iyi muhafaza edebiliyoruz. 

Motivasyon lazım, ittirici güç olması gerekiyor ama o acaba nerede? Spor yapmak en ucuzu, ameliyat olmaktan da, allahın nikahını verdiğin kremlerden de daha güzel, bir sokağa çıkıp yürünebilinir, kan dolaşımı hızlanır yüzdeki renk, çizgiler, selülitler erir, cilt dinçleşir. De bunu yapmak için iç disiplin şart mı? Şart. Yemek yemekden alınan haz olmamalı mı? Olmamalı. Özel yemekler yapmak için, aynı şekilde alışveriş için de zaman gerekiyor mu? Gerekiyor. Çalışıyorsun, sabahın köründe kalk, özel bir kahvaltı hazrılamak için zaman var mı? Yok, enerji var mı? Yoooo! Geldin eve, bırak spor yapmayı çocuğunun ödevine bile kaldıraçla götürecekler gibi hissediyor musun? Evet. 

Sahi yahu...Kötü bir durum cidden...Ben bana baksam hiç de çekici falan bulmazdım, bir an evvel şu ellili yaşlarıma geleyim de "Kırklı yaşlarda kadının en çekici zamanı!" falan safsatasından kurtulayımdan başka bir şey düşünmüyorum. 

Diyorlar ya altmışlı yaşlar en güzel yaşlar falan diye çünkü kimse kimseyi çekici falan bulamıyor, kabullenme yaşanıyor, hayatın artık nesi var nesi yok elimizde halleri belli, başka yönlere kayılıyor, meditasyon yaptım, uçtum, hommmm!, kendimi dine adadım falan...

İşin özü götüme döndüm ve benden hayır yok, ne yapsam yapayım maymuna benziyorum. Budur! 

1 Ocak 2019 Salı

Söke Söke Alamazsın

Çoğu zaman hayat göründüğünden çok daha az karmaşıktır, basit ve yalın bir formül gibi aslında…

Karışıklık duygusu beynimizin yapılan hareketleri anlamlandıramamasından kaynaklıdır.

Beyin, her zaman sebep ve sonuç ilişkisine odaklı çalıştığından dolayıdır ki hareketleri anlamlandırmak için ZAMAN gerekir.

Zaman, insanın yaşam içerisinde aldığı bir yol gibidir. Zaman yaşlanmayı, yaşlanmak, tecrübe edinmeyi, tecrübeler, insana olayların karşısında olgunlaşmayı ve olgun düşünceyi öğretir.

Birbirimizden durup, düşünmek üzerine farklılaşırız. Aslında hayatımız yaşanılanlara değil, o yaşanılanlara ve yaşatılanlara yüklediğimiz anlamlara bağlı olarak şekillenir.

Hayatımızı bir tablo olarak tarif edecek olursak, o resimde anlatılmak istenenin esası yine, o resmi yapan sanatçının içinde saklıdır.

O yüzden, yapılmak ve anlatılmak istenilen ve onlardan çıkarılacak oluşumun evrelerinden sonraki noktalar, insanların algılama farklılıklarına göre değişir.

Kaynaktan, çok iyi niyetlerle yola çıkmış bir düşünce, aynı yolun sonunda farklı sapaklarda sonlanabilir. O insanın DUYGULARI, eğitim düzeyi, kişiliği…Kısacası, o insanı kendisi yapan ve diğerlerinden ayıran özellikleridir bunu farklılaştıran.

Benim kendi yaşamımda, geldiğim şu noktada, vardığım sonuçlar şunlardır;

Bazı durumlarda sen ne yaparsan yap, karşındaki insan kafasını ve yüreğini sana kapatmışsa, geriye üzerinde düşünüp, üzünülecek bir konu kalmamıştır.

Hayatta herkes kendi menfaatleri doğrultusunda planlar yapar. Bu planlar yetişkin yaşlarda düşünülür, çocukken geldiğin ailede değil.  Planı yapan her zaman yetişkindir, uygulaması ve sonucu daima çocukları etkiler.

İnsanın sosyal primatlardan farkı biyolojik olarak her organizmaya verilmiş olandan farklı davranabilmek, hak, hukuk, adalet gibi kavramları yaşamına serpiştirebilme yeteneğidir. Yoksa, fiziksel her türlü istek o an, nerede olursa olsun karşılanırdı. Dolayısıyla, aklına gelen ve sapkın olan, başkasının hakkına ve hukuğuna aykırı olan düşünceler daha eyleme dökülmeden ne kadar ötelenebiliyorsa, o kadar insansın demektir. Yoksa hayat yalnızca etki ve tepkiden ibaret bir devinimdir.

Zorla asla sevgi olmaz! Bu, aşk hayatında da, aile hayatında da geçerli bir kuraldır. Bazen, sevgisizliğin sebepleri insanın kendisinin dahi canını acıtacak kadar yanlıştır, kendine itiraf bile edemezsin ama değiştirilemez.

Oysaki, sevdiğin varlık öyle midir?

O’nu gelecek tüm olası kötülüklerden korur, gözetir, zaman verir, ilgi gösterirsin.

Sevdiğin varlığın şimdisini ve geleceğini düşünür, başına gelebilecek durumlardan elinden geldiğince uzak tutmaya çalışırsın.

Sevdiğin insanın varlığından rahatsız olmaz, O’nu fazlalık olarak algılamaz, gittiği yerlerde merak eder, özler ve ararsın.

Sevgi, daima dünyaya gelinen ortamda büyükten çocuğa doğru akar.

İşin başında kanalları tıkanmış bir sevginin sonucunu sorgulayan dünün çocuğuna artık çocuk muammelesi yapamazsın.

Sevdiğin insana “Beni neden incittin?” diye sorduğu zaman “Sevgisiz” “Nankör” “Şımarık” gibi yakıştırmalar yapmaz, tersine durup düşünür, kendindeki hataları sorgularsın.

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz sözünü hatırlar ve karşına gelen ve sana bir şey anlatmaya çalışan küçüğünü susturmaya, bastırmaya çalışmazsın.

Sevgi söke söke alınmaz, bir de bunu unutma dünün çocuğu. Verilmeyen ve gösterilmeyen sevgiyi kopara, çeke, ite, kaka alamazsın.

Ve son olarak da;


Yaşamın boyunca saygı göstermediğin birinden her kim olursa olsun saygı bekleyemezsin. Çünkü o beklemek değil, dilenmek olur.