28 Nisan 2009 Salı

Tam Bir Ay

Evet, inanılacak gibi değil ama doğum yapalı bugün akşam dokuz itibarıyla tam bir ay geride kalıyor. Günlerim, boş bulduğum anları uykuyla değerlendirip, diğer zamanlarda süt sağmak, Chloe ile ilgilenmekle ( ödevleri, yemeği, yıkanması...) , evi, yemeği hale yola koymakla geçiyor.

Sabahleyin hala ilk işim gelen maillerime bakmak için iki hot mail adresime, ardından bloğa gelen yorum var mı diye buraya bakmaktan ibaret. Böyle, aralarda eğer gün içinde uyuma lüksüne sahip olmuşsam o zaman ancak gelip yazı girip, tekrar normal koşuşturmacaya dönmek zorundayım. Geceleri bir saate yayılan gaz çıkartma, beslenme, alt değiştirme ritüeli ile beraber üç saatte bir beslenme var gibi gözükse de bir buçuk saatle sınırlı iki seanslık bir uyku olabiliyor. Gecenin bir vaktinde süt sağmak istenmiyorsa ki asla istenmiyor garanti verebilirim gece onikide son iki ( üç ve altı ) beslenmesinin sütünün sağılması ve hazır edilmesi gerekiyor.

Yazmak, Elif Şafak'ın da dediği gibi başka bir çocuk. İlgi ve zaman yiyen bir iş. Benim gibi kafasında kırk tilki dolaşan ve yazmadan beyin boşaltamayan, kendini ve yaşamını organize edemeyen biri için ise zor ekarte edilen bir faaliyet. Ne yapıp ne ettiğimi, neler olduğunu görmek adına yapmam gereken, en azından öyle hissettiğim için kendimi zar zor uzak tutmaya çalıştığım bir şey. Böyle bir günlük koşuşturmaca içinde insanın iyice dişlerini uzatabiliyor, zamanı çekiyor, elinden almaya çalışıyor. Bilgisayarla aramda oluşan bir " Hayır gelmicem!!!" çekişmesine sebep oluyor.

Mesela şimdi gözlerimden hala uyku akıyor ama şu çocukluktan beridir gelen sorumluluk duygum var ya o beni öldürecek. Blog için bir sürü çektiğim fotoğraf küçülmek için bekliyor. Bugün, kartuş bitip de üç gün falan kadar beklemek zorunda kaldığım anne ve babama ( ayrı evlere gönderildiği için ikişerden ) bastırdığım fotoğrafları ayarladım. O iş bitti.

Her en fazla beş altı saatte bir boşaltılması gereken süt vücudu rahatsız ediyor. En azından meme vermediğim ( anne kız hem acısından, hem şekil şemalet bakımından beceremedik ) için her üç saatte bir olay gerçekleşmiyor hem de babamız elinden geldiği kadar olayı paylaşmaya çalışıyor. Göğüs uçlarım hiç düzelmeyecek benim. Hep acıyorlar, süt geldiğinde de sanki birisi onları kıvırıyor, sıkıyor :( Oldukça sevimsiz bir tecrübe.

Zoe, hızla büyüyor ama ben de çok disiplinli gidiyorum. Her iki günde bir mutfak masasına koyduklarımla banyosunu yaptırıyor, ardından güzel bir şekilde masaj yapıyorum. Masaj bebeğin kilo alması ve hızla büyümesi için en güzel araçlardan biri. Tabi, zevkten sefadan yapılan kakalar ve göğe doğru fışkıran çişleri saymaz isek :) Onlara da gerektiği gibi önlem alınması gerekiyor.

Geldiğinde aldığı 40cc. şimdi en az 80 ve bugün itibarıyla 120 ( bu çok nadir ) arasında gidip gelmeye başladı. Sağdığım sütü biberonlara koyup ne kadar aldığını takip ettiğim ve yazdığım için göreceli olarak O'nun da davranışlarına bağlı tabi arttırma yapıyorum. Mesela 80 minimum aldı, ardından yarım saat sonra gazı çıktı ve aranmaya, rıgıl rıgıl kıvranmaya başladığında diğer 20 liği hazırlayıp veriyorum. Böylelikle ne sütüm ziyan oluyor, ne de bebek kusuyor.

İki çocuğumda da kolik anlamında çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Bunu hiç yaşamadım ama bir yandan da bebeklerin gazları tam çıkartılmadan, lahana gibi bir kenarda bırakıldığına da tanık olmadım değil. Bebek denilip geçilmemeli, ayık kaldığı sürece konuşmak, göz teması kurmak, evin farklı mekanlarını dolaşmak, imkan varsa ayrı yerlerde altını açmak, beslenmesi yapıldıktan sonra hemen alelacele geri yatağına koymamak gibi kuralları harfi harfine yapıyorum. Ve bu bence Zoe'nin rahatlaması açısından hayati bir konu.

Bebek bakımında işte bu yüzdendir ki yine çalışma hayatına değineceğim. Kesinlikle annenin koşturarak stresli işine gitmesi, laf işitme korkusuyla, o da bir oda ya da buzdolabı varsa, sütünü sağmak için bir odaya kendini atması gibi durumların karşısındayım. Tabi, bu gibi durumlar müşteri ile birebir görüşme isteyen işler için imkansız. Ya da sürekli bir telefon trafiği yaşanan işler için...Bunu böyle yapmak isteyen kadınlara da kendi sütlerini vermemek alternatifini, bunu çocuğun seçmediğini ve en iyi beslenmenin anne sütü olduğunu hatırlatmak isterim. Mesela kendi sütümle formül sütü karşılaştırdığımda gerek akıcılık, gerek boşaltım anlamında büyük farklar olduğunu söyleyebilirim. Anne sütü bebeğin birebir ihtiyaçları doğrultusunda üretildiği için formül sütten daha fazla proteine sahip olabiliyor ve bu da bebeğin düşük doğum ağırlığına sahipse akranlarını yakalamasına çok yardımcı oluyor. Prematüre bir bebeğin annesinin ürettiği süt ile sağlıklı bir bebeğin annesinin ürettiği süt bile içerik açısından birbirinden farklı olmakla beraber, gün be gün değişim bile yaşanabiliyor. Mucizevi bir şey anne sütü.

Tabi ki anne sağlıklı olduğu hallerde. Bazı durumlar var ki kadın ne kadar isterse istesin bunu yapması imkanlı değil, o zaman yapacak bir şey yok. Benim karşısında olduğum yapabildiği halde vermemeyi seçen kadınlar için.

N. 26'sı Pazar günü doğumunu spinal anestezi ile yaptı. Normal doğum istemişti ama 12 saatlik sunni sancı verilmesine rağmen açılma yaşanmayınca sezeryana alındı. Ne benim gibi uyanırken görmeme, yok uyanamama, yanma, acıma hissetti ki zaten tam uyuma söz konusu olmadı, ne de kalkarken beyninde şimşekler çaktı.

Ortaokulda aynı sırada oturduğum ve yıllar sonra Facebook'dan ulaştığım bir arkadaşım yeni evlendi ve bana dün " Bak, böyle şeyler yazıp da beni tırstırma hamilelikle ilgili zaten yeteri kadar korkuyorum, doğurmam sonra da yükü sana atarım ha!" demiş. Al sana İnci'cim, bu da güzel bir tecrübe! N. adına o kadar mutlu oldum ki anlatamam. O'nunla olan bu paralelliklere inanamıyorum, diyorum ya buraya tam zamanında gönderilen bir melek gibi girdi hayatıma ve şimdi de bol bol bebeklerden konuştuğum bir dostum oldu. Aramızda öyle gariplikler yaşandı ki, ultrasonun ikimizde de 1 Mayıs'ı göstermesi, kızlarımıza birbirimizden habersiz bir ara Selin ismini vermemiz gibi...Bizim kızın ismi Selin olmadı bu arada, farklı.

Buradaki özel hastanelerde dahi ilginç bir şekilde spinal ağırlıklı, epidural uygulanmıyor. Spinalde olabilecek baş ağrısı yan etkisine karşı N.'ı bir gün boyunca yastıksız ve dümdüz yatırmışlar mesela. Öyle benim gibi kendi kendine debelenip, yatağı bir indirip bir kaldırarak oturmasına, ardından kalkmasına izin verilmemiş. Her gün telefonda konuşuyor ve bugün itibarıyla tuvalete bile çıkmış ve ağrısını azar azar hissediyormuş.

Benim bu başıma gelen plansız doğum durumları ki yine burada geçenlerde olan bir olaya göre çok ama çok şanslıyım, hep erken doğumdan kaynaklanıyor. Şu bebek olayını kırk hafta bir tutmayı becerebilseydim ben de spinal veya epiduralle doğum yapacaktım, herneyse...Artık yaşanan oldu, biten bitti.

Geçenlerde kocam okumuş gazeteden, Dubai'de sürekli kontrolünü yaptırdığı hastaneye giden 35 haftalık hamile kadına "Yer yok, biz burada bu çocuğu doğurtamayız!" denildiği için arabanın içinde doğum yapıp bebeğinin kaç kez oksijensiz kalmasına ve morarmasına tanık olmuş. Ben hastaneye gittiğimde doktorum tam çıkmak üzere olmasına rağmen hemen hastane ekibini hazırladı ve " Bu bebek çok değerli." diyip diyip herkesi hazırola geçirtti. İlkinde atıldığım bir köşeden bir şeyleri anlatmaya çalışmaktan çok farklıydı bu tecrübe.

Kanamam artık neredeyse bitti bitiyor. Bağırsak hareketleri hala eskisinden çok daha yoğun sıklıkta ve bunun sebebini çözebilmiş değilim. Demir ve vitamin ekstralarıma devam ediyorum, çok yakında doğum kontrolü ve rahmin ne halde olduğu ile ilgili olarak tekrar doktoruma görüneceğim. Dikiş yerlerimle ilgili hiçbir çekilme, darlık hissi, acıma vesaire yok. Eğilme doğrulma eskisi gibi. Sanki hiç dikiş atılmamış gibi. Ancak hala tabi ki eski kıyafetlerime girmem söz konusu bile değil. Hamilelik hormonlarının bir senede vücudu terk ettiğini okuduğumdan beridir öyle stresli bir acelem de yok. En azından doğumdan beridir on kilo gitti bile! Süt üretimi tamamlanınca göğüsler de hem eski haline dönüşecek hem de ben rahat edeceğim. Şimdi koca iki büyük testi taşıyorum :(

Şimdi yine aynı döngü...Ne zaman fotoğrafları küçültüp koyacağım ya da sevdiğim blogları okumaya dönebileceğim bilmiyorum :(

Bu, bir dönem ve bitecek, önemli olan tek parça sağlam bir bebeğe sahip olmak biliyor, asla dır dır yapmıyorum.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Sözlerin Kifayetsiz Kaldığı An...

Sabah Mr. Anvar aradı, hani temizlik şirketi olan, her hafta Çarşamba günleri ekibini bana yollayan...Doğum yaptığımda " Kardeşiniz gibi çekinmeden arayın, her türlü yardıma hazırım." diyen...Geçen hafta aramamış ve gelmemişlerdi. Ben üstüste aradığımda da telefonu çalmıyordu bile. Tamam dedim kendi kendime ekonomik kriz O'nu da vurdu. Ama öyle değilmiş. Sabah bir de telefon edemediği ve gelemediği için özür dileyerek, acilen Hindistan'a gitmek zorunda kaldığını, bebeklerinin doğum sırasında öldüğünü söyledi. Ben kalakaldım...Burada karısını, çocuğunu getiremeden çalışmak ve evine para yollamak üzere gelen çok insandan biri Anvar demek ki. Ve şu halinde bile işinin başına dönmek zorunda. Bakmayın dünya üzerinde acılı hayatların hep kadınlar üzerinden prim yapmasına. Buralara gelip de 30 erkeğin klimasız odalarda, senelerce yaptıkları karın tokluğuna kontratlarla çalışıp da ne kadınlarını ne de çocuklarını göremedikleri ya da dünyanın her yerinde yerin kaç kat altına inip de kömür çıkartan, grizu patlamalarıyla yaşamını yitiren nice erkek de var bu dünyada...Ve o insanlar aile geçindirmek için böyle hayatların içinde yaşam savaşı vermek zorundalar.

Hani, film sahnelerinde olur ya dünyanın bir yerinde doğum yaşanıyordur, insanlar sevinçli, gülüşler, kahkahalar, hediyeler...Ve aynı anda bambaşka bir yerde savaş vardır, bir çocuk kurşunlara hedef oluyordur, başka biri işkenceye ya da cinsel tacize maruz kalıyordur, ne bileyim belki aynı dakikalarda başka biri intihar ipini çekiyordur...Dünya böyle bir yer işte!

Şimdi ne yapabilirim diyorum, nasıl yardım edilir ki? Dokuz ay karnında o bebeği taşıyıp da son dakikada ölümüne tanık olan kadına ve adama ne denilir ki? Hele de başka bir doğum yaşanmış ve bu evde bir sürü onun getirdiği atmosfer yaşanırken...Demek beni de kendi karısının yerine koyuyordu, yardımcı olmak için o kadar gönüllü olması o yüzdendi.

Şimdi bu haliyle bizlerden nefret de etseler haklı değiller midir? Aynı benim ikiz bebeğimi yitirirken Antalya'da, yaşadığımız yonun sonundaki tavernadan gelen oyun havalarında insanlar eğlenip, içki içerken, dışarda normal hayat devam ederken herkesi boğmak istemem gibi...

O acı öyle bir şeydir ki dün filmde izlediğim gibi evin babaya hayran kızı babası ölünce çok sevdiği köpeklere fare zehiri verip öldürüyor. Acı herşeyi kavurup geçiyor, o cinsten...

Ve herşeye rağmen hayatımıza öyle insanlar girer ve öyle jestler yaparlar ki belki bir daha hiç karşılaşmayız, yaşam bizleri başka kıtalara, bambaşka hayatlara atar ama o minnacık cep mesajı, gönderilen bir çiçek, geçen hafta kocamın işyerinden arkadaşı, komşumuz sayılan Gareldine'in yaptığı gibi bir yemek, kızlarım hastanedeyken hiç tanımadığım ama kan vermek için gönüllü şekilde hastaneye koşan, işini bırakan, benim taksiyle dönmesi için verdiğim parayı bile geri çevirip minibüsle geri dönen insan gibi...

Daha ne denilir ki? Bu küçücük ama bir o kadar da unutulmayan, hayata damgalarını vuran hareketlerin ne milleti var, ne ırkı. Birisi Kanada'lı, diğeri Türk, bir başkası Hindistan'lı...Her ülkeden çeşit çeşit insan çıkıyor.

Aslında başka şeyler yazmak istedim ama bunlar geldi...Şu an hiçbir şey anlatacak, bebeğin hayatımıza getirdiklerini aktaracak halim kalmadı. Allah yardımcıları olsun.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Süt Kokusu

İnsana ne kadar güzel annelik duyguları çağrıştırıyor, şu iki kelimeden oluşan cümleyi bile içinize sokmak geliyor değil mi? Hiçççççç! Aklınıza gelen o mis gibi süt kokulu, tombik bebek, onu göğsüne bastırmış sakinlik içinde yüzen anne imajını silin hemen şimdi! Bebek kısmısı tamam, hakikaten koliksiz kıçını yırtmayan tür insanın içine girmek için çırpınan tombiklikte de anne pek o imaja uymuyor.

Dün akşam iki taneden biri olan ( hani büyük yanlış yapıp ama aynı zamanda hamileyken bile üç kat büyüyecek göğüslerin tahmin dışı kaldığını hatırlayarak almadığım ) sütyenlerimden birini yıkanmak için çıkardığımda gördüğüm gerçekten ilginç bir durumdu.

Bunlar emzirme sütyenleri ve ben süt sağmaktayım, işin ilginç yanı süt yalnızca meme uçlarından da gelmiyor ki, sağarken alttan alttan akıtma illa ki olmakta. Böylelikle emzirme sütyenlerinin son durum raporu şöyle; alt kısımlarda sarı renkli süt birikmesi!!!! Allah'ım Yarabbim!!!

Şimdilerde duşa gireyim derken şıp şıp önden damlayan sütü anladık da, bu çok acayip geldi çünkü göğüs pedi kullanılıyor güya! Ve ne bileyim, hep sağılası bir halimiz olmadığından insan iç çamaşırının alt kısmında öyle değişik kokulu bir birikim görmekten de pek haz etmiyor.

Evet, kabul ediyorum bunlar belki konuşalacak, yazılacak konular değil ama yine aynı sebepten olsa gerek yıllardır pek dokunulmamış, yaşayınca deneyimlenen ve de hiççç hoşlanılmayan tecrübeler olarak kalıyor, sonraki seneye de unutulup gidiyor zaten.

Benim birinci ile ikinci arasında alt tarafı sekiz yıl var ama bu bebeğe her baktığımda acaba Chloe bu zamanda neler yapıyordu? Nefes alıp verirken göğsü böyle mi inip kalkıyordu? Tam olarak bu ayda iken kilosu ve boyu acaba neydi? soruları kafamı kurcalıyor. Ancak karı koca bunları merak etsek de Chloe'nin yanında daha fidan tanesiyken böyle bir karşılaştırma yapmaktan, bu şekilde O öyle miydi, bu böylemiydi demekten kaçınıyoruz. Ne de olsa birbirleriyle kıyaslanan ne arkadaşdan ne de kardeşten hoşlanıyoruz.

Evet, ne diyorduk? Süt Kokusu...Bir annenin süt verdiği dönem bedenin bile yumurta üretmemesinin sebebi anlaşıldı. Cinsel anlamda o kadar itici bir durum ki bu testi memelerden süt damlaması durumu anlatamam. Bir de üzerine her gün illa ki değişmesi gereken, öküzce terle karışmış süt damlası birikmesi ile karşılaşınca o "Süt Kokusu" Müt kokusu palavraları ile yıllarca yine uyutulduğumuz ve ilaveten ve yeniden bu konuların hiç konuşulmadığını getiriyor akla. Ben buna " Ortak Negatif Paylaşılmaması Kodlanmış Bellek" demeye karar verdim şimdi.

Bu, ameliyat ertesi girilen üçüncü ve en nihayet benim dikişlerimi hissetmeden, aman kramp geldi yandım demeden, yalnızca sütlü sütlü normal hayatıma döndüğüm ikinci gün diyebilirim. Demek ki neymiş? İlk iki hafta kafalar yenilecek, neyin ne olduğu deneye yanıla oturtulacak, öyle bir noktaya varılacakmış. Öyle yandım Allah bu hayat sittinsene böyle gidecek polemiklerine girilmeyecekmiş.

Tabi ki hala oturtulması gereken haftanın bir ya da iki gününe denk gelen bir okula gitme kızları alma durumları var. Bakalım o düşmanı nasıl yeneceğiz. Chloe'ye cep telefonu aldık, ben arabadan inmeden, 45 dereceye bebeği çıkartmadan bekleyeceğim kızımı ( iki haftada bir de kızımla Anna'yı çünkü oyun günlerini Zoe için iptal edemem, kızıma haksızlık olur ) Bütün gün okulda telefonu kapalı olacak ama dersten çıkıp da arabayı park yerinde bulmak için dışarıya çıktığında açacak. Gerçekten de büyük bir buluş şu cep işi. Alışveriş merkezlerine falan öyle uzun uzadıya gidebilmek, yine süt durumundan dolayı dışarılarda saatler harcamak imkansız...Olsun, önümüzde bu şekilde inşallah sağlıklı olarak geçireceğimiz altı ay var işin gerçek yanı, bir ay da erken doğduk ise o zaman yedi ay diyelim olsun bitsin.

Bu ameliyatın ertesi dedim ya hergüne bir olay ama ertesi güne de bir temizlenme iyileşme düştü diye...Yine aynı döneme denk gelen zamanda bir de yazmadığım sol bacağımdaki varisin resmen ve resmen patlaması oldu. Dışarıya doğru değil elbet, içerden...

İlk gün acaba oradan bir damar yolu falan mı açmaya kalktılar demiştim, iğne deliği gördüm gibi gelmişti. Sol bacağın dizinin altından başlayıp öne doğru bayağı bir şişlik, üstüne basamama duygusu ve kıpkırmızılık hakimdi. Doktor gelince sordum yoooo! denildi. Bir jel verdiler, üç dört gün devam ettim. İlk iki gün eskisi gibi sekerek yürüme durumları bakiydi, derken üçüncü gün inme yaşandı. Sonra ilginç bir şekilde bitim yeri olan ön diz kısmı sanki ben geri kalmıyim kardeş şeklinde şişip kızarmayı ve acımayı kendine reva gördü ve o da birkaç günle düzeldi. Şimdi, sanki hiç bir şey olmamış, ne patlama, ne çatlama...İlginçti. Jel varis içinmiş ve orada gerçekten de harika bir serinlik yarattı.

Ellerim ve kollarım hiç şiş değillerdi ama ayak bileklerim ve son birkaç gün ayak üstlerim mayalı hamur kıvamındaydı. Şimdi onlar da eski halinde ve ben ayaklarıma, ayak bileklerime bakıp " Kötü bir rüya mı gördüm?!" demekten kendimi alamıyorum. Hani ayaklarım çok şahane olduğundan değil ama fırın küreği görüntülerine göre çok daha narinler en azından.

İdrar torbasının bağlı olduğu katater çıkartılırken rahmini yırtıyor gibi bir his oluşuyor, iğrenç! Sonra orası daha bir iriti hissediyor. İdrar yaparken acıma olabiliyor. O da bugün itibarıyla daha bir iyi sanki.

Adet kanamasını andıran kanama üçüncü haftaye girilmesi ile iyice azaldı. Hatta son iki gündür spazm günde bir kere bile gelmez oldu ki yaşasın! Dün ilk defa uzun aradan sonra koltuklarımı makinayla yıkadım, antre ve salon halısını da...Salonun tozunu aldım. Bugün mutfağımı yeni bebekli duruma göre organize ettim. Bunlar benim için çok önemli gelişmeler. Eğer yaşadığım mekanı kontrol ediyor, bakımını kendi standartlarımda yapabiliyorsam o zaman çok mutluyum.

Pek yemek yiyemiyordum bir de, süt sağma, besleme ve ondan öncesinde gelen uyku ile çakışıyordu herşey. Şimdi zaman kontrolü açısından daha organize gidiyorum. İlk defa kıymayı kavurup kıymalı börek bile yaptım bugün.

Zamanı çok iyi organize etmek gerekiyor. İnanın bana bizim nesile pompaladıkları gibi bebek bakımı, insan büyütmek, evinin kadını olmak falan küçümsenecek şeyler değil, hem de hiç! Akıllı bir insan hangi işi yapıyorsa, hayatta ne duruşu gösteriyorsa oraya koyuyor o potansiyeli. Salağın genel müdürü de salak, çöpçünün akıllısı da akıllı. Artık kimseyi yaptığı işle değerlendirmiyorum ben.

Salak insandan genel müdür olmaz, çalışan insan öyleyse yerinde barınamaz diyorsanız gerçek iş hayatını deneyimlemenizi, nasıl kalitesiz elemanın nerelere arka, akraba, acayip acayip ilişkilerle geldiğini görmenizi tavsiye ederim. Bunun için pazarlama departmanında birazcık deneyim yapmak ve gözlemlemek, ayağına gidilen müşterinin kredi dilenmek, sigorta satmak adına nasıl bir kitle olduğunu görmek yeterli. İnanın işinin piri, profesyoneli ve pırıl pırıl parlayanı o kadar az ki!

Neyse, yine sütümü sağayım, biraz sonra beslenme zamanı yine yine ve yeniden :)

18 Nisan 2009 Cumartesi

Postnatal Depresyon

Eskiler kendilerine göre nasıl isimlendireceklerini bile bilemezlerdi belki bu durumu. Evlerin kalabalık olduğu, gelin kaynana, kardeş, bacı yaşanılıp gidildiği dönemlerde zaten annenin üzerine binen yük de belki biz, yalnız kalan çekirdek aile gelini, günümüz şehir kadınları kadar olmayabilirdi.

Her dönemin kendine ait artı ve eksileri var kuşkusuz, öylesine ortamlarda yaşayan bir kadın büyük ihtimalle sezeryan doğum yapma alternatifini bile kullanamaz, evdeki yaşlı kadın liderlerin baskısı altında belki de evde bir ebeyle doğum yapmaya teşvik edilir, ancak en kuvvetli link ise bebeğinin ve kendinin bir terslik gitmeden yaşamını garantileyebilir, sağlıklı ve tek parça bir evlat çıkarabilirdi.

Dün çocukluk arkadaşımla konuştuğumda, o köylerde yaşayan kadınlardan güldür güldür süt geldiğini, ama bizim gibi koca memeli şehir kızlarından bir bok çıkmadığını söyledi. İşte, köylerde yaşayan kadınlar meselesinin açılımı bu. Yani, eğer çocuk da istenen ( erkek ) evlatsa falan filan, gelin de seviliyorsa zaten ailenin içindeki sistematikte bir değişim olmuyor ki! Yemekler pişmeye devam ediyor, lohusa şerbeti yapılıp veriliyor, elden geldiğince bu geçirilen bedensel travmanın yükü hafifletilmeye çalışılıyor, temizlik yapılmaya devam ediliyor falan...Ama diğer yandan yatakların kenarlarına çıngıraklar asılıyor, doğum yapan kadın bir dakika bile nefes alamıyor, gelen giden eksik olmuyor, bin kafadan bin tane ses çıkıyor. Diyorum ya artıları var ama eksileri de düşünmek lazım.

Ben hastanenin ikinci gününden beridir kendi sağdığım sütümle beslenmesi için bebeğin bulunduğu kata günde iki kere süt taşır vaziyetteydim iki büklüm vaziyette. Ameliyat ertesi yürümek çok iyi bir şey tamam ama onu bir de yapana sormak lazım. Dikiş yerlerinin acısından ve gerilme hissinden zaten soluk tutula tutula, sürünerek gidiliyor. Tam doğumu yaptığım hafta kocamın iş yerindeki en sakin dönemdi. Oradan bir yırttık, öğrencileri yoktu en azından ki, bu doğumu yaptığım birinci gün kızımla beraber evde kalma lüksünü getirdi. Ondan sonrasında bir hafta geride kaldı, okula git gelle ve ben de hastaneden üç günde çıktım zaten.

İkinci çıkış haftası diyelim, bu sefer kızım iki haftalık Paskalya Tatiline girdi. Trafiğe çıkma stresi açısından iyi olmasına rağmen bende bu sefer büyük kızıma yetemiyorum, O'nu boşladım duygusu hakim olmaya başladı ki, o da hiç hoş bir durum değildi. Bu Pazar okul başlıyor bakalım...

Evet, yetememezlik duygusu gerçekten de yaşananın yansımasıydı. Yani, kendi kendine edilen bir dert değildi. Çünkü her boş an bebeğin sütünü sağmak, bebeği yedirmek, herşey yolundaysa O'na bir banyo yaptırmak, çamaşırları yıkamaya almak, yıkanmışsa asmak, kurumuşsa ütülenecekleri ayırmak ve yerlerine kaldırmak, yemek yendiğinde mutfağı toplamak, basit, makinaya girmeyecek bulaşıkları kaldırmakla geçtiği için büyük evlat televizyona, bilgisayara esir edildi bir yerde.

Hayatta en nefret ettiğim şeylerden biri pelte gibi evde oturup, hiçbir yere çıkmadan kendi işlerine odaklandığın zaman çocuğu dışlamak olduğu için sinir oldum. Ama yapacak gerçekten de bir şey yoktu. İşin tuhaf yanı Chloe bu dönemde ne bana gelip " Anne dışarı çıkalım." dedi ne de " Sıkıldım!" Her günü birbirinin kopyası olan salondaki televizyon, çalışma odasındaki bilgisayar arasında mekik dokuyan kızım, babasıyla beraber aldığı Sim Animals ( Nintendo ) la oynayarak, arada sırada kitabını okuyup, resim yaparak tamamladı bu onbeş günü.

İşte bu dönemlerde kitap okuyabilen, bilinçli bir şekilde oyunlardan haberdar olup kelime oyunları oynatabilen, süt sağma işi ile paralel zamanlara denk gelen gaz çıkartma, sırt tıp tıplama gibi işleri yapabilecek, puaça börek istendiğinde sıcak sıcak pişirip getirebilecek, evde tuvaletti, yok tozdu görüp o şekilde basit temizlik işlerini yapıp gözü rahatsız etmeyecek hale kavuşturacak anne veya babaannelerin olması gerekiyor. Bütün bunları yapabilecek meziyetleri olanlar da ne yazık ki temizlikçi olmuyor kardeşim! Ya da öyle maaşlar istiyorlar ki bizim master yapmış üniversite hocalarından yüksek, iyi mi?! Bu da evde aynı görevi alan bilinçli annenin aslında profesyonel iş hayatında ne kadar maaşa değer iş yaptığının kanıtıdır.

Ablalar varsa onlar da yardım edebilir tabi ki ama herkesin diyorum ya kendine göre olumsuz şartları var. Benim ablamda kapalı mekan korkusu var mesela, şimdi bu kıza nasıl uç da bana gel de bak denilir ki?! Annem artık gözü görmeyen bir insana dönüşmüş, bakkala giderken bazen üç gün düşünüyor, O da olmaz. Dediğim gibi Chloe'ye şu an hitap eden babaannesiydi, kitaplarını okuyabilir, oyunlarını oynayabilir, basit ev işlerinde rahatlıkla yardımcı olabilir kapasitede ama maalesef aynı ruhda değil. Bugün telefonda konuşuldu, ben süt sağıyordum zaten konuşasım da yoktu bu şartlar altında, onlar için takip, hal hatır sormak, profesyonel birini tutmamızı sağlayıp O'nun maaşını karşılamak bile var ( o da babanın jestidir kesin )ama bir türlü onun belki de çeyreği fiyatına mal olacak ve manevi anlamda Chloe'yi ve bizi doyuracak " Kızım / oğlum ben ne yapabilirim?" sorusu yok. Yeter ki " Ben yapmayayım ama benim yerime paramı verdiğim başka birileri olabilir onlar yapsın" mantığı var. Ne hikmetse...

Gelelim annelik konularına ve şu anda içinde bulunduğum unutmadan etmeden yazmam gereken durumlara... Süt üretimi beden için çok önemli bir enerji harcama noktası. Hayatımda böyle terlediğim tarih taa çocukluğumda ateşimin 42 dereceye çıktığı zamandı, abartmıyorum. Her gün hatta yarım günde bile denilebilir, çamaşır değiştirmek, yıkanmak olası. Dolayısıyla, hamileliğinizde süt verme aşamasını da düşünürek basit penye, önden düğmeli elbiselerden almanızı, ucuz ise her güne bir tane olmasını tavsiye ederim. İç çamaşırı da aynen, emzirme sütyenlerini benim gibi bir çift olarak bırakmayın sakın, yıkamaktan gınalar geldi artık çünkü.

Kanama spazm ile geliyor. Ameliyatın hemen sonrası bir haftaya kadar uzanan zamanda ciddi derecede rahatsız edici, kanırtıcı spazmlar eşliğinde oluyor bu kanama. Süt üretmek ve emzirmek ( sağmak ) olayın hem devamlılığını, hem de spazmların şiddetini arttırıyor. Çünkü rahim kasılmaları emzirme süreci ile bağlantılı. Üçüncü haftaya girdiğim şu tarihte günde bir veya iki kere geliyor kramplar, fazla değil ama ilk zamanlar felaketti. İlk doğumumda yanımda yatan genç kızın ağlamasına şaşırmıyorum artık.

Göğüsler boşaltılmaz ise ciddi derecede bir kriz yaşanabiliyor. Nedir bu? Ateşle beraber gelen titreme, mide bulantısı ve ağlama krizi. Çünkü o an düşünüyorsunuz, siz olmasanız bu bebelere kim bakacak? Kim sizin gibi onlara sahip çıkacak ve böğhhhhhh! Kocanız çalışıyor, Allah vermesin adam kafayı üşütür. Geri kalan kısım kendini belli etti zaten.

Yazmıştım, Salı günü bir arkadaşım kızını da alıp bize geldi ziyarete, sohbet uzun sürdü biraz, benim göğüsler alarm verdi iplemedim vee olanlar oldu. Çarşamba günü eşim işe gitti ve direkt eve döndü, beni yatırdı, uyumamı sağladı, bebeği sağdığım süt, geri kalanda da formülle besledi ve ben bir gün boyunca neredeyse yemek yemek için uyandım, bir de tekrar ateşim çıkmasın diye süt sağdım ve yattım uyudum. Fakat bu sefer de formülle beslendi diye içim içimi yedi. Yani, illa insan bir şey buluyor.

Anne olarak;

Yeterli yedi mi?

Sütüm beslenmesini sağlıyor mu?

Kakasını çişini yeterli derecede yapıyor mu?

Aman kusuyor mu?

Göğsü biraz tuhaf mı inip kalkıyor nedir?

Soluk alışları gereğinden fazla mı gözüküyor?

Gece uyurken ya nefesi durursa ve görmezsem?

Aman üşümesin ya da tersi sıcak çarpması yaşanmasın v.b...gibi sorulara gark olarak geçiyor hayat.

Yani, başlıkla alakasız bir yazı gibi gözükse de, isim misim fiyakalı ama bu postnatal depresyon lafı bir kenara işin kısa ve öz açıklaması uykusuzluk ve aynı anda binbeşyüz işi çekip çevirme mantığı ile beraber gelen mutsuzluk, herşeye olumsuz bakma, tersine kendine hiççç bakamama nın getirdiği bir iniş de denilebilir ve en doğal şey. Biliniyor ki birçok ülkede uykusuzluk üzerine geliştirilmiş işkence teknikleri uygulanıyor. Yani, Melike yazmış da ben de demişim ya bana olmaz diye, valla uyuyamayınca bir üç hafta bal gibi de oluyormuş. Şimdilerde bir de bağırsaklarıma bir şeyler oldu iyi mi?! Acaba bu postnatal'e dahil mi değil mi?

Bu arada, süt sağma işi en güzel tv karşısında yapıldığı içindir ki TV8'in filmlerini tavsiye ederim. Gerçekten de çok güzel filmler veriyorlar, haberiniz olsun.

Hadi kaçtım, film başladı veee ben birazdan süt sağacağım.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Heryerim Süt!

Bebeklerin üç saatte bir beslendikleri söylenildiğinde, geriye kalan iki saatin anneye bol bol yeteceği de düşünülebilir. Hani, her bir beslenmenin arasında uyunur ve kaçırılan saatler tamamlanır, değil mi? Hayır, maalesef bizim gibi evde yalnız kalanlar için bu kural geçerli olamıyor.

Hemen yazayım nasıl bir düzen gidiyor. Bir kere memeden süt verme durumu benim gibi görselliğe saplanıp kalmış ve prematüre doğum yapmış bir anne için kolay değil. Hem de hiç değil. Herşeyin kendine göre bir matematiği var. Zoe, ilk eve geldiğinde ayın 4.de yani, bana söyledikleri miktar 40cc. idi. Gelir gelmez birkaç gün içinde o miktar 60cc ye çıktı, şimdi 60-90cc arasında oynama yapıyor. Elimdeki makinayı Allah razı olsun arkadaşımın tavsiyesi ile aldım ve süt üretimini ciddi derecede arttırdığına inanıyorum. En azından acılı dönemi minimuma indiriyor ki bu da bir teşviktir. Bir de gelen sütü gördükçe insan iyice aşka gelip devam ediyor.

Şimdi, herbir göğüsten bir öğünlük süt çıkıyor, zaten süt sağılmak zorunda, yani normal şartlarda anne bebeğin alacağından fazla üretim yapıyorsa bu süt dolaba kaldırılıp saklanmalı. Yani, bebeğin anne memesinden illa ki emmesi işleminde bile süt sağılmalı.

Her yarım saat önceden zaten Zoe'de uyanıyor, mıgırdanıyor ve süt istiyor. Sağılan ve dolaba konulan süt çıkartılıp biberona konularak yine ısıtma makinasında ısıtılıyor, ardından uyandırılma servisi için altın açılması falan filan derken süt içiliyor, ardından gaz çıkartılması, bu bazen beklenilenden uzun zaman alan bir iş, dışkılama işi...Karna yapılan hafif masaj, bezin değiştirilmesi. Bu işlem sırasında havaya doğru işeme, tam değiştirilmiş beze tam bitti derken kakanın devamını getirme olayları da yaşanabildiği için o da ekstra zamana dahil edilebiliyor. Eğer aç kalındı, verilen 60cc. yetmediyse bir 10 ya da 20cc daha konulup sakinleşme yaşatılıyor. Ne oldu? Bir sürü strelize için biberon, süt sağma makinası parçası çıktı değil mi? Ardından bebek bakımı yapıldıktan sonraki strelize işlemi için sabunla yıkama, durulama ve makinanın hazırlanıp oraya yerleşim yapılması işine geçiliyor. Tüm bu yapılanları 40 dakika ile bir saate yaymak kolaylıkla mümkün.

Geriye kalan o upuzuuuun iki saat aralığından bir saate bazen şanslıysan o da eğer bir buçuk saate düşülmesi mümkün. Onun dışında o saat aralığında kirlenenlerin çok fazla birikim yaratacak boyutta olmadığı için hemen yıkanması ve ütülenmesi gerekliliği, sekiz yaşındaki çocuğunuzun ve sizin karın doyurma aşamalarınız ki ( bu dönemde kocanızın yemek pişirdiğini düşünüyoruz, yoksa anne için yemin ediyorum imkansız ) bu karın doyurma aşamalarından sonra gelen bulaşıkların kaldırılması, mutfağın düzenlenmesi, bebeğin banyosu, gerekenlerin hazırlanması, aşağı yukarı yapılması...

Bir de bebeğimizin ağlamadığını sürekli uslu olduğunu varsayıyoruz burada. Ekstradan kolik falan derdi varsa tam tirilellilik bir durum. Benimki Allah'tan yemek yiyip, gaz çıkartıp, bezini kirletip geri kalan zamanının çoğunu uyuyarak geçiriyor. Büyük kızım problemli bir çocuk değil, hatta sağ kolum olarak görev yapıyor.

Süt üreten bir kadının özgürlüğünden dem vurması, evinden uzun saatler başka bir yere gitmesi gibi bir hakkı yok. Anne sütünün yararlarını okuduğunuzda, prematüre bebeklerdeki sindirim sorunlarının yarattığı ve ölüme kadar giden, gitmese de başa çıkılamayacak ameliyatlar zinciri demek olan NEC probleminin ne kadar yaygın olduğunu anladıktan ve formül sütün NEC'i 10 kat daha arttırdığını öğrendikten sonra " Amaannnn alsın formül sütü, otursun aşşağı!" demek de vicdanen imkansız. Özellikle süt gelirken bu yapılmamalı.

Dolayısıyla, şu doğumdan sonra iki olay yaşandı, birincisi bir kereliğine alışverişe çıkıp şöyle ihtiyaçlar doğrultusunda ne var ne yok demem sütün dolaptaki rezervlerinin bitmesi ve her beslenme öncesi alelacele sağmak ve verme stresine sabep oldu. Hımmm! Demek ki dışarı çıkıp saatler geçirmek bile imkansızmış onu anladım.

İkincisi, zamansızlık ve acele davranış yüzünden sütün tam sağılmaması, göğüslerin boşaltılmaması, arkadaşın gelip lafa tutması bile büyük bir dezevantaja dönüştü. Dün değil evvelsi gece ateşim felaket bir titreme ve ağlama krizi ile çıktı ve ben yatak döşek oldum. O sırada ağladığım yegane şey yine bana eğer bir şey olsa şu akraba müsvettelerinin ne yapacağı, çocuklarımın ne hale geleceğiydi. Sinirler uykusuzluk yüzünden allak bullak olunca sürekli bir arabesklik hakim oluyor ortalığa ki bunu durdurmak imkansız.

Sürekli süt sağdım, eşim işinden izin alıp eve geldi bana baktı, bebeği benim sütümle besledi ki ben bütün gün uyudum ve parasetamol aldım. Bitti...Fakat anladığım şu oldu, sürekli sakin bir ev ortamında dikkat hiçbir şekilde başka bir şeylere dağılmadan günlük rutin devam ettirilecek. Bilmiyorum nereye kadar ama anne sütü geldiği döneme değin bence...

Sezeryan olayına gelince...Epidural sezeryan olan hiçbir arkadaşım benim gibi ağır atlatmadı olayı. Bilemiyorum neden, kalkarken de böyle beter olmadılar. Genel anestezi altında sezeryan olan bir insan ciddi bir ameliyatı geride bırakmakla kalmıyor, hemen ardından çok büyük bir sorumluluğun da içine giriyor. Normalde öyle bir ameliyatı geçiren insan nedir, uyuyacak bakılacak iyileşecek değil mi? İşte bebeği olan kadının hele de evde başka çocuğu varsa, yardımcısı falan da yoksa altına girdiği ağırlık bayağı yüklü. Bir de yalnızlık girince işin içine daha da zorlaşıyor durum. Bu yalnızlıktan kastım gelip bakmaya çalışacak insanla olan diyaloğun ve manevi anlaşmanın da önemliliği. O'nun anlayışlı olması, konuşabilmek, aynı doğruları paylaşabilmek, sinirlendirilmemek...Bunlar açısından ben çok yalnız hissediyorum kendimi. O yüzden de kimseyi istemiyorum yanımda. Annem telefonlarda kalıyor ama öyle farklı dünyaların insanıyız ki, gelmek istemesi beni tatmin ediyor ve orada kalıyor çünkü her seferinde aramızda farklı konular açılıyor ve savaş başlıyor. Kayınvalide müsvettesinin ise gelmek istememesi batıyor. Gelmek istese ne derdim bilmiyorum, Chloe ile diyaloğunun iyi olması bakımından evet derdim belki ama o kapı bile kapalı bırakıldı, bilerek, isteyerek ve küt diye de suratımıza vurularak. Neyse...

Benim kendi açımdan gelişimim bebek de ameliyatla beraber aramıza katıldığı için itip kakarak hızlı oldu diye düşünüyorum. 24 saate kalmadan kalktım mesela, kalkışı kendim becerdim, birinci gün gaz çıkartmak ve gecesi dışkılamak gibi gelişmeler de kendiliğinden geldi (Bu bedenimin artıları). Bunlar dediğim gibi hastanenin hastasını taburcu etme sebepleriydi. Fakat eve geldiğim bir haftaya kadar hem kanamadan kaynaklanan bayağı acılı spazmlar, yataktan kalkış yatış problemleri yaşandı. O halle süt sağmak, bebek beslemek, mutfak düzeni oturtmak başağrısı haline geliyor. Ama yapılıyor, yapılamıyor değil.

Aynı gelişme hızı Zoe için de geçerli oldu. 2.120 gr doğdu, çıkışda 2000 gr a düşmüştü, beş gün içinde benim evdeki sistemle 2.300 gr'a çıktı. Sanırım doğum tarihi geldiğinde o kiloya da ulaşmış olacak ponçik. Cuma günü hastaneden öğleden sonra çıktı, Cumartesi iki tane kan testi için hastaneye dönüş olduğunda bir şekilde tartının azizliğinden 1.700 gr çıkınca herkesin gözleri yerinden uğradı, moraller allak bullak oldu ve eve gelince bizim digitalden hata olduğu ortaya çıktı. Zaten belli ediyordu bebek. Telefonla konuşmamızda doktor da aynı şeyi söyledi, o gün kim gelmişse 500 gr kayba uğramış gözükmüş. Bu, bilinçsiz olunsa büyük sıkıntılara sebep olacak bir hata aslında. Zorlarsın bebeği, kusmaya sebep olursun, kendi stresini yansıtırsın, kendini harap edersin bu bebeği de olumsuz etkiler vesaire vesaire...

Ponçikle ablasının arasındaki diyalog inanılmaz. Chloe gelip gidip kardeşini sevmekle meşgul. Yapısı gereği ( belki de anne karnında ikizini deneyimlediği ve bu da bilinç altında O'nu kardeş anlamında olumlu etkilediği için )son derece uyumlu, iki haftadır dört duvar arasında kalıp da söylenmemesi, ben ne istesem anında getirmesi, elinden ne geliyorsa yardım anlamında göstermesi bile bunun bir kanıtı. İyi ki göze almışım, cesaret etmişim çünkü bu tür bir resme bakmayı hep istemiştim. Sekiz senedir.

Ve ne olursa olsun Chloe'ye göre Zoe'nin geçirdiği aşamalar o kadar yumuşak kaldı ve elimize hemen geliverdi ki hiçbir şey için şikayet etmiyorum. Onları becermiş, görmüş ve yaşamış bir anne olarak kendime ve eşime olan güvenim sonsuz. Biz bir ekibiz ve herşeyin üstesinden geliriz havası hakim. Kayınvalidenin ısrarlı bir şekilde görmediği, görmek istemediği nokta bu. E tabi geçen seferkinde de en zor dönemlerde yanımıza gelip de bir şey yaşamadığı ve birazcık bile sorumluluk almadığı için normaldir unutması...

Şimdi yine besleme, süt sağma, kendi beslenmemiz, mutfağın düzenlenmesi zamanı :)