12 Haziran 2013 Çarşamba

İsmini Sen Koy

Yaşım 40.

Ve pek tabi ki farkındayım, öyle atla deve bir zaman dilimi değil ama Türkiye’nin geldiği şu noktaya kadar yaşıtlarımızla beraber gördüklerimiz ve geçirdiklerimiz açısından geriye dönüp bakmaya layık bir dönem. Aklımda olan, oradan buradan duyduklarım ve biriktirdiklerim var elimde, tek tek açayım...

Önce, Türkiye’de yıllardır süregelen çevreci bakış açısıyla; “Sen o zaman savaşanlara  git de, tohum ya da gül hediye et!” ya da “Romantizmle savaşlar kazanılmaz kızım, dişe diş kana kan!” diyenlere selam olsun!

Çünkü çevreci ideoloji, o yıllardır burun kıvırılan ve dolayısıyla da küçümsenen bakış açısının tersine, yalnızca ülkeleri değil, dünyada süregelen para düzenine karşı duran en kuvvetli antiemperyalist akımdır. Hatta, öyle böyle değil, bireyin üretime katılımını destekler, halkların topraklarına ve hayvancılığına sahip çıkar.

Üstelik yalnızca insan hakları değil, tüm canlıların haklarını savunarak dünyayı da insanların işgaline ve her şeyin bizler için yaratılmış olduğu ilüzyonuna karşı uyarır. Hiyerarşisi bilgiye ve tecrübeye bağlıdır, demokratik bir yapısı vardır, gönüllülüğe dayanır, eşitlikçidir. O yüzden dikkat edin, hükümetler tarafından aktivistler apar topar sürüklenerek, püskürtülerek gözaltına alınır.

Bu ideoloji, günümüzün ve gelişmiş dünyanın insanına hitap eden olmazsa olmaz başkaldırılardan birisi. Bunu bir kenara alalım...

Şimdi gözümüzü başka bir tarafa çevirelim...Bilim insana öncelikle hangi duyguyu verir? Önüne bilim’i uygarlığın hedefi olarak koymuş bir lider insanlara aslında ne demeye çalışmaktadır? Verdiği ya da vermeye çalıştığı değerler acaba topluma o zamanın şartlarına göre birkaç ölçü büyük gelmiştir de daha sonra ülkeyi idare etmeye çalışan ve topluca koyunlaştırma politikaları uygulayanlar bunları bir bir görmezden gelme, unutturma ve hatta yoketme zihniyetine mi döndürmüşlerdir? Çok kuvvetle muhtemel...Böyle bir toplum güdülenmez, kolay kolay öcülerden korkmaz.

Bilim, öncelikle şüphelenmeyi ama herşeye şüphe ve soru işareti ile bakmayı öğretir. Bir zamanlar Toktamış Ateş bu konuda beni oldukça şaşırtan ve başarıya ulaşamaz ki zaten dediğim bir yöntem geliştirmeye kalkmıştı. Din ve Bilim O’nun gözünde yanyana, dostça yürüyen bir ikili gibi olabilirdi. Bilim insanlarını ve dini yönden kendi ilmini yapanları biraraya getirmeye çalıştı ama bu pek de bir noktaya varamadı.

Peki neden? Çünkü bilim her ne kadar olaylara “Şüpheyle yaklaş.”, “Asla güvenme.”, “Sorgula.”, “Kanıtla ve o şekilde bir fikre var.” derse, din bunun tam tersine “Ben ne diyorsam inan.”, “Ben doğru diyorsam, doğru olan odur.”, “Ben denedim oldu, inanmazsan ceza veririm.” i getirir.

Kısacası, Bilim ve Din birbiriyle yanyana yürüyemeyecek kadar ters kutuplarda dolaşan iki anlayış biçimidir. Atatürk, lider olarak bilim’in ışığında olmayı, yeri geldiğinde kendisinin bile lider olarak görülmemesi gerektiğini söylemiştir.

Düşün...Bu ideoloji neden acaba hiç rağabet görmez? Lideri izle oyununu bozduğu için olabilir mi?
Şimdi de, “Bu ülke bu liderle görmediği kadar kötü günler gördü.” cümlesini bir daha düşünelim.
80’li yıllar...Ortalık karışmış, herkes birbirini öldürüyor, duruma hakim olmaya çalışan iki anlayış var; sağcılık ve solculuk. Solcu gerçek solcu, dinin ciddi anlamda devlet işlerine karıştırılmasının karşısında, ilerici, demokrat ve halkın çıkarlarının korunmasından yana, eşitlikçi...

Bir de ekstradan herkesin arkasını bakmadan kaçtığı ve önüne gelene korksun diye yapıştırılan bir yafta vardı, kominist. Sosyalistsen belki bir derece daha kurtarırsın paçayı da, “Kominist misin lan sen?!” dendi mi yandın ki ne yandın! Koministin Sosyalizm’in de ileri düzeyinde halkçı olduğu bilinmeden, hiçbir ülkede gerçek uygulanmasının olmadığı ve hatta ne anlama bile geldiği anlaşılmadan, içi doldurulmamış, O’nun bunun çocuğu lafı yerine geçen bir tanımlamaydı o zamanlar. Amerika Rusya’ya düşman, al sana “Kominist misin lan sen?!” in sebebi.

90’lı yıllar...Din dersleri seçmeliden zorunluya geçirildi. Felsefe dersleri kaldırıldı. 19 Mayıs kıyafetleri bir otuz yıl öncesinden çok daha kapalı hale getirildi ve bunun üzerinde tartışmalar başladı. İlk Osmanlı zamanının kapanış tarzının geri gelişi, sokaklarda o eski zamanları anımsatan derecede siyah çarşafla dolaşan kadınlar... Milli Güvenlik Dersi’ne zamanının emeklisi yaşlı bir asker girmeye başladı. Patlardık derslerde, öylesine sert ve militarist bir hava hakim.

Yine eşitlik isteyenin vur boynunu, Deniz Gezmiş’leri as, insanların evlerine baskınlar düzenle, kitapların gizliden gizliye yakılmasına sebep ol, solcuları koministleri yakala, işkencelerden geçir, din dersini zorunlu kıl, bol bol imam hatip lisesi aç, oradan dini anlamda bilimle ters düşen ve yalnızca ülkenin imamını yetiştirmek dışında başka bir amacı olmaması gereken okulu heryere yay, kuran kurslarına ver gazı.
Peki bunları ülkede yapan kim? Ülkenin Atatürk’çü ordusu...

Başında kim var? Kendini, yürüyüşünü, kıyafetlerini, duruşunu bile Atatürk’e benzeten Kenan Evren...Bu insanlar yüzünden “Böyle Atatürkçülük olmaz olsun!” diyenler veya “Ben Atatürkçü Değilim!(Bu insanlar Atatürkçü ise)” diye kitap yazanlar oldu.

Sonra, dinle işin yok diyelim, yine baskıcı bir unsur bulacaksın ya illa, ileri derecede milliyetçi nesiller yetiştirmeye başla. Bunlar aynı takım tutmak gibi olsun ama sen formülü yaz ve insanlara de ki; “Bak benim formülüm budur, buna uymayanı, sorgulayanı yakarım haaaa!”

Okullarda tek tip giyinmeye geç, kara renkli çoraplar giyilecek, senin sen olmanla ilgili hiçbir ayırım yapılmayacak, saçlar iki örgü, arkadan at kuyruğu yapılamaz, marş marş! Her hafta başı milletin ne demek olduğunu anlatan andımızı söyle ama “Örtmenim felsefe dersi nerde?”

Felsefe dersinin kaldırılması bence yapılan en büyük manevralardan biriydi. Feslefe, düşünmek demekti ve dersin kalkması düpedüz düşünmeyi uygun bulmamak demekti. Aradan yıllar geçtikten sonra kendi çocuğum gittiği anaokulunda “Git köşeye ve düşün!!!!” dediğinde nasıl sıkıldıysam, sinirlendiysem ve karşısında durduysam duygu içimde aynı hala. Düşünmek...Yaşları iki ve üç-dört yaş arasında değişen çocuklar ve yapılan hatanın cezası bu! “Cezalısın ve düşüneceksin!” Cümleyi tekrar yazayım, “Cezalı olduğun için düşün.” Düşünmek yani eşittir ceza...

Devlet Baba denir mesela değil mi? Bir devlet vardır höt de der, zöt de der, sever de insanı, döver de...Bundan önce gelenlerde de öyle soramazsın devlet erkanına bir şey, kızdı mı çakar tokatı (o nazikçe hatta, hafif darbe, daha fazla kızdırma alır içeri, ondan sonrası allah kerim)

Bir Allah baba vardır yukarda, bakarsın aaaa! Aynı özellikler, kaşlarını bi çattı mı ver yansın, kızdı mı öyle cehennemlerde çürütür insanı ama sevdi mi de huriler bol erkeklere (kadınları saymıyoruz onlar eksik etek)
Bunların hepsine bakarsın hem severler hem döverler ve hep erkektirler...İlginç...

Hadi o zaman cümleyi yine ters çevirelim ve diyelim ki; “Bu başa gelen de diğerlerinden farklı değilmiş (Bir tek Ecevit dönemini saymıyorum) son olsun.” 

Demek ki neymiş?

Türkiye tarihinde seçimle gelmek bile insanı höt zöt zihniyetinden alıkoyamıyormuş.

Gelen vuruyormuş halka, giden vuruyormuş. E bu halk da ondan anlıyormuş canım, bir cahillik, bir güdülenme içgüdüsü hakimmiş, zaten pek de fazla yüz vermeye gelmezmiş...

Ama gün olmuş devran dönmüş, böyle internet falan gibi bir şeyler çıkmış, artık devletlerin basılacak dediği kitaplar değil de insanların kendi istediklerini okudukları dönemler gelmiş, insanlar yazıp yayınlar olmuşlar, birbirlerinden pek de bir farkları olmadığını anlamaya, birbirlerini düşman gibi değil de insan gibi dinlemeye başlamışlar. Mertlik bozulmuş.

Neyse, biz yine konumuza dönelim...Yönetenler senin çevreci olmanı istemezler çünkü eğer bulundukları yerleri kendi ceplerini doldurmak için kullanmasalardı orada oturuyor görünmek yerine gider farklı işlerde çalışırlardı. Sen senin çıkarların için hükümetlerin gece gündüz vardiya mı yaptığını düşünüyordun? İşin gerçeği bütün dünyadaki yönetimlerin on sayısını geçmeyecek kadar şirket tarafından yönetildiğidir. Yeni dünya düzenine hoş geldin!

Dolayısıyla, bil ki kimse senin çıkarların ve mutluluğun için zaman tüketmez, herkes kendi hazlarını tatmin etmek için orada. Kural bir. Onlar senin tüketmeni ister, sen okuma, düşünme, sorgulama ve yalnızca tüket.

Çevreci anlayış ise üretmeni ister. Üretebildiğin ne varsa artık, bir maydanoz mu, domates fidesi mi balkonunda bilemem ama milyon kişinin maydanozunu balkonundaki saksıdan aldığını düşün...

Sen tükettikçe sayılar katlanır, sayılar katlandıkça bir yiyeceğin önüne gelene kadarki süreci duygusuzlaşır, canlar endüstri mazemesi olur, bebeler doğduğu an birer kullan at alt bezi, BPA içerikli plastik biberon, sen aldığın her paket ürün için paketleme mekanizması...

Çevreciler sevilmez tüketime kibrit suyu diye;

Atesitler tutulmaz “Allah cezanı verecek, cehennemlerde çürürsün inşallah amin!” duasına “Hade len!” dedikleri için;

Hümanistler sevilmez her yerde car car millet, din, dil, ırk önemli değil, insan hakları, eşitlik diye debelendikleri ve “Her şey vatan için!” diye diye ölüme gitmedikleri, “Bizler eşitiz benim hakkım kadar onun da hakkı.” diye diklendiklerinden.

Bu ideolojilerin hepsine bak önlerinde bir öcü, arkalarında bir güç...

Dünya silah ticareti ile dönüyor, o senin ona, onun buna diş bilemesi ve nefretiyle besleniyor. Türk’e Kürd’ü kırdırt, hakkını hukuğunu görmezden gel ama inat et asla yolundan şaşma, hak aranınca sustur, aradan provakatörler çıkart, kötü olaylar düzenle, sivilin üzerine suç at. Unutma, ne kadar sorunsuz bir toplum, o kadar savaş dışında felseye yönelmek demek. Aman Allah’ım düşünmek! Kaçççççççç!

Evet, dünya kötü bir yer ama birey olmak hele de adil olmak ders çalışmak demek. Değişime saygı duymak gerek.

Atatürk ümmetçilikten milliyetçiliğe geçiş yaptı, bir adım ileridir, şimdi durum milliyetçilikten, hümanistliğe geçişin sancılarıdır.

Hiçbir takımı veya ideolojiyi tutmayan, yazılmamışı yazan, düşünülmemişi hayata geçirmeye çalışanın zamanıdır.

Türkiye, tarihinin uzunca bir döneminde Atatürkçüyüm diyenlerin, Muhammed yolundayım diyenlerin şamar oğlanlığını yapmıştır ve ne yazık ki problemlerin ana kaynağı burada yatmaktadır.

Sen istediğin ideolojiyi, istediğin dahilikte sun, uygulayanın işine gelmedi mi herşey yorumlama noktasında gelir takılır.

Biline ki, kimi veya hangi grubu ayağa kaldırırsan, onun alternatifi bir gün gelecek ve diğerini tepeleyecektir.
Güç dengesi buna göre kurulmuş ama sen ne zaman ki evrensel doğruları kendi yolun benimsedin, insan, hayvan ve çevre haklarını dengeledin, işte o zaman bütün bir haritayı sarıp sarmalayan olacaksın.

Ütopik gelmesin, üç kelimeden oluşur ve yeni dünya ideolojisini oluşturur; Hürriyet; Özgürlük ve Eşitlik.

Tüm dünya için.


Bu kadar basit.