5 Temmuz 2007 Perşembe

Gidiyoruzzzzzz!


( Resim, Adam McCauley tarafından yapılmıştır, kendisinin sitesi ve çalışma albümleri bulunmaktadır :) )

Sabah kalktığımdan beridir koşuşturmaca devam ediyor. Bir soluk alıp, gitmeden önceki son yazımı yazayım dedim. Ne gidecek, ne kalacak düşüncesi günlerdir devam etse de kalkış anından itibaren en son rötuşları da atmış bulunuyorum. Kızımın ve kendimin iki aylık hazırlığını tamamladım. Zaten esas işin yüklü kısmı, çocuklu seyahatte eksik gedik bırakmamak olduğu için eşimin seyahat modu benimkinin yanında son derece rölantide seyrediyor. O'nun kreasyonu toplam beş tane t shirt, birkaç çift çorap, iki çift kot ve iç çamaşırı :) Bu kadar! Bazen, acaba bir daha doğsam erkek olarak gelmek mi vardı dünyaya diyorum.

İlk iş yatakları değiştirip, yıkadım. Sonra onları astım, son dakika çıkan tshirtleri elde hallettik. Chloe'nin kendi tekerlekli çantası var. Bizimki üzerine bir şey örtmeden rahat edemez, eskisi gibi küçücük battaniyelerle kapanmıyor ki kolu bacağı...Şimdi elimde iki alternatif var, sorup kullanacağız. Ağır hiç bir şey taşımak istemiyoruz. Bu, özellikle kocamla aramda sorun yaratıyor. O'nun minimumlarla tatil yapmak ile benim tatilim arasında fark gittikçe daralıyor. Eskiden daha mı kıyafet, ayakkabı meraklısıydım bilmiyorum ama her sene koyduktan sonra dönüp elediklerim on parçaya kadar çıkabiliyor. Bu iyiye işaret :) Yıkayıp yıkayıp giyerim mantığı...Türkiye'de sıcaklar neredeyse burasıyla yarışıyor. O yüzden hep aldığım ucuz bürümcük eteklerimi götürüyorum. Geçen sene Türkiye'den aldığım pantalonu falan iptal ettim. Artık eskisi gibi pantalonla rahat edemiyorum. ( Yaşlanma emareleri )

Yemek anlamında sabah kızımla babası sandviçlikleri almaya çıktılar. Yolda bizi mutlu edecek teş şey yemek olacak. Zaten bir koca gün uyumadan bizi bekliyor. Allah yardımcımız olsun! Türkiye ayağına geldiğimizde bekleyişi nasıl atlatacağız? Ardından İngiltere'ye gidiş ve orada da oraya buraya tüneyip bavul bekleyiş...

Güvenlik mekanizması bir derece düzelmiş. Bu iyi bir haber. Layla bir şeylerin farkında. Kusum evde, O'na ve eve bakacak. Dün detaylı bir liste yaptım. Sabah kalkar kalkmaz tek tek açıkladım. Telefon numaraları, biz dönmezsek bile yapacaklarını söyledim. Yola gidiyoruz, insanın binbir türlü hali var.

Evde hem bir heyecan, hem de bir hüzün hakim. Nereyi bırakırsam oraya üzülen bir yapı bendeki de. Kusum akşamları Layla'yı kendi odasına alabileceğini söyledi. Ben de olur dedim. Koca evde biz de yokuz, hiç olmazsa bibirlerine can olurlar. Bitkilerim falan hep O'na emanet. Akşamları da köşe lambasını açacak. Eşim dışardaki araçları bir şekilde içeri almayı becerebildi. O deşili alanı ve nasıl yaptığını seyretmemek adına dışarı çıkıp bakmadım ama arabalar da içerde :)

Buzdolabı gidişimizi anlar gibi süper dondurucu sistemine geçti, hala kırmızı ışıkta bekliyor. Kullanma kılavuzunda 50 saat sonra kendisi kapanır diyor. Acaba bu elli saat ne zaman dolacak ki? Kusum, biz gitmeden gelip, bizi uğurlayacak, dolayısıyla O'na da gösteririm. Bulaşık makinası bulaşıkları doğru düzgün yıkamıyor, beyaz beyaz bir şeyler kalıyor orada burada. Baktık, açtık ettik, ısıtmıyor sanırım. Çamaşır makinası tar tar tar ses çıkartıyor yıkama yaparken. Araba, iyi bir bakım için kocamı bekliyor. Kısaca, ev bir organizma mı der bazıları ya, köküne kadar ilgi isteyen, pislenen, bakımı iyi yapılmazsa kafana çöken bir organizma hem de!

İngiltere'de kalış süremiz on gün. Bakalım, nasıl bir dönem geçireceğiz? Ağır derecede yağmur yağıyormuş, dün akşam mail gelmiş bizimkinin ailesinden. Sıcaklık da düşükmüş. İyi ki geçen sene yaptığımız planları bu sene yapmamışız. Hayatımda ilk defa yağmurlu ve homurtulu bir İngiltere'ye gideceğim tatilde. Bu konuda şimdiye kadar çok şanslı olduğumu yazmıştım.

Türkiye için giyilecekleri alta, İngiltere için olanları üste koydum. Bütün prizdi, şarj aletiydi, kırılabilecek olan ne varsa giysilerin arasına yerleştirdim. Chloe'nin walky talky'sini hala kullanıyorum ve o benim elim ayağım. Böylelikle, kızım uyandığında beni yanına çağırıyor, hiç kalkıp yanımıza falan gelmiyor . Çok iyi bir sistem. Bir de o makinayı bildiği için nereye gidersek gidelim benim O'nu duyacağımı ve geleceğimi bildiğinden yatak yadırgamıyor. Benim için elzem :) Gittiğimiz ve kendi kaldığımız evimiz dahil olmak üzere istediğin kadar bağır duyamam zaten. Kısacası ufaklıkların güvenini sağlayan bir alet kendileri :) Çok memnunum, tavsiye ediyorum.

Bizimkiler alışverişten dönene kadar ütülenecek birkaç parçayı daha bitirip bavullara koydum. Artık son bir bakış ve listelerle eşleştirme dışında bir tek yemek işim kaldı. Menüde peynirli sandviçler, peynirli salamlı sandviçler, kuru köfte ve patatesli kıymalı elde açma börek var. Hepsinden azar azar yapacağım. Ufaklığın tek gözü kapalı, O'nunda oyalansın diye meyveli yoğurtları, boyama kalemleri, alıştırmaları falan filan... Şimdi, yemeğin geri kalanını halletmeye mutfağa geçeceğim.

Gelişim, eğer internet konusunda istediğim sonucu alamazsam Eylül başı olacak. Hepinize iyi tatiller diliyorum. Görüşmek dileğiyle...( Haydaaaa! Şimdi de resim ekleyemiyorum, iyi mi? Açılmıyor uyuz pencere! )

3 Temmuz 2007 Salı

Bu İki Ayda Neler Öğrendim?

Bir kere, bu blog dünyası inanılmaz bir şeymiş onu öğrendim. Girdiğim, kendi bloğumu açıp da renkli renkli yazdığım, orasıyla burasıyla oynayıp fotoğraflar eklediğim, araştırdığım için acayip mutluyum. Diğer yazılarımla ilgili düzeltmeler bekledikçe bekliyor, stres ona bağlı olarak artıyor ama bu iş daha görsel ya, beni kendine çekip duruyor. "Herşey bir kenara bloğum bir kenara." hallerindeyim :)

Bir kere, her blogcunun fotoğraf makinasını her daim yanında taşıması gerekiyormuş. Bu, çok önemli bir ayrıntı ve hep çantanızda duracak. Onu da öğrendim :)

Ayşe's World mesela, yahu o ne renkler, nasıl bir organize olmak! Çok beğendim...Bugün Rusya'dan yazan bir Türk'ün renkli dünyasına konuk ettim kendimi, ondan önce Berceste'nin " Bu ne olabilir?" diye koyduğu fotoğrafa kafa patlattım, sonra yine Berceste'nin bloğundaki yorumlardan yola çıkarak bu sefer Samsun'dan yazan başka birini keşfettim.

Eskiden, Cumhuriyet gazetesi'nin arka sayfalarında dünya'nın dört bir tarafından yazanları okur, o atmosferleri gözümde canlandırmaya çalışırdım. Şimdi bunun beş katı fazlasını bloglarda yakalayabilmek hem şaşırtıcı hem de çok keyifli. Bilmeden de olsa bu yola çıkmama sebep olduğu için Fatma'ya teşekkür etmek istiyorum. Kelaka bir şeyler ararken karşıma çıkmamış olsaydı, blogger olmak belki de hiç kalkışmayacağım bir şeydi.

Gittiğim yerlerde internete giremeyeceğim, duygularımı ve gözlemlerimi hemen aktaramayacağım diye de sıkıntılıyım. Hatta biraz değil, çok! Aklımda sorular var. Mesela;

Lap topum kablosuz ve İngiltere girişleri buradakine uymuyormuş. Benim bildiğim bilgisayar telefon girişi standarttır. Ama demek ki duvar bağlantısı aynı değil. Burası Amerika standartını uyguluyormuş. Evet, şimdi baktım erkek giriş... Bilgisayara olan da aynısı... Peki, ben ne yapacağım? Gittiğim yerde bağlantı kablosuza uygun değil, benimkinin zaten kablosu yok. Yapılsa gitmeden önce girişler uyar mı? Bu konuda fikri olan yazarsa sevinirim. Yoksa yazacağım, yazmayacağım demiyorum ama gelince 20 tane yazıyı bir anda girmek lazım :( O da ne kadar doğru? Ya da zorda değilse onların masa üstü bilgisayarlarının girişini çekip kendiminkine takarım...mı? Yapabilirsem, her yolu deneyeceğim, en azından gözlemleyip bakarım.

İngiltere'de bakkal tarzı olaylar bile yanıbaşında değildir ki ( şehir dışlarından bahsediyorum ) internet cafe bulasın! Türkiye'de ise ufaklık benimle, nereye gidilip de böyle rahat yazı yazılır?

Peki, diğer aklımdaki soru, Türkiye'ye geldiğimde hani eskiden "e kolay.net" falan diye kutularda satılırdı, alırdık eve gelip bağlardık, ardından istediğimiz süre bilgisayara internet bağlantısı olurdu. Böyle bir şeyler devam ediyor mudur? Yani, Türkiye'de iki aylığına sınırsız internet alıp giderken iptal edebiliyor muyum acaba?

Evet, bunlar kafamı kurcalayan, içimi bıgır bıgır oyan önemli sorular.

Diğer sorular blogla ilgili... Dün, hadi bir yeni şablon deneyeyim derken olan oldu ve saat sabah bire kadar kes yapıştır halleri yaşandı. Ortaya çıkan maksimum sonuç, şimdilik bu . Sağ sütunda aralara konularıyla ilgili fotoğraflar koydum ama her birini bağımsız hareket ettirme zorunluluğundan dolayı, hep bir metin ( text ) açmak ve ona kopyalamak zorunda kaldım. Aralara giren mesafe gözüme fazla gözüküyor :( Onu nasıl azaltabilirim?

Bazı fotoğraflar görüyorum. Bir karenin içinde farklı dört resim...O photoshopla yapılan bir şey mi?

Şimdilik vakit olmadığı için deneme yanılma yoluyla yapamadığım bu konulara yanıt arıyorum. Yarın değil öbürsü gün gidiyoruz. Şunun şurasında bir şey kalmadı ki! Daha yola yenecek bir şeyler hazırlanması lazım. Uçakta yemek servisi yapılmayacak, bir de bu yolculuklarda uyuma konusunda çekilen sıkıntılar ve ne kadar abur cubura dayanıldığı düşünülürse, en azından o uykusuz halleri biraz da olsa yiyeceklerle yumuşatmak lazım ...

Kuru köfte yapayım diyorum. Tarator yaptım, arttırıp yanımıza alırız. Sıvı yasakmış, zaten su içilir, onu havalanından karşılarız. Yarın belki Spinneys'e gidip özel İtalyan ekmeği alırız ki taze taze sandviçler yapabilelim. Bugün de elde basit açma kıymalı börek, akşama da iki günlük kırmızı mercimek çorbasıyla " Ne yapalım, ne yapalım?" sorusunu kapatırım.

Kıyafetlere gelince... İngiltere ve Türkiye diye ayrılır. Tek iklime gidiyor olsak herşey çok daha kolay. Ama buraları zaten sıcak yerler. Önümüzdeki sene Chloe için kışlık anlamda hiç bir şey kalmayacak. İki senedir annemin ördüğü hırka ve kazakla geçiriyor İngiltere yazlarını (!) Ve yalnızca on günlük bir tatil için kış ayında gelenlerden yaza stok yapılacak :( Biz, üçyüzyıldır aynı şeyleri giyiyoruz zaten. Kocam ise bir tane kalın parça istiyor, o kadar :( Erkek milleti işte. Babam da öyleydi, iki çamaşır bir ekstra t shirt, haydi yallah tatile!

Örnek, geçen sene Wales'de sahile gittik de dondum! Çocuklar soğuğa ve sıcağa daha bir dertlenmez bakıyorlar sanki. Ufaklık üzerinde bir sweatshirt, mayosu ile kum kazarken benim dişlerim birbirine vuruyor, burnum o keskin esintiden kopmak üzere ööle ikibüklüm kendimi ısıtmaya çalışıyordum. Yalnız, İngiltere'nin sahil kıyısı anlayışı bana gittikçe daha fazla hitap etmeye başladı, onu farkettim. Eskiden arkadaşlarla denize girelim, oynayalım, zıplayalım halleri hımbıllığa doğru kayınca insan çok sıcağa falan tahammül edemiyor. Öyle güneşlenmek kırk yılda bire düştü. Bacağımda da varis var zaten :( Ben hasta ve yaşlı bir kadınım lafı geldi aklıma:) Nedense arkada " Ben bir garip keloğlanııııımmm!" şarkısı fon niteliğinde beynimi deliyor şu an :)

Bir de sisler...Sabahleyin eşimin ailesinin evine dönerken aynı sahil sanki pamuklarla örtülmüş gibi gözükmez olmuştu. İstanbul'da çalışırken de bir kez çok şiddetli şekilde Boğaz'da yaşanmıştı, kış ayı beş buçuk karanlık olduğundan ani bir hava değişikliğiyle geçiş yapan herşey iptal olmuş, karşı taraftan bizleri almaya gelecek olan servisler yollarda kalmış, taksilerin köküne kibrit suyu ekilmiş ve bir sürü insan tanıdık tanımadık yürümeye karar vermişlerdi. Büyük bir şans eseri, ben de bir iş arkadaşım ve tanımadığım başka insanlarla bir taksiyi paylaşmıştım. Şans eseri diyorum çünkü hakikaten o öğleden sonra filmlerdeki gibiydi Boğaz...Stephen King'in de Sis diye filmi vardır ya, onun gibi... Seviyorum doğanın değişim görüntülerini ben. Eskiden eşimle Antalya'da da fırtına bulutlarını, göğü delermiş gibi çakan şimşekleri ve gökgürültüsünü seyrederdik. Eğer kendin güvenlikli bir yerdeysen tabi çok değişik ve heyecan verici görüntüler...

Geçen hafta Carrefour'a gittiğimizde yeni, uzun mesafeleri çekmeyi beceren, eski klasik zoomlu fotoğraf makinalarının yeni filmsiz versiyonlarını gördük. Ağzımızın suları aktı diyebilirim. Bizim geçen sene aldığımız 5.0 megapixcel Canon makina yarı fiyarına düşmüş ve yerine gelenler iki katı, 10 mgpsel. Teknolojiye yetişmek mümkün değil. Ama inşallah gelecek sene öyle bir makina alırız. Bizdeki ev içi, yakın çekimler için ideal, hep yanında taşıyacağın tür ama profesyonel makinayla ayarlarını kendin yaparak çekmenin zevki bambaşka.

Şimdi yine yapacaklarıma döneyim... Öğlen oluyor. Gitmeden önce yazabilir miyim bilmiyorum. Bende bu blog şevki devam ettiği sürece söz vermesem de gelip bakarım, bir şey yazamasam da okurum diyorum :)

Yaşasın internet!!!! Yaşasın blog dünyası :) Bu yolla tanıştığım ve tecrübelerini okuma fırsatı bulduğum herkese teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız! Dünyanın herbir yerinde birbirini tanıyan insanlar olduk, inanılmaz bir şey!