29 Ekim 2018 Pazartesi

Kilo Vermek ya da Vermemek, İşte Bütün Mesele Bu

Çoğumuz çocukluk ve gençlik yıllarımızdaki;  "Ne yesek zayıf kalıyoruz." hallerinden "Su içsek kilo alıyoruz." formuna evrildik.

Sebeplerini biliyoruz, yaşlandıkça yavaşlayan bir metabolizma ile karşı karşıyayız ama şimdiki nesil? İlk okullardaki kilolu çocuklara bir bakın. Geçmişin zapzayıf çocukları olan bizler bile bakınız şekil bir A bu yazıyı yazar hale gelmişiz. Öyleyse zayıflık çocukluk ve gençlik zamanı hayat boyu bir inceliği garanti etmiyor.

Gerçi bizim neslimiz ile şu anki nesil arasında çok büyük farkları da gözlemleyerek bu yazıyı yazmak istiyorum çünkü örneğin ben '72 doğumluyum, Bağdat Caddesi'nde Kristal vardı hamburgerci, başka bir şey bilmezdik. Böyle bir sürü hamburgerci, pizzacı ortalığı sarmış durumda da değildi.

Bu zincir, kimyasallara bulanmış, alışkanlık yaratmak için dizayn edilmiş, yiyecek kimyagerleri ile el ele çalışarak üretilen yiyeceğimsi şeyler arttıkça maliyetler düştü, emperyalizmin en önemli sorusu ortaya çıktı ve bir koyup nasıl bin kazanabilirim? durumu her yerleri sardı.

Artık eskisinden çok daha fazla dışarıdan yemek alınabiliyor. Eskiden kırk yılda bir yapılabilen bir kutlama artık neredeyse her hafta sonu belki evde yemek yapılmadığından hafta arası bile yapılabilir kılınmış oldu.

Dolayısıyla bu yemek yeme döngüsü, gereğinden fazla, abartılmış uyarılma içgüdüsü bizleri daha geç yaşlarda yakaladı, oysaki şimdiki nesil bu "Seni nasıl yapar eder de müptela kılarım?" sorusunun içinde doğmuştur. Bu anlamda kendimize bakmak bir kenara, dönüp kendi beslediğimiz çocuklarımıza bakmamızın zamanı gelmiş de geçmekte bile!

Sorun kilo almak, çirkinleşmek kadar basit değil arkadaşlar!

Yıllar ve yıllar boyu, tıpkı bir binanın temelini, sonra duvarlarını örmek gibi bir yemek yeme alışkanlığı oluşturmak. Tad duyularını şekerle öldürmemek, üzerini kaplamamak. Deney fareleri yapılan araştırmalarda şekeri, eroin ve esrara tercih etmişler! Eroin ve esrar yasak ama şeker heryerde! Gizli bir şekilde hem de herşeyde!

Bu şartlar altında kendimizi deney fareleri olarak görecek olursak ki hiçbir farkımız yok, üretilen bu mallar çok ciddi şekilde alışkanlık yapıyor ve alışkanlık yaptıkça yiyor, içiyor ve yiyip içtikçe de kilo alıyoruz.

Bizler birer organizmayız. Organizma ne yapar? Yaşamsal faaliyetlerini gidermek zorundadır ama hazza da odaklıdır çünkü aslında hayatın normal rutini, organizmaya bir de beyin ekleyecek olursak, oldukça da sıkıcıdır.

Bilimsel olarak vücut zaten büyüme hormonu salgıladıkça, şimdiki gibi çok abartmadıkça, kimyasallarla kuşatılmış yemekler yiyip içecekler içmeyince ve de hareketsiz bir hayat yaşamadıkça (bizim zamanımızda diye başlayan cümlereri sevmezdim ama şimdi o noktadayım, mahalle çocukları olduğumuz için hiç durmazdık) zayıf kalınıyor zaten. Bu bilgilerin ışığı altında ben de zaman zaman "Takma kol" ismi takılacak kadar zayıf halde üniversiteyi de bitirdim.

Derken genç kızlıktan, kadınlığa, oradan doğurganlığa doğru değişim geçirdim ve Valaaaa!

Obez olmadım ama kendime göre kilolu oldum, kendimi durdurdum kilo verdim, aldım verdim derken yıllar böyle geçti.

Bu sene yine çalıştığımız ortama gelen pastalar, unlu mamuller (küçük pideler) içilen çaylar kahveler derken bana bir şey oldu. Yüzüm hep küçüktür benim ama ay parçası gibi bir yüz, yürüdüğümüz zaman pencerelerden ayna niyetine kendimize bakarız ya, boyum kısaldı, genişledim bayağı, gıdık çıktı özellikle gülerken ve selfie çekerken, cildime bir bakım mı yaptırsam diye gittiğim yerde bayan "Biraz gıdığımız da çıkmış bunun için de masajımız var ücreti bu kadar" diye kol kadar bir fiyatı bana sundu. Yanaklar bulldog köpeği adını verdim ben onlara o şekilde yanlardan aşağı kayar gibi oldu. Popo arkadan hareket eder hale geldi, ben yürüyorum popo hop yukarı, hop aşağı!

Yapı gereği çok kadınsı çıkıntılar sevmem, hepimizin bir beden yapısı var, değiştirmek istediğimiz ama değiştiremediğimiz yanlarımız ama ben fit kadınları çok beğeniyorum.

Güzellik bir kenara, o değil anlatmak istediğim, bir kendine güven, bir pırıltı ve o incecik bele kum saati gibi duran göğüsler ve popoya da elveda! Benim için fit olan bir kadından çekici bir şey yok! Öncelikle buna karar verdim. Transformasyon zamanı geldi de geçti bile dedim kendi kendime.

Çok uzun zamandır düşünüyordum, ben ne seviyorum? Öncelikle müziğe bayılıyorum, dans etmek, kulaklıklarla dinlenilen bir pop müzik ve yürüyüş (uzun soluklu koşmayı artık maalesef beceremiyorum belki bir gün) Bundan seksi bir şey olabilir mi? Terlemek harika bir duygu, o terle atılan yağları da düşündükçe iyice havaya giriyorum derken gel git bir spor mağzasından tuzlu ama bir o kadar da ihtiyaçlara yanıt verecek bir tredmill'i almaya karar verdim.

"Değer mi?"," Bak bir süre sonra çamaşır asıyorsun onun üzerine boşu boşuna para verme." diyenlere kulaklarımı tıkadım. Bu benim deneyimimdi, kendimde deneyimlemeliydim.

Bir konuyu araştırırken de huyumdur bir kitaba bağlı kalmam, bir sürü birbirine bağlı olan linke, kaynağa, kitaba ne bulursam artık. Okudum, öğrendim, notlar aldım. Burası Türkçe olduğu için baş kaynak olarak rahatlıkla Karatay'ın kitaplarını tavsiye ederim. Haklı, Türkiye'de bulunabilen, Türk yemeklerine uygulanabilen ve bilgi yüklü kitaplar. Burada olduğum için şekerle ilgili bir kitap aldım örneğin, ondan tonlarca şeyler öğrendim.

Derken ilk en büyük değişimimi yaptım. Günde kaç bardak tatlandırıcı eşliğinde (şeker kilo aldırıyor ya!) çay tükettiğimi bilmiyorum, buna bu senenin başında tatlandırıcıdan tırsıp şekerle sütlü kahve alışkanlığını eklemiştim. Eşim Thai Chi felsefesine takınca çeşitli farklı çaylarla gelmeye başladı eve, Türk çayı şekersiz maalesef tüketilmesi son derece zor, o yüzden Karatay limonlu çay öneriyor. Ben ilk bizim çaydaki şekeri kestim yok çay içesim! Demek ki ben çay değil şekerli suyu seviyormuşum durumunu anladım ki gerçekten bir tokat. Bir arkadaş meyve çaylarını önerdi falan ama en sonunda naneli yeşil çay içmeyi başarabildim. Dört aydır şekerli çay, sütlü kahve veya kahve içmiyorum.

Hafta sonları güzel yemekler eşliğinde içki içilirdi bizde. İçki içildikçe yenilir, yenildikçe sohbet edilir...İçkiyle vücuda giren şekerin inanın haddi hesabı yok.

Bunların hepsini kötü bir alışkanlık olarak algılamaya başladım. Kendi kendime kötülük yapıyor, vücudumun bana anlatmaya çalıştıklarını duymuyordum. Vücut sinyal veriyor aslında. Kilo öğütülemeyen çöp tenekesi gibi içeride.

Çok zayıflık zamanlarımda bile göbek sorunum vardı, selülit de aynı şekilde başka bir sorundu.

Taze, maya kullanılarak üretilmiş olan ekmek ve türevlerini kestim. Kestim derken, düşünmeden yiyordum, sabah kahvaltıda, evde makarna yapılmışsa, pilav varsa iki üç öğün şeklinde derken hayatımız bu işlenmiş karbonhidratlarla ve ona bağlı şeker yüklemesi ile doluyor.

Meyve suyu alırdık eve, portakal elma...Diğer kitaptan öğrendiğim üzere meyve suyundaki anormal şeker miktarı bu konuda da durmamı sağladı. Artık susandığı zaman bir dolap açılıp da soğuk soğuk (gazsız içecek göze ve kulağa daima bir coca cola dan daha masumane gelir değil mi? Bir daha okuyun o zaman!) içilen bir meyve suyu dönemini kapattım.

Kendime digital bir tartı aldım, detayları gösteren türden. Ne gerek var demeyin, kilo verirken fit olmak istiyorsanız su alımını azaltmadan, vücudun suyundan veya kaslarından feragat etmeden, kas oranını arttırıp yağ oranını azaltarak kilo vermek durumdasınız. Bunu nasıl anlarız sorusuna da ancak bu tip bir tartı ile yanıt bulabiliyoruz. Tartının uygulamasını telefonuma indirdim ve bu serüvene 67,8 den başladım.

Dört ay sonra, bugün sabah tartıldığımda sonuç 60,7 idi. Dört aylık bir süre içinde yalnızca okuduklarım, öğrendiklerim ve kendimde uyguladıklarımla bu noktaya gelebiliyorsam demek ki hepimiz aynı şeyi yapabiliriz.

Yiyeceklerimizi değiştirmemiz, alışkanlıklarımızı devşirmemizden geçiyor. Hayat boyunca bunu uygulayabilenler ve spor yapanlar inanın hiçbir bıçağın altına yatmadan güzel, mutlu bir hayat sürebiliyor.

Boyum uzadı gibi sanki ama yalnızca kilo yanılgısından ibaret. Yüzüm yaşlanmıştı, şimdi gergin ve yanaklardaki sarkma yokoldu. Selülitler mimimuma düştü ve böyle giderse belki de hiçbir şey kalmayacak. Löp löp oynayan popo yokoldu, normal boyutta bir çıkıntıya dönüştü, göbek minimuma indi ama idealin ne olduğunu bana bu tartı ve ayna söyleyecek.

En güzel taraf ise aynanın ya da pencerelerin önünden geçerken kendime baktığımda üzülmüyorum.


Başka Gezegenlerde Yaşamak Mümkün Olsaydı?

Bırak insanın başkasını bilmesi, kendisini bile anlayabilmesi, o dipsiz dehlizlerine girmesi, bazı bazı kendine kendinin ne istediğini, ne hissettiğini mertçe dile getirmesi bile bu kadar zorken, evlatlarını başlarından her attıklarında saatlerce ama saatlerce ne yaptıklarını bilmeden, aman bana bir şey demesin de modunda "Hadi git arkadaşına, oynayın!" şeklinde çocuklarını birbirlerine yollaması beni acayip iriti ediyor.

Ben geniş olamadım, olamıyorum ve olamayacağım!

O yüzden böyle karşıma gelip de sürekli relaxxx! diyenlerin de burnuna şöyle okkalı bir yumruk indirmek istiyorum. Sürekli bokuyla kavga edenlerden de kaçınırım ama sakin ve düzenli bir hayat seviyorum. İnsanların kendilerine yapılmasını istemediklerini başkalarına yapmadığı bir dünya görmek istiyorum. Ve evet çok beklerim, bunun da derin bir şekilde farkındayım.

İşte tüm bu sebeplerden dolayı gittikçe daha somurtuk, yüz çizgileri daha belirgin, kimseye sevimli gözükmek için kendinden ödün vermeyen bir insana dönüşüyorum. Yaşlanmak demek daha az sosyalleşme, daha fazla kendi kendine kalma, okuma, yazma, çizme demek oluyor benim için.

Tatile gittim, değil mi? O'nun bunun çocuğunun bana gelmesine ve saatlerce hiç telefon edilmeden, benim telefon numaram aranmadan bende kalmalarına hayretle bakıyorum. Örneğin, benim kızım jimnastik yapmayı seviyor ve bahçede asılıp, ters perende atacağı bir mekanizma var ve gelen de aynı şeyi yapmaya kalktı ve beyin üstü yere çakıldı, soruyorum ben ne yapacağım? Veya kendi aileme yemek yapmayı seviyorum ve bizde yemekler iki öğün genelde. Sabah ve öğleden sonra, bende çocuk kalıp da O'nu da yedirme düşüncesi stres yapıyor, ne yapayım sevmiyorum!

Bir insanın günlük düzeni vardır bana göre ve öğlen yemek saatlerinde veya sabah uyunur neyse kahvaltı yapılır ve çocuklar birbirlerine yollanmaz. Yollanılsa bile yahu çocuğun başka bir evde ne oluyor bilemezsin, aranır, o insana sorulur değil mi? Belki senin çocuğun o evde sıkıntı yaratmakta, belki diğer çocukla kavga ediyorlar...

Herşeyden önce şu bilinmeli, yetişkinlerin birisi çocuğunu yollayıp kafasından atıyor diye, diğeri de kendi çocuğuna arkadaş geldi ve oyalanıyorlar, başına ekşimiyor diye seviniyor. Yani kimsenin kimsenin çocuğuna baktığı falan yok! Yani bunu herkes biliyor ve saçma sapan bir şekilde birbirlerine teslim ediyorlar çocuklarını.

Yahu kimi kime teslim ediyorsun? Ve bu çocuğun başına burada değinmediğim başka kötülükler gelse nereye gidecek, kimden hesap soracaksın????

Çocuklar çocuktur oynayacak, bahçede olmaları en güzeli ama yine de saatler boyu çocuğunu genişlikten patlayacak halde bırakırsan sonrasında da ağlama. Zaten umurumda olan bu tip çocuğunu kime kakalasa kardır diyen sende değil de senin o zavallı, başına herşey gelebilecek olan savunmasız evladında.

Tüm bunların hepsinin özü, insan denilen beyni en fazla gelişmiş olması gereken ama bazen de böyle şark kurnazlıkları ve genişliklerle olmayan hayvanın aslında aynı hayvanlar aleminde olduğu gibi hiçbir kurala tabi olmadığı. Aramızda, kendimiz bile dahil sapıklık potansiyeline sahip bir sürü insan var.

Bu şartlar altında saldım çayıra mevlam kayıra çocuk bakanların (sözüm ona) benim gibilere rahatla biraz şekerim demesi, benim gibilerin onların burnuna kroşe indirmek gibi bir duyguya kapılması her seferinde ayrı dünyaların insanları damgası vuruyor.

Ama ne yazık ki bir tane dünya var ve bu dünyada diyorum ya bu tiplerin her konuda ama her konuda ortalığı sıçıp batırmaları bitmek bilmiyor.