Daha üst seviyelerden bakıldığında sen
nasıl bir arı kovanına veya karınca kolonisine bakıyorsan, nasıl bir uçağın
yolcusu olduğunda ve yüksekten aşağıya baktığında yeryüzündeki her şey minnacık
ve görünmez hale geliyorsa, insanların yarattığı kalabalıklar da aynı eşitlikte
bir yerdedir.
İnsan kendi kendini gereğinden fazla
önemseme yanılgısındadır. Sen, hem HER ŞEY ama aynı zamanda da HİÇBİR ŞEYsin.
Bunu anlamak için “Evreni anlamak için
kendi içine bak” denmesi de “Okyanusta bir zerreyim.” De birdir.
Hem bir bütünün parçası, hem de kendini
önemsemeyen bir hiçlik olabilmek zordur. Bunu başarabilmek demek insanın kendi
egosunu sıfırlayabilmesi anlamına gelir. Karşısındaki insanlara Ben’le
başlamayan cümleler kurabilmek, çevresindeki her şeyi Ben bazlı algılamamak
anlamına gelir.
Bütün bu doğruları okuyarak bir yere
varmak mümkün müdür?
Eğer okumak algında ciddi değişiklik
yaratabiliyor ve seni düşünmeye sevkediyorsa doğrudur. Ancak aksi taktirde
duygularını okuyarak değiştirmen mümkün değildir.
İnsan geliştikçe BENden kopar. Bir bebeği
düşün, hayat O’nun için kendi BEN’i ve dışardakilerden oluşur. Herşey ve herşey
o BEN’den sentezlenir ve süzülür. Organizma karmaşıklaştıkça düşünce ve
algılamalar da o oranda birbirine karışır. Ne, nerede başlıyor ve nerede biter
sorusu yanıtlanamaz boyutlara varır ve sonsuzlaşır. BEN’in varlığının yalnızca
kendi yakın çevresini etkilediği ama tüm bu yakın çevrelerin suya atılmış bir
taşın çevresine yaydığı dalgalar gibi büyüyerek birbirinin içine geçtiği
anlaşılır.
Şu an yaşadığımız dönemde internet denilen
insan yapımı ama aynı zamanda belki de Evren’in bir yansıması olan oluşum dünya
üzerindeki bütün dataların biriktiği bir ortama dönüşmüştür. Tıpkı bir ana
koldan gelen ama farklı sonsuzluklara ve olasılıklara bölünmüş olan Ruh’un
tecrübe (data) toplaması ve kendini bu anlamda geliştirmesi gibi…
Her varlık kendini geliştirir, büyür, daha
karmaşıklaşır ve sonunda kendini yokeder. Ama her yokediş başka bir başlangıcı
yaratır. Bu anlamda her varoluşun tepedeki noktaya çıkması ile inişe geçmesi
aşaması başlamış demektir.
Evrim denilen şey yalnızca organizmada
görülmez, herşeyin ana kuralı ileriye, daima daha komplike bir sisteme, yapıya
ulaşmaktır.
Evrendeki herşey kendisinden ve kendisinin
diğer yansımasından oluşur. Yani madde varsa, bunun karşılığında anti madde
vardır. Artı varsa, karşısında eksi vardır, iyi varsa kötü, güzel varsa, çirkin
illa ki vardır.
Eğer dünya pür iyilik ve güzellikle dolu
bir yer olsaydı ismi Dünya değil Cennet olurdu. Cennet ise bir sonuçtur, bir
seçimdir ve gelişimin altında birbirini iten ve çeken, daima dengeye gelmek
için çekişen kuvvetler vardır. Seçimler vardır, uygulamalar vardır, anlamalar,
anlatmalar vardır. Kısacası dünya dinamik bir alandır. Oysaki cennet de
cehennem de kendine göre oldukça sıkıcı ortamlar olabilir. Dinginlik Ruh’a
belli bir süre es verme süresidir. Enerji her zaman uzar, kısalır, renk ve ses
değiştirir ama illa ki değişimden yanadır.
Durağanlık Ruh’un yapısına uyan bir durum
değildir.
Dünya gözüyle ve duyuları ile tecrübe
edilmiş olan şeyler dünya dışındaki bir ortamdan gelen bilgileri nasıl
işleyebilir? İşleyemez. Bilemediğin bir şeyi nasıl anlatırsın?
Algıların bir kompartıman gibidir, trenin
farklı vagonları gibi…Her farklı vagon bir kişilik ise sen o kişiliğin hayat
tecrübesini depolarsın ama aslında sen bir trensin, vagon değilsin.
Hangi vagonda isen o vagonu betimler, hisseder ve anlatabilirsin ama bu vagonların hepsinin bir araya gelip de trenin kendisini oluşturduğunu değiştirmez.
Hangi vagonda isen o vagonu betimler, hisseder ve anlatabilirsin ama bu vagonların hepsinin bir araya gelip de trenin kendisini oluşturduğunu değiştirmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder