Daha ne kadar zaman bu konuyla haşır neşir olacağımı bilmiyorum. 21 Kasım annem hayata gözlerini yumdu. Ben yanında yoktum ve hatta üç aydır da konuşmuyordum. Aramızda hastalıklı bir ilişkinin olduğunu anlayalı yıllar olmuştu, sevgi ve nefret karışımı... Benden anneme giden duygu bu şekildeydi en azından...
Kendi iki aylık bebeğimi, kızımın ikiz eşini kaybedeli 17 yıl geride kalmıştı. O zamandan bu yana yaşlı insanların, hayatlarını öyle ya da böyle cehennem gibi geçirmeyen, o hayatın içine sevdiği şeyleri serpiştirenlerin, kendisi için yaşayanların ölüm haberleri geldiğinde dedim ki; "Güzel, dolu dolu bir yaşamları oldu, zamanları dolmuş, Allah rahmet eylesin." Ama Allah biliyor ya sıfır duygu vardı içimde.
Annemle anne kızın ötesinde, zaman zaman rolleri değiştirmiş bir hayat yaşadık. Ben ilişkinin hastane, doktor, öğrenim durumu, eğitim ayağı kısmında gaza getirilmiş tarafı oynuyordum. Geride kalan 46 yılın sonunda belki de o şekilde yetiştirilmiş olmak annemin işine mi geliyordu bilmiyorum, bunu bana fark ettiren eşimin sorusu oldu, ne garip. O kadar yıl bir kere bile bunu durup düşünmemiştim, iyi mi?
Annem herdaim kendi hayatını yaşamaya ve kimseye hastalığında falan hizmet etmemeye programlanmıştı. Kimseye liderlik yapmak, "Kızım bak bu şöyle şöyle yapılır ya da söylenir." gibi iddiaları da olmadı üstümde. Biraz kendi kendime kalarak, düşüp kalkıp, saçma sapan hatalar yaparak kendi derslerimi, kendi bakış açımla alarak oluşmuş bir organizmayım ben bu anlamda.
Bazı, kendisine tecavüz edilen insanların ebeveynlerinden veya eşlerinden sevgiyi ancak bu şekilde gördükleri veya diğer şekliyle sevginin şeklinin buna dönüştüğünü duymuşsunuzdur. Hakkına tecavüz de, hakaret görmek de, dayak yemek de bir zaman sonra hayatın bir parçası ve olağanı olur çıkar beynimizde. O yüzden diyorum beyin ve işleyiş tarzı, inanışlar ve herşey yalnızca bir illüzyon da olabilir bence. Neden olmasın ki? Gerçekliği dinle karışmış bir insanla, din karşıtı birinin duruşu ve hayatı algılayışı ne kadar farklıdır ve bu farkları düşündüğümüzde aramızdaki uçurumlar daha da görülür hale gelir.
Bütün bu şüphelerle cebelleşirken ben aksine ailede hep ölümden sonra hayat, ruhlar, ölünün arkasından yaşanan ilginç olaylar, hatta medyumsal durumlarla büyüdüm. Annem birebir kendisi zaman zaman fal bakardı, değişik olaylara gark olmuştu falan filan...
Ama hayat denilen yolculuğun bir algortima ve olasılık olduğunu düşünürsek aslında ölüme, ölümden sonra ne olacağa ya da gerçekten de bızzzt! sesiyle sistemin kapanıp kapanmadığına dair bir şey bilemiyoruz. New Age ruhsallık, maneviyat gibi düşüncelerin insanların yüreğine su serpmekten öteye ne işe yaradığını da düşünsek anlayamıyoruz. Bilimsel araçlarla ruha, ölümden sonra hayata, auraya dair tespitler ve kanıtlar diye üzerine atladığımız bilgilerin yine bilimsel yollarla çürütülmesine acı dolu bir yürekle "Ama bu kadar karmaşık bir yapının yokolmaması lazım." diyerek bakıyoruz.
Eğer orada devam eden bir şey varsa ve "Ben ölsem de senin yanına gelirim, bırakmam." diyen biri ölüp gitmişse, arkasında kalan koskoca bir boşlukda bir işaret beklemek ve karşılığında da kocaman bir sessizlik bulmaksa ölüm nedir diye düşünüyor insan.
Homodeus'da da yazan buydu, hepimiz birer algoritmayız birbirine sarmal olmuş milyarlarca ipler gibi.
Birimiz kopsak da aynı yumağa yeniler eklenerek devam edecek hayat yolculuğu...
Hayat kısaca "Edebiyat yapma bana!" mı diyor bizlere?
Kendi iki aylık bebeğimi, kızımın ikiz eşini kaybedeli 17 yıl geride kalmıştı. O zamandan bu yana yaşlı insanların, hayatlarını öyle ya da böyle cehennem gibi geçirmeyen, o hayatın içine sevdiği şeyleri serpiştirenlerin, kendisi için yaşayanların ölüm haberleri geldiğinde dedim ki; "Güzel, dolu dolu bir yaşamları oldu, zamanları dolmuş, Allah rahmet eylesin." Ama Allah biliyor ya sıfır duygu vardı içimde.
Annemle anne kızın ötesinde, zaman zaman rolleri değiştirmiş bir hayat yaşadık. Ben ilişkinin hastane, doktor, öğrenim durumu, eğitim ayağı kısmında gaza getirilmiş tarafı oynuyordum. Geride kalan 46 yılın sonunda belki de o şekilde yetiştirilmiş olmak annemin işine mi geliyordu bilmiyorum, bunu bana fark ettiren eşimin sorusu oldu, ne garip. O kadar yıl bir kere bile bunu durup düşünmemiştim, iyi mi?
Annem herdaim kendi hayatını yaşamaya ve kimseye hastalığında falan hizmet etmemeye programlanmıştı. Kimseye liderlik yapmak, "Kızım bak bu şöyle şöyle yapılır ya da söylenir." gibi iddiaları da olmadı üstümde. Biraz kendi kendime kalarak, düşüp kalkıp, saçma sapan hatalar yaparak kendi derslerimi, kendi bakış açımla alarak oluşmuş bir organizmayım ben bu anlamda.
Bazı, kendisine tecavüz edilen insanların ebeveynlerinden veya eşlerinden sevgiyi ancak bu şekilde gördükleri veya diğer şekliyle sevginin şeklinin buna dönüştüğünü duymuşsunuzdur. Hakkına tecavüz de, hakaret görmek de, dayak yemek de bir zaman sonra hayatın bir parçası ve olağanı olur çıkar beynimizde. O yüzden diyorum beyin ve işleyiş tarzı, inanışlar ve herşey yalnızca bir illüzyon da olabilir bence. Neden olmasın ki? Gerçekliği dinle karışmış bir insanla, din karşıtı birinin duruşu ve hayatı algılayışı ne kadar farklıdır ve bu farkları düşündüğümüzde aramızdaki uçurumlar daha da görülür hale gelir.
Bütün bu şüphelerle cebelleşirken ben aksine ailede hep ölümden sonra hayat, ruhlar, ölünün arkasından yaşanan ilginç olaylar, hatta medyumsal durumlarla büyüdüm. Annem birebir kendisi zaman zaman fal bakardı, değişik olaylara gark olmuştu falan filan...
Ama hayat denilen yolculuğun bir algortima ve olasılık olduğunu düşünürsek aslında ölüme, ölümden sonra ne olacağa ya da gerçekten de bızzzt! sesiyle sistemin kapanıp kapanmadığına dair bir şey bilemiyoruz. New Age ruhsallık, maneviyat gibi düşüncelerin insanların yüreğine su serpmekten öteye ne işe yaradığını da düşünsek anlayamıyoruz. Bilimsel araçlarla ruha, ölümden sonra hayata, auraya dair tespitler ve kanıtlar diye üzerine atladığımız bilgilerin yine bilimsel yollarla çürütülmesine acı dolu bir yürekle "Ama bu kadar karmaşık bir yapının yokolmaması lazım." diyerek bakıyoruz.
Eğer orada devam eden bir şey varsa ve "Ben ölsem de senin yanına gelirim, bırakmam." diyen biri ölüp gitmişse, arkasında kalan koskoca bir boşlukda bir işaret beklemek ve karşılığında da kocaman bir sessizlik bulmaksa ölüm nedir diye düşünüyor insan.
Homodeus'da da yazan buydu, hepimiz birer algoritmayız birbirine sarmal olmuş milyarlarca ipler gibi.
Birimiz kopsak da aynı yumağa yeniler eklenerek devam edecek hayat yolculuğu...
Hayat kısaca "Edebiyat yapma bana!" mı diyor bizlere?
2 yorum:
Ahh kedicim çok özlemişim seni okuyarak bilmeyi..başın sağolsun..
ölüm demişsin bilinmezlikten dem vurmuşsun, ben de bilmiyorum tahminler hep aynı. Cosmos da zerre olmak beni rahatlatıyor ama evlat kadar içime işlemiş bir aşkın kaybı ruhumu deler geçer..
e-mail adresinden yazışalım..kızları ��
Sevgili Ergen Annesi :) Bloğuna geldim ama kapalı diyor, dolayısıyla bakamadım yazılarına, üzgünüm. Çok teşekkür ederim, yorum almayalı o kadar zaman olmuş ki, okunma sayılarından anlıyorum kaç kere ne tıklanmış ama yine de geldim, okudum demek ne güzel! Evet, evlat kaybeden birisi olarak kayıpların acısını karşılaştırmışım aslında fark etmeden ama iş anneme gelince hayatımda işgal ettiği yer acısıyla tatlısıyla o kadar fazlaymış ki, bırakılan boşluk cidden büyük bir darbe gibi iniyor zamanla da artıyor bu ne yazık ki...Kayıpların hepsi çok acı izler bırakıyor geride kalanlara ama bir gün hepimizin gideceği yer de orası...
Yorum Gönder