Kızımın Terry Pratchett hayranlığı ile yıllara varan bahislerinden sonra Disk Dünya'nın iki tane Türkçe'ye çevrilmiş kitabını okudum. Birisi Eşit Haklar, diğeri de Mort. Seriler Cadı serileri, Ölüm serileri vb... şeklinde gruplandırılmış ama sanırım ben en çok Ölüm'ü seveceğim.
Kitabın içinde ölenlerden bazıları af ve adalet diler, Ölüm'ün buna verdiği cevap "Adalet diye bir şey yoktur. Ben işimi yapıyorum!"
Olağanüstü! İnsanoğlunun kendi kendini aldatmacasının iki cümleyle özetlenişidir bu bana göre.
Hayatımızın her döneminde anne, baba, kardeş, arkadaş, dost, sevgili ve eş olarak ilişkiler yaşıyoruz. Bir ilişkinin devamı ise, o insanın senin hayatına NE GETİRDİĞİ ve NE GÖTÜRDÜĞÜ üzerine kurulu. İlişki bir SÜREÇ, öyle hemen başladığı gibi bitebilir, tersine yıllar boyu da sürebilir.
Genelde spritüel ya da dini felsefeler gibi romantik anlayış tarzlarında insanın mutluluğu, bağışlaması üzerine kuruludur.
Bu, insanın kendi ruhunu hayatındaki olumsuzluklardan temizlemesi için geçerli olan bir anlayış gibi sunulur ve tecavüz ettiği kızından ölüm döşeğinde af dileyen ve babasına o haliyle acıyan ve affeden evlattan dem vurulur. Duygular kabarır sel olur falan filan...(Örneğin, ben burada bu anlayışa asabi bir biçimde "falan filan"eki koymuşken dindar olan bir insana bu "falan filan" son derece batabilir. Ne de olsa o kişi babasıdır veya yıllarca anlaşamadığı, başka duygusal yaralar almış olduğu insan da annesidir canım!
Gelin bakalım, şu anne baba olmanın açılımına bir! O kadar da ruhani bir boyut mu, yoksa insan sayısı kadar sonsuz olasılık hesapları mı içeriyor?
Çoğalma cinsel haz üzerine kurulu olduğuna göre, bazısı için çocuk cinsel bir hazzın ürünüyken ve Aaaa! oluvermişken, başka bir aile için planlı, düşünülen, istenilen ve hayat şartları da bu isteğe orantılı olarak oluşturulmuş olabilir.
Bazısı için evlenip, çocuk yapmak bir hayat projesi, yapılması gereken listesinde bir tık iken, diğer bir insan için gerçekten istenildiğinde orada olması gereken bir evlat da...Başka birisi için yaptığı sidik yarışında evli ve çocuklu olmanın getirdiği avantajları kullanmaya çalışan ama kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen bir anne babanın da...
Çocuk yapmak eşittir çiftleşmek olan bir anne babadan çıkan bir evladın hayatta tecrübe edeceği şeylerle, isteyen, sevgi dolu, ona orantılı olarak zamanını planlayan, kendisi içinde mutlu ve huzurlu olan bir anne babanın vereceğini karşılaştırın.
Dolayısıyla, anne baba olmak kutsal bir şey değildir ve bu durum annelik ve babalık kavramının içine ne sığdırabileceğinize bağlı olarak değişir.
Anne baba olmak düzüşmenin sonucudur. Bir tanesi biyolojik olarak yapılan bir eylemken, diğeri insani olmanın değerlerini taşır.
Her ana baba olan insan, kendi ruhsal ve psikolojik problemlerini bilgisayar ekranından veri siler gibi silip, hayata melek kanatları takarak devam etmez. Tersine herkes neyse, o olmaya ama kendi evlatlarının da hayatlarını karartmaya devam eden bir çığa dönüşür.
Hayat tamamıyla bizlerin algılama şekline göre şekillenir. O yüzden yine dindar anlayışlarda ya da spritüelizmde "Hiçbir şey sebepsiz değildir." açıklaması vardır. "Bağışla ve bırak gitsin." anlayışı hakimdir. Bunu inanarak, inandırarak götürmek önemlidir. Çünkü karşıdaki insan ne derece inanırsa, o derece başarı sağlanır ve o insan kendi illüzyonu içinde mutlu olur. Amaç da öyle ya da böyle ruhsal olarak eroini basıp, mutlu etmek değil midir?
Daha çok spritüel açıklamalarla ruhumun coşup, havalara yükseldiği ve damarlarımda mutluluk hormonuyla "Evet!" dediğim çok zaman oldu ama artık bunu da sorguluyorum çünkü "Acaba..." diyorum kendi kendime "Bu, biz insanların adaletsizlik içinde oluşturulmuş, milletin ruhsal ve maddesel olarak birbirini düzerek beslendiği dünya gezegeninde kendimize yarattığımız, becerilsek de bakın ne kadar mutluyuz çünkü ilahi bir adalet var ve herkes öldüğünde oraya gidip cezasını çekecek! yanılsaması mı?"
Aksi taktirde kızına tecavüz eden bir adamın ancak canı aynı şekilde başka bir şeyle acıtılarak alınabilir, yanılıyor muyum?
Nerede o zaman ilahi adalet?
Sokaklarda doğum yapan, sefillik içinde hayatının hiçbir anında iyi bir eğitim alamayacak, güzel giysiler giyemeyecek, lüks arabalara binip de havasını atamayacak olan için nerede peki?
İşte o zaman yine ruhani liderler sibopsal görevlerini dinimize bağlanalım, şükredelim, bak beterin beteri var diyerek yaparlar. Yoksa toplum olarak ayağa kalkılır ve linç edilir yönetimdekiler değil mi? Toplumun kafası böyle yıkanmazsa ne olur bu politik ahalinin sonu? Bütün dünyada ama?...Hangi politikacı geldiği yere kendi çıkarlarını gözetmek için değil de, gerçekten ama gerçekten halkına hizmet için geliyor? Ya da soruyu şöyle soralım, geldiği yere geldikten sonra neden servetler akıl alamaz boyutlarda katlanıyor? Devlet baba(!) dır denilip, isterse döver (istediği gibi at oynatır, yatırımları bizim kazandığımız ve vergilendirdiği kalemlerle yapar ama halka hesap vermez) ama yine de bizi sever diyoruz?
Yani aslında bir bakıyoruz ki, mikrodan makroya herşey ama herşey bir ilişkiler yumağı hayatımızda. Dinden tut da, politikacılara, anan baban tut da, sevgiline ve eşine.
Benim için ilişkinin her türünün artık basit bir anket soru listesi var.
Bana bu ilişkide karşıdaki kişinin verdiği duygusal ve beyinsel getiri nedir?
Ne öğreniyorum?
Hangi konuları paylaşıyorum?
İlişkinin sonunda hissettiğim duygu nedir?
Huzur mu algılıyorum yoksa kendimi bitik, yorgun, kullanılmış ve asabi mi hissediyorum?
Haz alıyor muyum?
Karşımdaki insan gerçek BEN'imle ve benimle ilgili, değer verdiğim neyle ilgileniyor?
Benim için gerçek anlamda endişeleniyor, mutluluklarımda mutlu, hüznüme, derdime ortak oluyor mu?
Eğer bu bir eş veya anne, baba ise benim için ne fedakarlığı gözünü kırpmadan yapabiliyor ya da yaptı?
Kendi duygularımı isimlendirme yolculuğumda kafamın karışıklığına birebir iyi gelen sorular bunlar.
Ve "Ölüm" hayatımıza girdiği vakit eğer bir ruhumuz varsa başka bir boyuta gidecek, işte o anda en önemli olan şey arkamızda bıraktığımız duygular ve insanlar. O insanların bizler için hissettikleri, o insanlara ve hayatımıza giren tüm varlıklara ayırdığımız zaman, verdiğimiz sevgi, hissettiğimiz duygular...Bunlar konuşmakla düzelmez, anlatmakla değişmeyecek şeyler...
İnsanoğlunun üzerine bir sürü gereksiz felsefeler yükleyerek beynin dokularını farklı çalışmaya yönlendirmesine karşın ben de Ölüm'ün söylediği sözleri tekrarlıyorum. Çünkü basitçe;
"Adalalet diye bir şey yok! Ben işimi yapıyor ve yazıyorum."
Herşey aslında bir hayalden ibaret, artık sen neye nasıl inanmak istiyorsan...
Kitabın içinde ölenlerden bazıları af ve adalet diler, Ölüm'ün buna verdiği cevap "Adalet diye bir şey yoktur. Ben işimi yapıyorum!"
Olağanüstü! İnsanoğlunun kendi kendini aldatmacasının iki cümleyle özetlenişidir bu bana göre.
Hayatımızın her döneminde anne, baba, kardeş, arkadaş, dost, sevgili ve eş olarak ilişkiler yaşıyoruz. Bir ilişkinin devamı ise, o insanın senin hayatına NE GETİRDİĞİ ve NE GÖTÜRDÜĞÜ üzerine kurulu. İlişki bir SÜREÇ, öyle hemen başladığı gibi bitebilir, tersine yıllar boyu da sürebilir.
Genelde spritüel ya da dini felsefeler gibi romantik anlayış tarzlarında insanın mutluluğu, bağışlaması üzerine kuruludur.
Bu, insanın kendi ruhunu hayatındaki olumsuzluklardan temizlemesi için geçerli olan bir anlayış gibi sunulur ve tecavüz ettiği kızından ölüm döşeğinde af dileyen ve babasına o haliyle acıyan ve affeden evlattan dem vurulur. Duygular kabarır sel olur falan filan...(Örneğin, ben burada bu anlayışa asabi bir biçimde "falan filan"eki koymuşken dindar olan bir insana bu "falan filan" son derece batabilir. Ne de olsa o kişi babasıdır veya yıllarca anlaşamadığı, başka duygusal yaralar almış olduğu insan da annesidir canım!
Gelin bakalım, şu anne baba olmanın açılımına bir! O kadar da ruhani bir boyut mu, yoksa insan sayısı kadar sonsuz olasılık hesapları mı içeriyor?
Çoğalma cinsel haz üzerine kurulu olduğuna göre, bazısı için çocuk cinsel bir hazzın ürünüyken ve Aaaa! oluvermişken, başka bir aile için planlı, düşünülen, istenilen ve hayat şartları da bu isteğe orantılı olarak oluşturulmuş olabilir.
Bazısı için evlenip, çocuk yapmak bir hayat projesi, yapılması gereken listesinde bir tık iken, diğer bir insan için gerçekten istenildiğinde orada olması gereken bir evlat da...Başka birisi için yaptığı sidik yarışında evli ve çocuklu olmanın getirdiği avantajları kullanmaya çalışan ama kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen bir anne babanın da...
Çocuk yapmak eşittir çiftleşmek olan bir anne babadan çıkan bir evladın hayatta tecrübe edeceği şeylerle, isteyen, sevgi dolu, ona orantılı olarak zamanını planlayan, kendisi içinde mutlu ve huzurlu olan bir anne babanın vereceğini karşılaştırın.
Dolayısıyla, anne baba olmak kutsal bir şey değildir ve bu durum annelik ve babalık kavramının içine ne sığdırabileceğinize bağlı olarak değişir.
Anne baba olmak düzüşmenin sonucudur. Bir tanesi biyolojik olarak yapılan bir eylemken, diğeri insani olmanın değerlerini taşır.
Her ana baba olan insan, kendi ruhsal ve psikolojik problemlerini bilgisayar ekranından veri siler gibi silip, hayata melek kanatları takarak devam etmez. Tersine herkes neyse, o olmaya ama kendi evlatlarının da hayatlarını karartmaya devam eden bir çığa dönüşür.
Hayat tamamıyla bizlerin algılama şekline göre şekillenir. O yüzden yine dindar anlayışlarda ya da spritüelizmde "Hiçbir şey sebepsiz değildir." açıklaması vardır. "Bağışla ve bırak gitsin." anlayışı hakimdir. Bunu inanarak, inandırarak götürmek önemlidir. Çünkü karşıdaki insan ne derece inanırsa, o derece başarı sağlanır ve o insan kendi illüzyonu içinde mutlu olur. Amaç da öyle ya da böyle ruhsal olarak eroini basıp, mutlu etmek değil midir?
Daha çok spritüel açıklamalarla ruhumun coşup, havalara yükseldiği ve damarlarımda mutluluk hormonuyla "Evet!" dediğim çok zaman oldu ama artık bunu da sorguluyorum çünkü "Acaba..." diyorum kendi kendime "Bu, biz insanların adaletsizlik içinde oluşturulmuş, milletin ruhsal ve maddesel olarak birbirini düzerek beslendiği dünya gezegeninde kendimize yarattığımız, becerilsek de bakın ne kadar mutluyuz çünkü ilahi bir adalet var ve herkes öldüğünde oraya gidip cezasını çekecek! yanılsaması mı?"
Aksi taktirde kızına tecavüz eden bir adamın ancak canı aynı şekilde başka bir şeyle acıtılarak alınabilir, yanılıyor muyum?
Nerede o zaman ilahi adalet?
Sokaklarda doğum yapan, sefillik içinde hayatının hiçbir anında iyi bir eğitim alamayacak, güzel giysiler giyemeyecek, lüks arabalara binip de havasını atamayacak olan için nerede peki?
İşte o zaman yine ruhani liderler sibopsal görevlerini dinimize bağlanalım, şükredelim, bak beterin beteri var diyerek yaparlar. Yoksa toplum olarak ayağa kalkılır ve linç edilir yönetimdekiler değil mi? Toplumun kafası böyle yıkanmazsa ne olur bu politik ahalinin sonu? Bütün dünyada ama?...Hangi politikacı geldiği yere kendi çıkarlarını gözetmek için değil de, gerçekten ama gerçekten halkına hizmet için geliyor? Ya da soruyu şöyle soralım, geldiği yere geldikten sonra neden servetler akıl alamaz boyutlarda katlanıyor? Devlet baba(!) dır denilip, isterse döver (istediği gibi at oynatır, yatırımları bizim kazandığımız ve vergilendirdiği kalemlerle yapar ama halka hesap vermez) ama yine de bizi sever diyoruz?
Yani aslında bir bakıyoruz ki, mikrodan makroya herşey ama herşey bir ilişkiler yumağı hayatımızda. Dinden tut da, politikacılara, anan baban tut da, sevgiline ve eşine.
Benim için ilişkinin her türünün artık basit bir anket soru listesi var.
Bana bu ilişkide karşıdaki kişinin verdiği duygusal ve beyinsel getiri nedir?
Ne öğreniyorum?
Hangi konuları paylaşıyorum?
İlişkinin sonunda hissettiğim duygu nedir?
Huzur mu algılıyorum yoksa kendimi bitik, yorgun, kullanılmış ve asabi mi hissediyorum?
Haz alıyor muyum?
Karşımdaki insan gerçek BEN'imle ve benimle ilgili, değer verdiğim neyle ilgileniyor?
Benim için gerçek anlamda endişeleniyor, mutluluklarımda mutlu, hüznüme, derdime ortak oluyor mu?
Eğer bu bir eş veya anne, baba ise benim için ne fedakarlığı gözünü kırpmadan yapabiliyor ya da yaptı?
Kendi duygularımı isimlendirme yolculuğumda kafamın karışıklığına birebir iyi gelen sorular bunlar.
Ve "Ölüm" hayatımıza girdiği vakit eğer bir ruhumuz varsa başka bir boyuta gidecek, işte o anda en önemli olan şey arkamızda bıraktığımız duygular ve insanlar. O insanların bizler için hissettikleri, o insanlara ve hayatımıza giren tüm varlıklara ayırdığımız zaman, verdiğimiz sevgi, hissettiğimiz duygular...Bunlar konuşmakla düzelmez, anlatmakla değişmeyecek şeyler...
İnsanoğlunun üzerine bir sürü gereksiz felsefeler yükleyerek beynin dokularını farklı çalışmaya yönlendirmesine karşın ben de Ölüm'ün söylediği sözleri tekrarlıyorum. Çünkü basitçe;
"Adalalet diye bir şey yok! Ben işimi yapıyor ve yazıyorum."
Herşey aslında bir hayalden ibaret, artık sen neye nasıl inanmak istiyorsan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder