Çocukluğumdan beridir arşivleme, günlük tutma ve anlatacak bir şeylerim olduğu için kıvır kıvır kıvranma modunda olduğumdan...
Genel insani ilişkiler kendi çerçevesi içinde dönüp giderken bloggerlığın hepimize kazandırdığı kolundan tutup götürdüğün arkadaşına, eş, dost, akraba kalabalığına " Biliyor musun ben buraya buraya buraya gittim, şunu bunu yedim, beğendim ya da beğenmedim, neden beğendim ya da beğenmedim, bu kitabı okudum, işte şu an itibarıyla böyle düşünüyorum..." diyemediğin, demeye kalktığında anlaşılamadığın, hep kendini anlatıyorsun bitti mi biraz da beni dinle denilerek hiç ilgilenmediğin başka konuların dayatıldığı bir ortam olmadığından.
Blogger seni yazdıklarından okur, merak ediyorsa gelir yine okur, yok ilgisini çekmiyorsa o zaman gelmez. Nokta.
Facebook, Twitter gibi ortamlarda herkesin kadın günlerinde yaşananı yaşaması, bir ağızdan konuşulup da kimsenin aslında dinlemeye niyetli olmamasından ziyade blogger dünyası okuma ve merak üzerine kuruludur.
Blog yazan insanın anlatacak şeyleri vardır hayatta, hem de çokca da olabilir bu, küçük bir çocuğun annesinin eteğinden çekip durması gibi rahatsızlık verir kafanda döndürüp durduğun konular ve yazarsın.
Facebook olsun, diğer sosyal medya ortamlarındaki gibi "Hayır, benim dediğim doğru, bak ben bunu biliyorum sen de oku da biraz bilgin olsun!"durumları da yaşanmaz.
Burayı da zar, kim kimden daha iyi ye getirenler oldu ve olmaya da devam edecek ama onun da kolayı var arkadaşlar, hemen o tip ortamlardan yağlanıp kaçıyoruz. Bu kadar!
Bir yıla yaklaşıyor Facebook'dan çıkalı. Ne güzel bir duygu anlatamam.
Tanıyorsun, arkadaşlık yollanma durumunda kabul etmeme yapamıyorsun.
Tanıyorsun demek politik, dini, sosyal olarak nerede, ne yaptı, ne yiyip, ne içti, dini ve politik görüşü nedir durumları da değil. İlgilenmiyorum!
Arkadaşım, akrabam olabilir ama bir sürü beğenmedim seçimleri de var, ne yapacağım? Hepsine "like" butonunu kullanmak zorunda mıyım? Evet.
Mahalle baskısı mı? Dibine kadar hem de!
Oysaki burada yazarım, isteyen okur, beğenmeyen de bir daha ilgilenmez, gelmez, okumaz.
Burası facebook gibi zoraki ilişkilerin, zorlamalarla "like" edildiği bir ortam değil.
Yazılınca rahatlanan ama okununca huzursuzluk hissedilmeyen, hissedilirse zaten kimsenin de okumaya zorunlu olmadığı bir yer.
Yaklaşık dokuz yıl önce başladığım zamandan bu yana düşündüğüm bu.
Şu aralar mesela toprağının üzerinde evini inşa edenler, doğaya gidip orada yaşayabilmeyi seçenlerin bloglarını okuyorum.
Taşlı bahçe, Meyveli tepe...Olağanüstü güzel aktarımlar yapıyorlar, yazdıklarına gidiyorum, fotoğraflarına bakıyorum bir ev nasıl inşa edilir'i düşünüyorum, kafamda tasarlıyorum. Bu da başka bir yazının konusu olabilir.
Fakat anlatmak istediğim bir posta kutusuna mesajınız var rakkamları düşmeden istenildiği an, istenildiği şekilde takip edilen insanların, ses seda çıkarmadan evine konuk olup gitmesi gibi bir durum.
Burası güzel...Ve benim için tek kalan yer.
Ne zaman geri dönsem dır dır etmeyen bir sevgilinin sıcak kolları gibi...
Genel insani ilişkiler kendi çerçevesi içinde dönüp giderken bloggerlığın hepimize kazandırdığı kolundan tutup götürdüğün arkadaşına, eş, dost, akraba kalabalığına " Biliyor musun ben buraya buraya buraya gittim, şunu bunu yedim, beğendim ya da beğenmedim, neden beğendim ya da beğenmedim, bu kitabı okudum, işte şu an itibarıyla böyle düşünüyorum..." diyemediğin, demeye kalktığında anlaşılamadığın, hep kendini anlatıyorsun bitti mi biraz da beni dinle denilerek hiç ilgilenmediğin başka konuların dayatıldığı bir ortam olmadığından.
Blogger seni yazdıklarından okur, merak ediyorsa gelir yine okur, yok ilgisini çekmiyorsa o zaman gelmez. Nokta.
Facebook, Twitter gibi ortamlarda herkesin kadın günlerinde yaşananı yaşaması, bir ağızdan konuşulup da kimsenin aslında dinlemeye niyetli olmamasından ziyade blogger dünyası okuma ve merak üzerine kuruludur.
Blog yazan insanın anlatacak şeyleri vardır hayatta, hem de çokca da olabilir bu, küçük bir çocuğun annesinin eteğinden çekip durması gibi rahatsızlık verir kafanda döndürüp durduğun konular ve yazarsın.
Facebook olsun, diğer sosyal medya ortamlarındaki gibi "Hayır, benim dediğim doğru, bak ben bunu biliyorum sen de oku da biraz bilgin olsun!"durumları da yaşanmaz.
Burayı da zar, kim kimden daha iyi ye getirenler oldu ve olmaya da devam edecek ama onun da kolayı var arkadaşlar, hemen o tip ortamlardan yağlanıp kaçıyoruz. Bu kadar!
Bir yıla yaklaşıyor Facebook'dan çıkalı. Ne güzel bir duygu anlatamam.
Tanıyorsun, arkadaşlık yollanma durumunda kabul etmeme yapamıyorsun.
Tanıyorsun demek politik, dini, sosyal olarak nerede, ne yaptı, ne yiyip, ne içti, dini ve politik görüşü nedir durumları da değil. İlgilenmiyorum!
Arkadaşım, akrabam olabilir ama bir sürü beğenmedim seçimleri de var, ne yapacağım? Hepsine "like" butonunu kullanmak zorunda mıyım? Evet.
Mahalle baskısı mı? Dibine kadar hem de!
Oysaki burada yazarım, isteyen okur, beğenmeyen de bir daha ilgilenmez, gelmez, okumaz.
Burası facebook gibi zoraki ilişkilerin, zorlamalarla "like" edildiği bir ortam değil.
Yazılınca rahatlanan ama okununca huzursuzluk hissedilmeyen, hissedilirse zaten kimsenin de okumaya zorunlu olmadığı bir yer.
Yaklaşık dokuz yıl önce başladığım zamandan bu yana düşündüğüm bu.
Şu aralar mesela toprağının üzerinde evini inşa edenler, doğaya gidip orada yaşayabilmeyi seçenlerin bloglarını okuyorum.
Taşlı bahçe, Meyveli tepe...Olağanüstü güzel aktarımlar yapıyorlar, yazdıklarına gidiyorum, fotoğraflarına bakıyorum bir ev nasıl inşa edilir'i düşünüyorum, kafamda tasarlıyorum. Bu da başka bir yazının konusu olabilir.
Fakat anlatmak istediğim bir posta kutusuna mesajınız var rakkamları düşmeden istenildiği an, istenildiği şekilde takip edilen insanların, ses seda çıkarmadan evine konuk olup gitmesi gibi bir durum.
Burası güzel...Ve benim için tek kalan yer.
Ne zaman geri dönsem dır dır etmeyen bir sevgilinin sıcak kolları gibi...
2 yorum:
evet bende dönüp dolaşıp seni okumayı özleyenlerdenim..sahi nasılsın* ben melike
Canım Melike, cidden...Çok özür dilerim Ağustos 2017. Yuh! dedim kendime. Sen nasılsın? Bana mailden yaz istersen. Tekrardan özürler...
Yorum Gönder