Yaklaşık üç dört yıl önce İngiltere'ye tatile gittiğimiz bir zaman...Akşam masada oturuyoruz, genelde misafirler olduğunda açılan şarapla kafalar yine dumanlı ve sohbetler daha bir cesaretli. Aileden biri kızıma dönüp okulunda okuyan öğrencilerin hangi dinden olduklarını sorgulamaya başladığında cidden rahatsızlık belirtileri göstermeye başlıyorum.
Yukardaki paragrafın aksine, eşimle tanışıp İngiltere'ye gittiğim ilk yıl dini herhangi bir sorgulama ile karşılaşmadım. Evliliğimiz Türkiye'de oldu, çocuklarım vaftiz edilmedi, ailenin içinde olduğu İngiliz Kilisesi'nin rahibine bayıldım! Hele de kadınların papazlık yapabileceğini, rahiplerin gay lerden bile seçilebileceğini öğrendikten sonra hayranlığım arttı. Kilise gezilerimizde denk geldiğim dualarda "Dünyanın hayrı, dünyadaki tüm ezilmiş, güçsüz ve derdi olanlara derman..." gibi düşünceleri duyunca içim ısındı. Christmas zamanı onların kitaplarından avazım çıktığı kadar şarkılarına katıldım, tüylerim ürperdi, gözlerim doldu...
Ta ki bu soruya kadar...Sanki bir fanusdan kafa aşağı yere çakılır gibi konuşmaları dinlemeye ve aralarda artık kendimi tutamayarak mudahale etmeye başladım.
Diyaloğun esas teması dindi. Genelde dinle ilgili konuşmaları sevmem. Birinci sebep kendime göre oturttuğum, bunun için de oldukça fazla kitap devirdiğim bir inanış sistemim var. İkincisi, dini konuların o kendini gereğinden fazla ciddiye alan, hayata gülümseyerek bakmayı solduran, değişime son derece kapalı, mantığını dayatan, korkutan kısmını hiç sevmem. Dinde mantığı anlatan "Bak şimdi canım, aslında onun altında yatan sebep..." cümlelerini de okudum beni tatmin etmedi, merak eden okur, düşünür, sorgular, araştırır kendine ait olan hayatında kendince bir sonuca varır. Salak veye tembel ya da her ikisi gibi olan da koyun gibi güdülür çünkü aslında ne merak etmiştir, ne merak edecek kafaya sahiptir ne de kıçını kaldırıp okumaya heveslidir. (Aslında bu yalnızca bir konu için değil hayatın kendisi için geçerli)
Birleşik Arap Emirlikleri, birçok insanın düşündüğünün aksine son derece renkli, farklı kültürlerin ve dinlerin bir araya geldikleri, bunun devlet tarafından desteklendiği (kendi yerel eğitimi ayrı ama kendi ülkesinde yaşayan yabancılara sağladığı imkanlar anlamında son derece anlayışlı) bir ortam.
Çocuklarımız yine başkalaştıran, ayıran, yukardakiler, aşağıdakiler mentalitesine oturtan insanların aksine herkesle mutlu. Ve bunun, yani farklılıkların ayrımında değil çünkü onlara göre herkes okuluna giden birer birey. Cinsiyetleri, renkleri, dinlerinin falan da bir önemi yok, anlaşabiliyor mu anlaşamıyor mu, yani kısaca kendi hayat felsefesine uyuyor mu uymuyor mu? nun derdindeler. Tabi ki bunların dışında kalan örneğin çok modayı takip eden, güzelliğine, görünüşüne dikkat eden tipler de var ama kimseyi görmedim ki "Senin dinin bunu gerektirir ya da rengin neden böyle?" diye düşünsün.
Dinler insanların topluca yaşama aşamasında, hukuğun kurulmasından önceki zamanda oluşturulmuş, o dönemin şartlarına uygun olarak belki kendince devrim niteliğinde ama günümüz koşullarına hitap etmeyen kurallar zinciridir. İnsanın hem toplum yaşantısını, hem de bireysel yaşantısını düzenler.
Dinlerin hiçbirinde "Başkasının ekmeğini elinden alın, çalın, öldürün, ayırın, sevmeyin." demez. Oturup da dünyanın her yerinde geçerliliği olan "İnsanları incitme, doğaya ve çevrene saygılı ol vb..." tarzı anlayışların toplum özelliklerine, kültürüne göre şekillenmiş halidir ancak günümüzde herkesi kucaklayan bir anlayışa ihtiyaç var. Farklılıklar, renkler olsun ama bunlar ayırımcı nitelikler olarak algılanmasın mümkünse. "Hayır efendim benim yaptığım doğru olan yol!"culuk diğerini dışarı iter.
Velhasıl, konuşmada gelinen nokta beni şaşırtırcasına ve derinden sinirlendirir kıvamda "Din olmadan ahlak olur mu?" ya geldi dayandı. Çocuklarım bunları hiç düşünmediği, benim de bunun tersi düşüncede olduğumdan üzerinde durmadığım bir soru olduğu için kızım paralize oldu soru karşısında. Böylesine ağır ve ayrımcı olan bir soruda ben atladım. Çocuklara bu tür derin felsefe sorularının sorulmasının da karşısındayım. Onların hayatları Bizans entrikaları, kuvvet savaşları, yan yatırıp tuş etme mantığı üzerine inşa edilmemeli çünkü çoğu çocuk işin doğasından çevreye, hayvanlara, diğer çocuklara karşı duyarlı ve nazik geliyorlar dünyaya, onları hainleştiren, ayrıştıran, o katıksız sevgiye nefreti katan işte bu sevgisiz insan tipidir. Yaşadığım suretçe çocuklarıma bu şekilde yaklaşan kim olursa şahin gibi karşılarına dikileceğim. Konumuza dönelim...
Din olmadan bal gibi ahlak olur! Her insana göre Allah ya da Tanrı kavramları nasıl farklı şeyler çağrıştırıyor ise dini olmayan bir insanın vicdanı da yok demek, günü geldiğinde kıç korkusundan öbür tarafa gidecek diye yapılan iyilikle, insanın kendi vicdanından, acıma duygusuyla yapılan iyiliği aynı kefeye koyar. Birisinde iyilik yapmak için Allah korkusu yok. Kendisi öyle hissettiği için, içinden geldiğinden yapıyor.
Bundan doğru ne olabilir ki?! Toplumsal açıdan bakacak olursak ve dini olarak düşünürsek korkusu olan insan makbul olandır ve aslında insan doğası gereği hep kötülük düşünüyordur. Onun kötülük yapmasını engelleyen ise Allah ve cehennemde yanma korkusudur. (İngilizce'de sevdiğim kelimeye karşılık gelen duygusu doğru olan tanımlama control freak)
Bana göre kusura bakılmasın ama bu düşünce tarzının iki yüzlülüğü çok ciddi boyutta. Eğer herşeyi gören, hisseden bir Allah kavramından bahsediyorsak burada zaten kötülüğü aklından geçirmek bile yapma eyleminin yarısı. Zannediliyor mu ki öyle bir durumun Allah katında yeri var?
İnsanları güdülemek için kullanılan korkutma argumanları benim kızımda da çalışmaz çünkü o yüreğiyle ve vicdanıyla kimseyi incitmez, incitemez ki zaten! Bunun hangi dinden ya da dinsiz olduğu ile ilgili hiçbir bağ yok.
Bugün Ali Nesin'in sayfasına gittiğimde gördüğüm tablo buydu, yazıyı da yazdıran, hatırlamamı sağlayan da o oldu.
Esas işin ilginç kısmı bu sorunun Türkiye'den olan benim ailem yerine İngiltere'den olan bir aileden gelmesi, sizce de öyle değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder