Şimdi hayalinizde olaylar canlandırmanızı istiyorum;
Birinci olayda bir ada gezisinde oturduğunuz yerden kızlı erkekli genç bir grubun yüzmeye başladığını görüyorsunuz, derken çocuklar derine doğru kulaç atmaya ve erkeklerden bazıları aslında gruptaki kızlardan hangisinden hoşlanıyorsa O'na gidip suya batırmaya başlıyor. Bazıları bu durumdan hoşlanmadığını belli ederek "Yapma!" diyor ama tekrarlar devam ediyor, en sonunda içlerinden biri artık kendini anlatamamaktan, suyun içinde nefes alamamasından dolayı sinirlenip arkadaşlarına sayıp sövmeye başlıyor. İş şakayken bir anda insanların kırdığı ve kırıldığı bir alana dönüşüyor.
İkinci olayda yine gençlerin olduğu bir grup...Bu sefer oğlan çocukları, yakaladıkları kız arkadaşlarını ayağından ve kollarından tutarak sallayıp denize fırlatıyorlar. Bir iki üççççç! Bağırarak olaya engel olmaya çalışan arkadaşlarının kollarından tutan oğlanın kafası karışıyor ve ellerini bırakıyor, ayaklarından tutan ise tutmaya devam ediyor. Kız çığlık çığlığa denize savrulmak yerine duvara çarpıyor ve o şekilde yaralanarak düşüyor.
Üçüncüsünde bir anne düşünün, siz de olabilirsiniz bu kadın ya da erkekseniz şayet o zaman da empati kurmaya çalışın, bu kadın çocuklarını yetiştirirken okuduklarından, seyrettiklerinden, kendi düzenine olan uyumluluğundan dolayı bağlı olduğu bazı kuralları var. (Eğer okul sahibiyseniz mesela veli diyelim...) Bu anne/baba/veli bir eve kalmaya gidiyor veya çocuğunu okula yolluyor. Kurallarından biri oldukça kırmızı ve büyük harflerle belli. ÇOCUKLARININ ŞEKERLİ BESİNLERE ALIŞKANLIK GELİŞTİRMESİNİ İSTEMİYOR.
Anne/baba/veli öyle kapalı kutu bireyler de değil üstelik, sürekli sebeplerini anlatarak bulundukları ortamlarda kendilerinden habersiz şekilde çocuklarının eline şeker, çukulata, dondurma tutuşturulmaması gerektiğini söylüyorlar.
İnsanlar bazen şaşırıyorlarlar, ellerine alıp getirdikleri ve bir şekilde ebeveynlerine sormadan verdikleri çukulata, şeker ayıp olmasın diye çocuğa zaten(!) verilmiş olduğundan "Bu seferlik..." deniliyor gülümsenerek ama olayın rengi "Ama çocukturrrrr, yazıııııkkkk!" "Gel gel (çocuğa fısıldanarak) Bak ben dönüşte sana ne getireceğim." ya da "Benimle gelirsen sana çukulata/şeker vb... alırım." " Beni öpersen....veriririm." şeklinde sürekli bir dürtmeye doğru gidiyor. Sonunda anne/baba daha direkt bir şekilde "Artık bunu tekrarlamayalım!!!" diyor ve olay patlak veriyor, insanlar birbirlerine giriyorlar, ortalık toz duman oluyor.
Tüm bu olaylarda sizlere anlatmak istediğim aynı duygu ile başlayan yani şakayken kaka olan ortamlar. Herşey yapan tarafından iyi niyetlerle, şakayla, espriyle başladı ama uyarı veren, uyaran, tepki koyan insan özellikle üstüne basa basa dinlenilmedi. Hepsinin sonu hüsran...Ama bunları yapan insan da kendince şöyle düşünüyor; "Ne yapsam yaranamıyorum!" Kendince iyilik ya da şaka yapan ama özde asla karşısındakini dinlemeyen insan dudağını büktü, O anlaşılmayan, O kırılan, üzülen taraf oldu değil mi?
İyi niyet, şu bu...Herşeyin özünde olan, olması gereken hareket yapılmadı. O insana, kurallarına, hayata bakış açısına duyulan, duyulması gereken saygı gösterilmedi. İşin özündeki durum aslında hiç de öyle masum değil.
Hepimiz hayatımızın bir dönemi bu verdiğim örneklerdeki tarzlarla bir kez karşılaşmışızdır.
Bizlerden önce gelen nesilleri düşünün...Savaş zamanları...Şeker, ekmek vb... karneyle dağıtılıyor, insanlar aç, susuz, en temel ihtiyaçları bile kar kış demeden bitmek tükenmek bilmeyen kuyruklarda bekleyerek elde edebiliyorlar. Erkekler savaşa gidiyor, para kazanmak için bir yere gireyim çalışayım mantığı ortadan kalkmış...
Şeker o kadar pahalı ki genelde ailedeki yaşlılar çayını tatladırmak için üzüm gibi meyvelerin kurutulmuşunu kullandıklarını anlatırlarya da kıtırdatarak içilen bir küçücük çay bardağına anca yetiştirilen bir kesme şeker alışkanlıkları vardır mesela...
Günümüzde belki tek engel paradır istediğimizi almamıza ki şu an şeker maalesef en fazla ayağa düşmüş, resmen besin anlamında alışkanlık yaratıcılardan farkı olmayan bir zehirdir. Bunu da bir kenara yazalım derim.
Dünyaya geldiğimizde tat alma duyumuz bembeyaz bir sayfa...Çocuğunuzu eğer kendiniz yetiştirme lüksünüz varsa ki artık günümüz ortamında o bile bir lüks oldu ve okuyorsanız, şimdiye kadar birçok kimyasallarla rengi açılmış, beyazlatılmış, formu değiştirilmiş, hiçbir yararı olmadığı gibi beyinde eroin, esrar... alımı sırasında çalışan hücreleri harekete geçirdiği kanıtlanmış, bildiğimiz ve o her yere katık edilen lanet olası şekeri bebenizle daha dünyaya geldiği başlangıç aylarında tanıştırmak istemeyebilirsiniz.
Google'a konuyla ilgili kısa bir araştırma yapmanızı öneririm. Önünüze bu şekilde besinlerin verdiği zarar ve yaptığı alışkanlık ile ilgili bir sürü kaynak gelecektir. Bunlardan beni en fazla etkileyen James Oliver'ın bırakın çocuklarına direkt çukulata, şeker veren insanları dolaylı yoldan, içine binbir pislikle gizlenmiş şekilde alınan şeker miktarını gösteren videosudur.
http://www.ted.com/talks/jamie_oliver.html
Bunu eklemeden geçemedim, gerisini ödevini yapması gereken her anne babaya bırakmaktan dolayı rahatım. Herkes çocuk yetiştiriyor ve bunun sorumluluklarından birisi de ne yaptığını bilmesi ve öğrenmesidir.
Bizim toplumda kahvaltı gevreği yeme alışkanlığı yok belki ama olsun onun yerine ikamet eden çok farklı durumlarla karşılaşmak olası. Nedir? Yemeklerin arasına serpiştirilmiş çukulata, şeker, bonbon, muhallebi ( hele hele o muhallebi, en tehlikelisi çünkü bebek daha tam tat mekanizmasını oluştururken ağzına tıkılıp besinlerden alacağı zevk ketleniyor.)
Çoğu anne çocuğum yemiyor diye kıvranıyor, bakıyorsun katı gıdalara başlar başlamaz bebeler o şeker yükü bebe biküvileri, yine şeker ve krema yüklemesi dondurma, hemen çukulata ile tanıştırılıveriyor, e sen şimdi gel de bu insan evladına patates ver yesin!
Alternatif yok mu?! Okuyana çooook!
Hatta bu işin uzmanları şunu söylüyor, yemeklerle çocuğunuzu tanıştırırken sebze çorbası, üçdört çeşit sebze meyve karışımları vermeyin. Neden? Birincisi alerji diyelim, hangisinden sorusu çok kafa karıştırıcı, ikincisi herbir besinin ayrı bir tadı var ve bu insan yavrusu ilk defa papates nedir, kabağın tadı nasıldır anlıyor. Bunlar tadlandırılmamış, içine kafa karıştırıcı kimyasallar katılmamış tatlar, içine koy şekeri, tuzu o zaman ne oluyor, beklenti hep o şekilde tatmin edici, vücudun kimyasallarıyla oynayıcı sabitlendiğinden çocuk yemek yemez hale geliyor.
E bu da bir din mi kardeşim, arada sırada bunlar da bozulsun varsın olsun diyoruz ama öyle değil. En son yapılan araştırmalar hiperaktivite belirtileri gösteren çocuklarda şeker minimum ve hatta mümkünse hiç yok, omega üç takviyeli beslenmenin son derece faydalı olduğunu kanıtlıyor.
Kendi çocuklarımda gördüğüm, birincisi artık kazık kadar ama o da zamanında öyleydi, beslenme düzeni değiştiği an huylarındaki değişimdir. Bu budur! Böylesine de bir düz mantıktır kısa ve öz. Sen ne yersen o sun dur yani! Öyle çok kafa patlatmaya gerek yok.
Kimse çocuğa kötülük yapmak için bir şey almaz, O'nu mutlu etmektir amaç bu ortada olan bir gerçek ama burada üzerinde durduğum konu şu, başkasının çocuğuna çoluğuna müdahale etme mantığı. Ta yazımın başında verdiğim örneklerle bu sefer koyduğunuz ve sebebi olan bir kuralın başkaları tarafından duymazdan gelinerek sürekli delinme girişimi.
Ben böyle sevgi istemiyorum, bu sevginin bu şekilde yontulmamış versiyonunu da öyle. Karşındaki insan ile konuşma ve anlama becerin varsa bu ha o insandır ha o insanın çoluğu, çocuğu, kocası, karısı veya hayat felsefesidir, anlayıp ona göre davranma yeteneği ile donatılmışız.
Şeker ve şekerli besinlerin verilmesinin altında "Ben seni o kadar çok seviyorum ki..." ya da "Sen beni sev, bana yanaş" mantığı da kanımca daha minnacık bir beyne verilen uyarıcı yoluyla rüşvet olmasından dolayı son derece itici de ondan!
Bir çocuğun sizi sevmesi için zamanınızı, gerçekten O'nu seviyorsanız duygularınızı göstermeniz, beraber mutlu vakit geçirmeniz yeterli. Zaman, dürüstçe ve cömertçe paylaşılan sevgi çocukların istediği...
Birinci olayda bir ada gezisinde oturduğunuz yerden kızlı erkekli genç bir grubun yüzmeye başladığını görüyorsunuz, derken çocuklar derine doğru kulaç atmaya ve erkeklerden bazıları aslında gruptaki kızlardan hangisinden hoşlanıyorsa O'na gidip suya batırmaya başlıyor. Bazıları bu durumdan hoşlanmadığını belli ederek "Yapma!" diyor ama tekrarlar devam ediyor, en sonunda içlerinden biri artık kendini anlatamamaktan, suyun içinde nefes alamamasından dolayı sinirlenip arkadaşlarına sayıp sövmeye başlıyor. İş şakayken bir anda insanların kırdığı ve kırıldığı bir alana dönüşüyor.
İkinci olayda yine gençlerin olduğu bir grup...Bu sefer oğlan çocukları, yakaladıkları kız arkadaşlarını ayağından ve kollarından tutarak sallayıp denize fırlatıyorlar. Bir iki üççççç! Bağırarak olaya engel olmaya çalışan arkadaşlarının kollarından tutan oğlanın kafası karışıyor ve ellerini bırakıyor, ayaklarından tutan ise tutmaya devam ediyor. Kız çığlık çığlığa denize savrulmak yerine duvara çarpıyor ve o şekilde yaralanarak düşüyor.
Üçüncüsünde bir anne düşünün, siz de olabilirsiniz bu kadın ya da erkekseniz şayet o zaman da empati kurmaya çalışın, bu kadın çocuklarını yetiştirirken okuduklarından, seyrettiklerinden, kendi düzenine olan uyumluluğundan dolayı bağlı olduğu bazı kuralları var. (Eğer okul sahibiyseniz mesela veli diyelim...) Bu anne/baba/veli bir eve kalmaya gidiyor veya çocuğunu okula yolluyor. Kurallarından biri oldukça kırmızı ve büyük harflerle belli. ÇOCUKLARININ ŞEKERLİ BESİNLERE ALIŞKANLIK GELİŞTİRMESİNİ İSTEMİYOR.
Anne/baba/veli öyle kapalı kutu bireyler de değil üstelik, sürekli sebeplerini anlatarak bulundukları ortamlarda kendilerinden habersiz şekilde çocuklarının eline şeker, çukulata, dondurma tutuşturulmaması gerektiğini söylüyorlar.
İnsanlar bazen şaşırıyorlarlar, ellerine alıp getirdikleri ve bir şekilde ebeveynlerine sormadan verdikleri çukulata, şeker ayıp olmasın diye çocuğa zaten(!) verilmiş olduğundan "Bu seferlik..." deniliyor gülümsenerek ama olayın rengi "Ama çocukturrrrr, yazıııııkkkk!" "Gel gel (çocuğa fısıldanarak) Bak ben dönüşte sana ne getireceğim." ya da "Benimle gelirsen sana çukulata/şeker vb... alırım." " Beni öpersen....veriririm." şeklinde sürekli bir dürtmeye doğru gidiyor. Sonunda anne/baba daha direkt bir şekilde "Artık bunu tekrarlamayalım!!!" diyor ve olay patlak veriyor, insanlar birbirlerine giriyorlar, ortalık toz duman oluyor.
Tüm bu olaylarda sizlere anlatmak istediğim aynı duygu ile başlayan yani şakayken kaka olan ortamlar. Herşey yapan tarafından iyi niyetlerle, şakayla, espriyle başladı ama uyarı veren, uyaran, tepki koyan insan özellikle üstüne basa basa dinlenilmedi. Hepsinin sonu hüsran...Ama bunları yapan insan da kendince şöyle düşünüyor; "Ne yapsam yaranamıyorum!" Kendince iyilik ya da şaka yapan ama özde asla karşısındakini dinlemeyen insan dudağını büktü, O anlaşılmayan, O kırılan, üzülen taraf oldu değil mi?
İyi niyet, şu bu...Herşeyin özünde olan, olması gereken hareket yapılmadı. O insana, kurallarına, hayata bakış açısına duyulan, duyulması gereken saygı gösterilmedi. İşin özündeki durum aslında hiç de öyle masum değil.
Hepimiz hayatımızın bir dönemi bu verdiğim örneklerdeki tarzlarla bir kez karşılaşmışızdır.
Bizlerden önce gelen nesilleri düşünün...Savaş zamanları...Şeker, ekmek vb... karneyle dağıtılıyor, insanlar aç, susuz, en temel ihtiyaçları bile kar kış demeden bitmek tükenmek bilmeyen kuyruklarda bekleyerek elde edebiliyorlar. Erkekler savaşa gidiyor, para kazanmak için bir yere gireyim çalışayım mantığı ortadan kalkmış...
Şeker o kadar pahalı ki genelde ailedeki yaşlılar çayını tatladırmak için üzüm gibi meyvelerin kurutulmuşunu kullandıklarını anlatırlarya da kıtırdatarak içilen bir küçücük çay bardağına anca yetiştirilen bir kesme şeker alışkanlıkları vardır mesela...
Günümüzde belki tek engel paradır istediğimizi almamıza ki şu an şeker maalesef en fazla ayağa düşmüş, resmen besin anlamında alışkanlık yaratıcılardan farkı olmayan bir zehirdir. Bunu da bir kenara yazalım derim.
Dünyaya geldiğimizde tat alma duyumuz bembeyaz bir sayfa...Çocuğunuzu eğer kendiniz yetiştirme lüksünüz varsa ki artık günümüz ortamında o bile bir lüks oldu ve okuyorsanız, şimdiye kadar birçok kimyasallarla rengi açılmış, beyazlatılmış, formu değiştirilmiş, hiçbir yararı olmadığı gibi beyinde eroin, esrar... alımı sırasında çalışan hücreleri harekete geçirdiği kanıtlanmış, bildiğimiz ve o her yere katık edilen lanet olası şekeri bebenizle daha dünyaya geldiği başlangıç aylarında tanıştırmak istemeyebilirsiniz.
Google'a konuyla ilgili kısa bir araştırma yapmanızı öneririm. Önünüze bu şekilde besinlerin verdiği zarar ve yaptığı alışkanlık ile ilgili bir sürü kaynak gelecektir. Bunlardan beni en fazla etkileyen James Oliver'ın bırakın çocuklarına direkt çukulata, şeker veren insanları dolaylı yoldan, içine binbir pislikle gizlenmiş şekilde alınan şeker miktarını gösteren videosudur.
http://www.ted.com/talks/jamie_oliver.html
Bunu eklemeden geçemedim, gerisini ödevini yapması gereken her anne babaya bırakmaktan dolayı rahatım. Herkes çocuk yetiştiriyor ve bunun sorumluluklarından birisi de ne yaptığını bilmesi ve öğrenmesidir.
Bizim toplumda kahvaltı gevreği yeme alışkanlığı yok belki ama olsun onun yerine ikamet eden çok farklı durumlarla karşılaşmak olası. Nedir? Yemeklerin arasına serpiştirilmiş çukulata, şeker, bonbon, muhallebi ( hele hele o muhallebi, en tehlikelisi çünkü bebek daha tam tat mekanizmasını oluştururken ağzına tıkılıp besinlerden alacağı zevk ketleniyor.)
Çoğu anne çocuğum yemiyor diye kıvranıyor, bakıyorsun katı gıdalara başlar başlamaz bebeler o şeker yükü bebe biküvileri, yine şeker ve krema yüklemesi dondurma, hemen çukulata ile tanıştırılıveriyor, e sen şimdi gel de bu insan evladına patates ver yesin!
Alternatif yok mu?! Okuyana çooook!
Hatta bu işin uzmanları şunu söylüyor, yemeklerle çocuğunuzu tanıştırırken sebze çorbası, üçdört çeşit sebze meyve karışımları vermeyin. Neden? Birincisi alerji diyelim, hangisinden sorusu çok kafa karıştırıcı, ikincisi herbir besinin ayrı bir tadı var ve bu insan yavrusu ilk defa papates nedir, kabağın tadı nasıldır anlıyor. Bunlar tadlandırılmamış, içine kafa karıştırıcı kimyasallar katılmamış tatlar, içine koy şekeri, tuzu o zaman ne oluyor, beklenti hep o şekilde tatmin edici, vücudun kimyasallarıyla oynayıcı sabitlendiğinden çocuk yemek yemez hale geliyor.
E bu da bir din mi kardeşim, arada sırada bunlar da bozulsun varsın olsun diyoruz ama öyle değil. En son yapılan araştırmalar hiperaktivite belirtileri gösteren çocuklarda şeker minimum ve hatta mümkünse hiç yok, omega üç takviyeli beslenmenin son derece faydalı olduğunu kanıtlıyor.
Kendi çocuklarımda gördüğüm, birincisi artık kazık kadar ama o da zamanında öyleydi, beslenme düzeni değiştiği an huylarındaki değişimdir. Bu budur! Böylesine de bir düz mantıktır kısa ve öz. Sen ne yersen o sun dur yani! Öyle çok kafa patlatmaya gerek yok.
Kimse çocuğa kötülük yapmak için bir şey almaz, O'nu mutlu etmektir amaç bu ortada olan bir gerçek ama burada üzerinde durduğum konu şu, başkasının çocuğuna çoluğuna müdahale etme mantığı. Ta yazımın başında verdiğim örneklerle bu sefer koyduğunuz ve sebebi olan bir kuralın başkaları tarafından duymazdan gelinerek sürekli delinme girişimi.
Ben böyle sevgi istemiyorum, bu sevginin bu şekilde yontulmamış versiyonunu da öyle. Karşındaki insan ile konuşma ve anlama becerin varsa bu ha o insandır ha o insanın çoluğu, çocuğu, kocası, karısı veya hayat felsefesidir, anlayıp ona göre davranma yeteneği ile donatılmışız.
Şeker ve şekerli besinlerin verilmesinin altında "Ben seni o kadar çok seviyorum ki..." ya da "Sen beni sev, bana yanaş" mantığı da kanımca daha minnacık bir beyne verilen uyarıcı yoluyla rüşvet olmasından dolayı son derece itici de ondan!
Bir çocuğun sizi sevmesi için zamanınızı, gerçekten O'nu seviyorsanız duygularınızı göstermeniz, beraber mutlu vakit geçirmeniz yeterli. Zaman, dürüstçe ve cömertçe paylaşılan sevgi çocukların istediği...
5 yorum:
Cok haklısın isyanda.
Twitterda aradım lakin bulamadım seni. sen beni bul :) @hcinscicekci
Twitter'da pek durmadığım için evinkedisi tweet dedi bölümünden tıklayınca gelmez olmuş sağda, şimdi ayarladım ama sen gelmişsin zaten, orayla da ilgilenmek lazım ama işte...Sevgiler ;-)
Doğal desteklerden geldim az önce :)
Genetiğimize işlemiş şeker alışkanlığından geçte olsa kendimi kurtarmış biriyim. Çevreme de yaymaya çalışıyorum ama çok zor insanlara bunu anlatmak !
Şahane bir yazı olmuş tebrik ederim sizi. Sevgilerimle...
Gülşen;
Doğal Destekler derken? Link falan var mıdır? Teşekkür ederim yorum için böyle yorum gelince o blogdan da haberdar olup bakma fırsatı buluyorsun, bende ahşap işiyle uğraşmıştım Antalya'da yaşarken ve birkaç şey çıkartmıştım, onları fotoğraflayıp koyayım istedim bir anda, teşekkürler hatırlattığın için ve sevgiler...
Gülşen, yorumunu buraya koymuyorum ama anladım :) Teşekkürler...Benim ahşaplar yıllara vardı neredeyse on yılı devirmek üzereler, heyecanlarını yitirdiler ama bir gün koyarım belki, sevgiler :)
Yorum Gönder