Yaşım 40.
Ve pek tabi ki farkındayım, öyle atla deve bir zaman dilimi
değil ama Türkiye’nin geldiği şu noktaya kadar yaşıtlarımızla beraber
gördüklerimiz ve geçirdiklerimiz açısından geriye dönüp bakmaya layık bir dönem.
Aklımda olan, oradan buradan duyduklarım ve biriktirdiklerim var elimde, tek
tek açayım...
Önce, Türkiye’de yıllardır süregelen çevreci bakış açısıyla;
“Sen o zaman savaşanlara git de, tohum
ya da gül hediye et!” ya da “Romantizmle savaşlar kazanılmaz kızım, dişe diş
kana kan!” diyenlere selam olsun!
Çünkü çevreci ideoloji, o yıllardır burun kıvırılan ve
dolayısıyla da küçümsenen bakış açısının tersine, yalnızca ülkeleri değil, dünyada
süregelen para düzenine karşı duran en kuvvetli antiemperyalist akımdır. Hatta,
öyle böyle değil, bireyin üretime katılımını destekler, halkların topraklarına
ve hayvancılığına sahip çıkar.
Üstelik yalnızca insan hakları değil, tüm canlıların
haklarını savunarak dünyayı da insanların işgaline ve her şeyin bizler için
yaratılmış olduğu ilüzyonuna karşı uyarır. Hiyerarşisi bilgiye ve tecrübeye
bağlıdır, demokratik bir yapısı vardır, gönüllülüğe dayanır, eşitlikçidir. O
yüzden dikkat edin, hükümetler tarafından aktivistler apar topar sürüklenerek,
püskürtülerek gözaltına alınır.
Bu ideoloji, günümüzün ve gelişmiş dünyanın insanına hitap
eden olmazsa olmaz başkaldırılardan birisi. Bunu bir kenara alalım...
Şimdi gözümüzü başka bir tarafa çevirelim...Bilim insana
öncelikle hangi duyguyu verir? Önüne bilim’i uygarlığın hedefi olarak koymuş
bir lider insanlara aslında ne demeye çalışmaktadır? Verdiği ya da vermeye çalıştığı
değerler acaba topluma o zamanın şartlarına göre birkaç ölçü büyük gelmiştir de
daha sonra ülkeyi idare etmeye çalışan ve topluca koyunlaştırma politikaları
uygulayanlar bunları bir bir görmezden gelme, unutturma ve hatta yoketme
zihniyetine mi döndürmüşlerdir? Çok kuvvetle muhtemel...Böyle bir toplum
güdülenmez, kolay kolay öcülerden korkmaz.
Bilim, öncelikle şüphelenmeyi ama herşeye şüphe ve soru
işareti ile bakmayı öğretir. Bir zamanlar Toktamış Ateş bu konuda beni oldukça
şaşırtan ve başarıya ulaşamaz ki zaten dediğim bir yöntem geliştirmeye
kalkmıştı. Din ve Bilim O’nun gözünde yanyana, dostça yürüyen bir ikili gibi
olabilirdi. Bilim insanlarını ve dini yönden kendi ilmini yapanları biraraya
getirmeye çalıştı ama bu pek de bir noktaya varamadı.
Peki neden? Çünkü bilim her ne kadar olaylara “Şüpheyle
yaklaş.”, “Asla güvenme.”, “Sorgula.”, “Kanıtla ve o şekilde bir fikre var.”
derse, din bunun tam tersine “Ben ne diyorsam inan.”, “Ben doğru diyorsam,
doğru olan odur.”, “Ben denedim oldu, inanmazsan ceza veririm.” i getirir.
Kısacası, Bilim ve Din birbiriyle yanyana yürüyemeyecek
kadar ters kutuplarda dolaşan iki anlayış biçimidir. Atatürk, lider olarak
bilim’in ışığında olmayı, yeri geldiğinde kendisinin bile lider olarak
görülmemesi gerektiğini söylemiştir.
Düşün...Bu ideoloji neden acaba hiç rağabet görmez? Lideri
izle oyununu bozduğu için olabilir mi?
Şimdi de, “Bu ülke bu liderle görmediği kadar kötü günler
gördü.” cümlesini bir daha düşünelim.
80’li yıllar...Ortalık karışmış, herkes birbirini öldürüyor,
duruma hakim olmaya çalışan iki anlayış var; sağcılık ve solculuk. Solcu gerçek
solcu, dinin ciddi anlamda devlet işlerine karıştırılmasının karşısında, ilerici,
demokrat ve halkın çıkarlarının korunmasından yana, eşitlikçi...
Bir de ekstradan herkesin arkasını bakmadan kaçtığı ve önüne
gelene korksun diye yapıştırılan bir yafta vardı, kominist. Sosyalistsen belki
bir derece daha kurtarırsın paçayı da, “Kominist misin lan sen?!” dendi mi
yandın ki ne yandın! Koministin Sosyalizm’in de ileri düzeyinde halkçı olduğu
bilinmeden, hiçbir ülkede gerçek uygulanmasının olmadığı ve hatta ne anlama
bile geldiği anlaşılmadan, içi doldurulmamış, O’nun bunun çocuğu lafı yerine
geçen bir tanımlamaydı o zamanlar. Amerika Rusya’ya düşman, al sana “Kominist
misin lan sen?!” in sebebi.
90’lı yıllar...Din dersleri seçmeliden zorunluya geçirildi.
Felsefe dersleri kaldırıldı. 19 Mayıs kıyafetleri bir otuz yıl öncesinden çok
daha kapalı hale getirildi ve bunun üzerinde tartışmalar başladı. İlk Osmanlı
zamanının kapanış tarzının geri gelişi, sokaklarda o eski zamanları anımsatan
derecede siyah çarşafla dolaşan kadınlar... Milli Güvenlik Dersi’ne zamanının
emeklisi yaşlı bir asker girmeye başladı. Patlardık derslerde, öylesine sert ve
militarist bir hava hakim.
Yine eşitlik isteyenin vur boynunu, Deniz Gezmiş’leri as,
insanların evlerine baskınlar düzenle, kitapların gizliden gizliye yakılmasına
sebep ol, solcuları koministleri yakala, işkencelerden geçir, din dersini
zorunlu kıl, bol bol imam hatip lisesi aç, oradan dini anlamda bilimle ters
düşen ve yalnızca ülkenin imamını yetiştirmek dışında başka bir amacı olmaması
gereken okulu heryere yay, kuran kurslarına ver gazı.
Peki bunları ülkede yapan kim? Ülkenin Atatürk’çü ordusu...
Başında kim var? Kendini, yürüyüşünü, kıyafetlerini,
duruşunu bile Atatürk’e benzeten Kenan Evren...Bu insanlar yüzünden “Böyle
Atatürkçülük olmaz olsun!” diyenler veya “Ben Atatürkçü Değilim!(Bu insanlar
Atatürkçü ise)” diye kitap yazanlar oldu.
Sonra, dinle işin yok diyelim, yine baskıcı bir unsur
bulacaksın ya illa, ileri derecede milliyetçi nesiller yetiştirmeye başla.
Bunlar aynı takım tutmak gibi olsun ama sen formülü yaz ve insanlara de ki;
“Bak benim formülüm budur, buna uymayanı, sorgulayanı yakarım haaaa!”
Okullarda tek tip giyinmeye geç, kara renkli çoraplar
giyilecek, senin sen olmanla ilgili hiçbir ayırım yapılmayacak, saçlar iki
örgü, arkadan at kuyruğu yapılamaz, marş marş! Her hafta başı milletin ne demek
olduğunu anlatan andımızı söyle ama “Örtmenim felsefe dersi nerde?”
Felsefe dersinin kaldırılması bence yapılan en büyük manevralardan
biriydi. Feslefe, düşünmek demekti ve dersin kalkması düpedüz düşünmeyi uygun
bulmamak demekti. Aradan yıllar geçtikten sonra kendi çocuğum gittiği
anaokulunda “Git köşeye ve düşün!!!!” dediğinde nasıl sıkıldıysam,
sinirlendiysem ve karşısında durduysam duygu içimde aynı hala.
Düşünmek...Yaşları iki ve üç-dört yaş arasında değişen çocuklar ve yapılan
hatanın cezası bu! “Cezalısın ve düşüneceksin!” Cümleyi tekrar yazayım, “Cezalı
olduğun için düşün.” Düşünmek yani eşittir ceza...
Devlet Baba denir mesela değil mi? Bir devlet vardır höt de
der, zöt de der, sever de insanı, döver de...Bundan önce gelenlerde de öyle
soramazsın devlet erkanına bir şey, kızdı mı çakar tokatı (o nazikçe hatta,
hafif darbe, daha fazla kızdırma alır içeri, ondan sonrası allah kerim)
Bir Allah baba vardır yukarda, bakarsın aaaa! Aynı
özellikler, kaşlarını bi çattı mı ver yansın, kızdı mı öyle cehennemlerde
çürütür insanı ama sevdi mi de huriler bol erkeklere (kadınları saymıyoruz
onlar eksik etek)
Bunların hepsine bakarsın hem severler hem döverler ve hep
erkektirler...İlginç...
Hadi o zaman cümleyi yine ters çevirelim ve diyelim ki; “Bu
başa gelen de diğerlerinden farklı değilmiş (Bir tek Ecevit dönemini
saymıyorum) son olsun.”
Demek ki neymiş?
Türkiye tarihinde seçimle gelmek bile insanı höt zöt
zihniyetinden alıkoyamıyormuş.
Gelen vuruyormuş halka, giden vuruyormuş. E bu halk da ondan
anlıyormuş canım, bir cahillik, bir güdülenme içgüdüsü hakimmiş, zaten pek de
fazla yüz vermeye gelmezmiş...
Ama gün olmuş devran dönmüş, böyle internet falan gibi bir
şeyler çıkmış, artık devletlerin basılacak dediği kitaplar değil de insanların
kendi istediklerini okudukları dönemler gelmiş, insanlar yazıp yayınlar
olmuşlar, birbirlerinden pek de bir farkları olmadığını anlamaya, birbirlerini
düşman gibi değil de insan gibi dinlemeye başlamışlar. Mertlik bozulmuş.
Neyse, biz yine konumuza dönelim...Yönetenler senin çevreci
olmanı istemezler çünkü eğer bulundukları yerleri kendi ceplerini doldurmak
için kullanmasalardı orada oturuyor görünmek yerine gider farklı işlerde
çalışırlardı. Sen senin çıkarların için hükümetlerin gece gündüz vardiya mı
yaptığını düşünüyordun? İşin gerçeği bütün dünyadaki yönetimlerin on sayısını
geçmeyecek kadar şirket tarafından yönetildiğidir. Yeni dünya düzenine hoş
geldin!
Dolayısıyla, bil ki kimse senin çıkarların ve mutluluğun
için zaman tüketmez, herkes kendi hazlarını tatmin etmek için orada. Kural bir.
Onlar senin tüketmeni ister, sen okuma, düşünme, sorgulama ve yalnızca tüket.
Çevreci anlayış ise üretmeni ister. Üretebildiğin ne varsa artık, bir maydanoz mu, domates fidesi mi balkonunda bilemem ama milyon kişinin maydanozunu balkonundaki saksıdan aldığını düşün...
Sen tükettikçe sayılar katlanır, sayılar katlandıkça bir
yiyeceğin önüne gelene kadarki süreci duygusuzlaşır, canlar endüstri mazemesi
olur, bebeler doğduğu an birer kullan at alt bezi, BPA içerikli plastik
biberon, sen aldığın her paket ürün için paketleme mekanizması...
Çevreciler sevilmez tüketime kibrit suyu diye;
Atesitler tutulmaz “Allah cezanı verecek, cehennemlerde
çürürsün inşallah amin!” duasına “Hade len!” dedikleri için;
Hümanistler sevilmez her yerde car car millet, din, dil, ırk
önemli değil, insan hakları, eşitlik diye debelendikleri ve “Her şey vatan
için!” diye diye ölüme gitmedikleri, “Bizler eşitiz benim hakkım kadar onun da
hakkı.” diye diklendiklerinden.
Bu ideolojilerin hepsine bak önlerinde bir öcü, arkalarında
bir güç...
Dünya silah ticareti ile dönüyor, o senin ona, onun buna diş
bilemesi ve nefretiyle besleniyor. Türk’e Kürd’ü kırdırt, hakkını hukuğunu
görmezden gel ama inat et asla yolundan şaşma, hak aranınca sustur, aradan
provakatörler çıkart, kötü olaylar düzenle, sivilin üzerine suç at. Unutma, ne
kadar sorunsuz bir toplum, o kadar savaş dışında felseye yönelmek demek. Aman
Allah’ım düşünmek! Kaçççççççç!
Evet, dünya kötü bir yer ama birey olmak hele de adil olmak
ders çalışmak demek. Değişime saygı duymak gerek.
Atatürk ümmetçilikten milliyetçiliğe geçiş yaptı, bir adım
ileridir, şimdi durum milliyetçilikten, hümanistliğe geçişin sancılarıdır.
Hiçbir takımı veya ideolojiyi tutmayan, yazılmamışı yazan,
düşünülmemişi hayata geçirmeye çalışanın zamanıdır.
Türkiye, tarihinin uzunca bir döneminde Atatürkçüyüm
diyenlerin, Muhammed yolundayım diyenlerin şamar oğlanlığını yapmıştır ve ne yazık
ki problemlerin ana kaynağı burada yatmaktadır.
Sen istediğin ideolojiyi, istediğin dahilikte sun,
uygulayanın işine gelmedi mi herşey yorumlama noktasında gelir takılır.
Biline ki, kimi veya hangi grubu ayağa kaldırırsan, onun
alternatifi bir gün gelecek ve diğerini tepeleyecektir.
Güç dengesi buna göre kurulmuş ama sen ne zaman ki evrensel
doğruları kendi yolun benimsedin, insan, hayvan ve çevre haklarını dengeledin,
işte o zaman bütün bir haritayı sarıp sarmalayan olacaksın.
Ütopik gelmesin, üç kelimeden oluşur ve yeni dünya
ideolojisini oluşturur; Hürriyet; Özgürlük ve Eşitlik.
Tüm dünya için.
Bu kadar basit.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder