30 Eylül 2012 Pazar

Su Filtresi ve Düşünceler...


Dini imanı para olmuş dünyada yaşarken görüp de sevinçten kendimi kaybedebileceğim yegane değişim bütün eşitsizliklerin ana kaynağı olan parasızlık ve  ikinci olarak alınamayan eğitimin getirdiği geri kalmışlığın bu evren üzerinden hiçbir iz bırakmadan silinip gitmesidir.

Herkesin hayal etme özgürlüğü bile kontrol altına alınacağı güne kadar bunu da saygı ile karşılamak lazım, mümkünse...

Bu noktada "Peki giriş paragrafının su filtresi ile ne alakası var?" denilebilir ama Perşembe günü telefonda konuştuğum Roxana ve  aynı gün tanışma fırsatı bulduğum Neil, aksine, tam da bunları düşünmemi, ardından bu yazıyı kaleme almamı sağladılar, sağolsunlar varolsunlar.

Birbirleriyle alakası yokmuş gibi duran herşeyde olduğu gibi aslında bu tip girişimcilerle çevre,  doğru yatırım, liderlik tanımlaması doğrudan ilişki içinde.  Yani, kısaca şu an mutfağımda takılı olan masa üstü fltre cihazının buradaki işletmecisi Neil bana bunları düşündürdü, ben de yazıp sizlerle paylaşmak istedim. 

Uzun zamandır görmek ve yaşamak anlamında üç farklı memleketi ama burada yaşarken bir sürü farklı toplumu da gözlemleme olanağı yakaladığımı fark ettim. Örneğin, ülkeden ülkeye imkanları olmayanların duruşu bile farklılık gösterebiliyor ve birçoğunluğun ırkçılık, milliyetçilik olarak tanımladığı aslında o toplumların ortak gözlenen özellikleri de olabiliyor. Bu anlamda biraz karışık...Bizlerde eğitimsiz ve işsiz olanın yüklendiği bir agresiflik, asilik var. Burada yaşayanın ise hep üzerinde gördüğü ve hizmet ettiğine duyduğu samimi ya da samimi olmayan saygı bir zorunluluktan geliyor.

Çünkü Arap Emirlikleri'nde eğer saygı duymuyorsa yer edinemiyor, ülkeden atılıyor ama bunlar mı olmadı zaten iş bulması, buralarda barınması imkansız.

İngiltere’ye gidip gördüğüm ise hangi işin arkasında kimin olduğunu hiçbir zaman bilememek... Hiyerarşik anlamda sert, kesin, korkutucu bir duruş yok. Bir bakarsın taksi şöförü masterını yapmak için geceleri bu işi ek gelir elde etmek için yapar, bir diğeri işin sahibidir ama olayın tam göbeğinde tornavida sallar Neil gibi...

Bu noktadan yola çıkarak bir de her ülkenin farklı bir duruşu var diyebilir miyiz? 

Türkiye;  “Ne olursan ol yine gel.” Toplumun talepkarlığının bilinçli olmaması, plansızlık, kontrol mekanizmalarının iyi işlememesi.

İngiltere; “Aman gelme, yerinde kal mümkünse.” Halkın az olan işe talebi, aynı işe daha ucuz elemanın alınması mantığına karşı çıkışı, pastayı paylaşma konusundaki yabancı ucuz işçiyi istememe, işsizlik sigortasının çalışanın cebinden vergi olarak talebine karşı duyulan tepki.

Arap Emirlikleri;  “Gelirsin ama burada işe yaradığın müddetçe, bizim kurallarımız ve sana verdiklerimizle yaşayacaksın.” Kanıksanmış bir yukardakiler aşağıdakiler mantığı, işlerin her zaman yerel halk arasında paylaşılması, yabancı olanın bazı konularda kesinlikle hak sahibi olamaması sebebiyle pasta paylaşma korkusunun yaşanmaması, her zaman kendi vatandaşına öncelikler veren bir devlet (keşke her ülkenin yapabileceği bir imkan olsaydı) gibi bir durumu.

Buraya gelen Avrupalı, iyi eğitimli insanlar her zaman konularında meslek bilgisi verirler. Yerel halkın da eğitimli olan ve yönetimde yeralan kısmı Avrupalı okullarda, üniversitelerde bir dili sorunsuz konuşacak, okuyup yazacak kıvamda dönmüşlerdir ülkelerine.  

Aslında tüm dünya üzerinde oluşan sınıfsal farkların, anlayışların özü bu, Arap Emirlikleri ya da Türkiye...Bahane.

Parasızlığa mahkum edilmiş nüfuslar, parasızlıkla doğru orantılı olarak gelen ve alınamayan bir eğitim sorunu ve hiyerarşi...

Dinle gelen kısmı ayrı, kodumu oturtturan baba figürü, ceza veren Allah sembolü, cehennemde yanmalar eşliğinde anlatılanlar, toplumu sömürmek amaçlı kullanılan korku öğesi ayrı.

Hepsi birbirini tetikliyor, içiçe giriyor ve dalga dalga yayılıyor.

Bu tür toplumlarda korku çekirdek  ailede babadan gelip yetişkin oldukça işyerindeki patrona uzanıyor.

O patronun kapısı hep kapalı, herkesden uzak ve yukarda, çalışanlar ise her zaman izole edilmiş, söz hakkı tanınmadan “Salla başını al maaşını!” mantığı ile güdümlenen insancıklar. Hiç hak tanınmamış, hiç imkan verilmemiş, İbrahim Tatlıses’inm dediği gibi “ Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?”  

Gelelim su filtresine...Neil söylediği gibi Perşembe günü akşama doğru gelirken burada alışkın olmadığımız yollar kullandı.

Herşeyden önce evin olduğu yeri tarif ederken elinde harita olduğunu söyledi.

Randevudan bir saat önce arayıp söylediği saatte kapıya geldiğinde kotu ve tshirtuyle bir üniversite öğrencisini andırıyordu.

İşin tuhafı gerek burada gerekse Türkiye’de su filtresi takmak için değil de daha çok belki ana dili ingilizce olanların yoğunlukla yaptıkları iş ingilizce öğretmenliği olduğundan özel ders vermeye gelen biri gibiydi. Konuştukça gözlemlerimde yanılmamışım, bilgisayar konusunda eğitim almış, masterını tamamlamış ve buraya gelip kendi işini kurmuş olduğu ortaya çıktı.  

Filtreye dönelim yine. Ne yazık ki mutfak tezgahının altına takılamadı, oraları boşalttığım ve bir sürü iş çıkarttığımla kalmışım. Bir şekilde boruların ek yapılacağı sistem duvarın içinde yer alıyormuş bizim evde. Dolayısıyla, tezgah altı filtre sistemi masa üstü dispenser’a terfi etmiş oldu.

Bu kararda hiçbir baskı, sorgulama, dayatma uygulanmadığı gibi, tam tersine filtre en az maliyetle tezgah altına konulamadığı için ortamda bir sessizlik oldu, alternatifi biz sorduk o şekilde yanıt verildi, sanki ürünü satan ile satın alan değil de üç arkadaş katalogdan bakıp ne yapacağız ı konuşuyor gibiydik ve bu harika bir duyguydu.

Masa üstü dispenser altı kişilik bir aileye yetecek büyüklükteymiş. Kendinde ısıtma ve soğutma ünitesi olduğu için aslında yılın beş altı ayı soğuk su musluğundan kaynar su akan Arap Emirlikleri için belki de en iyi çözümdü.

Roxana ve Neil fiyatın farklılığından dolayı son derece dürüst bir şekilde zaten evlere ilk aşamada tezgah altı filtre sistemini öneriyorlar ve benim için en güvenilir yolu izliyorlar. Müşteri ürünü pazarlayan insana güven duyarsa en büyük kapı açılmış oluyor ve bu fiyatta da kendini gösteriyor (demek istediğim bir önce görüştüğümüz firmanın üç aşağı beş yukarı aynı ürünü 3000 dirhem fazla pazarlamasına bakacak olursak)

Bugün, mutfağımda bulaşık makinasının musluğuna bağlanmış olan masa üstü dispenser'ın çalışma sisteminde üç tane filtre bulunuyor.

Bunların bir tanesi neredeyse kloru sıfırlıyor, bir diğeri aktifleştirilmiş karbon denilen, virüs ve bakterileri yokediyor, diğeri ise suda yeralan parçaları (partikülleri) süzüyor. Ayrıca en çok hoşuma giden kısım suyun filtrelerden geçerek paslanmaz çelik kısımda toplanması. Bu anlamda suyun plastik bir şişe içerisinde nakliyatları yapılırken, müşterinin kapısı önünde ya da satılmayı beklerkenki yüksek sıcaklıklara maruz kalması durumunu da elimine etmiş oluyoruz. Hoşçakal BPA! 

Taşınırken her yere götürüp kurmak, hangi ülkede olursa olsun filtrelerini standart olduğu için bulup değiştirmek mümkün ama firma burası için her sene container'ın içini dışındaki ince boruyu, filtrelerin tümünü değiştirme garantisini fiyat sabitleyerek yapıyor. 

Roxana ile ancak telefonda konuşmuş olsam da Neil’in verdiği enerjiden yola çıkarak söyleyebileceğim hepimizin bu tür liderliğe ihtiyaç duyduğudur ve tanımında kendilerini ulaşılmaz derece önemli gören, aman bir espri yapsalar ya da gülümseyiverseler bütün ellerindeki kuvvetin eriyip gideceğinden korkan, sopa yutmuş, sevimsiz halleriyle çalışılması beter insan tiplemesinden öte ve sevilmeyen, ortak olmayan, yalnızlığa mahkum karakterlerin aksine, böylesine aydın, doğal, destekleyici, doğa ve çevresinden kendini sorumlu tutan, ekip çalışmasına uygun insani liderler vardır, olmalıdır. 

Genele bakıyorsun demokratik toplumlardan bu tanımlamaya uygun insan çıkıyor. Oysaki korkuyla yönetilen kalabalıklarda yönetmek için tek bir negatif güç devreye giriyor. Devreden çıktığı an geldi mi herşey allak bullak!  

İnsanlar geliştikçe korkunun yalnızca nefret yarattığını, saygının ise sevgiyle beslendiğini anlayacaklar.

Ekip çalışmasını, bir iş çıkartmayı el ele vererek, eşitlik düşüncesini paylaşarak, her bir yerinden bir kişinin tuttuğu, katkı sağladığı projelere dönüştürecekler.

Yalnızca iş yapıp para kazanmayı değil, Neil’in de yaptığı gibi dünyaya pozitif bir fayda sağlayan düşünce sistemlerini, ürünleri desteklemeyi isteyecekler, bunlara yatırım yapacaklar.

Ve bence en önemlisi, bu tip anlayışların desteklenmesi. O yüzden hepimiz kendi bölgemizde bulunan bu tip ürünleri araştıralım, hayata geçirelim derim.

Dubai ve çevresinde yaşayanlar için Liquid Of Life’ın adresi belli. Facebook’da da oldukça güzel paylaşımları var.

Hoşçakal plastik, elden geldiğince hayatımızdan çıkman dileğiyle...J

Hiç yorum yok: