3 Ekim 2020 Cumartesi

Oculus Quest

Geçen yılbaşına kadar üç boyutlu gözlük denildiğinde oyun bilgisayarına bağlı olan bir sürü kablo, odanın orasına burasına yerleştirilen tripod sistemleri falan gibi sıkıntılar akla geliyordu. Oyun oynayacağım derken inanılmaz derecede kablo yığınlarına bağlı bir organizma şekline dönüşülüyordu ve gözlük kendisiyle birlikte böyle bir sürü zamanzingoyu da yanında getiriyordu. 

Oculus Quest, Facebook'un yan ürünü olarak ilk piyasaya çıktığında son derece pahalı ve aynı zamanda yerinden kalkmayan oyun bilgisayarları da elenmiş oldu. Bu bir ilkti tabi ki ve benim gibi bunlara bağımlı olmayı sevmeyen ama üç boyutlu dünyayı deneyimlemeyi isteyenler için harika bir fırsat doğmuş oldu. 

Bundan on yıl sonrasında tüm şu anda kullandığımız aletler yine dinazor zamanını hatırlatacak bundan eminim. Oculus Quest 2 bir yıl arayla piyasaya sürüldü. Elektronikteki bu hızlı gelişimin getirdiği agresifçe tüketime aslında son derece karşıyım. Elimdeki alet hiç de ucuz bir şey olmamasına rağmen hayatının bir yılla sınırlı olmasını tüketici açısından bir hayal kırıklığı olarak değerlendiriyorum. 

Piyasada bu şekilde hiç umursamazca yeni ürün çıktığında eskisini çöpe atan zihniyetler var, en önde gelen deneyimlediğim Samsung. En üstün kalitedeki ürün bile bir yıl sonra parçası bulunamayacak derecede eskimeye bırakılıyor bu bir, hiçbir şekilde bir Apple'daki gibi aksesuar bulunamıyor bu da iki. Dolayısıyla aldığınız ürünü bir şekilde Apple daki gibi korumanız, dışında değişiklikler yapmanız mümkün olmuyor. Şu anda Apple Store'lara gittiğinizde örneğin hala Iphone 6 bulmanız, aksesuarlarına ulaşabilmeniz, değişim yaparak yeni ürünü güzel bir indirimle satın alabilmeniz mümkünken bunu diğer hiçbir firma yapmaya gönüllü olmuyor. 

Dolayısıyla, sanırım benim gönlümde kendi Mac Pro bilgisayarıma uygun olan bir Apple VR sistemi var. 

Gelelim Oculus Quest'i aldınız ve elinizde de lap topunuz var. Ne yapacağım diyorsunuz? 

Oculus Quest bitti artık üretilmiyor yerine Quest 2 geldi, o kısım tamam dolayısıyla aldığınızda ancak dükkanların elinde kalan son parçaları aldınız. Eve geldiniz bilgisayarla hiçbir şekilde haşır neşir olmadan bağlandınız. Oyunlar gözlüğe yükleniyor, platformu cebe veya tablete yüklemeniz yetiyor ama diyelim ki başka neler var diye bakmaya başladınız...

Derken benim gibi başka platformlar da buldunuz diyelim...Ben Side Quest'i buldum ve gördüm ki Oculus Quest'de basitçe bizlere verilen mesaj şu, size bilgisayar almanıza gerek yok diyoruz evet ama bu demek oluyor ki aldığınız platformla sınırlısınız. Mesela, Beat Saber müzikleri biz istediğimiz zaman update oluyor, belli gruplarda müzikler sunduğumuzda oradaki platformdan alabiliyorsunuz ama eğer bu müzikleri kendinize göre download etmek ve geliştirmek isterseniz üzgünüz ama bilgisayarlarınızın belli özellikleri olmak zorunda. 

Yani kısaca o videoları çekenlerin dediği gibi hop Mac olursa bu, yok Android olursa USB kablo al tak şipşak oldu gibi bir durum yok! 

Çünkü bilgisayarlarınızın MAc de 2015 ve öncesi örneğin GPU kartı yeterli değilmiş. Diğer lap topların çoğu aynı şekilde grafik kart bakımından geride kalıyor. Bu da USB kablosunu almanıza rağmen bir şey değişmeyeceğini gösteriyor. 

Kısa ve öz, bilgisayarınız eğer lap top ise oyun laptopu olması gerekiyor. Gidip ne zamanınızı ne de paranızı harcayın derim. 




24 Ağustos 2019 Cumartesi

London London...

Londra’nın neden Londra olduğu, kendini kasmadan, mücadele vermeden, doğallığıyla niçin bu noktaya geldiğini düşünmedim dün gece, yalnızca anladım!

Bir İstanbul’lu, Caddebostan’da doğmuş ve büyümüş bir çocuk olarak şehirse, şehir, medeniyetse, medeniyet derdim değil mi? Ciddi şekilde yanılmışım.

Yalnızca Londra hakkında değil İngiltere’nin geneli, çoğunluğu, hayata bakış açıları, medeni olmaktan anladıkları, aslında anlamaları gerekmez, içinde gayet doğal, kendiliğinden, iteklemeden, düşünmeden yaşadıkları ve yarattıkları ortam demem gerekir.

Çünkü toplumlar kendi yaşam alanlarını yaratırlar, İngilizler de bunu yapıyor. Düşünmüyorlar, yalnızca o nehrin akışına kapılmış şekilde yaşayıp gidiyorlar.

O medeniyetin içinde ve oluşumunda çok derin bir okuma, tiyatro kültürü yatıyor. Hala gelişemeyen, gelişmeye direnen ülkelerdeki sorular yüzyıllar önce sorulmuş, yanıtları verilmiş çünkü.

İnsanlar cinsel obje olarak öne çıkmak için değil, kendileri neyse o olabildikleri, beğendikleri bir şeyi “Aman şu da ne der şimdi canım? Yakışıyor mu?” demeden giyebildikleri,

Akla gelebilecek envayi saç rengiyle,  

Kimsenin kimseyle ilgilenmemesi ve farklılıkları ile gurur duyabilenlerin, bu farklılıkları ifade edebildikleri,

Tıkış tıkış bir metroda giderken, ayakta, otururken, her yerde kafalarını kaldırmadan okuyup, o kalabalıkta kendi dünyalarına dalabildikleri,

Aşklarını erkeğiyle kadınıyla, karşı cinsiyle, hem cinsiyle avaz avaz gösterebildikleri, sokaklarda öpüşüp, sarılabildikleri ve birbirlerini özgürce sevebildikleri, bunu gösterebildikleri,

Doğaya ve o doğanın içindeki tüm varlıklara nesiller boyu saygı duyabildikleri, onları koruyabildikleri,

Eskiyi göğüslerini gere gere dirilttikleri, yaşattıkları, ona saygı duyarak aynı şekilde revize edip de hayatlarına katabildikleri,

Bahçe ve çiçek konusundan bir derya ilim yapabildikleri,  

En basit görünen bir şeyin bile kendine ait bir bilimi olduğunu keşfettikleri, bunu formüllere döküp, eğlenceli kıldıkları,

Aynılığın değil de farklılığın güzel ve özel olduğunu bildikleri ve farklarından dolayı birbirlerine hömkürmedikleri,

İçin farklılar.

Orada kimseye bakmamayı ve kendin olmayı doya doya yaşadığın için huzur duyuyorsun.