12 Ocak 2011 Çarşamba

Dünyanın Sonu mu yoksa Dünyalının Aydınlanması mı?

Saat sabaha karşı üç...Okulun tüm saatleri duruyor, bilgisayarların elektrik bağlantısı ve okul çevresinde bulunan tüm kameralar kapanıyor. Alarm sisteminin polis karakoluna bağlı olmasından dolayı okula polis geliyor. İki güvenlik görevlisi ne olduğunu anlamadıkları ama yine de ortamda bir olağanüstülük sezdikleri için şaşkınlar...

Saat altıbuçuk... Okulun müdürü geliyor. İlk yaptığı şey gözlemlediği şeylerin fotoğrafını çekmek oluyor. Bazı yerlerde küller var ve okulun giriş kapısına doğru yerde bir şekil keşfediyor.

Üçgen...Bu üçgen birbirine üç küre ile bağlanmış, çevresinde küçücük toynakları andıran ayak izleri ama onlar da yeşil alandan çıkınca birkaç adım sonra yokolmuşlar...

Derken, yine kapının orada bir hareket sezip kamerasını çeviriyor ve bu sefer de havada tanımlanamayan cismi fark ediyor. O anı da fotoğraflamayı başarıyor. Bir de video kaydı yapabiliyor. Çocuklar gördükleri fotoğraftaki cismi hoola hup a benzetiyorlar.

Aynı gün içinde üç çocuk beden eğitimi dersinde tanımlanamayan uçan bir cisim gördüklerini söylüyor. Okul erkanı bütün bu olanlara bir anlam veremese de bu işe bir isim koyacak profesyonelleri okuldaki tüm çocuklar evlerine gittiklerinde okula davet ediyorlar.

Üçgeni kırmızıya ve adımları da belirgin olması için yeşile boyayıp o bölgenin çevresini koruma altına alıyorlar. Ayrıca, çocukları da hiçbir şeye dokunmamaları çünkü bilinmeyen bir etki ile karşılaşabilecekleri konusunda uyarıyorlar.

Saat öğleden sonra üç...Okula giderken hayatımda ilk defa fotoğraf makinamı da beraberimde götürüyorum. Düşünün ki zaman zaman küçük kızımın ayakkabılarını unutup kelaka yerlerde yalnıyak dolaşmasına sebebiyet veren bir insanım. Büyük kızımın ise resim kursu var ve okuldaki tek uzun günü...Bu tür konulara ise, tesadüf bu ya (!) geçen sene sanki herşey bir düzeneği gösterir gibi Wiltshire bölgesinde Türkçe çevirisi Çember Tarlaları olan Crop Circle'lardan birine gittiğimiz için son derece aşina.

Yani, anlattığım hiçbir şey bir film kurgu sahnesinden alıntı değil. Bugün o deli, zaman zaman fırtınamsı şekilde esen rüzgarın eşliğinde büyük kızımın anlattığı ve okulda yaşanan bir olay...Okul çıkışı sağ taraf yeşilliğin üzerinde gördüğüm sembol son derece aşina olduğum bir şekil...

Ben Çember Tarlalarını ilk Eric Von Daniken'in kitaplarından tanımıştım. Yaklaşık bir yıldır eşimin de ilgisiyle bilgilerim tazelenme şansı buldu. Bu olay Avrupa'nın birçok bölgesinde tarlalarda görülen bir fenomen. 1980 lerden itibaren yükselen bir iğmeyle ortaya çıkan bu durum çok karman çorman şekillerin bir anda belirmesiyle kafalarda soru işaretleri yaratmaya başlamış.

İnsan eliyle yapılan şekillerden birinde ki bu gayet basit bir araba, bir haftayı alan bir çalışma gerekli olmuş. Oysaki bu kompleks şekiller insanların anlamadığı kadar hızla ortaya çıkıyor, oradaki ürünün (ekinin) DNA sını değiştiriyor ve hiçbir zaman o ekin artık eski haline gelemiyor. Yapılan işlemde ortaya çıkan ısı günlerce ve hatta haftalarca hissedilebiliyor. Öyle ki, bazı yerlerde o bölgeye gelen insanlar oradaki enerji farkını hissettiklerini söylüyorlar. Ayrıca bu tip mekanlarda meditasyon yapan gruplara da rastlamak mümkün...

Çok ilginçtir ki 11.1.11 tarihinde kızımın okulunda bulunan ve kafalarda soru işaretleri yaratan bu şeklin de bir hikayesi var. Bu hikaye ise Steven Greer ile doğrudan bağlantılı...

Steven M. Greer, 1992 yılında kendi kurduğu ve aralarında yazarların, araştırmacıların da bulunduğu 50-60 kişilik grubuyla İngiltere Wiltshire bölgesine gider. Ortada planlanmış bir amaç olmamasına rağmen akla birden dünya dışı zeki varlıklarla meditasyon yoluyla iletişim kurmak gelir .

Bunu yapmak için seçilen alan aynı zamanda Stonehenge, Avebury, Silbury Hill gibi tarih öncesi yaşam alanlarının olduğu İngiltere'nin Wiltshire bölgesidir. Fakat ne yazık ki zihinlerinde o anda gönderecek bir resim yoktur. Aşağı yukarı on dakika süren bir beyin fırtınasının ardından bunun bir şekilde Steven Greer'ın da baştan beridir bir şekilde bildiği ya da hissettiği bir biçimde içinde küreler barındıran bir üçgen olmasına karar verilir. Meditasyon aşağı yukarı 20 dakika sürer, yapıldıktan ve imaj yukarıya yansıtıldıktan sonra ellerindeki fenerlerle aynı şekil gökyüzüne çizilir gibi yapılır.

İşin ilginç kısmı bundan sonra olacaklarda...Meditasyon ertesi herkes diğer ekin tarlası fenomenlerini incelemek üzere normal gözlemlerine ve araştırmalarına döner. Daha iki gün geçmeden crop circle larla ilgili görüşmeler için bir çiftlik evine gittiklerinde Çember tarlalarını araştıran farklı bir gruptan yeni bir şeklin ortaya çıktığını ve çok etkileyici olduğunu öğrenirler. Söylenilen alana geldiklerinde ise heyecan had safhadadır çünkü şekil aynı meditasyonda yansıttıkları imajdan başka bir şey değildir. Grubun logosu işte bu şekilde ortaya çıkmış olur.

Aklımda bugünle beraber bir bulmaca gibi oturan imajlar... Hepsi biraraya geliyor. Üç gün önce gördüğüm rüya...Evimizin yüksekçe bir yerde olması, penceremizin önüne gelen UFO, içinden inen ve bize doğru dönüp bakan upuzun boylu beyaz dünyadışı varlık... Dün gece yatmaya giderken eşimin CSETI logosunun müziğiyle meditasyon yaptığını öğrenmek,. Arabayı okula doğru sürerken star child adı verilen ve zamanımızdan 400 yıl önce bir mağarada bulunmuş, yarı dünya dışı, yarı dünyalı varlıkla ilgili videoyu şiddetle düşünmem ve hayatımda ilk defa okul için yanıma aldığım fotoğraf makinamla okulda ortaya çıkmış SCETI logosunun fotoğrafını çekebilmem...Belki hepsi uydurmaca, algı yanılması, delilik...

Bütün bu anlatılanların bir deli saçması olduğunu düşünen onlarca insana rağmen Steven M. Greer'ın dünya dışı zeki yaşamla ilgilenen kişilerce son derece ciddiye alınan bir kişilik olduğunu söylemek isterim. Bunun başlıca sebebi, CSETI adıyla kurduğu ve hiçbir kar amacı gütmediği grubu ile yürüttüğü "Kamuoyunu aydınlatma Projesi" (Disclosure Project).

Bu proje ile ellerinde biriken 400 den fazla devlet, askeri veya kişisel dünyadışı zeka tecrübelerinin paylaşımını sağlamışlar. Döküman ve arşivlerle iddialarını desteklemişler. Ayrıca, bu konunun içinde yeralan ve dünya dışı zekadan dünyaya bir şekilde aktarılmış fakat ne yazık ki günümüze kadar saklanması başarılmış olan bedava enerji kaynakları konusu üzerinde de çalışmalar yapılmış.

Bu kaynakların devletler tarafından saklanılması son derece mantıklı değil mi? Günümüzde dünyamızın en büyük bağlayıcılık kaynağı enerji değildir de nedir? Vatandaşların devlete hayatları boyunca ödediği elektrik, su, ısınma...Aynı şekilde devletlerin birbirine olan bağımlılıkları...Bu zincir kırılırsa kim diğerinin üzerinde hakimiyet kurabilir ki?

Bu bağlamda Steven Greer ölüm tehtidleri almış. Asistanı Shary Adamiac öldürülmüş. Kendisi de bir şekilde(!) kanser hastalığına yakalanmış ama kurtulmuş.

2012'nin gelmesi kimilerince belki dünyanın sonu, belki zihinsel bir aydınlanmanın başlangıcı ya da ölümün başka bir boyuta açılan kapısı...Yani bir diğer şekilde her iki taraf da haklı. Dünyanın sonu mu bilemem ama bana göre bir şeyler oluyor. Bilgi her an akmakta, herkes her an evinin odasından en detaylı bir araştırmayı yapabilecek güce erişti. Rusya dışında tüm ülkelerin devletleri yorumsuz(!) bir şekilde UFO dosyalarını açtı.

Bana kalırsa "Yakında UFOlar gelip, bizleri mi yiyecek?" "2012 dünyanın sonu mu?" gibi ucuz edebiyatlar yerine, bu varlıkların bizlere bizim düşündüğümüzden de yakın olduklarını bilmek ve tez elden, dünyanın hayrı açısından sürekli saklanan, üzerinde savaşların çıkartıldığı enerji kaynaklarının temize dönüştürülmesinde çaba sarfetmek gerekiyor. Bildiğim en önemli noktalardan biri din anlayışında büyük devrimler yaşanacağı...

Peki bu değişimler nasıl mı olacak? İşte orası çok büyük bir güce sahip olan biz toplumlara ve şu günlerde esas aydınlanmalara baz teşgil eden "Bilgiye Erişme Hürriyeti"nde yatıyor.

Bunu başarmak evren ananın yararına ise el ele vermenin zamanıdır.

Not: CSETI nin YouTube linki de mevcut.

7 Ocak 2011 Cuma

Samimiyetsiz Zibidilikler

Valla bakıyorum da eski zamanlarıma, ben çocukken eve geldiğimde burnuma çalınan puaça kokusuyla kendimden geçen bir tiptim. Annemi bir kere bile benimle ödev yaparken hatırlamam, hep koşturup dururken bilirim. Bizim birarada olduğumuz dönemler ya alışverişe çıktığımız zamanlardı ya da üye olduğumuz klüpte...

Aslında o zamanlarda bile arkadaşlık ve gruplar annelerin ve babaların yerini çoktan almıştı. Galiba, bu anlamda biz anne babalarımıza pek bağımlı da sayılmazdık, hep çevremizde bizlerle yaşıt, koşup oynayacağımız, ip atlayacağımız arkadaşlarımız oldu. Hatta o yüzden ebeveynler sıkıcı bile gelirdi.

Şimdi kendime bakıyorum da bir anne olarak, hani çok okumuşuz, çok biliyoruz ya, yaptığımız her boktan bir vicdan yapma noktasına getirip koymuşuz kendimizi. Çocuklarımızı dışarda kendi kendine bırakamıyoruz, hem oynayacak bir mahalle kalmadı hem de bol bol korkularımız ay yaşlı bir amca gelip de şeker verirse, sapığı var, arlısı, arsızı gibi triplerimiz var. Bunlar aslında aklımızda yarattığımız hayaletler falan da değil. Birkaç yıl önce Arap Emirlikleri gibi bir yerde, herkesin ortasında çocuklara yiyecekmiş gibi bakan, benim dikkat edip de uzaklaştırdığım gruptaki ve diğer herkesin gözü önünde donunu indiren adi, pislik, deli, manyağını da görmüş ve deneyimlemiş bulunuyorum.

Hadi o kısmı eledik haliyle, çocuklar artık daha ev içi canlıları bir yerde. Gidilecekse de bisikleti al, yiyecek bir şeyler hazırla, soğuk olursa falan diye ceket falan ayarla, su, meyve suyunu koy derken zaten insanın içi çıkıyor. Eskiden annem beni yallah diye bırakırdı kapının önüne, bu kadardı! Hala da hatırladığım en güzel anıları biriktirdim o mahalle arkadaşlığında ama şimdi bunu çocuğuma yapamıyorum.

Anne denilen mahlukata gelince...Sabah kalkar kalkmaz evde yapılacak, toplanacak, yıkanacak, yıkanmışsa asılacak, asılmışsa ütüye ayrılacak bin tane şey oluyor. Bu dönem içinde bir saniye bile yalnız kaldığında kendini koltuktan paraşütle aşağı göderecek, kablolarla ip atlayacak bir çocuk...Bir tek tv karşısında, o da şanslıysam şayet yarım saat s verilebiliyor. Ve deniyor ki tv kötü. Al sana kötü! Bütün bunlar olurken diyelim ki evde büyük çocuğunuz, zaten bütün enerji eve, yemeğe, küçüğe gitmiş mi, gece en az bir kere kalkılmış mı. 1 numara bilgisayar başında çok sevdiği bir programa takılmış, ona da ne diyorlar? Bilgisayar kötü!

Hmmm evet! Gün içinde kim ne derse desin tüm ana babaların evde sarıldıkları yegane oyalanacak şeyler televizyon ve bilgisayardır, belirteyim . Kim ne konuda kıçını yırtarsa yırtsın bunu değiştirme imkanı yok çünkü eskinin mahalle araları, bol çocuklu sokak keyifleri artık tarihin bir parçası olmuş. Bunun yerini alması gereken, çocukların her daim anne ve babanın başında tepinmesini engelleyecek yegane çözüm de bunlar, üzgünüm ama böyle. Bu iş bakıyorum da paparazzi programı seyredip de anketör tv karşısında soru sorduğunda " Aaaa evet, paparazzi programları kaldırılmalı, halka hiç faydası yok, zaten ben hiçç tv izlemiyorum." diyince onlara süper zeka olduğunu onaylattıran salaklığa dönüştü. Herkes ama herkes yapıyor ama laf konuşmaya geldi mi; " Hımmm ben şahsen herşeyden önceye çocuğumun nitelikli zamanını düşünürüm ehem köhöm!" falan yapıyor.

Ben büyük kızım altıbuçuk aylık doğduğundan beridir evdeyim fakat bir yandan evde de olsam gördüğüm şu; Eğer çocuklarımı iyi besleyeceğim, evim her daim temiz ve derli toplu olsun diyorsan çocuklarınla geçireceğin vakti unut derim.

Evet! Ev kadını denilen ve yıllarca iğrenç derecede ayaklar altına alınmış vasıfsız işçiler ne yazık ki evlerine çok iyi bakmak zorundadırlar, yemekleri her daim hazır, sofraları çiçek gibi olmalıdır. Çünkü efendim ben çalışan kadınım eve ve çocuğuma vaktim olmuyor genelde gibi bir bahane yoktur. Bizler gibi sürekli sorumluluk peşinde koşan tipler için ise ev, yemek, temizlik, vücut bakımı gibi durumlar artık profesyonel iş hayatı yerine konulduğu için yapıldığında karşısına tick konulan ve her gün elenmesi icap eden görev kataloğuna dönüşmüşlerdir. Artık profesyonel ev kadını dönemi başlatılmıştır tarafımızdan. Höreyyyyy denmeli midir? Burası büyük bir soru işaretidir.

Bu ev kadınının tarifi şöyledir; her daim bakımlı, çocuklarının ödevlerinde her zaman yanında, kitap okuyan, yeni filmleri ve teknolojileri takip eden ama çok da iyi bir ahçı, dağınıklığa pisliğe ise kendi referansı olduğu için hiçççç tahammülü yok. Bu yeni versiyon, ha bir de tabi ki aklında olanların hiçbirini tamamlayamadığı için hep bir bölünmüşlük içinde sinir küpüne dönüşmüş ruh hastası...

Yine dönüp eskiye bakalım, hangimiz annelerimizin binbir çeşitte hazılradığı kek kurabiye enflasyonunda tıkınırken; " Ayy şekerim selülitlerim çok fena azdı benim koca böyle kadından nefret eder, spor salonuna yazıldım." diye konuştuğunu hatırlıyor? Hatta, bilakis biraraya gelindiğinde havada puaça tarifleri uçuşurdu. Şimdi bir de bunun tam tersini yapmaya uğraşıyoruz. Çünkü kilolu mutlu olamıyoruz. Sahi biz nasıl mutlu oluyoruz? Bunun cevabını bilen var mı?

Ben bu işin doğalına dönelim derim hep birlikte. Gerçekten! Alacaksın eline süpürgeni, yapacaksın puaçanı kekini, öyle kitapmış, filmmiş, çocuğunla nitelikli vakit geçirmekmiş falan atacaksın çöpe bütün bu olması gerekenlerin listesini, sen mutlu ben mutluuuuu!